22 Ağustos 2025 Cuma

Haziran '25 - Yeni Çıkanlardan Beğendiklerim

1 - ALLDAY PROJECT - FAMOUS


Allday Project, haziran ayında hepimizi şaşırtan bir çıkış yaptı. The Black Label'ın 5 kişilik karma grubu olarak zaten k-pop'un normlarının dışındaydı. K-pop'ta bu şekilde karma gruplar genelde birkaç sene içinde dağılır giderler. Ama Allday Project'in müziği şimdilik ilgi uyandırıyor şekilde ilerliyor. Bu çıkış parçalarını ve sonrasında gelen "Wicked" parçasını da çok sevdim ben.


 


 2 - NOWZ (나우즈) '자유롭게 날아 (Fly to The Youth) (Feat. 우기 (YUQI))'


2024'te çıkış yapan Cube entertainment grubu Nowadays bu senenin başında ismini Nowz olarak değiştirdi. Neden olduğuyla ilgili gerçek açıklamayı bilemesek de grubun gerçek potansiyelini ortaya çıkarmak ve asıl istedikleri yere yönelmek tarzında bir şeyler gevelendi. Neyse. Cube'un bir diğer - ve aslında Cube'u Cube yapan grubu - Gidle da ismini değiştirdi bu sene oldu idle. Cube binasında bir hava esiyor demek ki.
Nowz'ın müziğini çok da önemsememişim sanıyorum şu noktaya kadar. Geçen senenin sonunda çıkardıkları "Let's Get It" şarkılarını listeme almışım o kadar. Bu yukarıdaki şarkının da zaten öyle çok aşırı bir etkisi olmadı kulaklarıma ama işte Yuqiciğimin de dahil olmasının etkisiyle dinlenebilir, hoş bir şey gibi geldi.

3 - NINE.i - 어쩌면 (Perhaps)

Nine.i 7 kişiden oluşan bir erkek grubu, First One entertainment'tan. Dinlediğimi bile hatırlamıyorum ama bir şarkılarını 2022'de yayınlanan "Young Boy" isimli parçalarını listeme eklemişim. Bu şarkı da haziranda single olarak yayınlandı. Hoş. Ama birkaç kere daha dinleyince ilk dinlediğimde hissettiklerimi hissetmedim.


4 - 하동연 (Ha Dong Yeon) - 행복 (Happiness)

Ben şarkıyı da şarkıcıyı da pek sevdim dinleyince. Kim olduğunu hiç bilmiyorum, şarkıda ne söylediğini de videonun altındaki yorumlarda biri sormuş, başka biri de çevirmiş, oradan öğrendim. Ama çok güzel.

5 - JENNA SUHL (제나설) - "Pretty Heart"


Şarkı 2000lerin başında böyle tek şarkılık tutan, birden patlayan solo kız şarkıcıların şarkıları olurdu ya hani, hah işte aynen o havayı veriyor.

6 - CLOCK - Pow (Feat. yayui)


Kim oldukları hakkında hiçbir fikrim yok. Google'da bu isimle herhangi bir şeye ulaşmak da mümkün olmaz çünkü - Clock nedir ya?! Neyse. Keyifli gene de.

7 - Riaan (리안) - Ben & Jerry (Feat. JUNNY)


Riaan 2024'te çıkış yapmış solo bir şarkıcıymış. Bu ilk defa dinleyişim onu.

8 - aespa 에스파 'Dirty Work'


Aespa'yı sevdiğim söylenemez. Genel anlamda kız gruplarını sevemiyorum çünkü. Birçok sebebim var. Açıklamak oldukça uzun sürebilir. Neyse. Aespa'yı sevmesem de arada böyle eğlenceli, keyif veren şarkıları çıktıkça kendimi dinlemekten alamıyorum.

9 - NIve x Lee Solomon (니브 x 이솔로몬) - i hate myself.


Fazlasıyla hoş. 
"Consolation is the last thing I need in my life
Too much pretending
That I love myself 
Maybe I’m lost
So what?
Hating myself is the process that I have to go through
Hold me when I call you
But right now
Let me hate myself"

10 - 차우주 (Cha Woo Joo) 'EVERYWHERE'


11 - WONHO 원호 'Better Than Me'


Wonho, MonstaX grubunun bir üyesi. 2015'te çıkış yapan grubun bazı şarkılarını eğlenceli ve gaza getirici bulup, dinlediğim oldu seneler içinde ama hiç açıp da başka ne müzik yapıyorlarmış diye dinlemedim. Wonho'nun solo işlerini de denk geldiğimde dinliyorum. Genelde hoşuma gitmiyor. Bu şarkı biraz daha dinlenebilirdi benim için.

20 Ağustos 2025 Çarşamba

Previously on Neverland { 27.07 - 20.08}

 Nerede bırakmıştım onu bile hatırlamıyorum. Yazabilmek çok tuhaf geliyor nedense şu an. Halbuki şu da bir geçsin, şu da bir bitsin diye diye onca ay geçirdikten sonra hah tamam şimdi şu gün oturup, delilercesine yazacağım dediğim o gündeyim. Yaz okulu sınavları geçti, şu ameliyatımsı şeyi atlattım (tam olarak bitmedi iş ama oraya da geleceğim), ofiste büyük bir şey yok yapılacak-yaptığımız,...Şu da geçsin dediğim birçok şeyi geçirdim sayılır yani. Oturup tam da oraya buraya çiziktirdiğim tüm o hikaye taslaklarını bir hale yola koyma vakti. Ama...öylece kalakalıyorum. Planlı programlı yapmalıyım diyorum, bu yaşımda artık ondan eminim de. Bir türlü planlamaya da girişemiyorum. Eskiden, küçücük minicik ben derdi ki yazmak öyle planlanan bir şey değil ki, daktilonun başına oturup, kanını akıtmak gibi, içinden geldiği gibi savrulmasına izin verirsin, kendisi akar gider zaten...gibi salak saçma, fazlasıyla romantize edilmiş buhranlar içinde olurdu. Zorlu yıllar ve uzuuun uzuuuun yıllar öğretti ki her şeyi ancak çok çabalayarak, düzgün bir şekilde planlayarak - illa her şey planlı gitsin diye değil de en azından bir plan olması için - ve romantik bir şekilde kanayarak değil, kanını terini ve gözyaşını sonuna kadar akıtarak elde edebiliyorsun.

Gene nereye gittim ya? Aynen böyle işte, plan yapıyorum ama başlayınca hiç planda olmayan yerlere gidiyor her şey. En son temmuzun 27'sine dönelim. 29'undaki kan tahlilimde aylardır gözetlediğimiz o malum değer son 10 yıldır görmediğim kadar düşebilmiş olunca doktorum dedi yapalım mı o zaman. Hani ben bilirmişim, şimdi de olur, bir ay daha bekleyebiliriz sonraki ay da olur. Ben tabi artık her ay 30 kere kolumu deldirip, kan vermekten, takvimde gün hesabı, masada hap çizelgesi yapmaktan sıtkım sıyrılmış halde yapalım yapalım diye atladım hemen. Belki şansım yaver gider de bir seferde kurtulurum bundan da aklımdan ve hayatımdan çıkmış olur dedim. Şans ve kendimi aynı yerde hayal etmek tabiki salaklık benim için. O uzuuun yıllar bir şeyler öğretirken başka şeyleri de ısrarla öğretmiyor. Haftasonu son iğneler ilaçlar, iş yerine haber etmeler, anneye abiye usturublu bir şekilde durumu açıklamaya çalışmalarla geçtikten sonra pazartesi sabahı kendimi hastane yatağında buldum. Neyse işte, sonucu istediğimiz (ben ve doktorumun) olmadığı belli oldu bu pazartesi kontrole gittiğimde. Bir süre sonra bir daha olacağım mecburen. Ama kısa bir süre içinde değil, çünkü artık ne kadar bıktığımı, sıtkımın sıyrıldığını doktor da gördü. Yok yok öyle hemen yapmayız bir süre sonra dedi. Kısmet.

Ağustos'un ilk günlerini böyle karşılaştım yani. Doktor 5 günlük rapor verdi, birden bire işte böyle bir hafta kendimi evde buldum. Zaten ameliyattan çıkınca Cey'le geldik eve, akşama kadar oturduk muhabbet ettik. Uzundur görüşmemiştik, çok çok iyileştiriciydi. Haftanın geri kalanında işe gitmeyecek olma fikri bile kendi kendine müthiş bir histi. Ama göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Cey'le bir gün de dışarıda buluştuk, bahçeli bir kafede oturduk normal insanlar gibi :) Bir akşam da G. ile açık havada bir avm gibi bir yerde yemek yedik, tatlı-çay yaptık. Haftam biterken Ikea'ya gittim, bayadır aklımdaydı, hiç öyle gezememiştim açıldı açılalı. Tabiki bunaldım sonra, yolumu kaybettiğim için içeride. Durup dururken de çekmece aldım yatak odasına (şifonyer deniyormuş). Ama oradan bir şey alma şekli pek tuhafmış, bunu da tecrübe etmiş oldum. Alt kata inip, depo gibi kocaman kocaman rafların içinde arayıp, alacağım şeyin kutusunu kendim buldum, alışveriş arabası gibi bir şeye kendim yükledim. Biri 25, diğeri 23 kiloluk iki kutu şeklindeydi benim şifonyer. Raftaki yerinden kaldırıp da alışveriş arabasına yükleyemeyince önce bir vazgeçecek gibi oldum, dedim manyak mıyım ne zorum var kendi kendime. Zaten haftanın başında ameliyat masasından kalkmışım, ne yapıyorum ben? Ama işte geldi gene o gelenler, bir baktım kan ter içinde kasaya ilerliyorum. İtekleye itekleye aşağıya, otopark katına da indirebildim ama arabama nasıl yükleyeceğimi hiç düşünmemiştim o ana kadar. Zaten alışveriş arabasını da arabaya kadar götüremiyorsunuz, bariyerler var, arabayı getirip, öyle koymanız gerekiyor malzemeleri. Etraftakilerin şaşkın bakışları arasında iki kocaman kutuyu, arabanın arka koltuğuna itekledim bir şekilde ama hala içimden allahım ben napıyorum diyordum. Hadi arabaya koydum eve nasıl çıkaracağım 4 kat?

İlginç bir şekilde 25 kiloluk kutuyu azcık kaldırabiliyordum. Ama 23 kiloluk olanı mümkün değil yerinden oynatamıyordum. Kilolarının böyle olduğunu da evde en son boşalttıktan ve üstlerini okuduktan sonra fark ettim. 25liği arabadan sürükleyerek apartmanın ilk merdivenine getirebildim ama merdivenden o şekilde iki yanından tutarak kaldırarak çıkarmamın mümkün olmadığını gördüm. Kafama esti bir delilik, sırtıma aldım kutuyu. Birkaç basamak çıktım ama bacaklarımın titrediğini ikinci görüşümdü sanırım bu hayatımda. Yine de tırmandım, iki büklüm, zangırdaya zangırdaya. Tekrar ediyorum, neden kendime bunu yaptığım hakkında hiçbir cevabım yok. Bu ilk kutuyu eve çıkardıktan sonra neyse ki biraz o aşamada beynim söze girmeye karar verdi. Diğer kutuyu arabada açıp, içindekileri bölüştürüp bölüştürüp eve çıkardım.

Bu arada raporlu olduğum haftadan sonraki haftasonu yaz okulu sınavları vardı. Ne güzel bir hafta da evdeyim çalışırım diyor insan evet, gene de yetmedi. 4 dersten ikisinin kitabını hiç açamadım bile. Güya ne hayallerle kayıt yapmıştım yaz okulunun ilk günü. Bu 4 dersi de şimdi versem ohh tamam diğerlerini bir şekilde dönemde hallederim diye. Çalışabildiğim ikisinden bile geçemeyeceğim gibi görünüyor ya neyse. Ha bu arabada aldığım günden beri o şifonyeri kurmaya çalışıyorum. Aslında nihayet önceki gün ayağa dikip, koyacağım yere koydum ama hali içler acısı. Kurma aşamasında - tahminen 16.adımda falan - yerden kaldırıp, öyle koyayım öbür parçayı da öyleyken oturturum diye düşünüp kendi kendime en salakça şekilde, tutup kaldırmaya başladım. Takarken ve döndürürken pek de anlam yüklemediğim, üstünde düşünmedim minik yuvarlak beyaz parçaların asıl işlevini de işte o anda fark ettim. Girdikleri deliklerde öylesine dolanmaları değil, içlerine giren vidaları sıkı sıkıya tutmaları gerekiyormuş meğerse. Şifonyerin yarım halini azcık yerden havalandırmamla her şeyin çatır çutur kırılıp, sökülüp, yere kapaklanması bir oldu. Bakakaldım. Bir an kendimle acayip gurur duyarken öteki an gururum yeraltı sularına karışıp, akıp gitti. Taktığım vidalar yamuldu, suntanın ve tahtaların vida giren yerleri kırıldı. Saatler ve günler sonra dediğim gibi şifonyeri ayağa dikebildim ama sadece ayakta duruyor. Yanından geçerken bile sallanıyor, dokununca bir o yana bir bu yana gidip geliyor çünkü iki yan duvarını birleştirmesi gereken alt kısmı ile orta kısmını bir türlü sabitleyemedim. O kadar para verip, o kadar kendime eziyet edip, üstüne bir de zamanımı harcadığım şeyin şu an bana hiçbir faydası yok mesela. Evet "i'm the one i should love" kesinlikle.

Rapordan sonraki hafta işe başlamak çok tuhaftı. Bir de haftasonu sınavlar var diye her gün ders çalışmam gerekiyor gibi geliyordu. Bir iki gün denedim ama sonra gerçekten saldım. Zaten mis gibi rapordan sonra işe dönmüşüm, bir de her gece gelip osmanlıca metinleri mi okumaya çalışacağım diyerek kendimi bıraktım. Haftasonu olsa da sınavlar bitse de bir yazmaya geri dönebilsem diye hayaller kurarken abim mesaj attı. Köpeklerine yine bakacak kimseyi bulamamışlar, bir gecelik bir bakabilir misin lütfen sen bizim tek sorabileceğimiz....gerisi bildiğim ve artık çığlıklar atarak karşılık vermek istediğim vicdan yaptırıp, duygularımı sömürme döngüsüydü. Dedim demek ki sınavım bitmemiş bu hayatta. Bir gece daha uykusuz ve sinir harbi içinde geçecek, çekecek çilem varmış dedim. O cumartesi gecesi yine kabustu yani.

Dediğim gibi pazartesi de yine doktora gittim. Cuma da çağırdı. Gideceğim. Gerçekten aklımdan habire telefon numaramı değiştirip, doktora gitmekten vazgeçmek geçip duruyor yine. Çok bıktım, aşırı bıktım, aşırı aşırı boğazımı sıkıyor tüm bunlar. Bırakmak istiyorum, ne olacaksa olsun madem daha ne  kadar sağlıksız hale gelebilirim ki diyorum. Vücudumun sağlığını düzelteceğiz diye kafamın içi mahvoldu. E ne anladım o zaman bundan?

İş yeri yine saçma sapan. Çok kötü. Çok sinirimi bozuyor. Bilgisayarımda her an iş bakıyorum. Ne yapabilirim, nasıl yapabilirim de buradan kurtulabilirim diye. Baktıkça moralim bozuluyor gerçi, kimse beni işe almaz ki. Hele başka bir alana yönelmenin mümkünatı bile yok görünüyor. Bu sene her şeyi bu ameliyattan sonrasına ertelemiştim, ameliyatı da olacaktım osmanlıca'dan da geçecektim, birden bire her şey aşırı güzel olacaktı. Öyle hayal ederek bunca aya katlandım. Ama çilerim habire erteleniyor, sürmeye devam ediyor gibi geliyor. Her şeyi bir anda bırakma isteği yine çok güçlü. Tarih'i de bırak, doktoru da bırak, mesajlara aramalara cevap vermeyi bırak, bir işe git gel, kimseye konuşma, kendi kendine takıl. Tamamen bunu yapmak istiyorum.

26 Temmuz 2025 Cumartesi

Previously on Neverland { 29.06 - 26.07}

 Yaz gelince, üstümde güneş parlamaya başlayınca bana bir her şeyi yapabilirim hissi geliyor her sene. Çoğunlukla. Tabi bu his, gün içinde bayıltıcı sıcaktan beynim pelteye dönmüş halde boş boş bakmaya başladığımda çok da işe yaramıyor.

Şu son iki haftadır hakikaten beynim pelte kıvamında. Sıcağı severim, sıcak olduğu için yazı severim zaten ama bu sene bir tuhaf. Sıcaklığın derecesinden bahsetmiyorum. Beni rahatsız eden de o değil eminim. İş yerinde tüm gün hiç durmadan çalışan klimaya maruz kaldıktan sonra eve gelip, havanın asıl sıcaklığıyla çarpılıyor oluşum bence her şeyimi alt üst eden. Klimayı icat edenin de...diyerek tamamlıyorum her gün, günümü. Evet hava çok sıcak olabilir ama vücutlarımız bir şekilde buna uyum sağlamaya çalışıyor. Sıcağa da soğuğa da öldürme noktasına gelmediği sürece alışmak için biyolojimiz kendi içinde gerekli düzenlemeyi yapmaya çalışıyor. Oysa biz napıyoruz? Yaz geldiği anda klimaya, kış geldiği anda ısıtıcıya abanıyoruz. Ayarlarım bozuluyor. Off yine aynı noktaya geliyorum dönüp dolaşıp: İşe gitmek zorunda olmasam fiziksel olarak da ruhsal olarak da çok sağlıklı olacağım. Ah bir işe gitmesem var ya...Kiramı ödeyebilmenin bir yolunu bulabilsem de işe gitmesem.

Yazmaya başlarken çok umutluydum aslında :) Bahsettiğim o yazla birlikte gelen umut gazıyla doluydum. Onu anlatma hevesiyle açmıştım sayfayı önüme. Nereden buraya geldim yine değil mi? Neyse.

Haziran'ın son gününde işe geri dönmüştüm. Şöyle bir takvimime bakınca haziranda yalnızca 3 buçuk gün çalışmış oluyorum sanırım. Önce bayram sonra köy derken öyle olmuş gibi. Yaz okulu kayıtları başlayınca haziranın son günü yaz okulundan dersler aldım. Kaldığım 4 dersi seçtim hevesle, şu başımın belası Osmanlıca'yı geçmem gerekiyor artık diyerek. Bir aydır çalışıyorum ama iki gıdım yol alamadım. Ne salak bir dildir ne saçma bir derstir bu ya. Ne var Tarih okuyorsam, illa neden öğrenmem gerekiyor? Sadece Osmanlıca'da uzmanlaşmak üzerine bir bölüm yapsınlar mesela, tarihçilerin metin okuması gerektiğinde bu uzmanların çevirileri kullanılsa mesela. Niye her şeyde her şeyi öğrenmeye, öğretmeye çalışıyoruz ki zaten? Niye bu ülkede iş bölümü diye bir şey yok? Herkesin alanı böyle kesin çizgilerle ayrılmış olsa olmaz mı ya? Off gene mutsuz oldum.

Bu "suppliement"lere daldım sonra bu ara. Bunlara da karşıydım uzunca bir süre. Sonuçta organik bir şekilde ihtiyacımız olan vitaminleri şunları bunları almakla aynı şey değil diye düşünüyordum. Hala öyle düşünüyorum gerçi. Dışarıdan kimyasal içmek bana nasıl bir yarar sağlayacak diyorum. Her şeyin doğal olması gerekiyor diye düşünüyorum. Ama dayanamadım birkaç araştırıp, denemeye karar verdim. Çünkü...çaresizlik. Yapacak bir şey yok. İnsan sağlığını kaybedince en yapmam dediği şeyleri bile yapıyor. Önce eczaneden bir kutu aldım bir süre içtim. Psikolojik mi bilmiyorum, çok iyi geldi gibi hissettim. Gözle görülür derecede iyi geldiğini düşündüm. Onun üzerine ne kadar çeşit varsa eczaneden internetten aldım yığdım masanın üstüne. Ama nedense şu an içtiğimde hiçbir iyileşme göremiyorum kendimde. Sanki aldığım o ilk kutu gerçekti de sonrakilerin hepsi yalanmış gibi. Her gün koca koca hapları yutuyorum ama.

Kiramın değişme zamanı gelmişti tabi. Bir temmuzda taşınmıştım sanırım buraya. Her temmuzda artış oluyor. Beni her temmuzda düşündüren ne kadar arttığı değil. Her sene bu zaman gelince, ev sahibiyle konuşurken içimden hep bu sene de gidemedim buradan düşüncesini döndürmeye başlıyorum. Bu sene de çıkıyorum evinizden her şey için teşekkürler Fatma teyze diyemedim diye üzülmeye başlıyorum. Bu sene de kurtulamadım bu ülkeden diyorum. Bir seneyi daha harcamışım diyorum. Ya sonsuza kadar kurtulamazsam diye panik atak geçirmeye başlıyorum. Duvarlara yine bakıp, yine tam "e o zaman badana yapayım bari bu sene de gidemedim hala buradayım madem" demeye başlayıp, kendi kendimi yine durduruyorum, "yok yok yapma girme o işe, belki bak gidersin, badana yapıp birkaç ay sonra gidersen yazık olur emeğine" diyorum. Ya da odayı toplarken yine üst üste yığdığım eşyalara bakıp, şu erteleyip durduğum çekmeceyi alayım diyorum mesela. Tam açıp bakıyorum, sipariş edeceğim, içimdeki ses diyor ki eee ama gideceksin ya, giderken tüm eşyaları satmak elden çıkartmak gerekecek, zor olur boşver.

Bir akşam da A ve G ile dışarı çıktık bu arada. İşten sonra yemeğe gitmek, çıkıp bir yerde birkaç bir şey içmek o kadar doğaüstü geldi ki. Gerçekten istediğim bir işte çalışıyor, istediğim bir şehirde yaşıyor ve istediğim insanlarla bir arada oluyor olsaydım ne kadar da normal olabilecek bir hayatım olurdu diye düşünüp durdum o akşam. A ve G'yi istemiyorum demeye çalışmıyorum, onlarla tanıştığım için de çok şanslı sayıyorum kendimi ama demeye çalıştığım başka bir şey. Onları çok da seçmedim arkadaş olmak için diyorum. Ya da onlar da beni bilerek seçmedi. Aynı servisteydik, aynı mahallede oturuyorduk, habire bir etkinlik yapmak, fellik fellik gezmek isteyen bir başkası tarafından bir araya getirildik gibi bir şey oldu sonuçta. Bilinçaltımdaki o devamlı sesini çıkaran "ben"e göre istediğim hayatı yaşıyor olsaydım arkadaşlarımı da ben seçmiş olacaktım sanırım. Neyse. Bu durum da mazide kalmak üzere artık. A taşındı geçen hafta, G ile bir cumartesi gidip eşyalarını kolilemesine yardım ettik, yeni evine gittik hep beraber. A yorgun ve şaşkın ve heyecanlıydı ama G ve ben içimizdeki o kekremsi duyguyla etrafımıza bakarken aynı şeyi hissediyorduk ama ikimiz de hiç ses etmedik. Sesli bir şekilde dile getirilmeyen gerçek yeni boya kokusuyla dolu evin içinde havada öylece sallanıyordu. A taşındı, T bizimle konuşmuyor. Bir daha hiçbir şey geçen seneki gibi olmayacak. Biz de büyük ihtimalle bir süre sonra daha az görüşmeye, konuşmaya başlayacağız.

Sonra pilatese mi yazılsam diye baktım. Saçmalıyor muyum dedim. Ardından tai chi kursu gördüm. Ona gitmek daha mantıklı geldi. Tabi yine kafamın gerisindeki ses, bir kursa başlarsan yarım kalır ama gideceksin ya buralardan diye konuşmaya devam etti. Hem şimdi akşamları böyle bir şeylere vakit ayırırsan buradan gidebilmek, hayatını değiştirebilmek için yapman gerekenlere, çabalaman gerekenlere ne enerjin ne zamanın kalacak diye ekledi. Hayır gideceğim dedim, yapma dedi. Böyle böyle son dakikaya kadar kavga ettik, işten çıkınca arabaya atladım, son noktada eve döndüm. Gidemedim.

Geçen hafta yine doktor kontrolüm vardı. Ara kontrol. Doktor yine umutlu göründü, ay sonundaki kontrolde bu defa olacak diye. Bense artık o kadar sallamıyorum. Amaan diyorum, ne olacaksa olur, her şey olacağına varır. Sadece her ay zamanımı bu kontrollere göre ayarlamak sinir bozuculuktan başka bir seviyeye yükseldi. Hiçbir şey için plan yapamıyorum çünkü kontroller arası nokta atışı plan yapmam gerekiyor. Her kontrolden sonra ameliyat olursam bu defa diye hiç bir şekilde şu zamana şunu yapayım veya şuna başlayayım diyemiyorum. Bir  olsa da bitse, gerçekten çok sıkıldım artık.


Bu bir ayda "What's Wrong with Secretary Kim?"i izledim her akşam. Akşamları mahallede ve komşularda çok ses olduğu için uyuyamadıkça açıp, bölüm bölüm izledim. "Muhteşem Yüzyıl"a başladım. O yayınlanırken hayatımda köklü değişiklikler oluyordu, hiç izlemeye çalışmamıştım. Tabiki ilgimi çok çekiyordu - çünkü TARİHİ - ama sadece orada burada görmekten ibaretti izlemelerim. Aşırı keyif aldım şimdi izlerken. Gerçi uzunluğundan ötürü bölüm bölüm izleyememek sinir bozucu. Her bölümü birkaç günde ancak izleyebiliyorum. Öyle olunca da bir ilerleme kaydetmek zor oluyor, ilerleyemediğimi görmek de beni soğutuyor. "Gossip Girl"ün 2.sezonuna başladım. İlginç bir şekilde iyi gelmeye devam ediyor. İyi gelmekten kastım çok sıcakladığınızda buzlu limonata içmek gibi bir iyi gelmek yani. Dizi çok iyi falan anlamında değil. Daha da ilginci Gossip Girl izledikten sonra acayip gaza geliyorum. O yaz mevsimi ile gelen umutluluk durumu gibi. Sanki zaman geçmemiş, yıllarımı boşa harcamamışım gibi geliyor, sanki hala her şeyi başarabilirmişim gibi bir hisle doluyor içim. Dizinin hikayesiyle falan alakası olamaz haliyle, ne alaka da yani ilginç.


Müzik dinleyemiyorum yalnız. Bu ara da öyle oldu. Diyorum ya ara ara bir şeyler geliyor bana, bir şeyler gidiyor. Canım hiç tatlı da çekmiyor mesela. Yesem mi diye yemeye başlıyorum, midem bulanıyor. Müzikte de öyle oldu sanki. Bu ara katlanamıyorum. Kitap da okuyamıyorum haliyle, yaz okulu derslerine çalışmam gerekiyor diye. Ahh işte bir şu işe gitmek zorunda olmasam...Yaşamaya enerjim olacak.

28 Haziran 2025 Cumartesi

Previously on Neverland { 26.05 - 28.06 }


 En son müzik dinlemenin içinde kaybolmuşum gibi görünüyor değil mi? Bir ayı geçmiş en son yazalı. Aslında baya hızlı ve çetrefilli bir 34 gün olduğu için yazamadım. Haziran'ın başındaki o birkaç günlük bayram tatilinde kendime zaman tanımak istedim, annemlerin yanına gitmedim, evimde oturayım dedim. Nasıl geçtiğini anlamadım o 4 günün gerçi. Çok büyük umutlar beslemiştim o 4 gün için. Geri kaldığım her şeyi bir anda yakalayabileceğim, hayatımı yoluna koyabileceğim mucizevi bir dört gün olmalıydı tabiki ama olmadı haliyle.

Bayramdan sonraki hafta işe gittim ama sonrasında yıllık iznimden aldım. O zamandan bu yana izindeydim yani. Ve yine dinlenmek ya da tatil yapmak için almadığım bir izin daha oldu bu. 13-14-15'inde A ve G ile minik bir Amasra yapalım dedik. T bize küstüğünden beri bir fırsatını bulup, bir şeyler yapamamıştık. Üçümüzün de kafası geçirdiğimiz bu saçma sapan baharın ardından şöyle kumsalda yatmalı, balıklı mezeli akşam sofralarında uzun uzun içimizi dökmeli bir tatile ihtiyaç duyuyordu. O üç günü tatil sayabilirim tabi ama yine uyuyamadığım için yorgun argın döndüğüm bir tatilimsi olduğunu da gözardı edemem. Artık resmi olarak kabullendim sayılır, böyle başkalarıyla birlikte bir otel odasında mümkünatı yok uyuyamıyorum. Evde kendi başıma, kendi yarattığım sessizliğe çok alıştığımdan belki de. Ama sanırım sadece ses-gürültü olayıyla da alakası yok, direkt başka bir canlının olması durumu beni ayık tutan. Abimlerin köpeği varken de uyuyamamıştım mesela. Bilmiyorum, beynim bir savunma halinde ya da tetikte beklemeye başlıyor. Bir türlü uykuya dalamıyorum. Amasra'ya gittiğimiz ilk gece de o kadar yol gittikten ve yorulduktan sonra gece boyu gözümü kırpmadım. Çok yorgunken ve çok uyumak isterken uyuyamayınca da kabus gibi oluyor gece. Ertesi gün keyif almaya çalıştım ama sıfır uykuyla en son kumsalda kendimden geçmek üzereydim güneşin altında.


Neyse yine de iyi gelen bir kaçamak oldu bu 3 gün. 2021'den beri T'siz hiçbir yere gidememenin verdiği o histen kurtulunca gerçekten rahatlamış hissettim. Ne kadar rahatladığımı fark edince de onun varlığının, arkadaşlık adı altında üstümde oluşturduğu her şeyin beni ne kadar boğduğunu gördüm. Yani şu hayatta ne çektiysem insanların benimle arkadaş olmak istemelerinden çektim sanırım. İnsanların sevgi olduğunu düşündükleri ama aslında sadece başka bir şey olan hareketlerinden çektim. Aman yanlış bir şey mi söyledim acaba alınır mı, şimdi bunu dedim ama başka bir anlama da gelebilir miydi ki bu söylediğim açıklasa mıydım, bu espriyi yaptım ama espri olduğunu bile anlamadı sorun bende mi acaba böyle espri yapılmaz mı, burayı şimdi beğenmezsem çok mu elitist olurum sesimi çıkarmasam mı, bunlar da yenilecek içilecek gibi değil ama yine züppelik mi tasladığımı düşünür acaba, burada bunu söylemeyeyim en iyisi o hiç duymamıştır çünkü onun bilmediği şeylerden bahsedince kendini iyice küçük hisseder sonra...diye her an kendimi yemeden geçirebildiğim bir 3 gün oldu.


Amasra'dan döndükten sonra bir gün evde dinlendim, sonra köye doğru yola çıktım. İki gün de orada dinlendikten sonra, annemlerle beraber bir gezelim dedik. Zaten bu izni almamın sebebi buydu. Annemleri gezdirmekti amacım. İlk düşüncem güneydoğu turu gibi bir şeydi ama bu mevsimde iki 65 yaş insan için zorlayıcı olurdu, izin almak için de ancak bu zaman uygundu. O yüzden en fazla doğuya doğru gidebiliriz diye düşündük. Onlar gençken, ben 2-3 yaşlarındayken tayin oldukları ve kaldıkları yerleri görmek istediler önce. O yüzden Erzurum'a doğru yola çıktık. Bizim köyden oraya birçok farklı rotadan gidilebiliyor, biz değişiklik olsun hem de şu meşhur Hamsiköy sütlacından yiyelim diye Maçka'dan geçerek Erzurum'a gittik. Orada bir gece kalıp, Kars'a gittik. Ani harabelerini görüp, bir gece de Kars'ta kaldık. Ardından Iğdır üzerinden Doğubeyazıt'taki İshak Paşa Sarayı'na gittik. Oradan da gerisin geri Erzurum'a döndük yine. Bir gece kalıp, köye geri döndük. Son birkaç gündür de memlekette annemi gezdirmeye, babamla gittiğinde bakamadığı yerleri doğru düzgün görebilmesini sağlamaya, babamla gittiğinden halledemediği işlerini özgürce halledebilmesini sağlamaya çalıştım.


Dün döndüm. Yol çok yorucu değilmiş gibime geldi ama cuma akşamı iş çıkışı trafiğinde tam Ankara'ya girmiş bulununca öldüm öldüm dirildim. Ankara'ya gelene kadar 600 km hiç yorgun hissetmemiştim ama şehir girişinden eve gelene kadar neredeyse 3 saat geçirince evin önünde arabadan inerken bacaklarımın titrediğine şahit oldum ilk defa. Elim kolum tutmuyordu. Eve çıkıp sadece kanepeye uzanabildim ama hala titriyordum zangır zangır. Kalp atışlarım hiç normal değil bu ara zaten, ağzımda atıyor. Öyle olunca bir şeyler açıp, izleyeyim kendimi unutayım dedim. İzne çıkmadan önce deliler gibi Bridgerton izliyordum, 3.sezona gelmiştim. Onu açtım, devam ettim. 7 Temmuz 2021'de şöyle demişim: "Şu Bridgerton saçmalığına baktım bir iki, sırf meraktan. Böyle rezalet görmedim. Keşke küfür edebilsem." İlk sezonun ilk bölümünü açarken yaklaşık bir ay önce, tamı tamına aynı şeyi düşünüyordum. Sadece ciddi anlamda yine bir Regency-Jane Austenvari bir şeylere ihtiyacım vardı. O ara ara gelen aş ermelerden oldu yine yani. Düşüncelerimi daha sonra uzun uzun anlatacağım.


Khariton'un Kallirhoe'sine başlamıştım sınavlar bitince. Haziran bitmeden onu da bitireyim istiyorum. Çok ilginç bir kitap bu benim için. Önce kapağının rengine vuruldum mesela. Ne anlattığı ne olduğuna hiç bakmadan dedim ki almam lazım, bu renk benim için çünkü. Neyse ki anlattığı şey de benim alanımdanmış :) Khariton (ya da Chariton) Aphrodisiaslı bir katipmiş, kendinden hatip Athenagoras'ın katibi olarak bahsetmesi dışında pek de bir bilgimiz yok. Bu Kallirhoe isimli roman ise Batı edebiyatında tam halde bulunan en erken romantik roman sayılıyormuş. İçine girince ne kadar romantik olduğunu tartışabilir hale geldim gerçi ama olaylı ve adeta bir "drama queen" olduğu aşikar. Neyse umarım önümüzdeki 3 gün içinde bitirebilirim.

31 Mayıs 2025 Cumartesi

Mayıs '25 - Yeni Çıkanlardan Beğendiklerim



1. BOYNEXTDOOR (보이넥스트도어) - I Feel Good ve 123-78

Boynextdoor'u ilk dinlediğimde hımm çok mu neşe dolular acaba bana göre diyerek bir geri itmiştim. Ama adım adım, yavaş yavaş sızdılar o neşeleriyle, o coşkularıyla, o bitmeyen enerjileriyle kapımdan içeri. 2023'te çıkış yapmış olmaları lazım. Ben geçen senenin başından beri daldım dünyalarına. Dediğim gibi önce bir yaptıkları müzik benlik değil geliyordu, sonradan şarkılarını çok sevmeye başladım. Bu sene çıkan 7 parçalık albümlerinin çıkış şarkısı I Feel Good, aşırı keyifli. Ama özellikle ilk parça "123-78"e (ya da hepimizin bildiği şekliyle my baby georgia :) ) gönlümü tamamen kaptırdım.

2. TABLO X RM - Stop The Rain

İki söz ustası, iki IQ uzmanı, iki hissettiklerimizi bizim gibi hissedip anlatabilen müzisyen tam da bahar gelip, havalar ısınmaya başlamışken ve belki geleceğe umutla bakabilir miyiz ki derken göğsümüzün ortasına böyle şarkı bıraktı.

Can't run away from the pain
I feel like I'm goin' insane
Bad thoughts fillin' up my brain
Demons swimmin' inside my veins
Two seconds
From fallin' into nothing
Can't run away from the pain
I'm tryna stop the rain


3. 2Z (TUZI - 투지) - CROSS ROAD


2Z, 2020'de çıkış yapmış bir band. İlk defa duyuyorum sanırım bu şarkılarıyla. Şarkı çok güzel sözlere ve hoş bir melodiye sahip.

4. Grizzly(그리즐리) - An Ordinary Day (haru)(보통의 하루 (はる))


Gerçek adı Go Young Ho olan Grizzly'yi ilk defa dinliyorum ve sesi değişik bir renge sahip. Şarkı da çok hoşuma gitti. Böyle sözlerine özen gösterilip de yazılan, sembollerle tatlı şeyler anlatılan şarkılar ne kadar güzel oluyor değil mi?

5. YUTA ユウタ - TWISTED PARADISE


Temelde k-music sayılmıyor çünkü söyleyen de Japon, sözlerin yarısı da Japonca. Yuta Nakamoto, NCT grubunun bir üyesi. SM entertainment'tan nefret etmek derecesinde hazzetmiyorum, NCT grubunun müziğine açıkçası - tüm SM nefretimden bağımsız - dayanamıyorum. Ama Yuta'nın bu solosunu iyi ki dinlemişim. Aşırı sevdim. Demek ki sorun gerçekten de NCT'nin grup olarak yapmayı seçtiği müzikteymiş.

6. 더윈드 (The Wind) - Hello Tomorrow (안녕 내일)

 

The Wind, 2023'te çıkış yapmış bir erkek grubu. Daha önce dinledim gibime geliyor ama başka bir şarkılarını beğenip de kaydetmemişim. Bu şarkı çok sevimli, dinlemesi keyifli.

7. HAN SUSUNG (한수성 ('아빠 힘내세요' 작곡가)) - Are You Listening (듣고 있나요)


Şarkı hakkında da söyleyen hakkında da okuyabildiğim bir şeyler bulamadım. Hiçbir fikrim yok yani. Ama çok sevdim amcanın sesini de şarkıyı da.

8. 정상수 & 홍가 (Jeongsangsu & Hongga) - 라면먹고 갈래요? (Do You Want To Eat Ramyun?) Feat. 령교


Çok böyle evde yapılmış gibi durmuyor mu şarkı? Böyle sanki üniversite arkadaşları kafa kafaya vermiş, bir akşam öğrenci evinde şarkı kaydetmiş. Sözleri de öyle, havası da öyle. Ama keyifli.

9. BLSG(분리수거밴드) - MAIL TO HEAVEN(그곳에 가져갈 오늘을 살아요)


BLSG, 2014'te kurulmuş bir rock band'i. Şarkı ne söylüyor bilemiyorum. Ama ne dediğini anlamasam da içimde bir yerlere dokunuyor gibi hissediyorum.


10. Lee Hyo Je (이효제) - Get Out Now


First Love isimli minicik dizinin soundtrackinden bu şarkı. Söyleyeni de tanımıyorum, diziyi de izlemem eminim ama şarkı güzel olmuş.

11. RIIZE 라이즈 'Bag Bad Back'


Riize ile ilgili fikirlerimi bir gün oturup, uzun uzun anlatmak, dertleşmek istiyorum ama o gün bugün değil bence. Neyse. Bu sene yayınladıkları 10 şarkılık tam albümlerinin çıkış şarkısı bu. Dinleyip eğlenebiliyorum.

28 Mayıs 2025 Çarşamba

Nisan '25 - Yeni Çıkanlardan Beğendiklerim



1. ENHYPEN (엔하이픈) - Loose


Enhypen'dan hep haberim vardı, her yeni bir şeyler çıkardıklarında dinleyip-izleyip vay canına deyip sonra geri dönmüyordum. Yani hemen hemen her yaptıklarını beğenip de neden "fan"ları olmadığımı ben de bilemiyorum. Bu sene ancak kendimi onlara bu kadar dalmış buldum. Sanırım bana hep çok soğuk, çok mesafeli, fazlaca kendilerini beğenmiş geliyordu dışarıdan bakınca. Artık öyle düşünmüyorum sanırım. Bu sene çıkan singleları Loose, daha önce yaptıkları şarkılardan biraz daha farklı bir hava taşıyor gibi. Hoş.

2. 장현승 (Jang Hyun Seung) - 궤도(Orbit)


Jang Hyun Seung, eski bir Beast üyesi. Hemen bir sonraki şarkı (alttaki) ise bu Beast grubunun şarkısı. Grup, Cube Entertaintment'ı terk ettikten sonra isim hakkını alamadığından sanırım isim değiştirip - Highlight olup - müzik yapmaya devam ediyor. Ancak geçen sene isim hakkını kazanmayı başardılar ancak yeni isimleriyle devam etmeye karar verdiler. İşte bu şarkıyı söyleyen Jang Hyun Seung ise gruptan taa 2016 yılında yeter artık ben kendim müzik yapacağım diyerek ayrılmış. Daha önce kendisini hiç dinlememiştim. Bu şarkı ilginç geldi. Dinlerken sanki bir patlama noktası yokmuş gibi yükseliyor yükseliyor ve böyle şarkı boyunca nefesi tükenecek mi diye onunla birlikte koşturuyormuş gibi hissettiriyor. Değişik.

3. 하이라이트(HIGHLIGHT) - Chains


Yukarıda anlattığım gibi grubun tarihçesi. O zaman şimdi de benim grupla ilgili tarihçemden bahsedebilirim. Sene 2018, Radio Romance diye bir dizi başladı. Her şeyin dijitalleştiği, internetleşmeye başladığı bir dönemde etkisini, soluğunu kaybetmiş radyo yayıncılığı ile ilgili nostaljik, sakin, güzel cümlelerle anlatılan bir dizi bulduğum için sevinçli izliyordum. Ama o da ne yarabbim, dünya üstünde gördüğüm en itici, en sinirimi - nedensiz - hoplatan insanlardan biriyle tanışmış oldum diziyi izlerken. Başrol oyuncusu Yoon Doo Joon. O kadar beni irrite edici bir insan ki kendisi, anlamlandıramıyorum. Yani bir önceki ay güzellememde Beomgyu için dedim ya sebepsiz bir şekilde ona çekiliyorum diye, hah işte bu insan da aynı sebepsizlikle beni acayip rahatsız ediyor. O zaman kim ki bu diye iki satır bilgi baktığımda görmüştüm hangi grubun üyesi olduğunu ve öyle haberim olmuştu grubun isminden yalnızca. Adamdan o kadar iğrenmiştim ki hiç dinleyesim, ne müzik yapıyorlarmış diye bakasım bile gelmemişti.
Sonra yıllar geçti, sene oldu 2024, ben Marry My Husband dizisini izledim. Orada izleyen herkesin içini ısıtan Lee Gi Kwang ile tanışınca grubu dinlemeli miyim acaba diye bir düşündüm. Ta ki bu Nisan'da çıkan yeni albümlerinden bu şarkı ile karşılaşıncaya kadar elim de gitmemişti açıkçası. Bu şarkı oldukça klasik bir kpop şarkısı. Hatta neredeyse tam bir 2.jenerasyon formülünde. Temiz, düzenli, dinlenesi bir şarkı benim için.

4. MEOVV(미야오) - HANDS UP


Meovv, eylülde çıkış yapmış bir kız grubu. YG'nin bir alt şirketi gibi bir şey olan The Black Label'danlar. Grubun ismini falan görünce bu ne saçmalık diyerek hiç dinlemeye tenezzül bile etmemiştim. Ama sonra önüme düşünce dinledim ve her dinleyişimde grubu, diyorum ki benim bunları beğenmemem lazım. Vik vik kız gruplarından biri çünkü. Her görüşümde ıhıh beğenemem ben böyle bir şeyi diyorum. Ama gelin görün ki spotify'ımı bir açıyorum, geçen sene çıkardıkları 3 şarkıdan ikisini kaydetmişim. Şaka gibi. Şimdi de bu sene çıkardıkları 6 şarkılık EP'lerinin bu çıkış şarkısını beğendim. Kendime gözlerimi devirip, dinlemeye devam ediyorum.

5. KAI (카이) - Wait On Me


EXO'dan blogda hiç bahsetmemişim, çünkü dinlemiyorum. Sevmiyorum. Hoşlanmıyorum. Sadece bir keresinde "EXO ne lan?! Futbol takımı kadrosu gibi boy band mi olur? Bir de bunlar kendi içinde de gruplaşıyormuş bilmem ne?!" diye yazmışım. Sene 2017, belli ki henüz Seventeen'ı falan görmemişim (Seventeen böyle meslek lisesi maça gidiyor gibi bir kadro yani öyle düşünün).
Üyeleriyle de çok alakam olmadı bu yüzden. Bir işte Baekhyun'u severim biraz (çünkü Moon Lovers (Scarlet Heart:Ryeo)). Bir de tabi sesini beğenirim Baekhyun'un. Kai'den ise hiç hazzetmem. Bana pek sempatik gelen insanlardan değil. Ama bu sene çıkan bu 4.mini albümdeki hemen hemen her şarkıyı beğendiğimi fark edince kendime şaşırdım. Bir de youtube'da birkaç videosuna - konuştuğu, şakalaştığı, insanlarla muhabbet ettiği - rastlayınca sanırım önyargılı mı davranmışım acaba ki dedim.
Neyse albümden en çok bu şarkıyı beğendim.

6. xikers (싸이커스) - BREATHE


Xikers, Ateez'in de yer aldığı KQ şirketinden 2023 yılında çıkış yapmış bir grup. Yaptıkları müziği gerçekten seviyorum. Çünkü saçma ve eğlenceli. Daha önce ilk albümlerinden Tricky House şarkısını kaydetmiştim. Yine biraz futbol takımı tarzında bir grup (10 kişi) ama neyse.

7. 신성 (Shin Seong) - 얼큰한 당신 (You Are So Refreshing)


Bu ayki trot şarkımız da bu. Aşırı eğlenceli değil mi ya?

27 Mayıs 2025 Salı

Mart '25 - Yeni Çıkanlardan Beğendiklerim



1. 범규 (BEOMGYU) - ‘Panic’


Choi Beomgyu, TXT'nin bir üyesi. TXT'ye dikkatimi çeken, grubun yaptığı müziği dinlememi sağlayan sebep. Bazı insanlara elinizde olmadan çekilirsiniz ya, sebep yokken ortada, hah işte Beomgyu da benim için o insanlardan (yoksa bence o grupta Soobin'i gördükten sonra dibi düşmeyen olamamalı:) ) Neyse, bu Beomgyu'dan uzun zamandır beklediğimiz bir solo çıkış. Çok güzel mesajlar içeren, sözleri özenle yazılmış, Beomgyu'nun samimiyetiyle seslendirdiği bir şarkı. Genel olarak TXT'nin her şarkısını dinleyemiyorum, ara ara ooo bu baya iyiymiş dediğim şarkıları ve yo yo yo hiç bana göre değil deyip kapattığım şarkıları oluyor. Beomgyu'nun kişisel olarak müzik tarzı da bu anlamda bana yakın (sadece bu solo şarkısından ötürü demiyorum).
Bu Daegu şehrinde de bir sihir var gibi görünüyor. Beni etkileyen 3 müzisyen de oralı. Neyse bakalım.

2. NEWBEAT(뉴비트) 'Flip the Coin' ve 'JeLLo(힘숨찐)'


Newbeat 7 kişiden oluşan ve Mart ayında çıkış yapan bir erkek grubu. Şarkıları hep bu türde gibi görünüyor dinlediğim kadarıyla. Ne türde diye soracak olursanız ismini veremem, işte bu türde yani. Bu şarkılarında, altta şarkı boyunca o 90ların başındaki yeraltı rap sahnesinin arkaplan müziği çalıp durduğu için sanırım kulağımı çelmiş olmalı.


Bu da Jello isimli bir diğer saçma şarkıları aynı albümden. Hem saçma buluyorum hem de eğlenceli geliyor. Yapacak bir şey yok.

3. JEONG DONG WON(정동원) _ Heung!(흥!) (Feat. HAON(김하온))


Bu ay da bir başka trot şarkısı bulmuş oldum :) Trot'a karşı hakikaten büyüyen bir sevgim var. Dinledikçe mutlu oluyorum, mutlu oldukça seviyorum. Şarkılarda anlatılanlardan ve şarkıların ritimlerinden bağımsız bir şekilde mutlu oluveriyorum.
Bu şarkıyı söyleyene gelirsek Jeong Dong Won henüz 18 yaşında bir trot şarkıcısı. 13 yaşındayken yarışmada birinci olup da devam etmiş bu kariyere. Evet, neler var neler.

4. NTX (엔티엑스) 'OVER N OVER'


NTX 2021 yılında çıkış yapmış ama sanırım ilk defa dinliyorum. Hiç kaydettiğim şarkıları yok. Ama bunu pek beğendim. Şarkı başladığında beğenmeyecek gibiydim ama sonra nakarata doğru gelince havasına kapıldım.

5. 알 수 없는 인생 · Youngtak
독수리 5형제를 부탁해! (Original Television Soundtrack) Pt.2


For Eagle Brothers (2025) dizisinin soundtrackinden bir parça bu. Bilinmeyen hayat gibi bir şey oluyor çevirince şarkının ismini. Ama aşırı eğlenceli değil mi?

6. 015B(공일오비) - 나는 니가 죽는 것도 보고 싶어 [I'd Also Love to See You Dying] (Feat.이서현 [Lee Seohyun])


015B, ülkenin ilk "producer müzik grubu"ymuş. 1990'dan beri müzik yapıyorlarmış. İlk defa böyle bir tanımlamaya rastladım. Jeong Seok-won ve Jang Ho-il kardeşlerden oluşan grup şöyle müzik yapıyor yani: Bunlar kafa kafaya verip bir şarkı yapıyor, her seferinde de o şarkıyı başka bir vokalist söylüyor. Ben öyle anladım. Bu şarkıdaki vokalist Lee Seohyun ise 2023'te çıkış yapmış bir solo şarkıcı.

7. PL (피엘) - WINDOW


PL, gerçek ismi Seo Chang Yong olan ve 2018'den beri müzik yapan bir şarkıcı. Okuduklarım yanlış değilse Hyundai'da çalışan bir mühendisken demiş ki ben müziği hep sevdim hep yapmak istedim ee o zaman Seul'a gideyim de artık müzisyen olayım. İyi ki de demiş, çünkü bu şarkı çok çok güzel.

8. 하현상 (Ha Hyun Sang) - Lost


Ha Hyun Sang'ın sesini bugüne kadar duymamış olduğum için hayıflanıyorum. Ama haliyle Kore'den dünyaya yayılan daha çok pop olunca böyle indie sahnesinin mücevherleri internetin dolambaçlı koridorlarında kalıyor. 2018'de çıkıp yapmış Ha Hyun Sang. Pek çok soundtrack seslendirmiş. Tüm o şarkıları en başından oturup dinlemeye başlıyorum.

9. LUCY - Wakey Wakey (잠깨)


Lucy, 2020'de çıkış yapmış bir "band". Genel hatlarıyla müzikleri çok da hoşuma gitmiyor ama geçen sene çıkardıkları "The Knight Who Can't Die and The Silk Cradle" (못 죽는 기사와 비단 요람) şarkılarını (şarkının videosunu) aşırı sevmiştim. Arada olabilir öyle şeyler. Bu sene de bu şarkılarını beğendim.

10. Woody(우디) _ Sadder Than Yesterday(어제보다 슬픈 오늘)


Asıl adı Kim Sang Woo olan Woody, 92li bir soloist. Daha önce hiç dinlememiştim. Bu şarkı biraz fazla hüzünlü ve yavaş gibi ama hoşuma gitti.

11. OVAN(오반) - billionaire(천억부자) (Feat.VINXEN(빈첸), Im Soo(임수))


İsmi geçenlerin hiçbirini tanımıyorum ama bu şarkı bana çok bilindik geliyor. Sanki başka bir yerde dinlediğim bir şarkı gibi. Ama Korece değilmiş gibi. Neyse. Eğlenceli bence.


12. SeoYeon, JiWoo, YuBin, SoHyun - PainDrop 


Friendly Rivalry dizisinin soundtrackinden bu şarkı. Bence güzel.

Haziran '25 - Yeni Çıkanlardan Beğendiklerim

1 - ALLDAY PROJECT - FAMOUS Allday Project, haziran ayında hepimizi şaşırtan bir çıkış yaptı. The Black Label'ın 5 kişilik karma grubu...