Joseon Dönemi'nde bir zamandayız. Krallığın başkentinde Sim Jung Woo isimli kahramanımız, devlet sınavını en genç yaşta en birinci olarak geçen bir akıl küpü. Ailesi de krallığın en güçlü iki soyundan birine mensup. Tam hayalini kurduğu gibi bir kamu görevine başlayıp, zekasıyla basamakları birer birer tırmanacağını düşünürken kralın kızı ile evlenmesine karar veriliyor. Prenses de tam düğün töreni sırasında bayılıp, ölmesin mi? Geleneklere göre Sim Jung Woo'nun bir daha evlenmesi ve devlet içerisinde herhangi bir görev alması yasak olduğundan başrol erkeğimiz kocaman evinde, yalnız başına seneler geçirmeye başlıyor.
İktidardaki en güçlü ailenin (Left State Councilor'ın evi - bu councilorları daha önce bir yerde konuşmuştuk çocuklar) evindeki dul gelin Jung Soon Deok ise başrol kızımız. Onun da evlendiği kocası yazık, evliliklerinin ilk yılında zaten hasta olduğu için ölüvermiş. Jung Soon Deok da yine geleneklerden ötürü, gelin geldiği evde yaşamaya, evi çekip çevirmeye devam etmek ve hiç evlenmemek zorunda. Ama Jung Soon Deok'un bir sırrı var: Sabah ve akşamları olan ev işlerini halledip, tüm gün dışarıda, başkent Hanyang'ın sokaklarında bir "matchmaker" olarak çalışıyor. O zamanlar böyle bir gelenek var (ay allahım ne çok gelenek dedim daha iki paragraf oldu). Çöpçatan bizdeki adı ama öyle mi diyeyim? Bu çöpçatanlar, yaşı gelmiş gençleri birbirlerine uygun görüp, bulup, tarayıp evlendiriyorlar. Öyle flört etme, birbirini görme beğenme, birbirini tanıma şu bu bir şeylerin olmadığı zamanlar olduğu için tüm işi bu çöpçatanlar hallediyor. Aileler arasında gidip gelip, böyle niyet mektupları ya da anlaşma mektupları diye düşünebileceğimiz (aslında başka bir şey onlar da o kısmı derinlemesine araştırmam gerekiyor, not ettim) şeyleri değiş tokuş ediyorlar. Çeyiz tarzındaki şeyleri götürüp getiriyorlar falan. Hah işte başrol kızımızın işi de bu. Zevkine yapıyor. Kendisi sonuçta başkentin en zengin ve güçlü ailesinin ikinci gelini. Tanınmamak için de eski köle-yeni minik tüccar bir arkadaşının, Yeo Joo Daek hanımın kılığına giriyor. Üstüne daha alt tabakanın giydiği kıyafetlerden, parlak renkli, ben buradayım diyen kıyafetlerden giyip, yüzüne ağır bir makyaj yapıyor. Bir gözünün altına da esas Yeo Joo Daek'in olduğu gibi bir minik ben kondurunca kendi öz kardeşi bile tanıyamıyor oluyor (bunlar hep gözlük takıp tanınmayan clark kent'in başının altından çıktı hiç öyle göz devirmeyin benim gibi).
Evde kalmış 3 kız kardeş :)
Bu iki şahsına münhasır kahramanımız kaderin bir oyunu ile evde kalmış 3 kız kardeşi (en büyükleri 24 yaşında mı ne, o derece evde kalmışlar yani düşünün) iki üç ay içinde evlendirmek üzere iş birliği yapıyor. Ve maceraları sadece üç kızı evlendirmeye çalışmak olmaktan çıkıp, yıllar öncesine uzanan kraliyet komplolarını çözmeye, kaza gibi görünen cinayetleri ortaya çıkarmaya, veliaht prensi korumaktan, kralın iktidarını muhafaza etmeye kadar bin bir türlü şeye dönüşüyor. Tabi arada da birbirlerine aşık olmaktan geri kalmıyorlar.
The Matchmakers, orijinal adıyla 혼례대첩 (hunriye deçob diye okuyabiliriz) Güney Kore'nin KBS2 kanalında 30 Ekim - 25 Aralık 2023 tarihleri arasında 16 bölüm olarak yayınlandı. Orijinal adı düğün savaşı gibi bir şey demek. Rowoon'u Destined With You'da izleyip, sempatik bulduktan hemen sonra başka bir dizide, hem de bir tarihi romcomda başrol görünce atladım tabiki izlemek için. Böyle eğlenceli, komiklikli, aralarda romantiklikli, bol bol da saray entrikası, güçler arasındaki oyunlar serpiştirilmiş tarihi diziler benim yumuşak karnım artık. Saçlar sımsıkı toplanmış, altta geniş hanboklar giyilmiş kızları, çooonaa diyerek terennüm eden adamları görünce kendimi hoop aralarında buluveriyorum. Çok can sıkıcı bir şeyler olmadığı sürece izlemeye devam ediyorum. Neyse ki bu kez ne can sıkıcı bir şey vardı ne de izlememe engel olacak bir şeyler. Aksine aşırı eğlenceli, mantıksız da olsa gizemli aksiyonlu, tarihi gerçekliği olmasa da tarihi dokulu pek keyifli bir hikaye izledim. Baştan sona kendine has anlatım tarzını ve temposunu korudu. Kendince ters köşeler de yapmaya çalıştı. Oyuncuların hepsi bir şekilde kendini sevdirdi. Hikayenin kötüleri bile sevimli gelebiliyordu yani kötülükleri görünürken.
Ayrıca pek çok açıdan daha "çağdaş" bir hikayeydi. Yani evet Joseon dönemi geleneklerini barındırıyordu hikaye ve zaten temelinde bu geleneklerin kısıtladığı şeylerden çıkan zorunluluklar ve engeller vardı ama tüm bunları, çok da tarihi bir noktaya konumlandırılmadığından belki, biraz daha çağdaş bir bakış açısıyla ele alır gibi davrandı tüm hikaye. Mesela önümüzde her zamanki, erkek egemen kraliyet ortamı ve entrikaları vardı ama tüm her şeyin merkezinde koskocaman bir güç sahibi kadın yer alıyor. Esas kızımız bile aslında tüm hayatını geleneklere ve zamanın ruhuna bir başkaldırı olarak yaşıyor. Hikaye boyunca tanıştığımız kadın karakterlerin hemen hemen hiçbirinin ay elime diken battı benim kurtarın ay gözlerim karardı beni tutun tarzında bir halleri olmadı. Hepsi kendi stilinde dimdikti, kendi hayallerinin peşinde, her durumda kendi kendilerine nasıl her şeyi halledebileceklerini düşünebilen, inisiyatif alabilen kadın karakterler izledik. Onların yanında erkek karakterlerimiz de öyle her şeyi vura kıra halleden, dediğim dedik, kadın karakterleri kurtarıp günü kurtaran kahramanlar şeklinde yer almıyor. Çoğu durumda daha zayıf kaldıklarına ya da yenildiklerine şahit oluyoruz.
Dedim ya Rowoon'u Destined With You'da sevmiştim ve o dizi o kadar kötü olmasına rağmen sonraki işlerine bakmam için motivasyon olmuştu. Burada da fena değildi. Az biraz da olsa oyunculuğuna bir şeyler katar haldeydi. Yine komedi dozu yüksek bir karakter ortaya koyuyor ki bu bence onun oldukça başarılı olduğu bir alan. Buradaki dışarıdan çok ukala ve güçlü, kocaman görünen ama fiziki hiçbir şeyde başarılı veya güçlü olmayan, her şeyi sadece kitaplardan okuyup öğrendikleriyle yapmaya çalışıp, hayata aşırı yabancı olan bu sakar, bilmiş hallerini izlemeyi çok sevdim mesela.
Bakın bu evin hanımı-gelini kılığındaki esas kızımız
Bu da çöpçatan kılığındaki esas kızımız - hiç tanınmıyor değil mi :D
Esas kızımızı oynayan Cho Yi Hyun'u ilk defa görmüş oldum. 2017'den bu yana dizilerde oynuyor görünüyor ama tek bir dizisini bile izlememişim. Burada ilk defa tanıştığım hali böyle çıtı pıtı (gerçi kanımca Rowoon'un yanında herkes mi öyle görünüyor acaba ya da kız gerçekten minyon), bıcır bıcır, her şeye her yere koşturan, her işi halleden, elinden her iş gelen ama her davranışı da kurallara kaidelere uygun bir kız şeklindeydi. Ne olursa olsun kendi iyilik çizgisinden ve etik sınırlarından çıkmadı. İzlemesi keyifli bir karakterdi ama Rowoon'un canlandırdığı karakterle romantik olarak bir kimya oluşturamadı - bana göre. İzleyen hemen hemen herkesin ikisini birbirine yakıştırdığına eminim ama ince bir fark var, onu göremedikleri için olsa gerek. İki karakter olarak olayların içinde, bir arada, yan yana kimyaları çok iyiydi. Sadece romantik olarak bir yıldızlar ışık patlamaları yoktu ortada o kadar.
Mükemmel kral
Daha önce Hometown Cha Cha Cha'nın neşeli kafe sahibi olarak izlediğimiz Jo Han Chul'u oldukça fantastik bir kral olarak izledik burada. Fantastik diyorum çünkü tarihi bir dramada böylesi yumoş, anlayışlı, empatik, kafası çalışan, kimsenin tahttan indirmeye, suikast düzenlemeye çalışmadığı, her şeyi herkesi bir şekilde idare edebilen başka bir kral karakteri görmedim. Keşke her tarihi drama kralı Jo Han Chul olsa.
Hikayemizin güç timsali kadını rolündeki Park Ji Young'u izlemek de ayrı bir keyifti. Hareketleri bir an sinirinizi bozuyorsa öbür an ne kadar mantıklı davrandığını görebiliyordunuz. Kendisi dizilerin ağır toplarından, sektörün eski ve önemli oyuncularından ama buraya kadar hiç gördüğümü hatırlamıyorum. Denk gelmemişim demek ki. Moon Lovers: Scarlet Heart Ryeo (2016)'da üçüncü kraliçeymiş mesela, hiçbir fikrim yok hafızamda.
Yan karakterleri oynayan oyuncuların hemen hepsi çok iyiydi yaptıkları işte. Ama bence bunda, ellerine verilen metinde gayet üstüne düşünülmüş karakterlerin yer alıyor olmasının etkisi var. Herkes yer aldığı noktaya cuk oturuyor ve her sahne su gibi akıyor. 3.duvarın yıkıldığı, her bölümün başındaki sahneler de ayrıca eğlenceli şekerleme süsleriydi hikayeye.
Ben bu hikayeyi ve karakterleri gerçekten çok sevdim. Dediğim gibi sadece tarihi bir fonda olduğu ve Rowoon'u takibe aldığım için açmıştım ama hiç beklemediğim kadar iyi çıktı. Haftalık olarak izleyip, 2023'ün içinde başlayıp biten son diziydi benim için. İzlerken çok keyif aldım, çok mutlu oldum. Biliyorum 2023'ün favorisi olarak - benim favorim olarak - The Matchmakers'ı söylemedim çetelede ama sanki yılın son günü, koştura koştura, uykumdan feragat edip, bitirdiğimde ve şu an üstüne düşündüğümde sanırım en çok bunu sevdim diyebiliyorum.
Seo Mok Ha kızımız 16 yaşında bir lise öğrencisi. Minik Chunsam Adası'nda yaşıyor. Hayali şarkıcı olmak, en sevdiği, çok büyük hayranı olduğu Yoon Ran Joo gibi çok başarılı olmak. Yoon Ran Joo'nun müzik şirketi bir yarışma düzenlediğinde de şarkı söylediği bir videosunu gönderiyor ve yarışmayı kazanıyor. Ama Seo Mok Ha'nın babası buna karşı olduğundan esas kızımız için işler biraz zor.
Jung Ki Ho oğlumuz da esas kızımızla aynı sınıfta. Sessiz, kendi işine bakan bir tip. Devamlı oradan buradan minik minik işler yapıp, para biriktiriyor ki yaşadıkları bu küçük adadan, babasının evinden gidebilsin. Ki Ho da Mok Ha gibi babasıyla yaşıyor. Ama onun annesi babasını terk etmiş, o da annesiyle yaşamaya gitmek istiyor ama babası bırakmıyor. Bu ikisi bir gece birlikte evlerinden, babalarından kaçıyor. Seo Mok Ha'yı Seul'deki müzik şirketine götürmek için. Ama bindikleri feribottan Ki Ho, onları takip edip engel olmaya çalışan Mok Ha'nın babasına engel olmak için inmiş oluyor, Mok Ha da babasından kaçarken feribottan düşüyor denizin ortasında.
Aradan 15 yıl geçiyor. Mok Ha bu 15 yıl boyunca ıssız bir adada mahsur kalıyor. Bir gün çevre gönüllüsü olarak adalardaki çöpleri toplayan Kang Bo Geol ile abisi Kang Woo Hak onu tesadüfen buluyor. Onların da yardımıyla Seo Mok Ha hem bir yetişkin bedenindeki çocuk olarak yeni dünyaya alışmaya çalışıyor hem de ünlü bir şarkıcı olma hayalini gerçekleştirmek için uğraşmaya başlıyor.
Castaway Diva, 28 Ekim - 3 Aralık 2023 tarihleri arasında 12 bölüm olarak Güney Kore'nin tvN kanalında (ve Netflix'te) yayınlanan böyle bir diziydi. Bu sene hafta hafta takip ettiğim dizilerden biriydi. En başta, ilk bölüme başlamadan önce konusuna bakınca çok da heveslenmemiştim açıkçası. Başrollerden bir tek Park Eun Bin'i daha önce izlediğim için tanıyordum. Konusu da herhalde medeniyetten uzun süre uzak kalan bir kızın sarsak bir şekilde şarkıcı olmaya çalışma maceralarını izleyeceğiz diye düşündürmüştü. Biraz absürd bir komedi olur diyordum, bir de iki başrol erkek var göründüğü için araya da bol bol romantizm kaynardı. Sonra ilk bölümü açtım, izledim ve çok kötü oldum. Düşündüğüm komedi ile alakası yoktu izlediğim şeyin. İlk bölümde - spoiler olacak ama olsun - bol bol aile içi şiddet izledim. Seo Mok Ha'nın da Jung Ki Ho'nun babası da feci şekilde çocuklarını dövüyordu. İzlemesi çok rahatsız ediciydi. Bir de çocuk oyuncuların inanılmaz hissederek oynaması tuzu biberi oldu. Çok kötü oldum. Ben bunu izlemeyeceğim dedim. Jung Ki Ho'nun babasını oynayan Lee Seung Joon'u normalde hep iyi rollerde görmüştüm. Bir de bu diziyle aynı zamanda Strong Woman Gang Nam Soon'u izliyordum ve kendisi orada pamuk gibi bir babayı oynuyordu. Castaway Diva'daki rolü o kadar rahatsız etti ki beni. Halbuki karakteri çok iyi yazılmamıştı, büyük boşluklara sahipti. Ama o kadar iyi doldurup, o kadar iyi oynadı ki izlerken rahatsız olmayan, sokakta görünce tırım tırım ondan kaçmayacak çok az izleyici olmuştur.
Bu da bizi senaryonun olmamışlığına getiriyor tabi. Dedim ya ilk başta bir romantiklik dozlu komedi izleyeceğimi düşündürmüştü diye. İlk bölümde de böyle tokat yemiş gibi karanlık bir şey izleyince ne izliyorum diye bakınmaya başladım. İzlemeyeceğim deyip, ikinci bölümü uzun süre izlemedim ama sonra gene dayanamadım çünkü Hatice de çok güzel bulmuştu, izlemem için baya tavsiye etti. İkinci bölümden itibaren hikaye daha da odağını kaybetti. Yani bir odak vermedi elimize demek daha doğru olacak gibi. Tanıtımını, ıssız bir adada kalan bir kızın dünyaya geri dönüp, şarkıcı olma çabası olarak yapmıştı ama bölümler ilerlemeye başladıkça o konu odağımız olmaktan çıktı. Ünlü bir şarkıcı olan Yoon Ran Joo'nun nasıl gözden düştüğüne daldık, alzheimerlı annesiyle ilişkisine girdik. Müzik şirketi CEO'su ne işler karıştırıyordu? Albüm satışları ne olacaktı? Jung Ki Ho'nun babasından kaçıp, saklanabilmek için izini kaybettirmesinden ötürü kimin Ki Ho olduğuna ve nerede olduğuna bakmaya başladık. İki başrol erkek karakterden hangisi Ki Ho çıkacak sorusu etrafında döndük. Şarkı programında neler olacağına daldık sonra. Başka bir idol şarkıcı kızla uğraştık. Ki Ho'nun saplantılı babasından kaçtık, Seo Mok Ha'nın evlerinde kaldığı ailenin içine girdik. Bütün bunlar aslında normal bir senaryo döngüsünde ana hikayeyi destekleyen ve parlatan yan hikayelerdir. Hepsini izlememiz ve bunların kendilerine ayrılmış zamanları olması çok normaldir. Hatta bazen bazı dizilerde bu yan hikayeleri ana hikayeden daha çok sevebiliriz, olur yani. Buradaki sorun, dizinin ana mesajının ya da asıl anlatmak istediği şeyin, asıl derdinin tüm bu hikayeler arasında kayboluyor olması. Ki bir derdinin de olmaması esasında. Ya da varsa bile senaristin kafasında çok net olduğunu düşünmüyorum. Yani diziyi yazmaya başlarken bu hikaye ile ne demek istiyorum diye düşünmemiş gibi. Sanki ıssız adada kalan bir kız olsun, sonra da tüm zorluklara rağmen şarkıcı olsun diye düşünmüş ama bu yolculukta asıl konunun, asıl derdin ne olduğunu düşünmemiş gibi. Dizi ara ara böyle çok güzel hayat derslerine giriyor mesela, kahramanlarımızın o an içine düştükleri durumu, Seo Mok Ha'nın adadaki hayatıyla ilgili bir durumuna bağlayıp, çok güzel bir mesaj oluşturuyor. Ama bunlardan sonra yeniden odağımız kayboluyor. Yani asıl konumuz bu olmaktan çıkıyor. Aslında tüm hikayeyi bu çerçevede anlatmaya çabalasalarmış mesela, daha derli toplu bir şey de çıkabilirmiş.
Karakterlerimizin gençliklerini oynayan çocuklar çok iyiydi ama ya
Bu yüzden de çok içe dokunabilecek, keyifli bir hayat hikayesi olabilecek bir şeyi böyle hiçbir şeye tam anlamıyla dokunduramadan, oradan oraya savrulan ve oyuncuların tek tek performanslarına hayran kaldığımız öylesine bir şey olarak bırakmışlar. Oyuncular cidden ayrı ayrı bakıldığında çok iyi. Yukarıda da dediğim, hikayemizin kötü adamını oynayan Lee Seung Joon elinde mantıklı ve çizgileri belli bir karakter olmamasına rağmen tüyleri ürpertiyor. Sevimli ailemizin anne ve babasını canlandıran Seo Jung Yeon ve Lee Joong Ok, çok ama çok iç ısıtıcılar. Çok rahatlatıcı ve mutlu edici bir aile beliriyor onlar ekranımıza çıkınca, hem de hikayenin çıkışı öyleyken (spoiler söylemiyorum). Annemiz Seo Jung Yeon bu sene 8 dizide yer almış mesela ve ben içlerinden izlediğim 3 tanesinde hep bambaşka biri olarak gördüm onu. My Lovely Liar'da bencil bir anne, bu Castaway Diva'da acılar çekmiş sevgi dolu bir anne olarak izledim ve devam eden My Demon'da da soğuk katı ama mükemmel bir yönetici sekreteri olarak izliyorum.
O yaşta şöyle görünebilsem
Gıcık ama sevimli eski şarkıcımızı oynayan Kim Hyo Jin'i ise ilk defa izliyor olmam şaşırtıcı değil mi bunca yıldır Güney Kore dizisi izlemiş olduğum için (tam da benim kore dizileri izlemeye başladığım yıllarda hiç dizi çekmemiş çünkü mesela). Kendisi hem çook uzun yıllardır bu işin içindeymiş hem de pek sevdiğm Yoo Ji Tae'nin eşiymiş. Sanırım izleyenlerin en çok eleştirdiği karakterdi (ve oyuncuydu haliyle) dizide. Ben karakterinin çok da iyi yazılmamış olduğundan ötürü böyle hissettirdiğini düşündüm izleyip bitirdikten sonra. İzlerken de o kadar sinir bozucuydu ki onun hikaye örgüleri, ana hikayeye dahil oluşları, keşke biraz ekranda görünmese diye diye izledim yalan yok. Dediğim gibi ancak bitirince fark ettim, karakter yazımında boşluklar var, Yoon Ran Joo'nun çizgilerinde, sınırlarında, olaylarında bol bol tutarsızlıklar var.
Aynı şey Kim Joo Heon'un canlandırdığı - kötü adam numara 2 - eski menajer/yeni CEO Lee Seo Joon karakterinde de gözümüze parmak sokulurcasına ortadaydı. Sanki en başta ceo'muz hikayenin lawful evil'ı olarak tasarlanmış (dayakçı babamız da chaotic evil'ıydı mesela) ama yolun sonuna kadar gitmekten vazgeçmiş senarist arada. Ayy ben de hepimiz de Lee Seo Joon'a ölüp bitiyoruz zaten demiş, bu aslında gri bir karakterdi bana ne bana ne demiş. Tabi yolun yarısında plan değişince her şey sallanmış. Lee Seo Joon elinden geleni yapıyor, gözleriyle mimikleriyle, vücut diliyle falan ama elinde güzel bir metin yok.
Başroldeki Park Eun Bin'i ise son yıllardaki, son yıllardaki de değil gerçi direkt 2022'deki Extraordinary Attorney Woo'daki patlayışının ardından herkes çok beğeniyor biliyorum ama ben kendisinden o kadar etkilenmiyorum sanırım. O diziyi izlemedim, yalan yok. Sanırım böyle acayip hype yapan, herkesin izlediği şeylere zamanında elim gitmiyor. Çok sonraları belki. Neyse. Burada da yazmıştım, 2020'de Do You Like Brahms'ta izlemiştim ilk olarak (Bir de şimdi burada). Buradaki karakteri ele alışı biraz rahatsız ediciydi açıkçası. Fazla karikatürizeydi. Onca yıllık adada mahsur kalmışlıktan sonra hayata farklı bir gözle bakıp, içinden geldiği gibi yaşayan, içi hala 16 yaşındaki halini koruyan ve o saflıkla, o kafayla hareket eden birini canlandırmak için bu kadar sarsak olmasına gerek yoktu mesela.
Sanırım en beğendiklerim - sevimli ailemiz dışında elbette ama bunlar o aileye de dahil sonuçta - iki başrol erkeğimiz, ailemizin iki oğlunu canlandıran Chae Jeong Hyeop ve Cha Hak Yeon oldu tüm diziyi izleme serüvenim içinde. İkisini de ilk defa izledim. Cha Hak Yeon'un canlandırdığı Woo Hak karakterini görür görmez sevdim zaten, tanıştığım anda sevdim çünkü her şeyiyle tam benlik karakterlerdendi. Yılların idol şarkıcısı olarak (2012'de çıkan VIXX grubunda, sahne ismi N) kötü bir oyunculuk da çıkarmıyordu, temiz bir şekilde Woo Hak oldu, kendini sevdirdi. Bo Geol'u canlandıran Chae Jong Hyeop ise beklemediğim anda, hiç ummazken sızdı aklıma. Yine ona da çok iyi yazılmış bir karakter vermediklerine eminim ama o kadar doldurdu, o kadar güzel bir şey ortaya çıkardı ki sessiz sessiz, sadece bakarak, izleyerek, ilgilenmezken. Diziyi unutacağım belki yıllar sonra ama onun hissettirdiklerini hep hatırlayacağım gibi.
Demem o ki boş vaktiniz varsa ya da ne bileyim o kadar da seçici bir izleyici değilseniz, Park Eun Bin hayranı da falansanız izleyebilirsiniz tabi. Ama bence gereği yoktu. Ben kendim için öyle düşündüm şimdi. Keşke izlemese miymişim? Chae Jeong Hyeop ile tanışamazmışım. Tamam neyse, o kadar da pişman olmadım şimdi.
Ha Eun Gyeol, kulakları duymayan annesi, babası ve abisi ile büyümüş, kendisi duyabilen ve konuşabilen bir genç, lise sonda. Ailenin tek "dış dünya ile iletişim" kurabileni olarak tüm hayatı kocaman bir "sorumluluk" olarak geçmiş. Duyamadığı için hayatta pek çok şeyden vazgeçmek zorunda kalmış ve ailesini zar zor geçindirebilmiş babası bu yüzden Ha Eun Gyeol'un zıpkın gibi bir doktor olmasını istiyor. Bu beklentiyle ve tüm o sorumlulukla çok çalışkan, çok başarılı ve çok düzgün bir genç olarak büyüyen Ha Eun Gyeol'un (hımm bunlar bana çok tanıdık geldi, tanıdığım birine benziyor ama allah allah) ise bir sırrı var, çok iyi gitar çalıp, müzik yapabiliyor ve müzik aslında onun tutkusu. Doktor falan olmak da istemiyor da, babasını ve ailesini üzmek, istediğini en son şey (tamam şimdi hatırladım kime benzettiğimi). Bir gün gizlice bir müzik grubuna dahil olup, sahneye çıkmışken babası olanları öğreniyor ve büyük bir kavga ediyorlar. Çok üzgün ve çok sinirli bir halde kendini sokaklara atmış yürürken bir müzik dükkanı görüp içeri giriyor Ha Eun Gyeol. Lanet olsun her şeye modunda, gitarını satıyor bu dükkanda. Ama dükkanın kapısından çıktığı anda kendini 1995'te buluveriyor. Geri nasıl döneceğini bilemez halde geçmişte sıkışmışken anne ve babasının lisedeki halleriyle karşılaşıyor. Ve karar veriyor, geçmişteki her şeyi düzeltip, anne ve babasına daha mutlu bir hayat vermeye.
Bir Beatles anı mı yaşanıyor
Twinkling Watermelon, orijinal adıyla 반짝이는 워터멜론 (bançakının wotomellun) 25 Eylül-14 Kasım 2023 arasında Güney Kore'nin tvN kanalında 16 bölüm olarak yayınlandı. Senaryosu Kill Me Heal Me, Moon Embracing The Sun ve Chicago Typewriter dizilerini de yazan Jin Soo Wan'a ait. Bu yüzden de zaten insanın içine oturan, tüm tellerine basan, gülümsetirken hüngür hüngür ağlatmaya başlatan ve her anı dolu dolu geçen bir hikayeye sahip. Oyuncular da ellerindeki bu güzelim senaryoyu tüm her şeylerini vererek oynadıkları için ortaya çok güzel bir hikaye çıkmış durumda. Aslında fazlaca Back to The Future'ın ilk filminden yola çıkılmış gibi duruyor, öyle tamamen orijinal bir hikaye yok önümüzde. Çok iyi gitar çalan gencimiz var. Geçmişe gidip, gitar da çalıyor. Anne ve babasının lisedeki halleriyle bir araya düşüyor. Onları bir araya getirmeye de çalışıyor kendisinin var olabilmesi için. Kendi zamanında ailesi çok zorluklar yaşamış olduğu ve babası biraz ezildiği için geçmişte bir şeyleri düzeltmeye de çalışıyor. Ama bu kadar benzerlikler. Amerika versiyonumuz haliyle eğlencelik ve komik olması üzerine düşünülmüş bir hikaye olduğu için yolları burada ayrılıyor. Burası Güney Kore çünkü, her hikaye daha insani, daha duygular ve düşünceler üzerine kurulu.
Beni de can evimden vuran bu her sahnesinde yansıttığı duyguları ve içime oturan, içimi karmakarışık eden düşünceleriydi zaten. Hayatımı hep koca bir yanlışlık, koca bir pişmanlık yığını olarak görerek bu yaşıma geldiğim için çok ama çok kereler geçmişe gidip, düzeltmeye annemle babamın hayatından başladığımı hayal ederek günler geçirdim. Babamın ailesine yük olmamak için üniversiteye gitmek yerine gidip askeri okula yazılmadığı ve okuyup makine mühendisi olduğu, annemin abisi göndermediği için gidemediği okula devam edebildiği, öğretmen olduğu ve evlenmek zorunda kalmadığı bir geçmiş hayal ettim hep. İkisinin tanışmadığı, severek başka insanlarla evlendikleri ve mutlu oldukları hayatlarının olduğunu mesela. Doğmak zorunda kalmadığım ve bu işkenceyi yaşamak zorunda olmadığım bir dünya olsaydı dedim mesela. Ben var olmayayım da yeter ki onlar mutlu birer hayat yaşamış olsun dedim hep.
Spoiler olacak ama bu da dizimizdeki bir başka ana karakterimizin hikayesine götürüyor bizi. On Eun Yoo kızımız da Ha Eun Gyeol oğlumuz gibi 2023 yılından 1995 yılına bir yolculuk yapmış buluyor kendini. Ha Eun Gyeol annesiyle babasını bir araya getirmeye, geleceği garantiye almaya çalışırken, On Eun Yoo ise geçmişi değiştirmek, annesiyle babasının evlenmesine engel olup, kendisinin hiç doğmamış olmasını sağlamaya çalışıyor. On Eun Yoo'nun hikayesi bu yüzden benim için daha mantıklıydı. Şaka şaka, onun hikayesinin çıkış noktası iyiyken tamamı mantık dışıydı. 1995'te annesinin gençliğiymiş gibi (Choi Se Gyeong ismi annesinin) davranarak nasıl başka biriyle evlenmesini sağlayacağı sorusu hala pıhlamama sebep oluyor. 18 yaşındaki annesi o sırada Amerika'da ve sonraki 20 yıl daha geri gelmiyor. Gerçek Choi Se Gyeong geri gelmediği sürece ilk aşkıyla nasıl evleneceği sorusu muamma. Yani On Eun Yoo 1995 yılında başka bir adamla evlense, bu evlenen biyolojik olarak annesi olmayacağı için yine mantıksız. Ahh vallahi güzelim dizide böyle saçma bir ayrıntı oluşturup, hikaye boyunca buna takılı kalmamı sağladığı için sevgili senarist ablaya kızgınım. Favorilerimde ilk üçe girebilecek bir hikayeyken sırf bu yüzden altlarda kaldı.
Ahh ahh
Oyuncuların da aşırı iyi oynadıklarını söylemiştim ya, hah işte onların arasında resmen döktüreni Choi Hyun Wook'u ilk defa izledim. Esas oğlumuzun babasının uçarı gençliğini oynadı ve içimi söktü resmen. Sadece 21 yaşında olduğuna inanamadım. İlk başlarda abartılı mı oynuyor, çok mu gürültücü derken aslında ne kadar iyi, ne kadar yerinde bir karakter yarattığını görmeye başladım. Gülerken, konuşurken, somurturken, ağlarken, koştururken hep o genç adamdı. Gözleriyle, beden diliyle bile konuştu, anlattı her hissettiğini. Hani tam da böyle dışarıdan bakıp da sinir olacağım, bu kesin kötü biri diyeceğim bir insan gibi görünüp, içinin güzelliğiyle yutkunduğum bir karakter yarattı gözlerimin önünde kanlı canlı.
Geçmişe giden esas oğlanımız Ha Eun Gyeol'u ise daha geçenlerde izleyip, anlattığım The Secret Romantic Guesthouse'taki (şurada) Ryeoun canlandırdı. Gerçek ismi Go Yoon Hwan iken neden böyle bir isimle oynuyor anlamadım gerçi. İdolden oyunculuğa geçme de değil, üniversitede direkt oyunculuk eğitimi alıp işe başlamış. O dizide şöyle demiştim, hala öyle düşünüyorum:
Üçlünün son üyesini canlandıran Ryeoun da ilk defa izlediğim bir genç oyuncu. Bu dizideki rolü aslında temelde soğuk, dışarıdan ciddi ve serinkanlı görünüp, sonradan içinden sıcak birinin çıkması gereken bir karakter. Ama işte tam da bu sebeple dozunu ayarlayamamış da odun gibi kalmış hissi veriyor. Şu an tamamen başka bir rolde Twinkling Watermelon'da izlemiyor olsaydım eğer kendisiyle ilgili görüşüm öyle de kalacaktı ama Twinkling Watermelon'daki halini görünce anladım ki elindeki senaryo ve karşısındaki yönetmenle yapabildiği o kadarmış The Secret Romantic Guesthouse'da. Diziyi izlerken o kadar sinirimi bozuyordu ki odunluğu, tepkisizliği, durgunluğu neredeyse sahnelerini atlamak istiyordum. Oyunculuk namına bir şeyler görmedikçe de başka şeylere takıyordum. Sesi mesela burnu çok doluymuş da zar zor nefes alıyormuş gibi çıkıyor, diziyi izlerken off diyerek sonunda ekrana elimi daldırıp çocuğu sarsmak istiyordum açın şunun burnunu diye. Sonra burnunun şekline taktım mesela, bir sinir bozucuydu. Yani o kadar kötüydü hali düşünün böyle şeylere takılıp durdum. Şu an izlediğim dizide hiçbir yerine bakmıyorum halbuki, aklıma gelmiyor çünkü Ryeoun da etrafındakiler de çok iyi oynuyor.
Annesinin gençliğini oynayan Shin Eun Soo'yu da ilk defa gördüm. The Legend of The Blue Sea'de denizkızımızın gençliğini oynamış ama nereden hatırlayacağız :) Burada tüm dizi boyunca kulakları duymayan ve konuşamayan, ömrü boyunca duygusal ve fiziksel şiddete maruz kalmış bir genç kızı oynayıp, kendine hayran bıraktı. Böyle su gibi, dupduru, insana kendini kolaylıkla izleten bir oyunculuğu var.
Bir de bu muhteşem, döktüren üçlünün yanında sinir bozucu, fazla zorlayıcı Seol In Ah var. Hepimiz onu A Business Proposal'da izlerken böyle bir anda bu kadar aranan, her yerde oynayan, pıt pıt her bir dizide karşımıza çıkıp, hemen hemen hepsinde benzer rollere giren bir başrol oyuncusu olacağını tahmin edebilir miydik? Valla ben etmiştim. Orada izlerken, bu kadar iyi görünen (Kore standartlarına göre güzel yani) ve başrollerin önüne geçen bir oyunculuk çıkartan bir kızı yan rolde bırakmazlar demiştim. A Business Proposal'dan önce 9 dizide oynamış olsa da oradaki hali dikkat çekiciydi, haliyle bir anda patladı. Ama oyunculuğu orada iyiydi ya. Burada izlediğim şey ise hiç mi hiç seyredilesi bir şey barındırmıyordu. İki ayrı karakteri canlandırmak olarak algıladığı şey, birini somurtuk taş duvar, öbürünü ise winnie the pooh'daki tiger gibi yapmak olmuş. Hissettiği hiçbir şeyi hissettiremedi, hiçbir duygusunu geçiremediği gibi karakterine sempati duymamızı, bağ kurmamızı da sağlayamadı. Sanki bu diziyi çok da ciddiye almamış gibi. Ya da kendini artık çok havada görüyor gibi. Nerede ne yaparsam tutuluyorum zaten der gibi.
Büyükanne ve evde kalan öğrenciler - ağlıyorum
Bu esas dörtlümüzün etrafında müzik grubunun sevimli elemanları, Ha Eun Gyeol'un büyük büyükannesi/babaannesi (ki ah be haelmoni ah be, sana sarılıp ağlayasım var) ve onun evinde kalan üniversite öğrencileri de hikayemizin en güzel unsurlarını oluşturuyordu. Büyükannenin evindeki her bir sahne izlemesi en keyifli, en mutluluk verici ve en içe oturan bölümleri oluşturdu gibi geliyor bana hep.
Çok hissedilerek ama aşırı da düşünülmeyerek yazılan, aşırı iyi oynanan ve çok emek verilerek çekilmiş bir hikaye izledim ben böyle. Her hafta o ikişer saat boyunca hem eğlendim, hem ağladım, hem bir daha bir daha kendi hayatıma gittim geldim. Hikayenin çıkış noktası müzik tutkusu olduğundan da bir yandan, şahane şarkılar dinledim, müzik hakkında çok güzel şeyler öğrendim. Sonunda tüm hikayeyi toplayıp, çok da iyi bir mesaj verememiş olsa da gönlümdeki yerini aldı Twinkling Watermelon.
Ben bunu anlatmaya nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Nasıl bir şey izledim, aylar sonra hala düşündükçe düşüncelerimin içinde kayboluveriyorum. Belki hep aynı türden şeyleri izliyormuşum gibi görünüyordur artık, o aynıların içinde böyle bir şeye rastladığım için eh tabi değişik gelir diyebilirsiniz. Ama ben bu "aynı" şeyleri izlemeye, tüm o "değişik" ne var ne yoksa izlediğim uzun yılların neticesinde ulaştığım için sanırım az biraz da olsa bir yetkinliğim var. Değil mi?
"Moving" bir webtoon uyarlaması. Güney Koreli manga/cartoon/webtoon sanatçısı (ne denir bilemediğimden sıraladım) Kang Full'un 2015'te yayınlanmış bir webtoon'u. Dizinin senaristi olarak da görev almış sanatçı. 1976 doğumlu olduğunu da hesaba katarsak şimdiye kadar birçok webtoon, resimli kitap ve manhwa ortaya çıkarmış.
Temelde hikayemiz aynı liseye giden 3 genci odağına almış bir süper kahraman hikayesi. İlk gencimiz Kim Bong Seok, şehir merkezinden uzakta bir katsu restaurantı işleten annesiyle yaşayan üzümlü çörek gibi bir çocuk (cümleye genç ile başlayıp çocuk ile bitirmem de kafamın karışıklığını göstersin). Bong Seok henüz nasıl kullanacağını bilemese ve kontrol edemese de uçuveriyor. Gücü bu. Diğer gencimiz Lee Kang Hoon'un annesi ve babası minik bir dükkan işletiyor. Babasında biraz zeka geriliği mi denir, doğuştan gelen bir durum var, bir çocuğun sosyal becerilerine ve aklına sahip. Kang Hoon okulda çok kimseyle konuşmuyor, derslerine odaklanmış durumda, sınıf başkanı ve çok güçlü. Onun gücü de fiziksel güç yani. Dönemin ortasında diğer gencimiz transfer oluyor sınıflarına: Jang Hee Soo. Hee Soo da tavuk restaurantı işleten babasıyla yaşıyor, önceki okulundan bir kavgaya karıştığı için atılmış. 17 kişiye karşı tek başına dövüşüp, hepsini bir güzel benzettiği için. Hee Soo kızımızın da özelliği yaralanmaması. Yani yaralanıyor da iyileşiveriyor hemen. Kolunu kırıyorsunuz, iki dakika içinde bitişiyor. Yüzünü kesiyorsunuz, şıp kesik iyileşiyor.
Bu sahnenin hissettirdiklerini anlatamam
Bu üç gencin yanında başka başka süper güçlü kahramanlarımız da ortaya çıkıyor tabi. Bunların peşine düşen kötüler de geliyor. Gençlerimiz ailelerinin öyküleri de dahil oluyor sonra. Neredeyse her birinin anne babasının gençliklerine de yol alıyoruz bölümler ilerledikçe. Ama böyle anlattığım gibi anlatmıyorlar hikayeyi. Ya da şimdiye kadar gördüğümüz o süper güçlere sahip kahramanlarınki gibi de anlatmıyorlar. Dizinin atmosferi bir süper kahraman hikayesi gibi değil. Karakterlerimizin hiçbiri o okyanusun öte yanındaki süper kahramanlar gibi davranmıyor, öyle konuşmuyor. Bunu size nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Böyle iliklerinize kadar işleyen bir hikaye izliyorsunuz. Önünüzdeki ekranda uçan kaçan kovalayan kırılan dökülen pata küte sökülen yıkılan patlayan bir dolu şey varken yine de bir şeyler içinize dokunuyor. Hani o koca koca bütçeli süper kahraman filmlerini izledikten sonra tüm o aksiyondan ve her şeyin aşırı fazla olmasından dolayı bir mala dönersiniz ya. Ama sadece gözlerinizin ve sesin yorgunluğudur. Beyniniz bir yarım saat içinde kendine gelir çünkü aslında bir şey düşünmemiş, heyecan dışında bir şey hissetmemişsinizdir. Hah işte bu diziyi izlerken de öyle bir şey olacak diye düşünüp açtım, sonra "hissetmeye" başladım. Düşünmeye. Yutkunmaya. Gülümsemeye. Önem vermeye başladım. Hikayenin kötülerine bile oturup, zırıl zırıl ağladım. Her bir karaktere ekranımdaki sarılıp, ağlaştım. İzlemeye başladığımda ilk 9-10 bölümü yayınlanmıştı, o yayınlanan bölümlerin hepsini izleyip güncele yetişebilmek için zombi gibi gezindim bir hafta. Ne yedim ne içtim ne kadar uyudum farkında olmadan yaşadım. Kafamda devamlı onlarla, hikayenin içinde işe gittim geldim, açtım izledim.
Bu sahneyi kalbimize kazıdık
Dışarıdan belli olmayan birtakım tatlılıklar
Müthiş bir kadroya sahip dizinin oyuncularının çoğunu da izlememiştim işin ilginci daha önce. Nasıl olabilirdi? Zo In Sung ile tanıştım (woowww), Han Hyo Joo ile tanıştım (o nasıl bir zarafet). Asıl kalbime kocaman oturan Ryu Seung Ryong ile tanıştım ki ben bu yaşıma kadar onun gibi bir oyuncuyu bilmeden nasıl yaşamışım? Umarım bir gün - çok da geç olmayan bir gelecekte - kendisiyle tanışıp, duygularımı ifade edebilirim.
Genç oyunculardan sadece Go Yoon Jung'u biliyordum haliyle, önce Law School ardından da Alchemy of Souls'dan. İlkinde üniversite öğrencisi, ikincisinde ise genç bir kadın olarak izlememe rağmen burada birden karşımda bir lise öğrencisi buldum. Nasıl yapıyorlar bilmiyorum, gerçekten de küçülmüş gibi, lise öğrencisi gibiydi. Vücut dili bile değişmişti. Pofidik Bong Seok'umuzu canlandıran Lee Jung Ha'yı ilk defa gördüm mesela. Her izleyenin yüreğini ele geçirdi kendisi. Güçlü yumruklu Kang Hoon'u canlandıran Kim Do Hoon'u ise Today's Webtoon(2023)'ta bol travmalı bol sorunlu bir webtoon sanatçısı olarak izlemişim, hem de nasıl oyunculuğuna hayran kalarak. Ama o gencin bu çocuk olduğunu o kadar bölüm izlerken anlamadım, şu an çözüyorum. Onun da role girişi, değişimi takdire şayan yani. Gene de sanırım beni en çok etkileyen Kuzey'deki ekibin hikayeleri ve yaşadıkları oldu. Sonlara doğru ciğerim söküldü. Bu ne güzel hikaye yazımıdır dedim her bir anında, bu ne güzel oynayıştır dedim her bir sahnede.
Güzel posterler
Sanırım diziyle ilgili beni tek rahatsız eden şey grafik boyutlardaki şiddet ve kandı. En sevdiğim hikaye arkına sahip olan karakter (yukarıda da dediğim Ryu Seung Ryong'un canlandırdığı) Jang Juwon'un tüm hikayesi kavga dövüş kan şiddet kemik kırılması göz çıkarması şeklindeydi. Hiç bitmedi. Başladı mı hiç bitmedi. Bir yandan oyuncuyu, karakteri izlemek istiyordum ama bir yandan da izlemeye dayanamıyordum. Ben uzun yıllardır kanlı şeylerden uzak duruyorum. Bu yüzden birden bu kadar doz bana fazla geldi. Ama bundan da keyif alan var sanırım, nasıl rahatsızlıklara ve psikolojiye sahipler bilemem tabi.
Diyeceğim şu, çok sevdiğim ama izlerken girdiğim şoktan ve etkilenmişlik durumundan ötürü ne hissettiğimi aylar sonra üstüne düşündüğümde ancak anlayabildiğim bir hikaye izledim. Devamının da geleceği kesin gibi. O saçma sapan squid game gibi şeyler izleyeceğinize bunu izleyin.
Lee Hong Joo, belediyede çalışan bir memur kızımız. Çevre düzenlemesiyle ilgili bir bölümde, öyle çoğunlukla belediyenin yetki sahasındaki parklarla, bahçelerle, ormanlarla falan ilgili şeylere bakıyor. Aslında iyi, sevimli ve arkadaş canlısı ama işte biraz doğrucu falan olunca insanları kendine gıcık etmiş. Yalnız başına yemek yemek zorunda kalıyor, tek ailesi olan babasını da kaybettiği için hayatının hemen hemen her alanında yalnız. Çok üzgün.
Bir gün belediyenin alanındaki bir ormanda, metruk bir eski evde bir youtuber kaza geçirip, ölünce oranın yıkımı ve düzenlenmesi ile ilgili iş Lee Hong Joo kızımıza kalıyor. Arazinin sahibi de çok zengin, pek yakışıklı ve zeki ama soğuk (ay allahım gına geldi bu tiplerden ya neyse senaristlere gelmedi) avukat Jang Shin Yoo çıkmasın mı? Arazide bir de gömülü bir sandık, sandığın içinde de eski bir büyük kitabı buluyor avukatımız. Eskiden şaman olan ama şimdi bakımevinde alzheimerlı gibi takılan teyzeden de bu kitabın sahibinin memur kızımız olduğu bilgisini aldığı için takılıyor memur kızımızın peşine. Sahibi derken yani işte Hong Joo'nun ataları yazmış güya kitabı, o yüzden ona miras diyor teyze.
Ama avukat oğlumuzun da bir sorunu var. Ailesinin erkeklerini erken yaşta öldüren bir hastalık var. Esasında bu bir lanet. Jang ailesinin atalarından birini bir şaman lanetlemiş. Jang Shin Yoo'nun beyninde doktorların anlam veremediği ve tedavi edemediği bir şeyler var. Lanet işte yahu. Shin Yoo da acaba bu büyü kitabındaki büyülerle bu memur kız beni iyileştirebilir mi diye çabalıyor. Memur kızımız ise büyü kitabındaki büyülerle platonik aşık olduğu belediye başkanının yardımıcısını kendime aşık edebilir miyim diye bakıyor. Bu esnada tabi aşk büyüsünde yanlışlık oluyor ve avukat oğlumuz memur kızımıza aşık oluyor. İkisi de bu karışıklığı çözebilmek ve büyüyü tersine çevirebilmek için birlikte çabalamaya başlıyor.
Bu Nakhwa Nori festivallerini çok severim ama bu sene her dizide - her bir tanesinde kullandılar
"Destined With You", orijinal adıyla "이 연애는 불가항력" (bu aşk imkansız olarak çevirebiliriz) 23 Ağustos - 12 Ekim 2023 arasında 16 bölüm olarak yayınlandı Güney Kore'nin jTBC kanalında (ve Netflix'te). Konusunu okuyunca çok da ilgimi çekmemişti. Başrollerdeki Jo Bo Ah ile Rowoon'u da daha önce hiçbir dizide izlememiştim. Sadece ilk bölümü yayınlanmıştı ve bakıp, bırakırım diye düşünerek açtım. Bir de zaten jTBC'nin dizileri - özellikle romantiklik tarafında yer alır gibi görünenleri - genelde daha durgun ve benim zevkime göre sıkıcı olma eğilimde diye düşünürüm. Ama ilk bölümde vuaaa neler oluyor dedim. Rowoon'un canlandırdığı avukat oğlumuzun boynundan yukarı sahibi olmayan kanlı bir el tırmanıyordu. Olmayan birileriyle konuşuyordu, gerilim ortamı sarıyordu. Karanlık ve gizem doluydu. Öteki yanda ise başrol kızımız da yine korku filmi gibi sahnelerdeydi ama komikti de. İlk bölüm beni hem cezbetti hem de keyif verdi. İyi bakalım değişik bir şey var galiba dedim. Devam ettim.
Memur kızımız
Ama değişik bir şey değilmiş. Hem de son zamanlarda izlediğim pek çok kdramanın sahip olduğu az buçuk otantikliğe ya da iyi yazılmış kadın karakterlere bile sahip değilmiş. Hikaye aslında ilgi çekici bir gizeme sahipti hakkını yemeyeyim. Yine geçmiş hayatlardaki olaylardan ötürü lanetler, aşklar falan vardı ama o nokta - genel çerçevede - iyi düşünülmüştü. Bu hikayenin işleyişi sarpa sardı, saçmaladı daha sonra. O geçmiş hayattaki karakterlerin bu hayata yerleştirilmesinde çok salak şeyler yapıldı sonra da. Yani senarist iyi bir şeyi bir yerden duymuş sanki, sonra üzerine saçmalamış da saçmalamış gibiydi. Başrol kadın karakterimiz, memur kızımız yani yazılabilecek en salak, en özsaygısız, en düşüncesiz, en gereksiz karakterlerden biriydi. Üstüne bir de Jo Bo Ah'nın böyle vik vik bir sesle, ağlamaklı gözlerini habire kocaman açarak, ağzını uzatarak oynamayı seçmesi bu karakteri resmen tüm diziyi bana işkence haline getirdi. Belediyedeki ofis ekibinin tüm dizi boyunca, gram ilerleme göstermemesi hele. Hani sinir bozucu ofis arkadaşları tüm senaryo boyunca olan olaylar, yaşanılanlarla birlikte sonunda az biraz da olsa değişir, gelişme gösterir ya, normalde "karakter" yazımı budur. Hah işte burada bu salaklar ilk bölümden son bölüme kadar sıfır gelişme gösterdi.
Evin çatısında piknik yapıyoruz
Güney Kore'de belediyede memur olunca böyle evlerde yaşayabiliyorsak oraya nakil olayım
Dizinin tek iyi yanı benim için ve izlemeye devam etmemin tek sebebi Rowoon'du. Normalde orada burada rastlıyordum, yüzü aşırı estetikli geldiğinden biraz sinirimi bozuyor bakamıyordum. Estetikli olmayabilir bilemiyorum ama öyle görünüyor. Yani estetiğe karşılığımdan değil, böyle rahatsız edici olanları var ya hani, bakarken o insana yanlış bir şeyler olmuş ve olmamalıymış gibi hissediyorum. Gözlerime habire parmak sokuluyormuş gibi. Normalde burnunuz yamuk doğmuş olabilirsiniz mesela ya da dudaklarınız kendiliğinden kocaman olabilir. Bu görüntüye bakmakla ilgili bir sorunum yok. Öyle doğduğunuz için o zaten bana doğal geliyor kendiliğinden. Ama karşımdaki şeyin o insanın kendi kendine seçerek yaptığı bir şey olduğunu ve kötü durduğunu anlayınca sinirim bozuluyor. OKBsi olan bir insanın yamuk bir saatle karşılıklı oturmaya zorlanması gibi bir şey bu işte öyle diyeyim (benim yok, sadece durumu anlatmaya çalışıyorum). Böyle birkaç oyuncu var benim için, Im Soo Hyang mesela. Kadının bırak dizilerde oynamayı, evden dışarı çıkmaması gerekiyor bence. O kadar kötü. Ve kimse de demiyor, kendisi de görmüyor. Onu o hale getiren doktorun yatacak yeri yok zaten (ki önceki burnu olabilecek en normal burun, insan gerçekten yumruklamak istiyor).
İşte Rowoon da o kadar olmasa da o bir değişik burnu ve ördek dudaklarıyla çok bakmaktan hazzetmediğim bir oyuncuydu. Ama bu dizide görüntüsünü atlayıp, oynayışına ve karakterine odaklanabildim ve çok eğlendim. Normal hayatında acayip komik ve eğlenceli bir insan olduğunu görünce de sebebini anladım. Tüm o gerçek Rowoon'u senaryonun kendine tanıdığı az buçuk alanda ortaya çıkarıp, sahneleri kendi başına yüklenip götürdü. Mantıksız ve salaklıkla dolu senaryo boyunca yüzümü güldürdü. Zaten bir 18 gün sonra da onu ikinci kere göreceğim bir başka dizisi yayınlanmaya başladı (şu anda devam eden The Matchmakers). O arada geçende bahsettiğim A Time Called You'da da bir bölümde göründü. Sanırım bu seneki kdrama kazancım Rowoon oldu böylece.
Gerçekten bir tane daha geçmiş hayatında aşıklardı ama sonra çoook kötü şeyler oldu senaryosu görürsem Kore kültür bakanlığına balyozla dalmaya gideceğim
Neyse, dizi iyi değildi. Tüm bunlarla bunu söylemeye çalışmıştım aslında. Çok iyi ve değişik bir şeymiş gibi kendini kamufle ederek başlayıp, salaklığına doyulmayan, geçmiş hayatlardan gına getirten, artık böyle kadın karakter mi kaldı allasen be senarist diye ekrana kafa geçirmelik kocaman bir zaman kaybıydı. Jo Bo Ah öyle olmayabilir ama bir daha görürsem yolumu değiştireceğim o derece.
30larındaki Han Jun Hee'ye doğumgününde bir hediye paketi geliyor. İçinden eski bir kasetçalar çıkıyor. Yanında da bir kasetle birlikte. Han Jun Hee'yi zaten melankoli sarmış, çok sevdiği nişanlısı Koo Yeon Jun bir uçak kazasında kaybolalı/öldü kabul edileli bir yıl olduğundan ve onsuz bir doğumgünü geçirdiğinden. Kasetçaların düğmesine basıyor ve 90lardan hüzünlü bir melodiyle uykuya dalıyor. Gözünü açtığında bir hastane odasında kafası bandajlı halde yatıyor olmasın mı? Karşısında ise ölen sevgilisinin tıpkısının aynısı gibi görünen liseli bir çocuk. Han Jun Hee, kasetçalar sayesinde 1998 yılına bir zaman yolculuğu yapmış oluyor. Kwon Min Ju adında bir liseli kızın bedeninde uyanıyor, karşısındaki bulduğu çocuk ise ölen sevgilisi değil, Nam Si Heon adında farklı biri çıkıyor. Kendini anlamadığı bir zamanda, bilmediği bir genç kız olarak bulan esas kızımız, bir yandan buraya nasıl geldiğini ve nasıl geri döneceğini, sevgilisine tıpatıp benzeyen bu çocukla gelecekteki sevgilisinin ne alakası olduğunu çözmeye çalışırken bir de kendini bedeninde bulduğu kızın saldırıya uğradığını ve birkaç ay sonra da bir cinayete kurban gideceğini öğrendiğinden tüm bunlara engel olmaya çalışıyor.
"A Time Called You" böyle karmaşık, gizem dolu bir zaman yolculuğu hikayesiyle dikkatimi çekti tabiki. 8 Eylül 2023'te Netflix'te yayınlandı 12 bölüm olarak. Esasında 2019 yapımı bir Tayvan dizisinin Güney Kore versiyonuymuş. Tayvan'daki o dizi o kadar sevilmiş, o kadar tutulmuş ki böyle die-hard fanları falan var. Oradaki hikaye ile birebir aynı yapmasalar da hikayenin özünü hemen hemen korumuşlar gibi görünüyor. Tayvan versiyonunu izlemedim haliyle, izlemeyi de düşünmedim çünkü her ülkenin dizilerinin kendine özgü bir tarzı oluyor ve hiç Tayvan dizisi izlemediğim için aşırı tuhaf geleceğinden hemen hemen emin gibiyim. Neyse merak edenler için bu orijinalin adı "Someday or One Day".
Kore versiyonunun daha ilk bölümlerinden nasıl bir şey izleyeceğimi ve bana ne hissettireceğini anlamıştım aslında. Görüntü olarak mükemmel güzellikte bir hikaye vardı önümde, her bir sahne, kameranın her bir açısı tablo gibiydi. Her bölüm sorularım ve çözmeye çalıştığım gizemler çoğalıyordu. Geçmişte Min Ju'ya kim saldırmıştı, neden ölüyordu? Kim neden hapse giriyordu, Koo Yeon Jun ile Nam Si Heon arasında bir bağlantı var mıydı, farklı mı aynı kişiler miydi ama yaşları tutmuyordu? Han Jun Hee ile Kwon Min Ju arasında bir bağlantı var mıydı? Günlüktekileri kim yazmıştı? Müzikçi dayı neyi ne kadar biliyordu? Tüm bunları çözmeye çalışmak çok keyifliydi. Ama ağzımda böyle anlamsız bir tat vardı. Böyle mideme sırf dolsun diye ittirdiğim ama tadını pek de beğenmedim bir şeyler yiyormuşum gibi.
Dedim ya her an tablo gibi
Hikaye beni mutlu etmiyordu. Benim durumumda bu bir zorunluluk çünkü. Bu dizileri, bu hikayeleri hep mutlu olabilmek için izliyorum. Bir aksiyon da izlesem, bu polisiye dedektiflik de izlesem ya da tarihi savaş hikayesi de izlesem bir şekilde beni mutlu hissettirmesini umuyorum her birinde. İlla mutlu sonlu bir romcom izlememe gerek yok bunun için yani. Eğlenceli bir arkadaş komedisi de izleyip mutlu olabilirim. Önemli olan önümdeki hikayenin o hissi taşıması. Bir korku filmi de izliyor olabilirim, kahramanlarımız bir zombi saldırısından da kaçıyor olabilir ama hikaye öyle bir yazılmış olur ki mesela, izleyip kapatınca keyifli bir pasta yemişim gibi üstüne çay içebilirim. Ama bu hikayeyi izlerken hep mutsuzdum. Hayatımda zaten yeterince insanı kaybettim, yeterince insandan vazgeçtim ve geçmişimi gömebilmek için çok büyük çaba sarf ettim son birkaç yılda. Oysa bu hikayeyi izlerken habire bir kekremsi tat gibi içimden yükseldi. Aslında empati kurmadım hiç karakterlerle, hikayenin içine de giremedim. Sadece hoş değildi verdiği his. Kaybettiklerini geri dönüp, kurtarmaya çalışma hissi. Hikayeyi anlatmayı seçtikleri hız da etkendi bunda tabi. Böyle pastel bir renk paletinin önünde dikilip, 1998'e bakıyordum da bakıyordum. Öylece bakıyordum sanki. Donmuşum gibi. İçim daralarak. Aslında bir şeyler de oluyordu olmasına ama ben sanki hep duruyormuşum gibi. 1998'dekilerin gülümsemelerinde hep bir hüzün, 2023'tekilerin hepsinde bir depresiflik.
Aslında pek sevimliydiniz ama
Diziyi bırakmamak için kendimi zorladım resmen. İnat ettim. En sevdiğim şeylerden birini, zaman yolculuğunu izliyordum sonuçta ve bir dolu sorum vardı hala. İnat ettim. En azından o soruları cevaplama pahasına. Yoksa kavuşacaklarmış, kavuşamayacaklarmış, olaylara engel olabileceklermiş olamayacaklarmış falan umrumda değildi. Dedim ya hikaye bana bu anlamda bir şey geçiremedi. Oyunculardan mıydı belki de onu bilemedim. Kötü oynayan insanlar da değillerdi. Başrolde hem 2023'teki kızı hem de 1998'deki kızı oynayan Jeon Yeo Bin'i ilk defa izliyordum mesela ve ilk üç dört bölümde bu iki karakteri iki ayrı kişi oynuyor zannettim. Tamamen farklı iki insana dönüşüyordu karakterler değiştiğinde bence. Ama hiçbir duygusu bana geçmiyordu o ayrı. Bir şeyler hissetmemi sağlamıyordu.
Esas kızımızla liseli haldeki Ahn Hyo Seop
Geçmişte ve gelecekte yine iki ayrı karaktere hayat veren Ahn Hyo Seop'u ise en son "A Business Proposal"da izlemiştim (şurada). O diziden bahsederken "onun yüzünden aslında diziyi ilk gördüğümde aaa çocuk büyümüş de başrol romantik komedi erkeği mi olmuş diyerek izlemeye karar vermiştim." diye yazmışım. Burada görünce şoka girdim, aslında izleme motivasyonlarımdan biri de oydu, neden gördüm diye şok olmadım. Halini görünce neye uğradığımı şaşırdım. Hemen hemen 5 yıllık bir zaman dilimi içinde önce şakacı sevimli bir lise çocuğu, sonra gıcık ama aşık bir chaebol/genç adam olarak izledikten sonra burada böyle birden serpilmiş, kocaman olmuş gibi geldi. Hani liseye ilk başladığımız yıl herkes daha çocuktur da yaz tatili gelir, geçer, ikinci senenin başında herkes bir saçma halde, kontrolsüz bir şekilde kilo almış, saçı başı uzamış, böyle kocaman olmuş halde gelir ya. Hah işte aynen öyle bir şey yaşadım Ahn Hyo Seop ile bu dizide. Böyle yaşlanmak değil, kontrolsüzce serpilmek. Bir de üstüne o kocaman kocaman oynayışı eklenince izlemesi yorucu bir(iki) karakter vardı önümde. İlk izlediğim dizisi Thirty But Seventeen'de o büyük büyük oynamaların başlangıcına şahit olmuştum ama A Business Proposal'da rolün de gereğinden belki biraz daha yerindeydi hareketleri. Bilmiyorum oyunculuğunu ne kadar takip etmek istiyorum bu nedenle, kendisi sempatik geldiği için ve genelde oynamak için iyi hikayeler seçiyor gibi göründüğünden takip ederim belki de.
Esas kızımız ve aşk üçgeninin C noktasını oynayan Kang Hoon
Olayların bir diğer önemli karakterini oynayan Kang Hoon'dan ise daha yeni "The Secret Romantic Guesthouse"da bahsetmiştim (şurada). "Pek çoğunuz da A Time Called You'da izledi bu sene kendisini, Jung In Kyu olarak. Bu dizimizde açık ara en iyi oynayan ve en ilginç, en duygu ve olay barındıran karaktere ve hikayeye o sahipti. Spoiler olur diye bir şey demiyorum ama rahatlıkla diyebilirim ki keşke diziyi onun üstüne kursalarmış. Düşününce mesela, A Time Called You'daki haliyle buradaki hali(halleri:p) arasında bin kat fark var. Bu da ne derece iyi oyunculuklar sergileyebildiğinin kanıtı gibi duruyor." diye yazmıştım orada. O diziyi bundan önce izlemiştim haliyle ve orada da dediğim gibi iki dizideki iki insan arasında uçurumlar var. Burada gerçi zaman zaman içimi gerim gerim geren bir suskunluğu, tekinsiz bir sakinliği ve sonunda yakasından tutup sinirle sarsmamak için kendimi zor tuttuğum bir inatçılığı vardı ve bu hali beni deli etti ama işte zaten tüm bunlar da aslında çok iyi bir iş çıkardığını gösteriyor.
Benim bile parçalayasım geliyor şunu
Sanırım inat edip izlediğim için de mutlu değilim. Keşke bırakabilseymişim makul bir yerinde ve diziden haftalar sonra bile kafamda çalıp, travmalardan travmalara yol açan o kasetçalarda çalan şarkıya bu kadar fazla maruz kalmasaymışım diyorum. Zamanım gitti, duygularım gitti, sinirlerim gitti. Artık şu zaman yolculuğu tuzağına bu kadar düşmemem gerekiyor gibi ha, ne dersiniz?
Ayrıca şöyle de bir ters köşe Rowoon'u da konuk etmişliğimiz oldu :D
Minik ve samimi mahallesinde bir tarot kafe işleten başrol kızımız Mok Sol Hee'nin bir sırrı var: İnsanların yalan söylediğini duyabiliyor. Karşısındaki yalan söylediğinde kulağında çınlama gibi bir ses oluyor ve bam, Mok Sol Hee biliyor ki bu bir yalan. Kendi yalanlarını duyamıyor ve konuşan kişinin canlı canlı yanında olması gerekiyor, öyle telefondan ses kaydından falan anlayamıyor. Bu yeteneği sayesinde hayatını kazanıyor aslında. Çok zengin (VIP dediği) müşterilere hizmet veriyor. Yani bir zengin, başka birinin kendisine dürüst olup olmadığını anlayabilmek için Mok Sol Hee'yi yanında götürüyor, o da dinleyip yalan söylüyor ya da söylemiyor diyor. Böyle hayatı boyunca herkesin yalanını duyabildiği için de etrafında pek fazla insan yok, insanlardan uzak duruyor. Bir kafeyi işletmesine yardım eden Cassandra ve VIP müşterilere giderken şoförlüğünü ve gerektikçe korumalığını yapan Chi Hoon'la konuşuyor. Öyle kimselere güvenmeden bir başına yaşayıp gidiyor.
Diğer yandan erkek başrolümüz Kim Do Ha, yüzünü kimselere göstermeden sektörün en başarılı müzik yapımcısı olarak ödül üstüne ödül alıyor. Ünlü şarkısı Syaon'a yaptığı şarkılar listelerde bir numara oluyor. Ama Kim Do Ha'nın da bir sırrı var. Yıllar önce sevgilisinin kaybolma vakasında cinayet zanlısı olarak yargılanıp, serbest bırakılmış. Bu yüzden kimsenin onu ekranlarda görüp, tanımasını istemiyor. Zaten kaybolan kızın abisi de yıllardır peşine düşmüş durumda, bulduğu yerde onu öldürmek için fırsat kolluyor. Kim Do Ha'nın gerçekte kim olduğunu ve neler yaşadığını yalnızca şarkılarını yazdığı şarkıcı Syaon ve müzik şirketinin başkanı (aynı zamanda Do Ha'nın çocukluktan arkadaşı) Jo Deuk Chan biliyor. Syaon'la çıkan bir magazin haberinden dolayı gazeteciler Kim Do Ha'nın peşine düşünce, bizim sessiz sakin başrol çocuğumuz, yalan dedektörü Mok Sol Hee'nin yan dairesine taşınmıyor mu? Bu ikili bir anda kendilerini birbirlerine yardım ederken ve hayattaki yollarını birlikte bulmaya çalışırken bulmuyorlar mı? Tabi etraflarında mahallenin sevimli sakinleri, çevredeki dükkanların sahipleri, komşular, Mok Sol Hee'nin dolandırıcı annesi ile dağda münzevi olarak yaşayan babası, müzik şirketinin başkanının işe yaramaz erkek kardeşi, Mok Sol Hee'nin yıllar önce ayrıldığı kalp ağrısı aynı zamanda polis olan eski sevgilisi ve Kim Do Ha'nın siyasete atılmış hırslı annesi de dolanmaya başlayınca yalanlar, gerçekler, güvenmek, hatalar doğrular birbirine karışıyor.
"My Lovely Liar" orijinal adıyla 소용없어 거짓말 (soyong obso kojimal diye okunuyor - yalan söylemenin faydası yok diye direkt çevriliyor ama sweet november'a kasım'da aşk başkadır diyen mantık buna da böyle demiş işte), 31 Temmuz ile 19 Eylül arasında Güney Kore'nin tvN kanalında yaklaşık birer saatlik 16 bölüm olarak yayınlanan bir dizi. Bu sene haftalık olarak takip ettiğim 6.diziydi sanırım. Yazın en sıcak günlerini bu ferah hikaye sayesinde daha hafif geçirebildim yani anlayacağınız. Hakikaten tazecik, böyle ferah ferah bir hikayeydi. Konusunu anlatınca yukarıda, hiç de öyle gibi düşünmediniz değil mi? Kaybolan eski sevgili, cinayet davası, idol sektörü, yalan söyleyenler yalanları duyanlar, takıntılı eski sevgili abileri, aşırı yalnız ve hüzünlü başroller falan filan derken düşündünüz ki ortam melo. Değil. Yani güldür şamata da değil, onu demiyorum da hikaye ve başroller açısından bir ferahlık var. Bir kere bu sene beni artık kusturan geçmiş hayatlarda aşıktık sonra çok kötü bir şey oldu bu hayatta ödüyoruz hikayesi yok. Kore dizilerinde anayasanın ilk üç maddesi gibi olan çocuklukta bir yerde karşılaştık kaderlerimiz birbirine bağlandı hatta yetmedi çocukluktan gençlikten aşık olduk ayrıntısı da yok. Hele senin iyiliğin için senden vazgeçiyorum teması hiç yok. Esas çiftimizin ikisinin daha önce sevgilileri olmuş, duygularını yaşamışlar, daha önce ikisinin de bir hayatları varmış yani. Çocukken karşılaşmamışlar, şoktasınız değil mi? Ben de izlerken öyleydim. Allah allah dedim, nasıl yani, sadece birer yetişkinken mi karşılaştılar? :D
Klişe geçmiş hikayelerinin olmamasının yanında çiftimizin birbirleriyle diyalogları sağlıklı. İkisi de birbirinin eksikliklerini tamamlıyor gibi oluyor, birbirlerini iyileştiriyor, düşündürtüyor, destek oluyorlar birbirlerine. Sevimli, sağlıklı bir çift oluyorlar. Zaten Kim Do Ha karakteri herhalde yazılmış en temiz, düzgün karakterlerden biri olabilir Kore dizileri tarihinde. Naif ama salak değil, düzgün ama hakkını biliyor. Mahalledeki dükkan sahiplerinin canlandırdığı yan karakterler de çok sevimli. Onlara da daha fazla ve daha ayrıntılı hikayeler yazılabilirdi mesela, ekmekçi de vegan kafe sahibi de bar sahibi de hem sempatik hem de iyi oyunculardı. Esas çiftin sakin durgunluğunda hareket oluyorlardı hikayeye.
Mahallenin dükkan sahipleri ekibimiz
Dizi dramatik durumları da çok abartmadı, süründürmedi mesela. Bu yönden de oldukça iyiydi. Her şeyi kararında sürdürüp, çözüme kavuşturdu. Öyle ayrılalım barışalım olaylarına aşırı girmedi. Genelde sağlıklı bir şekilde iletişim kurarak, anlayarak birbirlerini çözdüler. Hikayenin gizem-macera-aksiyon kısmını oluşturan Kim Do Ha'nın eski sevgilisinin neden kaybolduğu, ölüp ölmediği ya da öldürülüp öldürülmedi, kimin ya da kimlerin suçlu olduğu konusu da çok sünmeden ama aşırı da mantık içermeden, keyifli bir şekilde çözüldü. Keyifli dediğim mutlu edici demek değil yani, izlemesi keyifli. Yoksa Kore dizilerinde izlediğim birkaç şok anından birini yaşadım laaan noluyor diyerek (Kabul edin hiçbirimiz beklemiyorduk ve beklemediğimizi bildikleri için öyle yaptılar). Ama tabi çok aşırı ters köşe yapmalıyız da yapmalıyız mantığıyla olaylar peş peşe dizildi o kısımda, kabul ediyorum.
Diğer izleyenlerin yorumlarına bakınca ben aslında çoğu kişinin beğenmediği kısımları ve karakterleri beğenip, başka türlü algılamışım gibi geliyor diziyi. Mesela esas oğlanımızı canlandıran Hwang Min Hyun'u ikinci izleyişim bu (tabiki ilk defa Alchemy of Souls'da tanıştım kendisiyle) ve AoS'takinden aşırı da farklı bir karakteri oynamadığı için oyunculuğu için bir şey diyemiyorum. Ama rahatsız edici değil ve aksine çabalıyor gibi görünüyor. Diğer pek çok idole göre bu şahane bir şey (odunsu Cha Eun Woo'ya selamlar). Esas kızımızı canlandıran Kim So Hyun için ise daha önce ne demişim bir bakayım, hah pek bir şey dememişim. Sadece Tale of Nokdu'sunu yazmışım. Orada, dizinin de güzelliğinden ötürü sanırım o kadar takılmamıştım. Ama arada yarım bıraktığım başka birkaç işinde fark ettim ki sinirimi bozuyor. Yani çocukluktan sektörün içinde yetişmiş, çocukluğundan beri birçok dizide filmde oynamış, gayet güzel, düzgün de görünüyor. Ama beni hafif rahatsız eden bir şeyi var, adlandıramıyorum. Sanki böyle gıcık, kendini beğenmiş bir insanmış da dizilerde oynarken canlandırdığı karakterler iyi huylu olduğu için mecburen iyiymiş taklidi yapıyormuş ve gene de o gıcıklığını örtemiyormuş gibi hissettiriyor. Bilemedim.
Seo Ji Hoon - polis olan eski sevgili
Yalan dedektörü kızımızın eski sevgilisini canlandıran Seo Ji Hoon'u taa Meow:Secret Boy'da izlemiştim, orada çok katıydı, oyunculuğun zerresi yoktu, sadece somurtuyordu. Burada daha yumuşaktı neyse ki. Yine durgun ama böyle nokta atışıydı oyunculuğu. Gözüme daha sempatik geldi.
Tarot/Fal kafede çalışan Cassandra'yı canlandıran Park Kyung Hye'yi ise bu sene resmen evimde misafir etmişim gibi oldu. Bu sene oynadığı her diziyi izlemişim, kendisi bir karakter oyuncusu (sanırım böyle denebilir, değil mi?), hep yan rollerde yani. Ama her bir yan rolü de akılda kalmayı başarıyor ki bu da onun yeteneği. İlk defa 2019'da Touch Your Heart'ta tam olarak ahahah bu da kim böyle diyerek izlemiştim, fantastikti oradaki hali. Yoksa 2016 tarihli (ve benim 2018'in başında izlediğim) Goblin'de de hayalet olarak çok iyiydi ve ilk orada görmüştüm. Bu sene izlediğim bu My Lovely Liar'da, Moving'de ve Destined With You'da hep ekranımdaydı.
Neyse diyeceğim o ki My Lovely Liar bu sene (belki de birkaç senedir) izlediğim bu sayısız romcom arasında en böyle tazesi, en böyle bana bir yudum ferah su gibi geleniydi. Bazı yan hikayeleri, yan rolleri oluşturan ekipleri falan daha iyi yazıp, işleyebilirlerdi kabul. Yani elde büyük bir potansiyel varken bu sevimli, içten hikayeleri boşa harcamışlar gibi. Gene de bence izleyin.
20li yaşlarının başındaki Ban Ji Eum, pek kötü bir aileden gelip, zorlu bir çocukluk geçirse de artık çok parlak bir genç kadın. Ülkenin en büyük holdinglerinden birinde mühendis olarak çalışıyor, çok zeki ve işinde hızla yükseliyor. Ama Ban Ji Eum'ı hem herkese tuhaf gösteren hem de onu herkesten farklı kılan bir özelliği var: Önceki hayatlarını hatırlıyor. Daha önce tam 18 defa ölüp, yeniden dünyaya gelmiş. Her yeni hayatında yaklaşık 9-10 yaşlarına geldiğinde birden bire önceki hayatlarını hatırlamaya başlıyor. Sadece Kore'de de doğmuyor, Ortaçağ'da en parlak dönemini yaşayan bir İslam coğrafyasında da dünyaya gelmiş, flamenko ile geçen bir ömür sürdüğü bir hayata da doğmuş. Bu 19. hayatında alkolik bir baba, dayak yiyen bir anne ve bir baltaya sap olamamış bir erkek kardeşten oluşan bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş ama önceki hayatını - 18. hayatını - hatırlar hatırlamaz, evden ayrılıp yolunu çizmeye başlıyor. Çünkü 18. hayatında 12 yaşındaki Yoon Jo Won isimli bir kız çocuğu olarak, çok güzel çocukluk günleri geçirdiği dostu Moon Seo Ha'ya aynı zamanda aşık olduğunu hatırlıyor ve daha çocuk yaştalarken talihsiz bir araba kazası yüzünden ondan ayrılmak zorunda kaldığı için çok üzülüyor. Bu 19. hayatında da gidip, yine Moon Seo Ha'yla birlikte olabilmek için onun ailesinin şirketine giriyor önce çok çalışıp. Sonra da Seo Ha'nın yanında işe başlıyor. Bir yandan Moon Seo Ha'ya önceki hayatında çocukluk aşkı olduğunu belli etmeden, onunla yeniden sevgili olmaya çalışıyor, bir yandan önceki hayatlarında ardında bırakmak zorunda kaldığı insanlarla yeniden karşılaşmanın zorluklarını yaşıyor. Başka bir yandan ise gizemli bir şeyler dönüyor etrafında, bir şaman çanının sesi ile hiç hatırlamadığı ilk hayatına dair şeyler hatırlamaya başlıyor ve neden bunca zamandır her defasında hayatlarını hatırladığı sorusunun cevabının peşine düşüyor 19. hayatında Ban Ji Eum olan kahramanımız.
"See You in My 19th Life", orijinal adıyla 이번 생도 잘 부탁해 (ibon sengdo çal putakhe diye okunuyor - bu hayatta da benimle ilgilen iyi davran lütfen gibi bir anlama geliyor) Güney Kore'nin tvN kanalında (ve Netflix'te) yaklaşık 1'er saatlik 12 bölüm halinde, 17 Haziran-23 Temmuz arasında yayınlanan bir dizi. Lee Hye'nin aynı adlı webtoon'undan uyarlanmış. Aynı yazarın/çizerin (bu webtoon sanatçılarına ne denir bilemedim, hem yazıyor hem çiziyorlar sonuçta) şu anda da bir başka webtoon'undan uyarlama "A Good Day to Be A Dog" isimli bir diziyi izliyorum haftalık olarak. Onda da yine geçmiş hayatlar teması var kıyısından köşesinden. Zaten bu sene izlediğim dizilerde habire karşıma çıkmaya başladı bu geçmiş hayatlar konusu. Bu senenin de teması buymuş demek ki. Ya da buna taktılar. Bazı seneler goblinlere gumiholara falan takıyorlar mesela, bazen hukuk-savcılar-avukatlar falan oluyor yıl boyu tema. Bu seneki romantik komedilerin teması da önceki hayatlar. Hani bir ara hep çocukken tanışmış oluyordu esas kızla esas oğlanımız, bu yüzden kaderleri oluyordu birlikte olmak falan filan ya. Hah işte bu sene de geçmiş hayatlarında çok trajik, dramatik bir şey yaşamış oluyorlar, o yüzden bu hayatlarında da bir şeyler oluyor da oluyor. Yazın başından beri her izlediğim romantik komedide bunu gördüğüm için artık gına geldi.
Esas kızımızla oğlumuzu canlandıran Shin Hye Sun ile Ahn Bo Hyun
Ama bu geçmiş hayatlar konusunu ilk olarak "See You in My 19th Life"ta izledim. Yazın başıydı, zaten Shin Hye Sun'ı Mr.Queen'den beri yeni bir dizide görmek için gün sayıyordum (bu dizide başrolümüz kendisi, yukarıda bahsettiğim Ban Ji Eum kızımızı canlandırıyor). Arada sanırım birkaç filmi çıktı ama Kore filmlerini pek izlemediğimi fark etmişsinizdir (dizilerle aynı keyfi vermiyorlar bana). Bu arada Shin Hye Sun sevgimi daha önce anlattım mı bilmiyorum, hakikaten çok seviyorum. İlk defa 2018'de Thirty But Seventeen'de izlemiştim, diziyi de çok sevmiştim, Hye Sun da gönlüme girmişti. Sonra 2019'da Angel's Last Mission:Love'da (ki şurada yazdım) tamamen aşık oldum. O diziyi anlatırken de bahsetmişim, aslında hiç bir karakterini, dizisini izlememiş olsam ve sadece resmini görsem hımm pek de güzel değil der geçerdim. Ama oynayışını, ekranımda yarattığı karakterleri, tüm ruhuyla bana anlattığı o hikayeleri izlerken benim için bir yandan hem dünyanın en güzeline dönüşüveriyor hem de kendini çok sevdiriyor.
Bu dans sahnesi de çok güzeldi, Shin Hye Sun'ın büyülü dans sahnelerine bir yenisi eklenmiş oldu
Bu diziyi hevesle beklemiş ve izlemeye başlamış olmamın bir sebebi Shin Hye Sun ise bir diğer sebebi de Ahn Bo Hyun idi. Ondan da bahsetmişimdir, hep söylüyorum, daha bu kadar ünlü olmadan, başrollere taşınmadan evvel youtube'da kendi kendine kampa gidip, videolar çekerdi ve ben kaçırmadan izlerdim. O da mesela Shin Hye Sun gibi, öyle bakınca bence yakışıklı/güzel değil ya da bana çekici gelen bir yanı yok. Ama yine tıpkı onun gibi bana iyi hissettiriyor, görünce kanım kaynıyor, böyle bir dostumu görmüşüm gibi, oturup muhabbet ediyormuşuz gibi, derdimi paylaşabiliyormuşum gibi hissettiriyor. O videolardaki samimiyeti, o hali gönlüme yerleşen. Sonra oyunculuk ve ün anlamında patladığı Itaewon Class'ı izlemedim (ilk bölümün bir yerlerinde bırakmıştım), 2019'daki Her Private Life'taki yan rolünden beri hiçbir şeyini izlemedim esasında. O yüzden bu diziyi bir ayrı merak ediyordum, Ahn Bo Hyun'u da görecektim. İkisini birbirine pek yakıştıramamıştım ilk görüntülerde ama hikaye ilerledikçe belki düzeliyordur demiştim.
Düzelmedi. Shin Hye Sun ile Ahn Bo Hyun'un esas kız ve esas oğlan olarak kimyaları bir türlü tutmadı. Aslında hikayenin içinde birlikte oynarlarken izlemesi keyifliydi, karşılıklı sahneleri de bir arada oynamaları da oldukça iyiydi. Ama romantik anlamda hiçbir şey hissettiremediler bence. Romantik bir şeyler yoktu ikisi arasında. Bu hem kimyaları tutmadığından hem de aklımda sorular ve hesaplamalar dönüp durduğundan olabilir. Dahası dizinin asıl hikayesi belki de bu romantik ilişkiden çok daha başka, çok daha fazla bir şey anlatmaya çalışıyor gibi geldiğinden - bana - olabilir.
Dizi bana en başından itibaren bir dolu şeyi sorgulattı, düşündürdü. Çünkü kendimi bildim bileli aklımda keşke bir dolu hayat yaşayabilsem, yeniden doğup, bu gerizekalı hayatımda yaptığım tüm yanlışları hatırlayıp doğrusunu yapabilsem derim. Ya da keşke vampir olsam, hiç ölmeden bir dolu vaktim olsa da yapmak istediğim her şeyi yapabilsem, tüm yanlışlarımı düzeltebilsem falan diye düşünürüm. Tüm hayatınızı kocaman bir pişmanlık olarak yaşamak zorunda kalıyorsanız ve bunun tek şansınız olduğunu düşünüyor/inanıyorsanız ister istemez oturmuş böyle olasılıkların gerçek olmasını düşlerken buluyorsunuz kendinizi. Diziyi izlerken tüm bu düşündüklerim önüme geldi. Hepsini yeniden sorguladım. 19.hayatını yaşayan ve önceki hayatlarında ne yaptığını, neler hissettiğini hatırlayan Ban Ji Eum'ın başına gelenleri izledikçe bölümlerin çoğu dakikasında ekrana bakarak uzaklara daldım. Bir hayat yaşıyorsunuz, bir kişiliğiniz var, her geçen gün hatıralar biriktiriyorsunuz, insanlarla tanışıyorsunuz, insanlarla yaşıyorsunuz, sevdikleriniz oluyor, hedefleriniz oluyor, sizi mutlu eden şeyler, mutsuz eden şeyler oluyor. Sonra bir gün pat diye kesiliyor. Bir başka kişi olarak doğuyorsunuz, çocukluğunuzun ortasına kadar geliyorsunuz, yine bir kişiliğiniz oluşmak üzere nereden baksanız çocuksunuz çünkü, bir aileniz, yeni hatıralarınız var. Sonra bir anda, bir gün yine pat diye kafanızın içinde yeni (eski) hatıralar beliriyor. Birden tüm o eski benliklerinizi hatırlıyor hale geliyorsunuz. Artık siz kim olmuş oluyorsunuz? Ruhunuz aynı tamam ama her hayatta aslında farklı bir kişiliğiniz oluşmuş olmuyor mu? Farklı biri misiniz aslında, yoksa hep aynı kişi misiniz? Daha kötüsü, önceki hayatlarınızda sevdiğiniz, bir arada olduğunuz herkesi hatırlıyorsunuz ama onlar artık ya yok ya da hayatlarına siz olmadan devam etmişler. Gidip konuşabilirsiniz belki onlarla ama artık başka bir bedene, başka bir hayata sahipsiniz. Artık siz kimsiniz? Hangisisiniz? Her seferinde baştan başlamak zorunda kalıyorsunuz. Bir hayatınızda mesela tam her şeyi öğrenmiş, kendinize bir yol çizmiş oluyorsunuz ama o hayat bitiyor ve yenisinde tüm bu bildikleriniz aklınızda olsa da yine çocukluktan başlıyorsunuz.
Ban Ji Eum'ın bu sorgulamalarım arasında en çok zorlandığı, önceki hayatlarındaki sevdiklerinden ayrı kalması durumuydu. Özellikle 18.hayatındaki annesinin hala onu bekliyor olması, o annesiyle karşılaşması, 17.hayatındaki yeğeni ile o hayatında yaşadıklarını flashbacklerle göstermeleri ciğerimi söktü. Ban Ji Eum'ın önceki hayatlarına dair her kendini sorgulamasında, her aklına gelen anılarla uzaklara dalmasında ben de kendimi onunla dalmışken buldum. Daha önce de bir yerlerde bahsetmiştim, her geride bıraktığım yer için, her terk ettiğim ortam için ben de böyle önceki hayatlarımmış gibi hissediyorum. Sanki ben değil de başkası yaşamış gibi o hayatları, sanki benim önceki hayatlarımmış gibi onlar da. Dizinin ana hikayesi Ban Ji Eum'ın önceki hayatında sevdiği çocuk olan, şu anda kocaman adam olmuş olan Moon Seo Ha'ya kavuşabilmesi gibi görünüyordu ama diziyi izlerken hikayenin en havada, en geri planda kalan, bana en önemsiz görünen kısmı bu oldu açıkçası. Zaten dedim ya ikisi arasında sıfır romantik kimya vardı, öyle olunca bu iki karakterin - yetişkin hallerinin - birbirlerine ısınmaları, aşık olmaları, kavuşmaları falan beni hiç ilgilendirmedi, hiçbir şey hissettirmedi. Tek tek her iki karakterin yaşadıkları daha net yan hikayelerdi. Ban Ji Eum'ın tüm o yüküyle, tüm o kafa karışıklığıyla, yüreğinde taşıdığı tüm o hayatların duygularıyla ezilmesi, bocalaması çok daha geçerli bir hikayeydi mesela.
Moon Seo Ha olarak Ahn Bo Hyun'un çok da istediği gibi rol yapamadığını düşünüyorum bu arada. Karakterin çok pis travmaları var demişler, anasını kaybetmiş, çocukluk aşkıyla araba kazası geçirmiş kız gözleri önünde ölmüş, bir de cesedi üstüne düşmüş öylece yaralı beklemiş demişler, babası zerre sevgi göstermemiş başından atmış demişler, babası gitmiş bir de hemen üvey anne ile evlenmiş onun şımarık oğlu da evin oğlu olmuş demişler Ahn Bo Hyun'a, haydi bakalım böyle travmalı soğuk ciddi, dışarı kapanık ama içinde hala o minik çocuk olan bir karaktersin ne yapacaksın demişler. O da tepkisiz, odun gibi durmayı tercih etmiş. Tepki yapmaya çalıştığında bile tepkisiz yani. Sabit. Bir önceki anlattığım "The Secret Romantic Guesthouse"daki Ryeoun'a da odun gibi dedim ya, inanın onun hakkını yemişim.
Ban Ji Eum karakterinin 18.hayatındaki küçük kız kardeşi
Ahn Bo Hyun bu hikayenin Moon Seo Ha'sı olamamış bu yüzden. Shin Hye Sun'ın da tüm oyunculuk yeteneklerine ve - benim gözümde - mükemmel oluşuna rağmen, o da bu hikayenin belirttiği Ban Ji Eum değil gibi. Çok genç görünmeli çünkü karakter, Ban Ji Eum olarak 20lerinin başında tazecik ve küçük görünmeli ama bir yandan da tüm o yaşadığı hayatların deneyimleriyle, hatıralarıyla içinde ve davranışlarında belli olan bir olgunluk taşımalı. Shin Hye Sun, çok üzgünüm ama genç durmuyor ki. Yani tabiki genç duruyor, öyle demek istemedim. Bu karakterin olması gereken gençlikte durmuyor. 20lerinin sonunda diye yutturabiliriz en fazla. Gerçek yaşı normalde 34, öyle çok da değil. Zaten demeye çalıştığım yaşlı duruyor da değil, ki yaşlı da olabilir bunda da sorun yok. Sadece bu karakterin çok daha genç görünmesi gerekiyorken o olmamış. Genel anlamda Shin Hye Sun gençken de öyle çok genç duran bir insan değildi zaten. Oyunculuk anlamında karakterin hakkını verebilecek bir insan evet. Ama görüntü olarak değil. Bu yüzden mesela Ban Ji Eum'ın bir önceki hayatındaki küçük kız kardeşinin büyümüş halini oynayan Ha Yoon Kyung sanki daha bir Ban Ji Eum olabilirmiş gibiydi ki o da çok küçük değil, 31 yaşında. Ama verdiği hava buydu.
Onların yanında çocuk oyuncular çok daha iyiydi bu arada. Ban Ji Eum'ın bir önceki hayatındaki hali olan 12 yaşındaki Yoon Ju Won'ı canlandıran oyuncu ile Moon Seo Ha'nın 9 yaşındaki halini canlandıran oyuncu arasındaki kimya çok daha tutmuştu yani düşünün. Ya da Ban Ji Eum'ın 9-10 yaşlarındaki halini canlandıran çocuk oyuncunun - ki baya bir yerde oynadığını görebiliriz - performansı dizinin en iyilerindendi.
Oyuncuların performansları konusunda böyle düşünmemin yanı sıra hikayenin ilk başta sorguladığı şeylerden sonra ve eski hayatlarına dair flashbacklerle, anılarla, düşünceleriyle, hissettikleriyle ilgili şeylerin çok güzel anlatıldığını söyleyebilirim. Ama hikayenin gidişatı ve gizemlerin çözülmesi konusunda çok da başarılı olmadığını belirtmem gerek. Hele ki bu önceki hayatımızda kanlı bıçaklı büyük bir kader anı yaşadık, ondan sonra lanetlendik muhabbetini bu diziden sonra tekrar tekrar önümde görmeye başlayınca biraz daha fazla soğudum. Bu dizideki o büyük kadersel ana olaydan da çünkü o kadar hazzetmemiştim. Öyle ahım şahım bir önemli bir olay değildi, dizi boyunca muhteşem görüntülerle (tablo gibi - görüntü yönetmeninin eline sağlık) flashbackler verip verip beklentiyi yükselttikten sonra haa bu muymuş olup biten dedirtmesi akıllara ziyandı. Ana karakterimiz neden 19 seferdir yeniden doğup, her birini de hatırlıyor veya madem o kadar büyük bir olaydı neden o ilk hayatını hatırlamıyor hiçbir seferinde ya da tüm bunlara nasıl son verebilir'in cevapları çok çocuk oyuncağı gibi oldu. Haa iyi o zaman dedim. Yani geneline baktığımda bana yalnızca Shin Hye Sun ile çocuk oyuncuların ve geçmiş yaşamlardaki oyuncularla geçmiş yaşam sahnelerinin keyif verdiği ve duygulandırdığı ama tamamına baktığımda aslında çok da izlememem gerek olmadığını anladığım bir diziydi "See You In My 19th Life".
Tek bir sahne var yalnız aklımda. İzlediğim diziler arasında kalbimde benimle yaşayacak sahnelere bir yenisi olarak eklenen. Ban Ji Eum'ın bir koridorda yürürken arkasında geçmiş yaşamlarındaki hallerinin belirdiği ve hepsinin bir arada yürüdüğü. O sahneyi izlerken hissettiklerimi hiçbir şekilde anlatamam. Öyle bir sahneyi çekebilen bir ekibinin dizinin tümünü de başarılı yapamamış olmasını ise hiç anlayamıyorum.