25 Aralık 2025 Perşembe

Dynamite Kiss {키스는 괜히 해서 ! } (2025)


Go Darim kızımız 30lu yaşlarına gelmiş ama hala iş arıyor, memuriyet sınavına hazırlanıyor, dershaneye devam ediyor. Bir yandan da yarı zamanlı işlerle harçlığını çıkarıyor. Mezun olduğundan beri bu şekilde devam ettiği için hayatı, artık herkesin küçümsemesine maruz kalıyor. Haliyle de bir hayatı yok gibi bir şey, tükenmiş bir halde iş bulmaya çalışıyor. Onu küçümseyenlerden biri olan kız kardeşi üstüne bir de onu düğününde eşinin akrabaları görmesin diye Go Darim'e birkaç günlük bir Jeju tatili hediye ediyor. Gururu kırılmış olsa da ailesi onu yüz karası olarak görse de Go Darim üzüntüsünü içine atıp, Jeju'ya gidiyor. Orada tesadüfen tanıştığı Gong Ji Hyeok ile birbirlerinden baya hoşlanıyorlar ama acil bir durum çıkınca Go Darim Seul'e geri dönmek zorunda kalıyor Gong Ji Hyeok'a haber veremeden. Uzun süre Seul'de Go Darim'i arayan ama bulamayan aşık Gong Ji Hyeok da sonunda karalar bağlamışken bir bakıyor, iş yerindeki yeni ekibinde işe başlayan evli ve çocuklu annelerden biri de Go Darim. Bir yandan şirket içi oyunlarla uğraşırken bir yandan da birbirleriyle uğraşmaya başlıyorlar. Gong Ji Hyeok yalan söyleyen Go Darim'e hayatı dar etmeye, Go Darim de ilk defa bulduğu işte tutunmaya çalışıyor.

Dynamite Kiss, orijinal adının çevirisiyle (키스는 괜히 해서 !) Öpüşmenin bir anlamı yok!, 12 Kasım'da başlayıp, 25 Aralık'ta biten ve yaklaşık birer saatlik 14 bölüm halinde SBS kanalında (ve Netflix'te) yayınlanan bir dizi. Konusunda çok da bir orijinallik yok. Bildiğimiz bir romcom konusu ve karakterlerine sahip. En başta çok eğlenceli ve keyifli başlayan bu bilindik hikaye, bölümler ilerledikçe yine bildiğimiz klişelere bel bağlayarak, absürt ne kadar durum varsa yaparak yol alıyor. Aslında makjang denilen bir türün özelliklerini de taşıyor dizimiz. Argo bir terim bu. Normalde bir tür soya fasülyesi ezmesine verilen isim. Neyse, bu türdeki dizilerde durumlar abartılır, abartmanın da ötesine geçilir hatta. Hani bizim yavrucaklar sezercikler ya da küçük emrahlar vardır ya, hah işte tam o filmlerin tarzında gelişir olaylar. Burada da durumumuz, romantik bir hikayenin alabildiğine absürt olması gibi bir şey yani. Zekice durumlarla komedi yaratılmaz da bu tür dizilerde, salak saçma şeyler olur, komedi diye bunlar önümüze sunulur.

Dynamite Kiss de bu tür bir dizi işte. Öyle değilmiş gibi başlıyor, özellikle Go Darim'in pek bilinmeyen bir üniversiteden mezun olmasından ötürü iş bulamıyor oluşunun, hayatta yaşıtlarının geldiği ve geçtiği aşamalara gelememiş olmasından dolayı bir çeşit "yaşamıyor" olma durumunun, etrafındakiler onu üzüyor olsa da o onları üzmemek için sorun yokmuş gibi davranmasının anlatıldığı kısımlar oldukça derinlikliydi mesela. Ya da Jeju adasındaki kısımlarda hikaye tamamen bambaşka bir diziymiş gibiydi. Hem başrollerin kimyası müthişti orada, hem de hikayenin anlatılışı - bir nebze de olsa - dizinin sonraki kısımlarından daha iyiydi. Yine tabiki saçmaydı her şey, klişeydi ve cringelikten utanmamıza sebep oluyordu ama dizinin sonraki bölümlerde geleceği kıvam kadar saçma değildi. İdare edilebilirdi.

Dizinin bu kadar saçma salak olmasına ve bu türdeki çerezlikler arasında gerçekten kötü bir yere sahip olmasına rağmen bu kadar izlenmesinin sebebi ise çok iyi bir zamana denk gelmiş olması. Bu dizinin yayınlandığı dönemde kdrama sahnesinde hiç bu türden bir dizi yoktu izlenecek. Daha farklı işlerin, maceraların aksiyonların gerilimlerin ve deneysel şeylerin olduğu bir zamanda güneşli bir hava gibi ortaya çıkınca haliyle bu türün izleyicisini kaptı. Üstüne bir de bu türü ve kdramaları pek bilmeyen dünya çapındaki netflix izleyicisinin önüne düştü. Çünkü tam da kdramaların ve kmovie'lerin artan popülerliğinin ortasında yayınlandı netflixte. Haliyle sahneyi boş bulup, hiç reklam yapmadan, hiç çaba sarf etmeden ve dahası hiçbir şey de vaat etmeden izleyiciyi toplamış oldu.

Çünkü cidden normal şartlarda kimsenin izlemeye devam etmeyeceği kadar kötü. Aşırı da gömülecek kadar değil elbette, dediğim gibi çok iyi başlayan, iyi düşünülmüş konulara ve temalara da sahip bir hikaye bu. Ama hepsini, absürt ve komedik olacağım diye hoplaya hoplaya geçiştiriyor. Geçiştirmese de ciddiye alamıyorsunuz pek. Tüm bu olan bitenin içinde bu karakter ya da bu hikaye arc'ı beni o kadar da etkilemedi oluyorsunuz izlerken. Gerçi hakkını yemeyeyim, pek sevimli, böyle pıtırcık gibi bir şey izliyoruz. Dizi hakikaten sevimli, salak dediğim de bu sevimlilikleri bir yandan da. Hani kendisini ciddiye de almıyor zaten, ne olduğunu çok iyi bilip, ona göre devam ediyor.
Ama mesela şu Anne GG ekibindeki 4 kadının iş yerinde o projelerde yaptıklarını, işte tutunmaya çalışmalarını, yaşadıkları o zorlukları birlikte aşmalarını izlediğimiz bir dizi çok da mükemmel olurmuş. Yani odak noktası iki başrolün aşkları olmayan, bu ekibin asıl hikaye olduğu ve tek tek o karakterlerin gelişimlerini hikayelerini izlediğimiz bir dizi olsaymış dedim hep onların sahnelerini izlerken. Tamam yine Jeju'da tanışsınlar o ikisi, bir şeyler olsun falan ama bu mesela Go Darim karakterinin başlangıcı olsun. Diğer annelerin de o tür bir başlangıç kısmı olur mesela, sonra hepsini şirkette o ekipte toplanmış buluruz. Şirket entrikaları da aynı olabilir, ekip yine Ji Hyeok'u süründürmek için kurulmuş olur ama yaşadıkları tüm şeylerle Ji Hyeok'u da geliştirirler. Bu arada aşk dörtgeninin diğer iki ucu da dörtgen oluşturmak için değil de ekibe destek için hikayede yer alırlar ve kendi eğlenceli, cesaretli, iyileştirici aşk hikayelerine sahip olurlar. Bakın iki satırda burada dizinin kendisinden daha işe yarar bir hikaye çıkardım bile ben. Onlar yapmamış.


Yapmadıkları şeyler içinde karakterlerin değerini bilmek de var işte. Mesela izlediğim en kayda değer anne rollerinden birine rastlamış olmama rağmen hepi topu toplasak yarım saati geçmeyen bir ekran süresine sahipti Go Darim'in annesi. Ya da Gong Ji Hyeok'un kankası olan karakterin de ona hayat veren oyuncunun havası ve yeteneğiyle çok iyi olmasına rağmen aşırı yan rolde kalmasına anlam veremedim. Mesela yine bir hikayenin kötüsü ve onu canlandıran oyuncusu, başrolden çok daha iyiydi. Gong Ji Hyeok'un ablasını canlandıran Jung Ga Hee hem çok iyi ve doğal oynuyordu, hem de karakter başrollerden daha derinlikli yazılmıştı. Olmazsa olmaz aşk dörtgenimizin bir ucu olan Yoo Ha Yeong karakteri de belki bu türde yazılmış karakterler arasında en taze, en nitelikli ve ilginç olandı ve evet o da başrollerden çok çok daha iyiydi.
Kötü demesem de başrol karakterler iyi değildi şimdi ne yalan söyleyeyim. Bu tür bir hikayede aslında çok da takılması gereken bir konu değil bu biliyorum çünkü zaten toptan dizi saçma. Ama özellikle bu iki oyuncudan insan böylesi saçma ve salak bir ortamda bile iyi bir şeyler bekliyor. Başrol kızımızı canlandıran Ahn Eun Jin'i ilk izleyişimdi bu benim ama iki sene önce ortalığı yıkan My Dearest'te herkesi gönlüne ve sektöre taht kurmuş olması gerekiyor sanırım. Öyle olunca ondan bu ilk izlenimimin güzel olmasını bekliyordum. Çok sinir bozucu ve niteliksiz yazılmış bir karakter canlandırdı maalesef ilk birkaç bölümden sonra.

Bir diğer sinir bozucu karakter de aşk üçgenimizin diğer ucu olan fotoğrafçı boy-next-door'du. Karakteri canlandıran Kim Mu Jun'u ilk defa gördüm, önceki işlerine bakarsak Ahn Eun Jin ile paket olarak satılıyor gibi görünüyor. Burada bu ilk görüşümde vay be dedim ne kadar yakışıklı bir çocuğumuz. Belki de buradaki styling'inden olabilir. Neyse, bölümler ilerledi, hep beraber dedik ki lütfen, lütfen o klişe hale sokmayın bu karakteri. Yapmayın bunu ya. Ama yaptılar. İzlemesi eziyete dönüştü. Oysa Yoo Hae Yeong karakterinin sevgisiyle yaralarını sarabilir, yine sevmeyi öğrenebilirdi. Başrole aşık etmenin, iki başrolün arasına girmeye çalışmanın hikaye açısından da hiçbir anlamı yoktu, hiçbir heyecan unsuru da yoktu. İki başrol arasında zaten yeteri kadar sorun vardı. Bu karakteri tamamen destekçi ve herkesin kalbini kazanan, sevgi dolu ama onu ve oğlunu terk eden eşinin yarasıyla harap olmuş bir adam olarak çizebilirlerdi. Ellerindeki şansı mahvettiler.
Diğer başrolü canlandıran Jang Gi Yong'u ise minik rollerini saymazsak bu 3.izleyişimdi. Diziyi izlerken çok eğlenceli ve kalplere giren bir karakter canlandırıyor. Yani yine kadın bir senaristin kadın karakterleri güçlü de gösteriyorum ayağına sonradan çok sallamayıp, hayallerimizin asla gerçek olmayacak erkek karakterini yaratıp, onu bize izlettirip lanet olası gerçek hayatlarımıza lanet etmemizi sağlamasını izlemiş olduk. Jang Gi Yong'u tip olarak zerre beğenmiyorum mesela ama diziyi izlerken karakterin kendisine ister istemez tav oluyorsunuz. Ayrıca bu tür bir rolde de olsa da kendisini tam anlamıyla komedi yapabiliyor gördüğüm için mutlu oldum. Daha önce hep soğuk-mesafeli-ama içi sevgi dolu yakışıklı adam rollerinde izlediğim için buradaki hali çok eğlendirdi.
Sonuç olarak dediğim gibi bu bir absürt romcomdu. Bir dolu ciddi konu barındırmasına rağmen kendini salak yapan, bu salaklığının da farkında olup çok da iddialı olmamaya çalışan, hem yer alan oyuncuların kolaylıkla çekip işlerine devam ettiği hem de izleyenlerin keyifli birkaç akşam geçirmesini sağlayan ve zamanlama açısından çok aşırı şanslı, çerezlik çıtırlık bir dizi.

17 Aralık 2025 Çarşamba

Love Scout {나의 완벽한 비서} (2025)

 


Kang Ji Hyun kendi kurduğu şirketin CEO'su olan bir kadın. Bir "headhunting" şirketi bu, Türkçe'de ne deniyor hiç bilmiyorum. Zaten bu konsept de çok tuhafıma gitti, birazdan daha da bahsederim. Kang Ji Hyun'a dönelim. Aşırı işkolik, adeta bir general gibi şirketini yönetiyor ve çalışıyor. Çok da başarılı yaptığı işte, zaten işinden başka bir şey de düşünmüyor, hayatı tamamen çalış eve gelip kanepeye at kendini uyu şeklinde. Tabi onun bu temposuna ve huysuz tabiatına hiçbir sekreter dayanamıyor. Kang Ji Hyun'un sağ kolu ve şirketi birlikte kurduğu kankası Seo Mi Ae, habire birilerini buluyor ama hepsi birkaç güne kalmadan kaçıyor.

Bu arada bir de Yoo Eun Ho, büyük bir şirketin İK'sında çalışmaya yeni geri dönmüş bir adam. Küçük kızına bakabilmek için bir süre ücretsiz izin gibi bir şey almış. Ama işe döndüğünde özellikle amiri onu acayip zorbalıyor (mobbing mi deniyor artık ismine). Yoo Eun Ho da işiniz çok iyi yapan bir adam ama işte iş yerindeki bu sorunlar sonunda işten ayrılmak zorunda kalıyor. Bizim buzlar kraliçesi Kang Ji Hyun'un kankası da bu Yoon Eun Ho'yu sekreter olarak işe alıyor. İşten başka bir şey düşünmeyen, insanların suratına bakmayan Kang Ji Hyun ile sekreteri olarak bu pek insancıl, pek yardımsever, pek düzgün adam birbirlerinin ve etraflarındakilerin hayatlarını değiştirmeye başlıyorlar.

Love Scout, orijinal adıyla 나의 완벽한 비서 (mükemmel sekreterim olarak çevriliyor), SBS kanalında 3 Ocak - 14 Şubat arasında birer saatlik 12 bölüm olarak yayınlandı. 2025 yılına bu diziyle başladım anlayacağınız üzere. Her yılın başında insana üşüşen heves ve umut perileriyle dolmuş halde, yeni yılın ilk günlerinde haydi bakalım bu mu yayınlandı, hemen bakıyorum diyerek. Tabi kesin izlemeye devam etmeyeceğime emin bir halde. Konusunu okuyup, hımm ilginç bir yaklaşım ama posteri bile sıkıcı görünüyor demiştim içimden. Dahası ilk görüntülerdeki o filtre de hani böyle mıy mıy, bunaltıcı yaz günlerinin filtresi vardır ya hah işte tam onun gibi görünüyordu. Zaten Han Jimin de çok sevmek isteyip, kesinlikle hiçbir dizisini izleyemedim bir oyuncuydu. Dramaworld{드라마월드}(2016), Rooftop Prince{옥탑방 왕세자}(2012), Our Blues{우리들의 블루스}(2022) ve Behind Your Touch{힙하게}(2023) dizilerini ya birkaç bölüm ya da bir on beş dakika izleyip kapatmıştım. Yani şimdiye kadar çok tutulan, çok sevilen diziler de olsalar benim dayanabileceğim şeyler olmayınca suçu Han Jimin'in laneti diyerek ona atmaya başlamıştım ki Love Scout nasıl olduysa beni sarıp sarmaladı. O sakin anlatışı, yalın ifadeleri, klişe olabilecek ama yine de o sadeliğinden dolayı klişe olmaktan çıkan halleriyle durgun ama tertemiz bir su gibiydi hikayesi. Alışageldik cinsiyet rollerini de değiştirmiş gibi olması hikayeye ilginçlik ekliyordu. Bu konuda da gerçi artık hep böyle demekten sıkılma noktasındayım. Ama durum bu. Yani artık o bir 5-6 yıl önceki halinde değil hikayelerimiz, güçlü kadın karakterleri hemen hemen her dizide filmde görüyoruz. Alıştığımız durumun, normalleşmiş olanın bu olması gerek ama insanın bilinçaltına kazınmış onca yıllık kodları değiştirmek zor oluyor sanırım. Bu yüzden yine de her gördüğümüzde aaaa bakın rollerin değiştiği bir hikayeeee deyiveriyoruz. Oysa bu roller değişeli çok oldu. Ama napalım, bir noktaya kadar her hikayede soğuk adam-sevimli kadın şeklinde dinamiklerle ömrümüzü geçirdik. Son beş yılda tam tersini izliyor olsak da kolay kolay kazınmış şeyler gitmiyor.


Benim için Han Jimin lanetini kırmanın dışında dizi, başka sevdiğim bir oyuncuyu daha izleyebilme fırsatı sundu. İlk defa Today's Webtoon'da {오늘의 웹툰} (2022) tanışıp, oyunculuğuna hayran kaldığım, sonra da Moving gibi en sevdiklerimden biri olan bir dizide harika bir iş başaran Kim Do Hoon'un büyüdüğüne şahit olduğum dizi oldu bu. Ben onu hala Moving'deki (şurada anlatmıştım) lise öğrencisi olarak kabul edip, görürken o ardı ardına değişik rollerde oynadı ve sonunda iki ayrı dizide - biri de işte bu Love Scout - aşk dörtgeninin bir köşesi olduğunu görünce sanki çocukmuş da elimde büyümüş, koca adam olmuş gibi hissettim. Moving'i o kadar içselleştirmişim, o hikayeyi o kadar benimsemişsem demek ki. Moving'deki lise öğrencisi halinden hemen sonra buradaki bu yaralarını enerjisi ve dalga geçmeleriyle örtmeye çalışan chaebol halleri hem çok değişik geldi, hem de alışamadım bir önce. Çok çok tatlı ama bir o kadar da incelikli düşünülmüş bir karakterdi.

Diğer başrol Lee Jun Hyuk'u ise ilk defa izlemiş oldum. Bu seneki kdrama erkekleri arasındaki en "green flag" olarak herkesin gönlüne taht kurdu buradaki mükemmel sekreter haliyle ama ben sanırım hala büyüyemedim (tabiki büyüyemedim, etrafınıza baksanıza neredeyiz :p ). Bu karakter bana tamamen aile babası, güvenilir amca hissi ve görüntüsü verdiği için hiçbir çekiciliği ya da ilginçliği yok benim için. Dahası hala sadece bad boy karizmasına düştüğümü fark ettim. Böyle green flag'ler hiç ilgimi çekmiyormuş. Büyümemişim, yapacak bir şey yok.


Temelde bir ofis draması gibi görünse de bu arada dizi, işleri daha çok dışarı çıkıp firmalar için işe alınacak insanları bulmak gibi olduğundan hikaye daha çok tek tek insan hikayelerine odaklanıyor. Her bölümde yeni bir firmanın bir pozisyonu için birilerini arıyor ve o hikayeyi izliyormuşuz gibi oluyor. Bu yaklaşımı ve anlatımı sevdiğim için aslında sanırım diziye keyifle devam edebildim. Bir de Lee Jun Hyuk ile Han Jimin arasındaki paslaşmalar sahneleri alıp götürünce her şey su gibi aktı. Ama ben sanırım en çok buz CEO'muzun kankası Seo Mi Ae karakterini izlemeyi sevdim. Bir de aşk dörtgenimizin diğer köşesini oluşturan çocuk kitapları yazarını canlandıran Kim Yoon Hye'yi 3 sene önce Sh**ting Stars'da çok değişik bir tipte ve karakterde izlediğimi fark ettim. Buradaki bu sevimli, bıcır bıcır yazar hali çok bir ekran süresine sahip olmasa da eğlenceliydi.


Bu yaptıkları iş bana tuhaf geliyor demiştim ya, hah işte onu anlatayım. Bu headhunting işi, diziden gördüğüm kadarıyla ki sanırım ilk defa bu kadar somut bir şekilde görüyorum bu işi, bir şirket işe alacak birini arıyorken ilan açmıyor da mesela bu headhunting firmalarının onlara bulduğu kişiyi işe almalarından oluşuyor. Yani şey gibi, ben mandalina yetiştiriyorum ama kamyonum yok, o yüzden bir aracı gelip benden satın alıyor, kamyonuna yükleyip, pazara götürüp satıyor. Ama buradaki durumda mandalina çiftçisi yerine büyük şirketleri koyarsak, bu şirketlerin kamyonları da var yani. Neden kendileri gidip satmıyor pazarda değil mi? Bir ilan açıp, gelen cvler arasından eleme yapıp, sonra da birini çağırırsın işte. Ama dizide de gördüğümüz üzere genelde çok yüksek pozisyonlar için veya kilit pozisyonlar için birilerini arıyor olduklarından her şirket en iyisini arıyor ve haliyle bu en iyileri evde bilgisayar başında iş arayan insanlar olmuyor. Başka şirketlerde çalışan insanları transfer etmek de söz konusu oluyor mesela. O durumda da işte bizim bu headhunter'lar sanırım oturup, kalabalık bir İK ekibinin yapacağı işi yapıp, birini bulup, dahası onu bir de ikna ediyorlar. Ne bileyim, bana yine de bir tuhaf geliyor be.


Neyse, bu dizi benim için 2025'in başlangıcını ve çok kötü şeyler olmadan hemen önceki umutlu, sakin halimi simgeliyor. Her zaman izlediğim baloncuklu ergen romcomların arasında da değişik, ayakları yere basan, biraz daha olgun, biraz daha iyileştirici bir hikaye olarak izlediğim için sevindiğim bir tecrübeyi temsil ediyor.

16 Aralık 2025 Salı

Study Group {스터디그룹} (2025) : En sevdiğim hikaye olabilir misin acaba


 Yoon Ga Min, Yoosung Teknik Lisesi'nin ikinci ya da üçüncü sınıfında bir öğrenci. Notları hep çok düşük. Ne kadar çalışırsa çalışsın sınavlardan hep düşük not alıyor. Aslında pek sevimli, pek sevgi dolu bir çocuk ama konu dersler ve hayat olunca biraz saflaşıyor. Yine de çok azimli, ilkokuldan beri düşük not alsa da deli gibi çalışmaktan yılmamış. Üniversiteye gitmeye kararlı, bu notlarıyla mümkün olmadığını görünce de aklına bir fikir geliyor. Bir çalışma grubu kurup, diğerleriyle birlikte çalışırsa öğrenebileceğini düşünüyor. Böyle biraz tuhaf bir çocuk olduğundan da hiç arkadaşı yok, tabi bir de bizdeki meslek lisesi tarzı bir yerde okuduğundan kimse ders çalışma derdinde değil. İdealist öğretmen Lee Han Gyeong'un da yardımıyla çok farklı kişiliklere sahip 5 kişilik bir çalışma grubu kuruyorlar kurmasına da hep yaşadıkları mahalle hem de okul çok tehlikeli bir yer. Öyle olunca da Yoon Ga Min, üniversite hayalleri için, ders çalışabilmek için, bu çalışma grubunu tüm tehlikelerden korumaya çalışıyor.


Böyle aşırı ilginç bir konusu olan Study Group {스터디그룹}, Shin Hyung Wook (신형욱)'un aynı adlı webtoon'undan uyarlama. 23 Ocak - 20 Şubat arasında yaklaşık 40-45 dakikalık 10'ar bölüm halinde TVING kanalında yayınlandı. Yayınlandığı zaman izlemiştim ben, bu sene başlarken izlediğim ilk dizilerden biriydi ve şok olmuştum. Bunca yıllık kdrama izleyici olarak gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu. İlk birkaç bölüm ben ne izliyorum böyle ya diye diye oturakaldım ekranın başında. Konusu okuduğumda ilginç gelmişti ama başlarken motivasyonum o değildi, hatta hemen hemen hiç motivasyonum yoktu. Bir on beş dakika bakar, sıkılır, kapatırım diyordum. Başroldeki Hwang Min Hyun'u son 3 yılda 3 dizide izlemiştim ve hepsinde de aynı sakin, durgun, üzgün, donuk adamı oynuyordu. Eski NU'EST vokalisti olarak seviyordum bir miktar kendisini tabi, çok düzgün çocuk diyordum. Burada da ne kadar oynayabilir ki diyordum, çünkü eh yani pek de oyunculuk yapamıyor gibiydi o 3 dizide de. Sonra Study Group'u açtım, birkaç bölüm izledim ve nasıl olabilir dedim. Nasıl olabilirdi bu çocuk burada bu kadar iyi? Sadece o da değil, diğerleri, tüm öğrenciler, ortam, öğretmenler, okul, çeteler...her şey nasıl böyle mükemmel bir şekilde bir araya gelmiş olabilirdi? Ben böyle bir şeyi nasıl bu kadar beğenmiş olabilirdim? Bu günleri de görecek miydim?


Çünkü burada izlediğimiz şöyle bir şey: Çetelerin kol gezdiği bir mahalle ve okulumuz var. Okulu yöneten bir çete lideri tarzında öğrenci var, babası aslında çok zengin bir çete lideri. Bu çocuk bir de puan sistemi kurmuş, okulda herkes birbirini dövüyor, sıralamada sizden üstte birini döverseniz yükseliyorsunuz, dövülürseniz düşüyorsunuz. Böyle manyak bir ortamda bizim Yoon Ga Min'imiz ders çalışmaya çabalıyor. Bu çalışma grubunu kurabilmek için de önce bir fazlasıyla dövüş yapmak zorunda kalıyor mesela. Hem öğrencileri ikna edip, gruba katılmaları için hem de sonrasında çalışma grubuna engel olmaya çalışanları durdurabilmek için. Bu arada tabi okulun eski bir öğretmeninin cinayetini çözmeye çalışıyoruz, her bir öğrencinin kişisel sorunlarını öğrenip, onları çözmeye uğraşıyoruz. Yani aslında kocaman bir dövüş ringinde aşırı samimi, aşırı iyi yazılmış ve çok da iyi oynanmış insan hikayeleri izliyoruz üstüne serpiştirilmiş absürtlük tozuyla.




Beni gerçekten çok şaşırttı bu hikaye. Tüm diziyi anlatmadan nasıl kendimi ifade edebilirim onu da bilemiyorum gerçi. Hem devamlı süregiden bir dövüş kavga kıyamet var, hem de tüm bunların arasında çok anlamlı insan ilişkileri var. Çocukların birbirlerine ısınıp, bir araya gelmeleri aşırı iyi yazılmış mesela. Her bir karakter önce çizgi roman gibi geliyor önümüze ama sonra o kadar katmanlı, o kadar nüanslı anlatılıyor ve oyuncular tarafından aktarılıyorlar ki o absürtlüğün, harala gürelenin içinde ağlıyoruz, gülüyoruz, hüzünleniyoruz, mutlu oluyoruz. Bir çizgi romanın sayfalarından kalkıp, o çerçeveden çıkıp, önümüzde gerçek birer arkadaşa, aileye dönüşüyorlar bizim için.


Aradan neredeyse bir sene geçiyorken ancak yazmaya oturabilmem çok kötü. Çünkü o kadar sevdiğim bir dizi ki bu, izlerken hakkında saatlerce yazabilirim diye düşünüyordum ve şu an klavyemden sadece çok seviyorum çok seviyorum ama aşırı seviyorum'dan başka bir şey çıkamıyor. Diziyi izlerken hissettiğim coşkuyu, biterken hayatımın en kötü dönemlerinden birini yaşamış olmamın ağırlığıyla toprağa gömmek zorunda kalmışım gibi. Neyse, hatırlamayalım. Demem o ki bu diziyi keşke ilk defa izliyor olsaydım diye düşünmeden edemiyorum. O anki mutluluğumu, o anki şaşkınlıkla karışık coşkumu ilk defa hissedebiliyor olmayı gerçekten çok isterdim. Bölümler başlarken ve biterken ve her bölümü izlerken duyduğum o enfes şarkıları ilk defa dinleyebiliyor olsaydım diye düşünüyorum.

(Bu şarkıya duyduğum andan beri aşığım öyle diyeyim.)

Ama neyse ki 2026 içerisinde ikinci sezonu geliyor! :D

9 Aralık 2025 Salı

My Dearest Nemesis {그놈은 흑염룡 } (2025)


 Baek Su Jeong kızımız liseye gidiyor. Küçük erkek kardeşi ve elektrikçi babası ile yaşıyor ve annesinin küçükken kaybettiklerinden okulda falan onunla dalga geçenlere de haddini bildirecek kadar dik duruşlu. Annesinin yokluğunda ailesinin çınarı vazifesini üstlenmiş, kardeşinin derslerini de kontrol ediyor, babasının sağlığını da. Tüm bu sorumluluğun içinde kendini unutmuş halde yaşarken bir gün kardeşinin oynadığı bilgisayar oyununun başına geçiveriyor ve bir de bakıyor kendini kaptırmış oyuna. Bu online oyunda başka insanlarla tanışıyor, oyunda oluşturdukları ekiple oyun içinde başarıdan başarıya koşuyorlar. Ekipteki siyah ejderha isimli üye ile özellikle yakınlaşıyor Baek Su Jeong. Önce kavga eden ama ardından el ele verince oyunda çok başarılı olduklarını gören bu iki oyuncu, hayatlarının yalnızlığında birbirlerinden destek bulur hale geliyor bir online oyun içinde. Gel zaman git zaman oyundaki ekip, gerçek hayatta da buluşmaya karar veriyor. Bir kafede buluşuyorlar, bizim Baek Su Jeong kızımız, 20lerindeki Seo Ha Jin ablamız ile ekipteki diğer iki oyuncu Bean Bug ve TVXQ hayranı adam. Sonunda bizim ejderha gelince hepsi bir şaşırıyor, çünkü ekipteki en güçlü oyuncu bir ortaokul çocuğu çıkıyor. Bir de yetmezmiş gibi bu ortaokul çocuğu, lisedeki Baek Su Jeong'a aşkını ilan etmiyor mu? Su Jeong milletin ortasında reddediyor çocuğu. İkisi de hayatlarında büyük bir travma yaşamış halde bir daha oyuna ellerini sürmüyorlar. Aradan yıllar yıllar geçiyor. 16 yıl sonra Baek Su Jeong 30larında, çalıştığı şirketteki ekibin lideri olmayı beklerken başına gökten yeni bir takım lideri atanıyor. Şirketin sahibinin torunu olan bu genç adam yıllar önceki siyah ejderhanın ta kendisi çıkıyor ama ikisi de birbirlerini tanımadıklarından iş rekabeti içinde savaşmaya başlıyorlar.


My Dearest Nemesis, orijinal adıyla 그놈은 흑염룡 ki tam çevirisi "o siyah alev ejderhası" gibi bir şey oluyor, 17 Şubat ile 24 Mart arasında birer saatlik 12 bölüm halinde tvN kanalında yayınlandı. Hye Jin Yang (혜진양)'ın aynı isimli webtoon'undan uyarlama. Yayınlandığı dönemde haftalık olarak izlemiştim ama sonradan rastlasam kesinlikle bırakacağıma eminim. Çünkü büyük bir hevesle başladığım dizinin ortasına doğru çoktan sıkılmış durumdaydım. İlk başta ilginç bir konusu var gibi gelmişti. Bir oyunda tanışan iki yalnız genç, hayatta çok şanslı olmamasına rağmen kendini hiçbir şekilde ezdirmemiş ve işinde hiç lafını sakınmayan bir kadın, sert büyükannesi yüzünden büyümek zorunda kalan ama ailesinin yokluğunu oyunlar, müzikler ve hikayelerle doldurmaya çalışarak içinde hiç büyümeyen bir adam. Evet çok çok farklı bir hikaye değil ama böylesi ofis romanslarının başladığı noktadan değil de başka bir noktadan başladığı için biraz değişik. Yine de nedense çok bir yere gidemeyen ve tek boyutlu olmaktan çıkamayan bir hikayenin içinde izleyeni sıkmayı başarıyorlar.


Senaryonun gerçekten bir yere gidememesinin dışında oyunculardaki ve karakterlerdeki bir şeyler de eksik. Mesela başrolümüz Moon Ga Young'u ısrarla iyi sevimli doğru düzgün kız olarak dizilerde oynatmaya ısrar etmelerindeki sebebi anlayamıyorum. Çünkü bu kızı ilk gördüğüm yeri ve karakteri unutamıyorum. 2018'deki Tempted isimli evlerden ırak dizide zengin, züppe, buz gibi ve yılaaan bir kızı oynamıştı. Evet dizi çok kötüydü ve birkaç bölümden öteye geçememiştim ama Moon Ga Young aklıma kazınmıştı. Sonrasında zaten True Beauty olayı geldi ve süperstar başrollerin arasına yükselmiş oldu. Ama bana orada da bir olmamış gelmişti, dizi o kadar başarılı olmuş olmasına rağmen. Burada da hem yazılan karakterin tek boyutlu oluşundan hem de Moon Ga Young'un fazlasıyla tekdüze sabit duruşundan, başrol kızımıza bir yakınlık duyamıyoruz. Tam güzel şeyler söylüyor mesela anlamlı şeyler, biraz bağ kuracak gibi oluyoruz ama kuramıyoruz. Çünkü hikaye o kadar iyi çekilmediği gibi oyuncumuzun da ne kaşı gözü oynuyor, ne yüzünde başka bir duygu oluşuyor. Öyle rüzgarda püf desek uçup gidecek bir fasülye sırığı gibi dikiliyor dizi boyunca.



Bir diğer benim için diziyi izleme motivasyonu olup yine de burada olmamış bulduğum oyuncu da erkek başrolümüz Choi Hyun Wook'tu. Geçen seneki Twinkling Watermelon'ı hepiniz hatırlıyorsunuz değil mi? Şimdilerde Netflix'e geldiği için izlemeyen kalmayacak diye düşünüyorum. Geçen sene dedim ama 2023'müş! Allahım zaman neden böyle geçiyor? Neyse, şurada da anlattığım gibi, kalbimde hem kocaman bir yara açan hem de çok sevdiğim bir diziyi sırtlayan, coşturan, gönüllere kazıyan oydu. İlk defa gördüğüm bu gencecik (o zaman 21 yaşındaydı) çocuğun bundan sonraki işlerine bakmam gerekiyor diye düşünmüştüm. O arada bir gerilim-fantastik-gençlik tarzında bir şeyi yayınlanmıştı, başrolünde Nam Ji Hyun olduğu için bakmayı reddetmiştim (kıza gerçekten sinir oluyorum). Sonrasında da ilk gelen dizisi bu My Dearest Nemesis olunca, bir de rom-com olunca hepten heveslenmiştim. Ama cidden, hakikaten, gerçekten bu çocukla böyle bir karakter hiç...Yani oyunculuk yapamadığından değil, kesinlikle, bu küçük yaşına rağmen manyak yetenekli olduğunu düşünüyorum. Sadece buradaki karakteri nasıl yorumlayacağını bilememiş gibi, üstünde durmamış gibi. Yani eli yüzü düzgün, çirkin bir insan değil, zaten dedim ya çok çok seviyorum Choi Hyun Wook'u. Ama çok yakışıklı, soğuk, kendini beğenmiş chaebol tipinde de değil yani şimdi göz var nizam var. Üstüne bir de Moon Ga Young ile aralarındaki kimyanın sıfır oluşu eklenince, dizi iyice çekilmez bir hal alıyor.


Sanırım hafta hafta bölümleri açmamı sağlayan tek şey ikinci çiftin hikayesi ve oyuncuları ve karakterleriydi. 2018'de My Secret Terrius'ta gördüğümden beri aşık olduğum ve tek bir falso rolü olmayan (öyle olmasını sağlayan) Im Semi ve burada ilk defa adam akıllı izleme şansı bulduğum ve vay be ne düzgün adam dediğim Kwak Shi Yang'ın oluşturduğu bu çiftin hikayesi hem şimdiye kadar gördüğümüz hikayelerden daha farklıydı, hem de daha iyi işleniyordu. Im Semi, o online oyundaki ekibin bir üyesini canlandırıyor. Esas kızımızla o zaman oyun vasıtasıyla tanışıp, yıllar boyu dost kalıyorlar. Geldiğimiz noktada esas kızımızın abla figürü oluyor. Üniversiteden beri çıktığı adamla evlenmiş, uzun yıllar evli kaldıktan sonra bir anda boşanmış. Hayatına yeni baştan başlamaya çalışıyor, bir minik restaurant açıyor. Kwak Shi Yang ise esas oğlanımızın abi figürü, yakın aile dostlarının oğlu ve şirkette bir birimin müdürü. Onun karakteri ise kadınları hiçbir şekilde üzmeyen, çok düzgün bir adam ama her gören kadın da ona heves ediyor öyle diyeyim. İkisinin tanışması da ilişkilerinin evrilmesi de ilginç ve taze bir soluk taşıyan bir yan hikayeydi. Dedim ya onlar olmasa diziyi ortasına gelmeden bırakmıştım.

Undercover High School {언더커버하이스쿨} (2025)


 Ulusal istihbarat servisinin başarılı ama biraz g.tüyle dağları deviren 5 ajanının oluşturduğu ekibimize yeni ve zorlu bir görev veriliyor. Son kral Gojong'un  kayıp altınlarını bulabilmek için neredeyse 100 yıllık bir geçmişi olan Byeongmun Lisesi'nin bilmecelerini ve onca yıldır sahibi olan ailenin sırlarını çözmeleri gerekiyor. E haliyle gündüz gözüyle okula dalıp altınlar nerede diye soramayacakları için bir okula sızmaya karar veriyorlar. Ama öğretmen kılığında değil nedense, akıllarına ilk gelen fikir o olmuyor. Öğrenci olarak içlerinden birini okula sokuyorlar. Ekibin en aksiyonu bol üyesi Jung Hae Song'u lise öğrencisi kılığına sokuyorlar. Hae Song okulda bir yandan derslerle ve diğer öğrencilerle uğraşmaya çalışırken bir yandan da gizemleri çözmeye çalışıyor. Tabi bu sırada ondan şüphelenen tarih öğretmeni Oh Su Ah ile de uğraşmak zorunda kalıyor.


Undercover High School böyle tanıdık bir konuya sahip, 12 bölümlük bir Güney Kore dizisi. 21 Şubat ile 29 Mart arasında yaklaşık birer saatlik bölümler şeklinde yayınlandı MBC kanalında, şimdilerde sanırım Amazon Prime'dan izlenebiliyor. Konusu, dediğim gibi, daha önce duymadığımız izlemediğimiz bir şey değil. Hatta oldukça da sevdiğim bir konu. Sevmek derken izlemekten keyif aldığım bir konu çünkü daha önce izlediğim bu tür hikayeler hep komik ve alabildiğine eğlenceliydi. Yıllar yıllar evvel Johnny (Depp) ile ilk tanışma zamanlarımda tüm diskografisini izlemeye çalışırken en başlarda gördüğüm bir dizisi vardı: 21 Jump Street. O dizide Johnny'nin de dahil olduğu polis ekibi liseye öğrenci kılığında sızmıştı. Tüm dizi bu şekilde ilerliyordu. Bir süre izlemiştim sanırım ama kaç bölüm izledim, nereye kadar ilerledim hiç hatırlayamıyorum. 102 bölüme sahip dizinin 82 bölümünde oynadığı için Johnny, o zamanlar sadece onu izlemeye çalışıyordum ama emin de değilim. Zamanında yani 1987'de bu dizi o kadar tutulmuş ki dizide hiç oynamak istemeyen Johhny habire saçma sapan şeyler yapmış sette. Neyse maziye dalmayalım. Yıllar sonra tabiki yapacak yeni bir şeyler bulamayan tv-sinema dünyası bu diziyi hatırlayarak aynı isimde bir film yapmaya karar vermişti. 2012'de aynı isimli komedi filminde Jonah Hill ve Channing Tatum bir liseye öğrenci kılığında giriyorlardı. İzlemiştim tabiki, eğlenceliydi. Ayrıca 87'deki dizinin birçok oyuncusu da filmde görünmüştü. Bu film o kadar eğlenceli olunca dayanamadılar, 22 Jump Street diye bir ikincisini yaptılar 2014'te. Bu sefer haliyle ortam üniversiteydi. Bu konudaki ama asıl sevdiğim film 1999 yapımı Never Been Kissed. Drew Barrymore bir makale yazmak için lise öğrencisi kılığına giren bir gazeteciyi canlandırıyordu. Çok sevimli bir filmdi.


Buradaki hikayemiz ise hollywoodun tamamen komedik ya da çoğunlukla romantik öğelerle süslenmiş bu kılık değiştirme-casusluk etme türündeki hikayelerin hepsini birleştirip, ortaya karışık bir şey yapıyor. Öncelikle mekanımız içinde bir dolu hayalet ve lanet efsaneleri dolu bir 100 yıllık okul. Ki sanırım bu, dizinin en sevdiğim kısmı olabilirdi eğer bir diğer yönü olmasaydı. O yönü de bir lise içindeki öğrencilerin hayatlarına dair hikayelerdi. O yaşta, liseye gitmekle, ailelerle, derslerle, gelecekle ve en kötüsü yaşıtlarının zorbalığıyla mücadele etmek zorunda olan gençlerin ayrı ayrı hikayelerini bize anlatması çok başarılıydı dizinin. Bu bireysel hikayeleri başrol karakterimiz Hae Song'un müdahaleleriyle keşfedip, çözüme kavuşmalarını izlemek çok güzeldi. Bu yan hikayelerin ana suç çözme hikayesinin ilerlemesindeki payları güzel düşünülmüş detaylardı. Her ne kadar bu ana hikayemiz biraz fazla inandırıcılıktan uzak olsa da.


Bu noktada da dizi absürtlük tarafına eğiliyordu daha çok. Komedinin çoğu saçma durumlardan ve abartılı tepkilerden ileri gelse de bir şekilde yenilebiliyor. Okul öğrencileri hikayenin dramatik tarafını oluştururken, ajan ekibimizin üyeleri ve onların maceraları da komedik yönünü oluşturuyor. Ama dediğim gibi bir de okulun korkunçlu tarafı var. Ajanımız Hae Song'un tarih öğretmeni ve diğer öğrenci arkadaşlarıyla birlikte bu efsanelerin ardından gerçekleri ve bilmeceleri çözmeye çalışmaları da hikayenin gizem ve macera yönünü oluşturuyor. Tabi bir de her kore dizisinin olmazsa olmazı, çocuklukta tanışmış olan başrol romantik çiftimiz ile başrolümüzün muhakkak çocukluğunda yaşadığı ebeveyn sorunlu travmaları var.

Ama bu hikayeler içinde bana bir de bu sene ikinci kere (aslında birinci kere olması lazım çünkü bu diziyi yılın başında izledim, geçen anlattığım Ms.Incognito'yu yılın sonunda izledim) bir kötü karakteri ayakta alkışlattıran bir kötülük hikayesi oldu ki Kim Shin Rok'u son birkaç senede neredeyse her gün bir dizide izliyor olmama rağmen yine de her seferinde ağzım açık kalıyor. Bu dizide inanılmaz derecede mükemmel bir kötüyü oynayan bu kadın, üniversite coğrafya okuduktan sonra gitmiş yüksek lisansını oyunculukta yapmış ve daha oynadığı 3.dizide (Beyond Evil, şurada anlatmıştım) beni kendine hayran bırakmıştı. Ve tabiki hayatta umutla dolmak için sebepler veriyor bu haliyle.

Başrolümüz Seo Kang Joon'un aşkına izlemiş gibi görünüyor tüm seyirciler ama bence o sadece pastanın pek lezzetli kremasıymış gibi geliyordu bana. Evet daha önce kendisini izlediğim dizilerde vaay ne hoş adam ama demiştim. Zaten bu dizi dışında hepi topu iki yerde izlemiştim (Birisi kalbimi bıraktığım When The Weather is Fine). Ama hiç buradaki kadar cilalanmış halde izlemediğimden burada her göründüğü sahnede gözlerimin kamaşmasına engel olamadım (hakikaten heykel gibi adam). Ama diğer başrol, tarih öğretmenimizi canlandıran Jin Ki Joo'ya dizi boyunca katlanmışım gibi hissettim. Yani kız çirkin değil, kötü bir oyuncu hiç değil. Aksine komedi zamanlaması, duyguları yansıtması, mimikleri her şeyi çok iyi ve belli ki gerçekten yetenekli bir oyuncu. Ama bir şeyler eksik. Bir hikayeyi taşıyacak, başrolü olacak bir oyuncuda insanın hissetmesi gereken şeyleri geçiremiyor ekrandan. Bir eksik bir şeyler var. Bir pırıltı mı denir, ne denirse işte o yok. Mesela o da Bilgisayar Mühendisliği ve Gazetecilik bölümlerinde çift anadal yaparak mezun olmuş üniversiteden (böyle bir şey yapılabiliyor mu ya?). Samsung'da çalışmış (büyük ihtimalle mühendis olarak), ardından bir tv kanalında muhabir olarak çalışmış. Sonra da tutmuş bir mankenlik yarışmasında derece alıp, oyunculuğa başlamış. Ama yani ne yalan söyleyeyim, hiç ne manken havası, ne güzellik derecesi alacak havası var. Dediğim gibi çirkin değil ama güzel de değil. Bir parıltı yok yani kızda.

Bu yönlerinin dışında dizi o kadar da ciddiye alınacak tarzda değil, anlamışsınızdır. Hemen hemen hiçbir yerinde mantık aramaya gerek olmuyor, çünkü yok. Polisiye hikayenin çözümü ve dahası ilerlemesi sıfır mantık barındırdığından zaten oraya çok da takılmamak gerekiyor. Ama diğer tüm yönleriyle güzel minik minik hikayeler anlatıyor ve gülümseyerek izleyebiliyorsunuz.

30 Kasım 2025 Pazar

Romantics Anonymous {匿名の恋人たち} (2025)


 Lee Hana, Koreli bir çikolatacı. Tokyo'daki Le Sauveur isimli çikolata dükkanına "isimsiz çikolatacı" olarak çikolata yapıyor. Sabahları gizlice, kimsecikler onu görmeden çikolataları teslim edip, evine geri dönüyor. Hana'nın değişik bir rahatsızlığı var çünkü, insanların ona bakmasından korkuyor. Yani scopophobia'sı var. "toplum içinde veya başkaları tarafından bakılmaktan aşırı korku duyma ile karakterize bir anksiyete bozukluğudur" diye yazıyor wikide. Bu yüzden onu tanıyan, yan yana durup da konuşabildiği nadir insanlardan biri olan Le Sauveur'un sahibi şef Kenji ile görüşebiliyor sadece. Bir de karşıdaki barın sahibi Hiro'ya platonik bir şekilde aşık olduğu için onun verdiği teke tek kendo kursuna gidebiliyor ama orada maske giymek zorunlu olduğundan sorun yok.


Sosuke Fujiwara ise Fugo Şekerleme şirketinin başkanının oğlu. Şirket, Le Saveour'u satın alınca oranın yöneticisi olarak atanıyor Sosuke ama onun da bir rahatsızlığı var. Germophobia olarak görünüyor ama aslında biraz daha karmaşık. Kimseye dokunamıyor Sosuke, kimsenin ona dokunmasına da dayanamıyor. Giyisilerine bile olsa üstüne bir şeylerin sıçramasına, herhangi bir şekilde leke, kir vb. şeylere dayanamıyor. Terlediği anda hemen üstünü değiştiriyor sonra. Böyle aşırı uç noktada bir rahatsızlığı var. Öyle olunca çok büyük bir şirketin yönetim kademesinde, birçok insanın ve halkın gözü önünde olmayı gerektiren bir hayatta Sosuke'nin işi oldukça zor oluyor.


Bu iki, hayatta zorlanan insanın yolu Le Saveour'da kesişiyor. Ve onca insan arasından fark ediyorlar ki Hana sadece Sosuke'nin gözlerine bakabiliyor ve Sosuke de yalnızca Hana'ya dokunabiliyor. Öyle olunca diyorlar ki ikimiz de işlerimizde, hayatlarımızda normal bir hale gelebilmek için birbirimize yardım edelim. İyileşene kadar birlikte alıştırmalar yapalım. Bu arada ikisi de aynı psikologla, Irene ile görüşüyor birbirlerinden habersiz. Irene aynı zamanda Sosuke'nin okul arkadaşı. Hana'nın aşık olduğu bar sahibi Hiro da Irene ve Sosuke ile aynı okuldan ve Sosuke ile Hiro kanka. Üstüne bir de Hiro da Irene'e aşık. Anlayacağımız böyle bir tesadüfler yığını içinde Hana ve Sosuke, birlikte iyileşmeye çalışırken bir yandan da çikolata dükkanını kapanmaktan kurtarmaya çalışıyorlar.


Romantics Anonymous {匿名の恋人たち}, böyle 3 paragrafta konusunu anlatmayı bitiremeyeceğimi sandığım 8 bölümlük bir dizi. 16 Ekim'de Netflix'te yayınlandı. Her bir bölümü 45-50 dakika arasında görünüyor ama bölümlerin son 5-6 dakikası neredeyse tamamen jeneriğin akması. Yani hap gibi, her şeyin çabucak olup bittiği, hikayenin anlatılıp, mutlu sonumuza eriştirildiğimiz keyifli, sevimli bir dizicik. Posterini ve konusunu ekranımda gördüğümde aaa izleyeyim dedikten sonra her seferinde yok yok bu beni üzer şimdi diyerek geri kapattığım bir diziydi aynı zamanda. Tamamen yanlış bir his yüzünden bir ay ertelemiş oldum neredeyse izlemeyi. Oysa hiç bekletmemin lüzumu yokmuş. Bir oturuşta izleyip, mutlu olup, kapatabilirmişim. Geçen hafta Cey izledim çok beğendim siz de izleyin deyince açtım, başlata bastım izlemeye başladım o dakikada. Hiç de öyle sebepsiz yere düşündüğüm gibi ağır bir dramla beni üzecek bir dizi değilmiş.


Haa hikayesi aslında aşırı ağır şeyler barındırıyor, orası ayrı. Sosuke'nin ve Hana'nın bu rahatsızlıklarına yol açan travmaları başlı başına çok ağır konular ve flashbacklerde bunları anlatmaya çalıştıkları sahneler cidden başka bir dizinin ortamı içinde insanın içini ezebilir. Ama burada, tüm olan bitenin içinde birkaç dakikalığına üzülüp, geri konuya dönüyorsunuz çünkü dizi öyle ilerliyor. Çok sevimli, oldukça keyifli bir dizi dedim ama aslında süresinin bu kadar kısa olmasından mı kaynaklı acaba diye düşündürtecek derecede de eksiklikler barındırıyor. Birçok yan hikayeye girilmiyor, yan karakterlerin hemen hepsi sadece orada olmak için oradalar çünkü hiçbirine ilgi duyabileceğimiz ya da yakınlık hissedebileceğimiz kadar bir şey anlatmıyor hikaye. Öyle olunca iki başrol dışında hiç kimseyle doğru düzgün bağ kuramıyoruz. Bağ kuramadığımız hikayeler de haliyle bize geçmiyor, yeri geldiğinde ana hikayeye hizmet edecekleri noktalarda çok havada kalmış oluyorlar ya da aşırı klişe durumlar izliyoruz. Hani wattpad hikayeleri gibi bir olaylar zinciri ile karşılaşıyoruz diyeyim, öyle anlayın.

Oysa dizinin asıl hikaye kurulumu ve kurgusu çok çok güzel düşünülmüş. Her bir bölümde Le Sauveur'da gökkuşağı paleti isimli kutu çikolatadaki çikolataların her birinin tarifiyle karakterlerimizin bir şeyleri öğrenmelerini, bir yönlerini geliştirmelerini izliyoruz. Her bir çikolatanın hikayesiyle ana hikayemizin bir parçası tamamlanmış oluyor. Çok güzel bir kurgu bu. Yapılmamış değil ama buradaki hali çok güzel. Ayrıca o çikolataların yapım aşamaları, anlatımlarının da Bon Appetit Your Majesty'deki yemek sahnelerinden geri kalır yanı yoktu. Her bir bölümü izlerken evin içinde dört dönüp, ulan bir evde hiç mi çikolata kalmaz diye dövünüp durmama sebep veriyorlardı. Bir de her bir çikolatanın hikayesinde tanıştığımız insanlar ve mekanların hikayeleri klişe ama çok sevimli hikayelerdi. İnsan ister istemez Japonya'ya aşık olurken buluyor kendini.


Yan hikayeler ve karakterler için dediklerime mesela psikolog Irene ile barmen Hiro'nunkileri örnek verebiliriz. İkisinin ilişkisi, belki azıcık özenli yazılsa bir şeyler ifade edebilecekken dizideki haliyle saçma bir zorlamadan öteye gidemedi. O ilişkinin, o ikisinin orada olması gerektiğini biliyorsunuz ama o kadar gereksiz duruyorlar ki hikaye ilerlerken anlamsız birer duraklama dakikaları olmaktan öteye gidemiyorlar. Ve onların da çocukluk travmaları olması zorunluluğu gerçekten izleyicinin limitlerini zorlamaktan başka bir şey değil. Irene'nin bağlanma sorunu gibi bir şeyi olduğunu göstermeye çalışıyorlar ama bunun için ne yeteri kadar sahne var, ne de sorun gösteriliyor. Hele ki Hiro'nun benim de böyle davranmamın sebebi şöyle şöyle bir çocukluk yaşamamdı diye oturup bir de anlatması...Yahu arkadaşım sende bir tane falso yok. Senin sorunlu veya saçma hiçbir yanın yok dizide. Aşırı yakışıklı, aşırı karizmatik, çok düşünceli, kadınlara ve herkese karşı çok centilmen, çok düzgün, nasıl oturması konuşması durması bakması gerektiğini bilen muhteşem bir adamsın işte. Karaktere veya oyuncuya ilk görüşte aşık olduğum için demiyorum böyle yanlış anlaşılmasın, hakikaten dizi bize adamın bir falsosunu göstermiyor. Ki bu durumda anlattığı travmayı onunla nasıl bağdaştıralım?

Oyuncular açısından ise hiçbir sorun yoktu tabi. Hana'yı oynayan Han Hyo Joo Kore'nin oldukça okkalı oyuncularından olmasına rağmen ben bir tek dizide izlemiştim şimdiye kadar ama normalde havasını, duruşunu çok beğenirdim. 2023'teki Moving'de (şurada anlatmıştım, benim için çok ama çok ayrı bir yeri olan bir diziydi o) çok ilginç bir rolde izlemiştim. Burada o halinden aşırı farklıydı, sadece görünüşü değil, tüm beden dili, dışarıya yaydığı enerjisi bile değişmişti. Moving'in 2.sezonu da geliyor ama taa 2027'ye.


Diğer başrolümüz Sosuke'yi canlandıran Shun Oguri'yi ise tabiki ilk defa görüyordum. Zaten bu 3.Japon dizim. Gerçi kendisi 90ların ortasından beri bu işin içindeymiş ama. Ya bu noktada şeyi de demek istiyorum. Hakikaten Kore yüzünden maruz kaldığım onca çocuk yaştaki idol ve oyuncudan sonra böyle 30larında 40larındaki insanların olduğu normal hikayeleri izlemek çok iyi geldi be. Vallahi. Bir kore yapımında 30u aştıkları anda karakterlerin çocuklarının, evliliklerinin falan olduğu hikayeler izlemek zorunda kalıyorsunuz. Böyle buradaki gibi o yaşlardaki normal insanların (gerçi dizideki her karakterin bir travması ve psikolojik hastalığı varken neye normal diyor olabilirim diye düşünüyor olabilirsiniz ama anlatmaya çalıştığımı anlayabilir misiniz lütfen) hayatlarını, hikayelerini görmek böyle çok iyi hissettirdi ya. Neyse Shun Oguri beyefendiden bahsediyordum. Dizinin en başında nasıl yani, neden böyle bir adamı başrol yapmışlar diye bakakalmıştım ekrana. Çünkü kore dizilerinin kafama kazıdığı görüntüye hiç uymuyordu. Bir romcomun başrolüne 42 yaşında, - bence - hiç de yakışıklı görünmeyen böyle bir adamı koyamazlardı. Üstüne üstlük ilk başta oldukça da sarsaktı, duruşu, verdiği his, davranışları hep bir olmamış gibi duruyordu. Onun üstünde durmamış gibiydi. Ama bölümler ilerledi, hikaye beni sarmaladı ve Shun Oguri'nin aslında Sosuke olarak çok başarılı bir oyunculuk sergilediğini anlamaya başladım. Tam olarak Sosuke'nin hayattaki sarsaklığını, hiçbir yere uyamamış halini, o eğreti duruşunu, o diken üstündeki halini yansıtıyordu bir oyuncu olarak. Dizinin sonunda bu rol için tam da olması gereken görüntü buymuş dedim onun yüzünden.


Her şeyin sonunda demem o ki hikayeyi sanki en başta bir senarist bulmuş, düşünmüş yani genel hatlarıyla böyle böyle bir şey anlatacağım diye. Sonra yazmaya da başlamış, detaylara girmeden. Netflix'e götürünce onlar da demiş ki yoohh bu kadar uzun detaylı iyi şeyleri bize gelmez, sen ver bunu biz hallederiz demiş. Çekmiş almışlar senaryoyu onun elinden, bir üniversite öğrencisine vermişler staj yapan orada. Asıl senaristin yazdıklarına dokunmamış o stajyer de, sadece birçok paragrafı, sayfayı kesmiş koparmış. Çünkü Netflix için bu kadarcık olması gerekiyormuş. Arada da mecbur birkaç cringelik, bol bol klişe serpiştirmiş. Bence böyle olmuş. Tek açıklaması bu çünkü. Olsun. Sonuçta izleyip geçebileceğim, ama izlerken de çok keyifli ve tatlı gelen, yumuş yumuş bir hikaye izlemiş oldum.

29 Kasım 2025 Cumartesi

Secrets of the Saqqara Tomb (2020)


 2018 yılındaki kazı sezonunda Mısır'daki Sakkara'daki Bubasteion Nekropolisi'ndeki birkaç haftada bulunanları anlattıkları belgesel, 2020 yapımı ama ben ancak bu hafta izleyebildim. Belgesel, kazı ekibinin başlayacak olan ramazan ayına kalmadan - yani kazı sezonu bitmeden - hem yeni buldukları mezarı incelemeyi ve kazmayı bitirmeye, hem de diğer bir alanda başka bir şeyler daha bulabilmeye çalışmalarını anlatıyor. Temelde arkeolojik kazılarla ilgili belgesellerin hemen hepsi böyle şeyler anlatır zaten değil mi? Kurguyu ilgili çekici ve heyecanlı hale getirmek için hep bir zaman daralıyor, hiç vaktimiz kalmadı, kazının son günü falan gibi ifadelerle açılır çoğu. Burada da böyle evet ama ilerlemeyi seçtikleri yöntem diğerlerinden biraz daha farklı olunca belgesel sanırım en azından benim aklımda ve yüreğimde daha değişik bir yer edindi.

Tamamı Mısırlı bir ekibin kazıları gerçekleştirmesini ve bilimsel incelemeleri de tamamen Mısırlı akademisyenlerin yapmasını izliyoruz burada. Çok fazla belgesel izlemiyorum, neden bilmiyorum aslında izleyince seviyorum ama izlediklerim de hep arkeoloji veya tarihle ilgili oluyor (çünkü öyle seçiyorum). Yaklaşık 9 yaşımdan beri bu konuya aşık olduğumu da hesaba katarsak bunca yıldır izlediğim neredeyse tüm kazı belgesellerinde ekibin ya başkanı ya da altındakiler mutlaka o kazı yapılan ülke dışından birileri oluyordu. Buna o kadar da takılmıyordum çünkü bakarsam ben de şansım olmuş olsa, hayat planladığım gibi gitmiş olsa Mısır'da kazı yapan bir arkeolog olabilirdim ve ben de tamamen başka bir ülkeden, Antik Mısır tarihine tutulmuş biriyim. Bu yüzden onca sene o belgesellerde haa bu profesör de şu üniversitedenmiş diye görüp, geçiyordum. Bu belgeseli izlerken ekrana her çıkanın, olayları her anlatanın Mısırlı oluşu dikkat çekmeyecek gibi değildi. O zaman anladım ki ister istemez diğer durumu kabullenmiş, normalleştirmişim aklımda bir yerlerde.


Buradaki anlatımı daha da ilginç kılansa sadece kazının kendisine değil, onu yapan insanlara, onların düşüncelerine, hislerine de odaklanmış olmalarıydı. Kazıyı yapan profesör buldukları, karşı karşıya kaldıkları geçmişin hikayesini kendi hayatıyla çocuklarıyla bağdaştırıyor mesela. Kemikleri inceleyen antropolog bu işin ona hissettirdiklerini, duygusal yükünü paylaşıyor izleyiciyle. Ustabaşı tamamen kendi ailesinin, işinin hikayesini paylaşıyor mesela. Akademik kadroyla işçilerin kendi aralarında çukurların başındaki muhabbetlerini, birbirlerine takılmalarını, arkeologların hatalarını, kızmalarını izliyoruz sonra. Yani sadece heyecanlı bir şekilde bir şeyler bulmanın macerasını yaşamıyoruz, insani bir şeyler izliyoruz. Tüm bu yaşananları insan olarak durduğumuz noktadan, daha doğrusu oradaki o insanların içinde durarak izliyoruz gibi oluyor.


2018 yılındaki bu kazıda elde edilen şeyler şu an onca yıldan sonra oldukça bilinir oldu arkeolojik alanda ama o zaman için görülmemiş şeylerdi. 5.hanedanlıktan (yani yaklaşık olarak M.Ö.2450 yılları civarı oluyor)Wahtye isimli bir yüksek rütbeli rahibin mezarı bulunmuş mesela. Aslında erkek kardeşi için yapılmış olan mezara çöktüğünü incelemelerden sonra anlıyorlar. Heykellerin ve oymaların detaylı incelemesiyle, mezarın başlangıçta Wahtye için inşa edilmemiş olabileceğini düşünüyorlar önce. Wahtye'nin adı o kadar çok yazıtta geçiyor ki, sanki gerçekten ona aitmiş gibi göstermeye çalışması gibi oluyor. Duvarlardaki oymalarda tutarsızlık buluyorlar ve isimlerin kazınıp değiştirilmiş gibi göründüğü başka yerleri de keşfediyorlar. Kazı ekibi sahte kapıda bulunan ve mezarın sahibini temsil eden ana heykelin diğerlerine benzemediğini, başka bir heykeltıraş tarafından yapılmış gibi durduğunu ve tamamen farklı bir kişiyi temsil ettiğini söylüyor mesela. Bu ayrıntılar, Wahtye'nin mezarı başka birinden, belki de erkek kardeşinden almış olabileceğini gösteriyor diyorlar. Bu kardeşten, doğu duvarındaki "kardeşimin ruhuna" adanmış bir yazıtta bahsediliyor, ancak hiçbir yerde ismi geçmiyor - bu yüzden de belki Wahtye'nin mezara çökerken azıcık da olsa suçluluk hissedip, vicdanını rahatlatmak için böyle bir yazıt adamış olabileceğini düşünüyorlar.


Mezarda Wahtye dışında annesi, eşi ve 3'ü erkek 1'i kız 4 çocuğu da gömülü bulunuyor. Wahtye'nin seçkin statüsüne ve mezarın ana galerisinin gösterişli dekorasyonuna rağmen, mezarların kendileri oldukça lüksten uzak olunca kafalarda soru işaretleri olmaya başlıyor. Karısı ve çocukları tabutsuz dar mezarlara (tabanda bulunan shaft denilen dikine çukurlar oluyor bunlar) ayakta gömülmüşken, Wahtye'nin kendisi nispeten kötü bir şekilde mumyalanmış ve adını taşıyan sade bir tahta tabuta gömülmüş. Bunun üzerine hepsinin kemiklerinde yaptıkları incelemeler ve gömülme durumlarına bakarak tüm ailenin bir sıtma salgınına yakalanmış olabileceğini ve bu sebeple ani ölümlerle sarsılan ailenin alelacele ve özensiz bir şekilde gömülmüş olabileceğini düşünüyorlar. Mezarı 3 boyutlu bir şekilde gezmek isterseniz şurada çok güzel hazırlamışlar.


Wahtye'nin bu neredeyse 4000 yıldır el değmemiş (çünkü Mısır'daki mezarların neredeyse hepsi daha antik zamanlarda yağmalanmış ve içeride hiçbir şey bırakılmamış durumda) mezarının dışında aynı bölgede bir dolu kedi mumyası ve dünyada sanırım ilk defa bir aslan yavrusunun mumyasını bulmalarını izliyoruz belgeselde. Bu bölge yani Sakkara, Kahire'nin 30 km batısında, çok sayıda antik Mısır mezarı ve piramidine ev sahipliği yapan bir nekropol yani mezarlık. Erken Hanedanlık döneminde (MÖ 2900-2649 civarı) antik idari şehir Memfis yakınlarında kurulmuş ve 3.000 yıldan fazla bir süre kullanılmış olsa da, popülerliği zamanla değişmiş. Sakkara'da, günümüzde hâlâ manzaraya hakim olan Firavun Djoser'in Basamaklı Piramit Kompleksi (MÖ 2630-2611 civarı) de dahil olmak üzere birçok Eski Krallık (MÖ 2649-2152 civarı) mezarı var. Firavunların piramitlerini Giza'da inşa etmeyi tercih ettiği 4. hanedan döneminde alanın kullanımı azalmış bu yüzden, ancak Sakkara, 5. ve 6. hanedanlar döneminde tekrar rağbet görmüş. Mezarlık Orta Krallık'ta (MÖ 2055-1650 civarı) ve Yeni Krallık'ın başlarında (MÖ 1550 civarı) tekrar popülerliğini yitiriyor, ancak seçkinlerin ve üst düzey devlet görevlilerinin gömülmesi 18. Hanedanlığın ortalarında (MÖ 1480 civarı) yeniden başlıyor.

Bir kahvaltı sırasında aa bu da varmış diyerek açtığım ve izlemeye başladığım bir belgeselle tüm bunları öğrenmiş, daha fazlasını araştırıp okumak için istek duymuş hale gelmiş olmaktan dolayı aşırı mutluyum. Bilmiyorum böyle şeyleri görünce yeniden kendim gibi hissedebiliyorum, artık gerçekleşememiş geçmişe üzülmektense içim yine de umutla ve mutlulukla dolabiliyor. Çünkü artık oturup üzülmekten, hayattan nefret etmektense, geçmişin hayaletlerini ışığa doğru yolladığımı ve olmadı diye kendimi suçlamayı bırakabildiğimi fark ediyorum. Bir şeylere ulaşmak veya bir şeyleri ele geçirmek değil de o şeyin kendisinin beni en başta mutlu ettiğini ancak bunca yıl sonra anlayabildiğim için sanırım.

Dynamite Kiss {키스는 괜히 해서 ! } (2025)

Go Darim kızımız 30lu yaşlarına gelmiş ama hala iş arıyor, memuriyet sınavına hazırlanıyor, dershaneye devam ediyor. Bir yandan da yarı zama...