22 Kasım 2025 Cumartesi

The Haunted Palace {귀궁} (2025)


Yeo Ri kızımız çok efsane bir şamanın tek torunu. Kendisi de çok yetenekli bir şaman aslında ama büyükannesinin bir şaman ayini sırasında ölümüne tanık olduktan ve tüm köy onu uğursuz olarak yaftaladıktan sonra bu işe hiç girişmemeye karar verip, yeteneklerini göz ardı ediyor. Bir gözlükçü olarak dolaşıp, öyle geçimini sağlıyor. Yeo Ri'nin bir de başının belası var: Gang Cheol adında bir Imugi çocukluğundan beri peşinde dolaşıyor. Imugi Kore mitolojisinde henüz ejderha olamamış ejderha gibi bir yaratık demek. Genelde göl, deniz, ırmak gibi yerlerde yaşayan bu çok büyük yılan-ejderha karışımı yaratıklar eğer 1000 yıl boyunca yaşamayı başarırsa tam bir ejderha olup, göklere yükselebiliyor. Bizim Imugi Gang Cheol ise tam bu şekilde göğe yükselirken yeryüzündeki bir bebek bunu gördüğü için lanetleniyor ve geri düşüyor yere. İnsan görüntüsünde insanların arasında dolanıp durmak zorunda kalmışken bu Yeo Ri'ye rastlıyor. Yine efsaneye göre Yeo Ri'nin tertemiz ruhunu ona sunmasını sağlarsa göklere yükselebilir. Bu yüzden çocukluğundan itibaren kızın etrafında dolaşıp, onu buna ikna etmeye çalışıyor.
Bu sırada Yeo Ri'nin köylüsü ve ilk aşkı olan Yun Gap, okumuş, kendini geliştirmiş, gitmiş sarayda kralın danışmanı gibi bir şey olmuş. Kralımız pek yenilikçi, halkının iyiliği için çabalarken sarayında türlü türlü gudubet yaşanıyor. En son artık kralın minik oğlunun hastalığı pek fena bir hal alınca Yun Gap düşünüyor, bu besbelli kötü bir ruhun lanetinin işi. Aklına köyünden bildiği Yeo Ri geliyor. Onun olağanüstü yetenekleriyle bu belaları defedebiliriz diyor. Ama iki ucu b.klu değnek, kral da şamanlığı büyüyü yasaklamış, Yeo Ri de şamanlıktan nefret edip, yapmıyor. Bu yüzden Yun Gap gidiyor Yeo Ri'ye diyor ki kralımızın gözlüğe ihtiyacı var sen gel benimle saraya. Ama saray entrikaları ve güç dengeleri işin içinde. Olaylar gelişiyor ve bizim gıcık Imugi, Yun Gap'ın bedenine giriyor. Yun Gap'ın bedenindeki Imugi ile birlikte saraya gelen Yeo Ri, burada acayip hayaletlerle ve lanetlerle karşılaşınca hem onları çözerek krala yardım etmeye çalışıyor, hem de Imugi'den kurtulup, Yun Gap'ı geri bulmaya çalışıyor.
The Haunted Palace, orijinal adıyla 귀궁 (saraya dönüş olarak çevirdi google ama papago'ya göre de kraliyet sarayı demek) 18 Nisan - 7 Haziran arasında SBS kanalında yaklaşık birer saatlik 16 bölüm olarak yayınlandı. Konusunu nasıl özetleyeceğimi bilemediğimi üstteki iki paragrafın karman çormanlığından anlayabilirsiniz. Çünkü bir dolu şey oluyor 16 bölüm boyunca ve bir dolu birbirine bağlı öğesi var ana hikayenin. Ama işte tam da böyle oluşu, benim en sevdiğim yönü. Bu tür dizilere, bu tür tarihi sayılabilecek fantastikli maceralı komiklikli hikayelere bayılıyorum. Yani bir şeyi o kadar sever o kadar seversiniz ki sevmekten göğsünüz patlayacak gibi olur ya, hah tam da o şekilde seviyorum böyle hikayeleri. Bir kere zaten tarihi kdramalar en başından bu işe girişmemin sebebiydi (kdrama izleme işine :p ), üstüne böyle katman katman bir hikayesi olunca, mitolojiyle kültürle eğlenceyi, hüznü, gelenekleri harmanlayıp, azcık da tabiki çağdaş etkiler eklediklerinde ölüyorum. Çok ama çok sevdim ben bu diziyi, cümlelerimin tekrara düşmesinden ve kelimelerimin alakasız olmaya başlamasından anlaşılabiliyor mu bilmiyorum.

Oysa ilk başta başrolleri görünce bir hımm demiştim. Şaman kızımızı oynayan Bona'yı orada burada gördüğüm olmuştu ve pek donuk, pek burnu havda gelmişti hep. Oysa hiçbir şekilde oyunculuğuna şahit olmuş değildim. Buradaki karakteri de aslında durgun, hüzünlü ve sessiz gibi yazılmıştı ama beni sıkmadı, gıcık etmedi. Aksine böyle yazılmış bir karakterin çerçevesi içinde gayet de minik minik nüanslarıyla eğlenceli, sessizce güçlü bir şekilde ilerleyen bir karakter ortaya çıkarmıştı. Hatta Bona'nın kendisine bile kanım ısındı bu bahaneyle. Kendisinden çok daha güçlü varlıklara bile korkusu görünse de sabit bir şekilde karşılık verebilen, ancak her ruha defalarca kalp kırıklığı yaşamış birinin şefkatiyle yaklaşabilen çok incelikle yazılmış bir karakter sundu bize.
Diğer başrol Yoon Gap'ı ve bir yandan da Yoon Gap'ın bedenindeki Imugi'yi canlandıran Yook Sung Jae'yi daha önce sadece Goblin'de izlemiştim oyuncu olarak. Yoksa BTOB'nin bir üyesi olarak tanıyor, izliyor ve dinliyordum. O yüzden ona karşı da bir önyargım vardı, çok da ilgi çekici, böyle ikili bir rolün hakkını verebilecek parlaklıkta bir oyuncu olarak görmüyordum. Oysa onun da komedi zamanlamasının ve doğallığının ne kadar iyi olduğunu bu dizide anladım. Dürüst görev adamı Yoon Gap olarak da manyak Imugi olarak da aşırı iyi ve komikti.

Ama bu noktada içime dert olan şeyi söylemeliyim. Imugi'yi en başta canlandıran Kim Young Kwan o halde o kadar müthişti ki Imugi, Yoon Gap'ın bedenine girdikten sonra bir daha onu hiç Kim Young Kwan olarak göremeyince bir ahh be dedim. Dediğim gibi Yook Sung Jae'nin bu iki roldeki oyunculuğunu sevmiş ve keyif almış olsam da keşke Kim Young Kwan mı canlandırsaymış bu iki karakteri de diye düşündüm, hayal ettim. Tadından yenmezmiş gibi olurdu.



Bir de dizi boyunca herkesin asıl konuştuğu karakteri canlandıran Kim Ji Hoon'dan bahsetmem gerek. Onu hemen hepimiz 2020'deki Flower of Evil'da görüp hem hayran hem aşık olmuştuk (o diziyi de anlamıştım şurada). Oradaki performansıyla bir anda okkalı oyuncular arasına girip, adından söz ettirmeye başlamıştı. Burada oldukça ileri görüşlü, yenilikçi ve dürüst bir kralı oynadı. Bir Joseon kralını oynama şansına sahip olduğu için aslında bu güzel bir şey ama bir yandan da ilk bölümde görünce bir aklımda rahatsız edici şöyle minik düşünceler oluştu: Ulan bu zamana kadar bu rolde izlediklerime hep amca diyordum, Kim Ji Hoon abimle yaşıt. Bu adam artık kral rollerine bürünüyorsa...Ulan gene mi yaşlandık? Tabi beni böyle iç burkuntulara sokan Kim Ji Hoon, kendi ülkesinde ise kraliyet aksanını/konuşmasını tam yapamadığı ya da bir tuhaf yaptığı konusunda insanları tartışmalara soktu. Ben tabi engin korece bilgimle hiçbir tuhaflık hissetmedim. Ama yazılan karakter gerçekten çok iyiydi. Bir dolu kral rolü izledim şimdiye kadar, çok değişik olanları da vardı ama genellikle belli bir stereotipe uyar oluyorlar. Kim Ji Hoon'un burada canlandırdığı kral tarihe göre oldukça çağdaş düşüncelere sahipti, haliyle, fantastik öğelerle dolu bir hikaye izliyoruz. Ama en keyiflisi bu kralla Imugi'nin bromance'ini izlemekti. Birlikte maceralar atlatmaları, atışmaları, birbirlerini fark etmeden sevmeleri çok mutlu edici, pek keyifliydi. Ama tabiki Kim Ji Hoon'un hayat verdiği bu kralın her sahnede çaresizliğinin, öfkesinin, üzüntüsünün ve kararlılığının derinliğini hissetmemiz çok, çok keyifli bir seyirlikti.

Bu başrollerin yanında yan karakterler diyebileceğimiz ama aslında gayet de hikayenin ana karakterleri olan karakterlerin her biri de çok iyi ve özenli yazılmıştı. Kötü şamanı oynayan Kim Sang Ho'yu, Yoon Gap'ın annesini canlandıran Cha Chung Hwa'yı, baş hadımı oynayan Kim In Kwon'u, budist rahibi oynayan Lee Won Jong'u ve Lord Choi'yi oynayan Ahn Nae Sang'ı bir yıl içinde bile neredeyse 10 dizide izliyoruz ama o kadar iyi oyuncular ki her birinde yepyeni karakterlere hayat veriyorlar.

Hikayemizin tarihi yönüne bakacak olursak (ki en sevdiğim kısma geldik böylece) göreceğimiz şey haliyle biraz hayal-kurgu oluyor ama bu bizi tabiki merak edip, tarihin maceralı koridorlarında koşturmaktan ve hikayemiz ile olan benzerlikleri keşfe çıkmaktan alıkoymayacak.
Dizide hikayenin geçtiği tarih tam olarak ifade edilmiyor. Bu yüzden gördüğümüz ve duyduğumuz her şeyden yola çıkıp, zamanı daraltmaya çalışırsak tahminen dizimiz 17.yüzyıldaki Joseon krallarından birinin döneminde geçiyor olmalı diyebiliyoruz. Çünkü yukarıda da dediğim gibi muhteşem Kim Ji Hoon'un hayat verdiği kralımız, oldukça ileri görüşlü, batı dünyasından ve bilimsel, düşünsel, kültürel değerlerinden haberdar bir portre çiziyor ki Joseon dönemindeki kralların kendi dünyaları dışından daha da haberdar olmaları ve pek çok fikir akımının onlara ulaşması 1600lü yıllarda oluyor daha çok. 17.yüzyılı mantıklı gösteren bir diğer bilgimiz de Gancheol isimli Imugi'nin Kore mitolojisinde ve folkloründe tam da bu yüzyılda ortaya çıkmaya başlamış olması.
Bir diğer ipucumuz kralın dizi boyunca tek bir eşinin olması. Pek çok dizide gördüğümüz krallar gibi asıl eşi dışında başka eşler veya "concubine"lar almamış bir kral var karşımızda. Bu durum belki hikayenin kurgu kısmı olabilir mi diyebiliriz ama tarihe baktığımızda bu şekilde olduğunu bildiğimiz bir kral var: Joseon'un 18.kralı Hyeonjeong. Aslında dizideki krala verilen isim Lee Seong ve doğduğundaki ismi böyle olan bir kral yok yani kralımız tabiki kurgusal ama dedim ya bir benzerlik arayıp, tarihi bir zemine oturtmaya çalışmak eğlenceli. Bu isme "posthumous name" olarak sahip olan bir kral var aslında - 24.kral Heonjeong - ama diziyi izlerken elde ettiğimiz ipuçlarına devam ettikçe 19.yüzyılda yaşamış bu kralın bizimkisi olması olasılığının daha da azaldığını göreceğiz.

2.bölümde bir sahnede kralımız diyor ki Adam Schall'un "Treatise on the Telescope" isimli eserinden haberim var. Johann Adam Schall von Bell 1591-1666 arasında yaşamış Alman bir gökbilimciydi diyebiliriz. 1622'de Çin'e seyahat edip, orada misyonerlik yapmaya başlamış. Ölümüne kadar geçen 44 yılda Çin'de imparatorlar ve hanedanlar değişirken çok yüksek pozisyonlarda yer almış. Özellikle o dönemli takvimle ilgili düzenlemelerde çalışmış ve uzağı görmeyi sağlayan camlarla ilgili çalışmaları olmuş. Bu durumda dizideki kralımız bu adamın çalışmalarını biliyorsa, tarihimiz kesinlikle 1622'den sonrası olmalı.

Tam da bu noktada Adam Schall'un hayatı bize çok daha iyi bir ipucu sunuyor. Schall Çin'de takılırken tam da aynı tarihlerde Joseon krallığının prensleri Sohyeon ve sonradan 17.kral olacak olan Hyojong da Çin'de Qing hanedanının tutsakları olarak tutuluyor. Yani tam tutsak değil de şey gibiler, hani Fatih Sultan Mehmet'in sarayında III.Vlad'ın küçükken tutulması gibi. Qing hanedanı Joseon'u kendisine tabii kılmış, prensler de bunun göstergesi gibi.
Bu Hyojong abisiyle birlikte Çin'de bulunduğu sırada Avrupalılarla temas kurmuş oluyor haliyle; ayrıca Joseon'un dış güçlerden korunabilmesi için yeni teknolojiler geliştirmesi gerektiğini görüp, daha güçlü bir siyasi ve askeri sisteme ihtiyaç duyduğunu anlıyor.
Bu arada prens Sohyeon'un, Schall ile görüştüğü, konuştuğu biliniyor. Schall, belki bu gencin bahanesiyle misyonerliği Joseon topraklarına da götürürüz diye hevesleniyor. Kitaplarından falan hep veriyor prense ama prensin hikayesi daha da film. O zamanki kral Injo, bu iki kardeşin babası yani, 1645'te bunu eve çağırıyor. Veliaht prens olduğu için artık yanımda dur, üç beş ülkeyi yönetmeyi öğrenmeyi başla diye. Amma velakin kralla prens arasında çok görüş ayrılığı var, sonunda bir gün prensi kralın odasında ölü buluveriyorlar. Tabiki hemen örtbas, alelacele cenazesi yapılıveriyor. Sonradan kocasının ölümünün peşini bırakmayan, kurcalayıp duran eşini de ortadan kaldırıyor kral Injo tabi. Böylece Injo öldüğünde tahta bahsettiğim diğer oğlan, Hyojong geçiyor.
Peki Hyojong niye değil dizideki kralımız? Onun zamanında birçok askeri olay var çünkü. Mesela Ruslara karşı savaşımsız birtakım olaylar falan var. Bir de dizideki kralımızın babasının oldukça genç sayılabilecek bir yaşta öldüğünü görüyoruz flashbacklerle ve anlatımlarla. Hyojong da 39 yaşında vefat ediyor. Ve Hyojong pek çok reform yapmaya, halkın ülkenin durumunu düzeltmeye çalışan bir kral. Bu yüzden tıpkı dizideki kralın babası gibi etrafındakilerden ve güçlü hiziplerden çok çekiyor. Gerçek Hyojong çok stresli bir hayat yaşıyor ve yüzündeki bir kabarcıktan dolayı ölüyor, dizide de baba kralı ve sonradan asıl kralımızı lanetli ruh ele geçirdiğinde yüzlerinde gözlerinde yaralar kabarcıklar çıkmış görüyoruz.
Bu Hyojong'un oğlu Hyeonjong da babası Çin'de tutsakken orada doğmuş, bu yüzden onun da orada babası ve amcasının gördüğü, öğrendiği şeyleri öğrenip gelmiş olduğunu biliyoruz. Onun dönemi de tıpkı dizideki kralımızın uğraşıp durduğu gibi, politik hizipler arasındaki mücadelesin ortasında kalmış şekilde geçiyor. Hyeonjeong 1659 ile 1674 arasında hüküm sürmüş. O da çok genç bir yaşta, 33 yaşında vefat etmiş. Dizideki kralımızın Hyeonjeong olabileceğini düşünmek mantıklı gibi.
Peki dizide asıl her şeyin başlangıcı olan 100 yıl öncesindeki olaylar hangisi tarihte? Hani Imugi'miz göğe yükselirken bir bebek onu görüyor ve yere geri düşüyor. Bu sırada - gösterilen sahnelerle ve en sonunda olaylar çözüldüğünde anlatılanlarla anlıyoruz - o bebeğin bir savaşın ortasında kaldığını görüyoruz. Bu savaş dediğimiz durum Joseon'a dışarıdan gelen orduların saldırısı. Kralımızı Hyeonjeong kabul edersek ondan tam 100 yıl önceki kral 13.kral Myeongjeong oluyor. Onun zamanında politik hizipler arasında mücadele çok daha pis bir halde ve devlet çok çalkantılı. Myeongjeong hiç de iyi yönetemiyor ülkeyi, her şey ve herkes birbirine girmiş durumda. Haliyle sınırlardan Curçenler ve diğer taraftan Japonlar saldırıp, ortalığı mahvedip duruyor. Dizideki 100 yıl önce olan o saldırı ve kralın korkarak saklanmaya çalışması durumunu da Myeongjeong'un dönemine atfedebiliriz.

Tarihi olarak bir iddiası olmasa da dizinin, çoğu şeyiyle fantastik bir hikaye de olsa esinlendiği tarihi araştırmak keyifliydi benim için. Ama bu dizinin asıl başarılı yönü ve benim için bu kadar mükemmel olmasının sebebi sadece bir tarihi fantastik macera oluşu değil. Şöyle diyeyim. Kore dizileri çoğu zaman eğlenceli bir başlangıç ​​yapar, ancak yaklaşık üçte ikisinde senaristin fikirleri tükenmiş gibi olur ve hikayeyi nasıl bitireceğini bilemiyormuş gibi hissederiz. Bu dizide ise hikaye ilerledikçe sorular yavaş yavaş cevaplanıyor, olay örgüsü adım adım mantıklı bir şekilde çözülüyor, karakterlerin büyümesine gelişmesine öğrenmesine şahit oluyoruz ve tüm bunlar, baştan beri inşa ettikleri dünyayla tutarlı bir şekilde ilerliyor. Belki bu böyle çok çığır açıcı gelmeyebilir, ama bazen sadece hedeflediklerini yerine getiren bir hikaye istiyoruz ve bu dizi bunu başarıyor.

Görünüşte dizi, saraydan kötü bir ruhu kovmakla ilgili olsa da, aslında nesiller boyu süren travmaların çözümüyle, insanların sevdiklerini korumak için yapmaya gönüllü oldukları fedakarlıklarla ve dünyada ilk etapta derin bir kızgınlık yaratmadan hareket etmenin ne anlama geldiğiyle ilgili bir hikâye. Gerilimin, heyecanın, şokların, kahkahaların ve gözyaşının iyi bir dengesini kuran bir hikaye. Romantizm kısmı tam anlamıyla coşkulu değil, daha çok yavaş ilerliyor ve o kadar başka hikayenin ve maceranın arasında sevimli kalıyor ki tam bir aşk öyküsü olmaktan ziyade tatlı bir şekilde ilerleyen bir bir yan hikaye gibi oluyor.
İşte bir dizi sizi açgözlülük, insan olmanın anlamı, adaletsizlik, acı, dürüstlük, onur, affetme ve sevgi hakkında düşünmeye sevk ettiğinde böyle neler diyeceğinizi bilemiyorsunuz ve saatlerce anlatasınız geliyor. Dedim ya çok çok sevmek gibi, o kadar sevmek ki içinizden taşmasına engel olamamak gibi. Ben de çok sevdim bu diziyi ve hikayesini.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

The Haunted Palace {귀궁} (2025)

Yeo Ri kızımız çok efsane bir şamanın tek torunu. Kendisi de çok yetenekli bir şaman aslında ama büyükannesinin bir şaman ayini sırasında öl...