Pek bir başarılı şefimiz Yeon Ji Yeong, çok önemli bir yemek yarışmasını da birincilikle bitirdikten sonra Paris'ten Güney Kore'deki evine dönerken uçakta, tarihçi babasına götürdüğü bir eski kitabın sayfalarını aralayıp okumaya başlar başlamaz kendini 1500'lerin Joseon krallığında buluverir. Rüya mı görüyorum zaman yolculuğu gerçek mi diye daha kafasını bile toplayamamışken at üstünde eli kılıçlı bir adamla uğraşmak zorunda kalır. Kılıçlı adam Kore tarihinin en eli kanlı psikopatlarından biri olan bir kral çıkmasın mı? Şefimizi tuttuğu gibi saraya götürüp, hapseder. Ama tesadüf bu ya, bu meşhur zalim, aynı zamanda çok bilinen de bir gurmedir. Ee bizim Yeon Ji Yeong da bileği bükülmez bir aşçı olduğundan sonunda kendini Joseon saray mutfağında bu zalim krala yemek yaparken bulur. 21.yüzyıldan 16.yüzyıla gidip, saray baş aşçısı olan Ji Yeong, saray entrikalarının içinde aslında tarihin hiç de okuduğu gibi olmadığını keşfederken krala da aşık olup, tarihin akışını değiştirmeye çalışır.
Bon Appetit, Your Majesty {폭군의 셰프} Güney Kore'nin tvN kanalında ve Netflix'te, 23 Ağustos - 28 Eylül arasında 12 bölüm olarak yayınlandı. Park Kook Jae'nin (박국재), "Surviving as Yeonsan-gun's Chef" (연산군의 셰프로 살아남기) isimli web romanından uyarlanmış, roman ile aralarında birçok ama pek çok değişiklik olduğunu okuyanlar söylüyor. Hatta oturup tek tek farkları yazanlar bile var, okuması keyifliydi. Hatta ve hatta, bu web romanındaki hali bana çok daha keyifli bir hikayeye sahip olduğunu gösterdi. Keşke şöyle adam akıllı okuyabilseymişiz, çünkü mesela romanda olayın içine Leonardo Da Vinci, Magellan, bizim I.Selim (hani Yavuz olan) falan giriyor. Web romanında inanılmaz ayrıntılar var gibi görünüyor. Dizinin biraz da tadını böyle tam alacakmışız da alamamışız gibi bir his bırakarak bitmesinin sebeplerinden biri de bu zaten.
Başlangıcında acayip heyecanlı ve eğlenceli başlıyoruz diziye aslında. Hikayeye giriş, karakterlerle tanışmamız hepsi çok keyifli ve iyi yazılmış. İlk iki bölümde tanıştığımız şekillerinden hep farklı çıkıyor mesela çoğu karakter. Kralla Ji Yeong'un karşılıklı mücadele ettiği, atıştığı, kapıştığı her an, tüm dizi boyunca en keyifli kısımlar oluyor. Hikaye ilerledikçe - pek çok izleyiciye de sürünüyormuş gibi gelen - Çinlilerle yemek yarışması kısımlarında cidden dizi biraz hızını sabitlemiş gibi geliyor. Arka planında aslında hikayenin asıl kısmı için çok önemli notalar içeren bu yarışmanın kendisi bence keyifliydi ama izlerken insan hadi ama ne olacak ne olacak kitabı bulabilecek mi kralın tahttan indirilmesine engel olabilecek mi aşık olacaklar mı haydi haydi diye koşturduğumuz için haliyle bu yarışma mevzuunda hepimiz aynı şeyi düşündük. Oysa yolculuğun kendisinin asıl önemli olan şey olduğunu unutuyoruz dizi ya da film izlerken. Hikayenin sonunda ne olduğunu öğrenmek değil derdimiz, olmamalı yani. Bunu bilerek başına otursak ekranın, sanırım çok daha fazla keyif alacağız.
Dizinin hikayesini oluşturan bu şekilde (Ji Yeong'un kralla ve ortamla tanışması mutfağa girmesi gibi kısımları tamamen giriş bölümüne dahil edersek) 3 kısım var denilebilir. İlki büyük kraliçe (şimdiki kralın baba tarafından büyükannesi) ve yanındakilerin Ji Yeong'un varlığını ve aşçılığını kabul edebilmesi için olan mücadele, ikincisi yukarıda da değindiğim Çinlilerle olan yemek yarışması, üçüncüsü de küçük prensin (şimdiki kralın başka bir anneden olan küçük kardeşi) Ji Yeong'un yemeğinden zehirlenmesi olayı. Hikayemizin gelişme kısmını oluşturan 3 konu bunlar. Hepsinin sonuç kısmında çözülecek ana konuya yandan oradan buradan bir katkısı var. Normal bir roman yazımı bu şekilde olur çünkü. Bu Çinlilerle yemek yarışmasının tek suçu da diğer konular heyecanlı heyecanlı çabuk çabuk bir şekilde birer bölüm gibi sürelerde çözülürken, bu konu birkaç bölüme yayılıp, bol bol yemek yapma sahnesi içeriyor ve dediğim gibi asıl ne olacak ne olacak kısmını geciktiriyormuş etkisi yapıyor. Halbuki bence salim bir kafayla izleyebiliyor olsaydık, aşırı heyecanlı ve keyifli bir yarışmaydı bu. Çünkü bir dolu yemek, bir dolu malzeme ve yöntem ile tanışıp, çok değişik arkaplan hikayeleri duyabildiğimiz bir kısımdı ki dizinin de en iyi başardığı konu aslında bu yemek konusuydu.
En başından itibaren bize çok özenli yemek hazırlama, tanıtma ve tatma sahneleri izlettiler. Daha önce böyle yemekli, yemeklerle ilgili bir Güney Kore dizisi izlemedim sanıyorum, o yüzden karşılaştırabileceğim bir başkası yok ama sanırım bu derece güzel çekilmiş olan bir tanesi de yoktur gibime geliyor. Malzemeleri tek tek anlatan, görüntülerine doyum olmayacak şekilde gösteren görüntü yönetmeni, üstüne bir de her bir lokmada karakterleri başka başka dünyalara sokup, dizinin en güzel sahnelerini meydana getirmiş durumda. Bu sahnelerde oyuncular da aşırı iyi, sanki onlar da en çok bu sahnelerden keyif almış gibiler. Küçücük çocuk bile (küçük kardeş olan prens) ağzına bir lokma atıyor, sonrasında hayatının en iyi oyunculuğunu veriyor.
Dizinin bu keyifli kısımları böylesine iyiyken dramatik kısımları ve aksiyon kısımları da ayrıca güzel. Ellerindeki metnin hakkını vere vere her bir oyuncu (Yoona hariç :D ) döktürüyor. Ama işte hikayenin biraz da bir tuhaflık var dedirten durumu da buradan çıkıyor. Önce çok eğlenceli başlıyor hikaye mesela, arada çok ciddileşiyor, çok vahşi şeyler olabiliyor ama aynı zamanda yine çok hafif şeyler de oluyor. Sonra ortalık kan gölüne dönüyor ama tam ortasında çok absürt bir şekilde bir şeyler de beliriveriyor gülmekten ağzımızdakini fırlatabiliyoruz. Yani şöyle demeye çalışıyorum, dizi çok mu büyük olacağım epik mi olacağım olmaya da çalışıyorum ama o kadar ciddi de değilim diyerek ortalarda geziniyor. Mesela bir Goblin'i ya da Alchemy of Souls'u ya da Crash Landing on You'yu epik yapan hava neyse burada kıyısından dönülüyor.
Bu efsane olamayabilmiş hikaye içinde yıldızlar geçidi gibi kadro izliyoruz ki aslında tam da bu oyuncular yüzünden her şey büyük büyük görünüyor. Ne demeye çalıştığımı anlatabilmek için önce Lee Chae Min konusunu konuşmamız gerekiyor.
Neverland'de izledikten sonra anlatabildiğim Crash Course in Romance [일타 스캔들] (2023)'te ilk defa izledim Lee Chae Min'i pek çokları gibi. Ondan önce iki dizide ufak rollerde yer almış, hatta Alchemy of Souls'un da ikinci sezonunda minicik bir görünmüş. 2000 doğumlu, henüz çok yolun başındayken aslında iki küçük rolden sonra gelen bu Crash Course in Romance onun için çok çok iyi bir adım. Sektörün iki büyük topuyla aynı dizide, hem de iyi yazılmış bir yan hikaye içinde oldukça düzgün, derli toplu bir oyun çıkarmıştı orada. Diziyi anlatırken "Aslında lisedeki bir grup arkadaşın hikayesi mesela, diziyi izleyen çoğu kişinin daha keyifle ve merakla takip ettiği hikaye oldu bölümler boyunca. Çok az ekran süresine sahip olsalar da Hae-E, Dan Ji, Geon Hu, Seon Jae ve Soo Ah'nın yer aldığı sahneler, anlattıkları hikaye cidden çoğu bölümde taşıyıcı oldu. Yetişkinlerin salak saçma davranışlarından, entrikalarından, kötülüklerinden çıkıp onların mücadelelerini izlemek daha güzeldi. Gerçi senarist onların hikayesine istediğimiz özeni ve detayı vermedi ama olsun." diye yazmıştım. Tek tek bu lise grubunu oluşturan oyuncuları söylemeden. Ama o zaman diziyi izlerken ve kimmiş bunlar diye nette oyunculara bakarken neler düşündüğümü hatırlıyorum. Bu 4 genç oyuncunun hem çok iyi göründüklerini hem de az ekran sürelerine rağmen çok iyi iş çıkardıklarını düşünmüştüm. Ekibin kızlarından biri olan Roh Yoon Seo'yu mesela izleyen herkes çok güzel bulmuştu o zamanlar, Kore'de bir anda bir hypelanmıştı, sonra nedense hiç haber gelmedi o taraftan. Ekipteki erkeklerden biri olan Lee Min Jae oradan kaliteli ama aşırı da ses getirmeyen, daha aksiyonlu maceralı işlere yöneldi, oradan sağlam adımlarla devam ediyor. Diğer kızımız Ryu Da In, tipinin de etkisiyle (Roh Yoon Seo gibi geleneksel anlamda güzel bulunan bir görüntüsü olmamasını kastediyorum, yoksa tipinde bir kötülük yok) gerilimli işlere yönelmek zorunda kalmış gibi görünüyor. Bu ekibin içinde Lee Chae Min dikkat çekmiyormuş gibi görünmüştü o zaman oyunculuğuyla ama bu tamamen karakterin tekdüze ve soğuk oluşundan kaynaklanan bir durummuş. Yine de iyiydi gerçi ama en net hatırladığım yuh bu çocuk gerçekten çok yakışıklı allah özene bezene yaratmış diye düşündüğüm. Buradan bir başrole gider herhalde diye takibe almıştım hemen. O sene değil ama sonraki sene yine bir lise dizisi gibi dizide başrole çıktı haliyle. "Hierarchy" isimli bu dizinin ilk bölümünü sırf Lee Chae Min için açıp, hevesim kursağımda geri kapatmıştım, izlenmiyordu çünkü. Sonra "Crushology 101" geldi, dedim tamam en azından sevimli bir romcomda oynayacak, dünyanın en kötü en kalitesi işlerinden biri sıralamasında başa yarışıyordu bu dizi. O kadar. O derece. Olamaz diyorsunuz oluyor. O kadar kötü. Şöyle demiştim hatta, o derece:
"Crushology 101 (바니와 오빠들)" diye bir dizi başlamış, ona bakayım dedim. Hem salak saçma bir şey hem de gözüm gönlüm açılır diye. Ama dayanılabilecek salaklıkta değil. Bazen gerçekten anlayamıyorum. 10 yaşındaki yeğenimi masanın başına oturtup, üniversiteli bir kız ve ondan bir anda hoşlanmaya başlayan etrafındaki 3 yakışıklı erkekle ilgili bir hikaye yaz desem, inanın cümleleri de yazdıkları da bu diziden daha kaliteli olur. O kadar çocuk yazmış gibi. Çok beter. Hatta bakın bu konusunu bile bir ilkokul çocuğu bulmuş gibi. Tamam hafif, çerezlik bir şey yapalım diyebilirsiniz ama bu kadar da olmaz. Bu derece olmaz. Güzelim Lee Chae Min'e, Cho Jun Young'a yazıklar olmuş. İzlediğim kısmında daha gelmemişti ama ilerleyen bölümlerde gelecek olan Hong Mingi'ye ise daha da yazık olmuş."
Ama sonra bir mucize oldu. Ya da mucize değil de çocuğumuz kendini iyi kurtardı diyelim. Bu senenin ortasında bu zamana kadarki ajansıyla anlaşması bitti, anlaşmanın bittiği gün yeni bir ajansla imza attı ve dönüp bakınca tüm bu dizilerde oynamasına sebep bu eski ajansı gibi görünüyor. Yani tüm bu salak saçma işleri o salak ajans seçmiş olmalı (mevzubahis ajans Kim Soo Hyun'un ajansı, anladınız siz). Hayır şu anda bünyesinde hala birçok oyuncu var ama mesela ikisi, kariyerlerinin başında çok çok iyi oyuncular olduklarını gösteren ve çok büyük gelecek vaat eden ikisi, bence son birkaç işlerinde gerçekten çok kötü şeyler seçtiler ve kariyerlerinde saçma bir noktada takılmış gibiler. Yine de bu ajansta durmaya devam ediyorlar ama belki de çıkamıyorlardır kim bilir, imza sonuçta. Neyse, ne çok konuşasım varmış.
Mucizeye dönersek...Bu dizide oynayacağı haberleri gelir gelmez tamam dedim, şeytanın bacağını kırdı. Çünkü daha ilk haberlerden ve tanıtımlardan belliydi ki kdrama sahnesinde bu senenin bir sonraki büyük çıkışı o olacaktı. Geçen sene Lovely Runner ile Byeon Woo Seok'a olanlar gibi yani. Bu yüzden baya heyecanlanmıştım. Dizi başladığında da hakikaten o ilk izlediğim donuk bakışlı lise öğrencisinden bu çalkantılı karaktere iyi bir yol kat ettiğini gördüm. Genelinde eğlenceliydi, komedi yapmak istediğinde başarılıydı, duygular daha doğrusu romantik duygular konusunda sıfırda olmasa da çok da iyi sayılmazdı ama özellikle dramatik duygularda çok iyiydi. Yine de ilk halinden çok iyi bir ilerleme kaydetmişse de tam olarak beklediğimiz her şeyi verebilecek kıvamda olmadığını da gördüm. Sanki hala üstünde ufak bir donukluk, bir anlayamamazlık var bilemedim.
Ya da belki karşısında bir Lim Yoona olmasından kaynaklı da olabilir. Yoona'yı gerçekten severim, yıllar önce ilk gördüğüm anda da ne kadar güzel bir enerjisi var ve ne kadar güzel bir kız demiştim. Ama ne olduysa K2 yüzünden oldu. O dizide onu izlemek işkenceden farksızdı. Ne küfürler ettim o diziyi izlerken çünkü Yoona'nın iticiliğinden insana afakanlar basıyordu. Neyse ki yıllar geçti, kültür merkezinin film festivalinde "Confidential Assignment 2: International (공조2:인터내셔날)" izledim ve Yoona ile barışabildim. Çünkü bu filmde inanılmaz eğlenceli, komik, hareketli ve izlemelere doyulamaz bir karakter ortaya koymuştu. O yüzden bu diziyi de izlerken fikirlerim tam olarak yerine oturdu. Yoona komedide çok iyi, dramada donuk ve romantizmde aşırı donuk olduğundan tamamen karşısındaki oyuncuya bağlı olarak izlenebilir oluyor. Burada da o yüzden hiçbir romantik yan göremiyorduk. Yani görmek istediğimiz için, çok istediğimiz için kendimizi zorladık öyle oldu romantizm. Ortam çok güzel, oyuncular çok güzel, hikaye pek güzel olunca kendi içimizden tamamladık biraz da duyguları ve kimyayı. Çünkü kimyaları hiç tutmamış da değildi. Atışmaları, mücadeleleri, birbirlerine girmeleri kesinlikle çok tutmuştu ama bir duyguları yoktu birbirlerine karşı.
Ki belki de hikayenin ana teması bu değildir diye düşünüyor insan. Ama daha ilk dakikalardan bizi zaman yolculuğuna çıkaran şeyin tam da bir aşığın cümlesi olması gerçeği, durumu açıklıyor. Tüm bu hikaye yemeklerin etrafında dönüyormuş gibi görünüyor ama asıl nokta, birbirlerini yavaş yavaş anlayıp, tamamlamaya başlayan, birbirlerinin iyi yönlerini ortaya çıkartıp, kötü yönlerini birlikte törpüleyen ve çok zor bir hayatta birbirlerine destek olarak ayakta kalan ve tam da bu sebeplerle birbirlerine aşık olan iki karakteri anlatmaya çalışıyor aslında hikayemiz. Oysa aklımızda kalan lezzetli yemekler ve kanlı saray darbeleri. 12 bölümde değil de belki bir 20 bölümde anlatıyor olsalar acaba her şey daha "olmuş" olabilir miydi ki? İki cümle öncesinde yazdığım cümledeki her şeyi gerçekten de dizi bize güzelce gösteriyor, anlatabiliyor olabilir miydi ki?
Yine de, her falsosuna rağmen, 6 haftadır beni çok mutlu eden, her haftasonu yeni bölümlerle beni çok mutlu bir yerlere götüren bir macera oldu bu. Tüm yan rollerdeki karakterleriyle, onlara can veren çok aşırı iyi oyuncularıyla ve 16.yüzyıldaki Joseon sarayının o entrikalı ama macera dolu ortamıyla benim için ayrı bir yere sahip diziler arasına girmiş oldu Bon Appetit, Your Majesty.
(Tabi nihayet onca yıl sonra, Moon Lovers'ın böğrümüzde açtığı o kocaman kanlı boşluğa nihayet biraz da olsa merhem sürebildiği için bu dizinin senaristine gönül borcumuz var.)