18 Haziran 2017 Pazar

2016 yapımı Moana

Çoook eskiden, şimdinin Polinezya diye adlandırılan adalarından birinde, ada halkının şefinin sevimli  mi sevimli kızı Moana, babasının tüm engellemelerine rağmen adalarını çepeçevre saran okyanusa olan aşkıyla büyür. Babasının da kendine göre nedenleri vardır tabi, okyanus adanın az ilerisindeki resifleri aşan her tekneyi alabora eden yıkıcı bir güçtür. Eh o da biricik kızının sırf bir macera için böyle bir tehlikeye atılmasına tüm gücüyle engel olmak istiyordur. Moana böylece kabilesini şimdiye kadarki atalarının yaptığı gibi en iyi şekilde yönetebilmek, refahın, sağlığın ve bereketin devam edebilmesi için gerekli ne varsa öğrenerek büyür. Ama adanın çılgını büyükannesinin de söylediği gibi, okyanus onu seçmiştir ve çağırmaktadır. Çünkü bin yıl önce haylaz yarı-tanrı Maui'nin yol açtığı bir lanetin etkileri kendisi göstermeye başlamıştır. Adaların ormanları, ağaçları, meyveleri, okyanusun balıkları, her şey bozulmaktadır. Tüm bunlara engel olmak için okyanus Moana'yı seçer ve Moana şimdi Maui'yi bulup, yaptığı haylazlığı düzelttirmek için yola çıkar.
Moana Disney'in prenses listesindeki en son prensesimiz (eh yani tv dizisi olarak bu sene yeni başlattıkları Elena'yı saymazsak). Bu sefer yine dünyamızın en bilinmedik noktalarından birine yelken açıyor Disney ve hoop Polinezya'dayız. Polinezya dediğimiz yer esasında Pasifik Okyanusu'nda Avustralya'nın doğusunda kalan suların ortasında, üç tane adalar grubundan biri. Mikronezya, Melanezya ve Polinezya grupları bunlar. İşte bu Polinezya grubumuzda şöyle adalarımız var: Kauai, Oahu, Lanai, Maui ve Hawaii. Moana da hikayesini burada yaratıyor işte. Bu adalar arasında. Dışarıdan baktığımızda hep cennetten birer köşeymiş gibi duran bu adaların tarihinde çok ilginç şeyler de var. Dünyanın her yerine virüs gibi yayılmasını bilmiş insanlığın haliyle bu adalara ulaşması çok da kolay olmadığından medeniyet tarihlerini çok çok eskiye götüremesek de bulundukları konum itibariyle bu tarihlerini daha da ilginçleştiriyor. Bizler Mezopotamya'nın, Anadolu'nun medeniyetine alışığız, aşinayız. Hiçbir zaman bir "su" kültürü damarlarımıza girememiş olduğundan dolayı da tamamen karasal bir kültür sayılabiliriz. O yüzden bize çok çok uzak ve işte tam da bu yüzden pek keyifli ve ilginç geliyor Moana'nın arka planı ve anlattığı hikaye. Gerçi hikayesi çok da alışılmadık değil. Son yüzyılımızın genel geçer sorununa göz kırpıyor gibi bir anlamda, dünyamız, çevremiz, yiyeceklerimiz, doğamız bozuluyor sorunsalı. Bu şimdiye kadar izlediğimiz (yani Neverland'de yazdıklarım arasında) Disney prenses çizgi filmlerinde pek ele almadıkları bir konu gibi. Evet yine o "kendini bulma" hikayesi ana noktamız, tüm hikaye onun etrafında şekilleniyor. Ama sanki bu sefer o kadar da üstünde durulan, kahramanımızı o kadar da motive eden bir tema değilmiş gibi geldi bana. Yani tamam yine bir iç sesini dinleyen, onu çağıran bir şeyin peşine düşme ihtiyacı hisseden ama bir yandan da ailesine, geleneklerine, bildiği her şeye karşı olan sorumluluklarına ters düşmek, onları yüz üstü bırakmak istemeyen kahramanımızın yolculuğunu izliyoruz ama bu durum bu kez o kadar da üstüne düşülen, zorlayıcı, abartılı bir durummuş gibi anlatılmadı Moana'da. Gerçi çizgi filmin tamamı bu havadaydı. Bir Tangled'daki kadar ya da Mulan'daki, hatta The Little Mermaid'deki kadar vurmuyor hikaye bir türlü. Yani alabildiğine değişik ve rengarenk bir dünya, okyanusta bir teknede tamamen bilmediğimiz bir sudayız, maceralar güzel, diğer ana karakterimiz Maui pek eğlenceli falan ama hikaye bizi gene de o kadar çırpmıyor. Ne bileyim belki de beni o kadar etkilememiştir. Kötü demek değil bu, hayır kesinlikle. Aksine o kadar güzel ki her bir görüntüsü, eğlencesi, hızı, karakterlerin çizgileri, tepkileri, şarkıları, diyalogları...Sadece hikayenin kendisi o kadar ulaşmadı bana.

Bir de bu okyanus olayı çok güzel bir şey ya. İnsan senelerini Anadolu'nun çorak orta noktasında heba edince daha da bir enfes geliyor. Daha önce izlediğim filmlerde, dizilerde de Hawaii mesela o kadar şahane bir yer gibi görünüyor ki insan düşünmeden edemiyor, ulan bu kadar güzel yerler varsa dünya üstünde habire bizi ne demeye kandırıyorlar cennet vatanımız cennet vatanımız diye. Gittim işte her yerine güneydoğusu hariç. Okyanus adaları, Hawaii gibi yerler süper görünüyor işte. Ya da öyle göstermeyi çok iyi biliyorlar, orasını bilemem. Bir çizgi filmde bile insanın bu kadar içine dokunmasını sağlayabiliyorlarsa ortamın, artık takdiri hakikaten doğanın kendisi mi yoksa bunu bu kadar mükemmel göstermeyi başaranlar mı hak ediyor, bir şey diyemem.
Keşke oralara yerleşebilseymişiz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...