müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ocak 2023 Cuma

TXT'nin "Farewell, Neverland"i (투모로우바이투게더 - 네버랜드를 떠나며)


 

Tomorrow X Together (TXT) grubunun bugün çıkan mini albümü The Name Chapter:Temptation'ın son parçasının ismi "Farewell, Neverland".


Şöyle diyor şarkı:

Neverland, my love, I bid you farewell now
And I’m free falling
Stars, sleep with comfort, till I be calling

No matter where I go,
This is no home
Even if I’m afraid, I’m going down
Farewell Neverland, my love

The warmth, the same weather every day
The boy doesn’t grow up,
A kiss from the sun that never sleeps,
Nobody can see the stars

A paradise full of lies,
I wanted to turn a blind eye to it

My very final hiding place,
That’s what I hoped for, endless flying
It’s the end, it’s true

I found out the truth,
That all the things that were beautiful,
were actually not
I’m going to spit out that cruel lie

That irresponsible paradise of dreams,
I’ll bid you my farewell
My Peter Pan

Running above the air
Towards the ground, at full speed
Time to fall, it’s time

19 Ocak 2023 Perşembe

Handel'in Sarabende'si

 Bunu iki sene önce buraya taslak olarak koymuşum. Ne düşündüm, ne diyecektim hiçbir fikrim yok. Şimdi açıp, dinledim. E müthişmiş!?

11 Ocak 2023 Çarşamba

"sometimes even to live is an act of courage"

 


"At that place, I’m finding my way back to life again"

Hwasa'nın sesi, söyledikleri, şarkıları...o kadar şaşırtıyor ki her defasında beni.
Bu şarkının adı sakinleşiyorum gibi bir şey.
Öyle yani.

28 Ağustos 2022 Pazar

삶을 따라잡다

Yine her şeyi biriktirmiş halde, peşinden yetişmeye çalışıyorum. Hayatım habire hayata yetişmeye çalışmakla geçiyor gibi. Bu özelliğimi değiştirmeye çabalıyorum. Ben her önüme gelen şeyi bir kenara iliştirip, not alıp, buna şu zaman bakayım diye yaşıyorum. En basiti, nette instada bir şeyler görüyorum. Aa bu güzelmiş deyip, telefona kaydediyorum, ekran görüntüsü alıyorum. Çünkü o an onu inceleyecek, anlayacak vaktim olmadığını düşünüyorum. Sonra bu biriken şeyleri senede birkaç kere oturup, temizlemem gerekiyor. Bir yere gidiyorum, fotoğraflar çekiyorum. Onları bir sene sonra düzenleyip, paylaşabiliyorum ya da birine göndereceksem göstereceksem ancak yapabiliyorum. Evin içinde bir eşya ile karşılaşıyorum, haa tamam bunu şöyle yapayım diyorum, kenara koyuyorum. Gidiyorum geliyorum, önünden geçiyorum, bir türlü vakti gelmiyor. Öylece evin çeşitli yerlerinde bir şeyler duruyor aylarca. Tüm hayatım boyunca her şey için böyle yaklaşarak yaşadığım için bunun ne kadar yanlış olduğunu da bir süredir bildiğimden, artık düzeltmeye çalışıyorum. Misal bir yatak örtüsü görüyorum. Hah tamam bunu şu ülkeye taşındığımdaki evimde kullanacağım diyorum. Böyle hayal gibi geliyor söyleyince ama benim için o an çok gerçek. Kaydediyorum, not alıyorum, durmaya başlıyor. Oysa o örtüyü gördüğüm an alsam ve nerede yaşıyor olursam olayım kullanmaya başlasam her şey çözülecek. Sen al bir örtüyü de sonra taşınırsın, o hayal ettiğin ülkede kullanmış olursun sonra. Yooook. Şey gibi bu, hani sınavım var, çalışmak için masanın başına oturuyorum. Ama diyorum ki burası çok dağınık, önce toplamam lazım. Ama toplamaya başlamak için önce yemek yemem lazım aç karnına olmaz. Yemek yapabilmem için markete gitmem lazım, evdekilerle olmaz. Markete gideceksem çok pisim, önce duş almam lazım. Duş alacaksam da geç oldu, bu saatte yapılmaz, yarın sabah yaparım. Eh o zaman sınava da yarın çalışırım mecburen. Tüm hayatımı böyle yaşıyorum. O örtüyü alamam şimdi çünkü Yeni Zelanda'daki evimde kullanacağım. E Yeni Zelanda'ya gidemem hemen çünkü önce cv hazırlamam lazım. Cv'yi de şimdi hazırlayamam önce içine yazmak için şu kursa şu eğitime gitmem lazım. O kursa da şimdi yazılırsam birkaç hafta sonra bir yere gidecektim oraya gidemem, sonraki döneme yazılırım. Eh o zaman o örtüyü almayayım şimdi.

O yüzden her şeye balıklama atlıyorum artık. Beynimin kendi kendine o plan döngüsüne girmeye başladığını sezdiğim an nau nau diyorum, girme plan işine. Dur orada. Nihai planım her zaman, yaklaşık 9 yaşından beri Türkiye dışında yaşamaktı ya mesela, her an sanki bir sonraki yıl gidecekmişim gibi hareket ediyordu beynim. Buraya o kadar yerleşmemeliyim, nasıl olsa gideceğim. O insanlara o kadar bağlanma, nasıl olsa gideceksin gibi. O eşyaları alma, taşıyamazsın. Oysa böyle diye diye 35 yaşını bitirdim. 2.üniversite, dikey geçiş sınavı falan gördüm geçen gün mesela. Beynim hemen dişlileri çalıştırmaya başladı. Ama yapma bak, yazılma şimdi o kadar sene durmazsın belki bu ülkede diyerek. Bu sefer durdurabildim dişlileri. Çünkü öyle diye diye yılları heba ettim. Ne var önüme çıkanı yapsam, denesem. Hiçbir yere gittiğim yok. Hiçbir şeyi başardığım yok. Sihirli değnek yok. Beyaz atlı prens yok. Üçüncü günün şafağında atlılar yardıma gelmedi. Ruh emicileri kaçıracak kimse yok. O patronusu anca ben yapıp, kendimi kurtarabilirim ya da yetişemem ve o göl kenarında ölürüm.

İkinci üniversiteye başvuracağım. 4 yıllık tarih okuyacağım. Seneye de yazın DGS'ye gireceğim. Elimdeki iki yıllık diğer bölümü, dört yıllık arkeolojiye tamamlayacağım. Şimdi, şu an önüme gelen bu. 2 yılık sonrasını, dört yıl sonrasını düşünmeyeceğim. Sadece şu an bunlar var ve bunları yapacağım.

Neyse tamam önce mutfağı toplayayım da bir :D

19 Şubat 2021 Cuma

Dance of The Knights

"Dance of The Knights", Rus besteci (composer'ı besteci olarak çevirince bir tuhaf geldi bana ama neyse öyle diyorlarsa doğrudur) Sergei Prokofiev'in 1935 tarihli bale müziği "Romeo ve Juliet"in bir kısmı (artık kısım mı deniyor onu bilemiyorum tam). Esas adı "Montagues and Capulets" olarak geçiyor. Tam da hikayenin iki düşman ailenin balo salonunda karşılaştığı kısmını oluşturuyor. Düşmanlık ortadayken müzik son süratken, Romeo'nun Juliet'i ilk kez gördüğü sahnede yavaşlayıveriyor. Prokofiev, Shakespeare'in o sinir bozucu sonunu da değiştirmiş hatta ilk bestelediğinde baleyi, her şey mutlulukla son buluyormuş. Ama kaderin cilvesi, bundan sonrası başka bir hikaye.

Bu karanlık ama heybetli melodiyi şimdiye kadar en azından birkaç kere duymuşsunuzdur bir filmi ya da diziyi izlerken. En sevdiklerimden biri, aşağıda, Londra Senfoni Orkestrası'nın versiyonu.

6 Ocak 2021 Çarşamba

Hurra die Welt geht unter

 Köydeyim ben. Yılbaşından sonra izin aldım iki hafta, böyle bir verandada kuzinenin dibinde oturup tez yazayım dedim. Ama tezi yazmak dışında her şeyi yapıyorum yine, kuzineye odun atıyorum, bulaşıklarla uğraşıyorum, her sabah evi süpürüyorum, bol bol boş boş denize bakıyorum. Bu arada söylemiştim bir ara bir yazıda, Almanca'ya bakmaya başlamıştım yine. Lisede bir sene - iki miydi yoksa? - gördükten sonra ucunu bırakmıştım, kaçmıştı. Oysa sevmiştim ben Almanca'yı, sevdiğim şeyleri sevmeme hiçbir sebep bulamadığım onca şeyin arasında bir tanesi daha işte. Neyse, yeni bir yılın ilk gönderisi. Bu şarkı. Ne dediğini anlamazken çok güzeldi. Ne dediğini üç beş çözmeye çalıştığımda öyle çok da takılmadım gerçi ama videoyu görünce tabiki ooo dedim. Çünkü ben yeterince derin bir insanım biliyorsunuz, o manyak sesin çıktığı insanı görünce hiçbir şekilde vay vay vay demedim. Lafı uzatmayayım, şarkıyı dinleyelim.

20 Aralık 2020 Pazar

Astraea - Tonight I Run

 Bu gece bu karanlık yılın en uzun gecesi olacak. Bulunduğum konumda beşi 26 geçe civarında kaybolan güneş, yarın sabah sekizi neredeyse 5-6 geçene kadar görünmeyecek. 1000 yıl önce ya da 2000 yıl önce yaşıyor olsak bu gecenin iki dünya - ya da dünyalar - arasındaki geçidin en açık, perdenin en ince olduğu gece olduğunu düşünüyor olabilirdik. Roma İmparatorluğu'nun şaşaalı günlerinde yaşıyor olsaydık, Saturnalia bayramının son günlerini coşkuyla kutluyor olabilirdik. Oysa hiç hayal bile etmediğim bir yılda, hayal bile etmediğim bir yaşta, aklımın ucuna bile gelmeyecek bir insana dönüşmüş halde, saçmasapan bir hayat yaşıyorken, bir haftadır ilk defa tüm gün kendini gösteren güneşin ışıklarını izlediğim bomboş bir günün içinde, en uzun gecenin karanlığının çökmesini bekliyorum. Bir filmin içinde yaşıyor olsaydım, bu gece sonsuz karanlığın içinde mucizeler olurdu, gecenin bir yarısı yanlışlıkla büyülü bir geçitten yuvarlanıp kendimi 20 yıl öncesinde ya da alternatif bir evrendeki alternatif ama kesinlikle hayallerimdeki gibi bir hayatın içinde veya tarihte çok daha gerilerde, Orta Çağ'da, Antik Mısır'da, Ninova'da falan bulur, tarihi değiştirmek üzere çılgın bir maceraya girişiyor olabilirdim. Tamam tamam, 20 yıl öncesi bile yeter, kendi lanet hayatımı değiştirsem bile yeter. O yüzden Astraea'nın söylediklerini dinliyorum usulca, hayal ederek:

Golden skies calling me from the horizon.
But I'm frozen in time, Watching days pass with the Sun.
I feel the fire it's burning on my tongue. So what is it holding me back from what I want?
Doubt is the enemy stealing my mind, so I'm leaving his promises far, far behind.

Ve,

Tonight I run, for everything that I dream of
I'll chase the Sun, Til I run out of breath in my lungs
Fear won't catch me alive 'cause I'll be racing time.

12 Ekim 2020 Pazartesi

Gangsta's Paradise

 Böyle bir film olduğunu, böyle bir filmi izlediğimi bile unutmuşum. Unutmak doğru kelime değil hayır, aklımdan çıkmış. Tamamen çıkmış. Bugün alakasız başka şeyler dinlerken oradan oraya, birden karşıma çıktı. Ve o an yine, yeniden, tıpkı ilk duyduğumdaki gibi bu şarkıyı, vurdu. Bir film müziği, filmin kendisinden daha vurucu, daha çok şey anlatan, hatta filmi yapanların ya da yazanların bize anlatmaya çalıştığı şeyi direkt anlatan şey olabilir mi? Böyle bir şarkıyı dinlerken sizin de tüyleriniz ürpermiyor mu? Boğazınız düğümlenmiyor mu? Düşünsenize buradan baktığımızda belki bize çok da yabancı bir ortamdaki, çok da yabancı insanların daha da yabancı dertlerini anlatıyor. Hiç karşılaşmadığımız, deneyimleyemeyeceğimiz durumlardan bahsediyor. Ama yine de taa içimizde hissediyoruz dinlerken, orada o okulda, o mahallede o dertleri yaşıyoruz. Bir şarkının, müzik denen şeyin olması gereken hali bu değilse nedir ben bilmiyorum.

25 Eylül 2020 Cuma

Alfa ve Yanomi'den Cin Cin

Non è un black friday, ogni giorno qua è un blue monday.
Hava bugün kapalı burada evet. Bir de cuma.

31 Ağustos 2020 Pazartesi

But if the world was ending you'd come over, right?

Haftaya nasıl başlarım ama :)
Az önce denk gelip dinledim. Şaka gibi. Neyse.
Ben aslında şu versiyonu dinledim ama orijinalini söyleyenleri koyuyorum buraya.

19 Nisan 2020 Pazar

Zero Assoluto'dan Per Dimenticare

Bazı günler takılıyorum plak gibi. Bu şarkıda. Evin içinde per dimenticaaaarreee diyerek kayıyorum, di te di te di te diye zıplaya zıplaya dolaşıyorum. Yıllar geçiyor, yaşları eskitiyorum ve her yeni günle birlikte biraz daha azalarak yok olduğunu fark edebiliyorum.
Ama işte bazı günler, öyle sebepsiz yere, şarkılar takılıyor. Aşama aşama, aşacağım biliyorum ama şimdilik öfke aşamasındayım, zamanla bu da yok olacak. Bu öfke yok olana kadar sanırım hayatımın girmiş olduğu yoldan, başıma gelen her şeyden onu sorumlu tutmaya devam edeceğim. Hepsi senin suçun işte, bu yarım yamalak ergen kalmış büyüyememiş akıl yaşım, olasılıklar, olasılıklar...Hepsi. Diyerek öfke kusmaya devam edeceğim sanırım. O yüzden de bazı sabahlar bazı rüyalardan uyanıp, tüm gün "io sarei pronto a cambiare vita" diyerek, "se avessi più coraggio quello che io ti direi" diyerek dolaşıyorum.


Neyse, şarkı pek güzeldir bu arada. Dinleyin mutlaka.

26 Mart 2020 Perşembe

Delirmenin Eşiğinde

Delirdik mi? Nasılız çocuklar? Henüz delirmedik mi? Valla ben evde duruyorum diye değil, pazartesi günü işe geri döneceğim, evden çıkmak zorundayım diye deliriyorum. Bu salak saçma dönüşümlü/vardiyalı çalışma olayından ötürü kafayı sıyırmak üzereyim. Bu hafta evdeydim, haftaya işe gitmem gerekiyor. Oysa bu hafta evden, iş yerinde olduğumdan daha verimli, daha etkili çalıştım. Şöyle mantıklı, normal bir insan bile bunu algılayabilecekken, şu tehlikeli durumda iş yerinde olmamın hiçbir anlamı yokken, altında çalıştıklarım bu basit gerçeği anlayamıyor. Sinirlerim çok bozuk. Arada hapşırıyorum, günde bir kere falan öksürük geliyor, devamlı elim alnımda. Oturup, kendimi dinliyorum, oram mı ağrıyor, buramda bir sızı mı var diye. Ciddi ciddi boğazımda hafif bir acı var. Ne zaman ailemi görebileceğim bilmiyorum. Hastalanırsam tek başımayım, bana ne olacak? Vallahi delireceğim.
Neyse ki bu videoya rastladım. Şarkıyı söyleyenin başka hiçbir şarkısını beğenmedim (bu şarkıdan sonra açıp baktım, ıhıh, tarzı hiç benlik değil). Herhalde ortaokul yıllarımdan beridir de müzik videolarına pek gözümü açıp da bakmışlığım yok (BSB, Nysnc, Britney videoları zamanlarını kastediyorum, o videolardan sonra zirvede bıraktım yani :p ). Bu video ise çok iyi be. Yani harbiden acayip sevdim. Ama çok kısa. 2 dakika nedir ya? Oysa bildiğin uzun metrajlı film yapabilirlermiş bu videodan. Melodisi de manyak bir şekilde tutuveriyor insanı.

4 Aralık 2019 Çarşamba

14 Mart 2019 Perşembe

Ti Dedico Il Silencio

Hani içinizden bir dolu şey bağırmak gelir, böyle bir sürü cümle bir sürü düşünce, hepsi öylesine doldurur ki beyniniz patlıyormuş gibi olur, kafanızın içinde bir kovan arı varmış da vızır vızır habire dolanıp duruyorlarmış gibi olur ve öyle bir noktaya gelir de bağırmak, böyle nefesiniz hiç tükenmeyecekmiş gibi bağırmak istersiniz ya.
Ama onun yerine - öyle bağıramayacağınız için - bir şarkı denk gelir. Müziğin notalarını tüm vücudunuzla ruhunuzla basarak, kendi bağırmanızı değil ama şarkının sözlerini bağırarak - içten içten bağırarak - dinler halde bulursunuz kendinizi.



Sesindeki o şeyi duyabiliyor musunuz siz de benim gibi? O bir türlü adını veremediğim, içime dokunan, o samimi gelen şeyi? Böyle sözler yazıp, bir de bunları öyle bir sesle bize söyleyebilen bir ruh nasıl böyle ufak sevimli bir çocuk olabilir?
Trafik gürültüsünün içinden çıktım eve geldim sessizce, tuhaf hissettiriyor bu akşam diyor.
Daha fazla nefes alamıyorum, sadece seni düşünmeye ihtiyacım var.
Uzun bir süre, kaçırdığım zamanı arıyordum.
Uzun zamandır, zamanın bana yetmediğini düşünüyordum.
Sadece bir sebep arıyorum. Yaşadığımı hissetmek için.
Gökyüzü tuhaf hissettiriyor bu akşam.
Seni anlamaya çalışıyorum sadece. Ve bunu düşünmeden uyuyamıyorum.
Sadece birazcık bile huzurum olsaydı, onlar gibi olabilirdim.
Sen de ziyaret edebilecek bir yeri hak ediyorsun.
Ve bu yararsız kelimelerin gürültüsünü sana adıyorum.
Sessizliği sana adıyorum. Nasıl olsa kelimeleri anlamıyorsun.
Bu gece deneyeceğim. 
Bu gece, seni arıyorum.
Ama zaten cevap vermeyeceksin.
diyor.
Bu ufacık çocuk, hem Peter Pan ismini verdiği bir albüm yapıyor, hem de böyle sözler yazıyor.
Çok geç kalmışım keşfetmek için. Gibi hissediyorum.
Her şeye geç kaldığım gibi.

16 Ağustos 2018 Perşembe

iyi bayramlar



Dvorak hakkında uzun uzadıya yazmak istiyorum aslında ama şimdilik vaktim dar ve bu en en en bir sevdiğim eserini, elime keman almamın sebebini, bu videonun 5. ve 12. dakikaları arasındaki Serenade'ın vals kısmını, buraya şöyle bir fırlatıp kaçıyorum. Bayramdan sonra görüşürüz!

1 Ağustos 2018 Çarşamba

Lakmé'nin Flower Duet'i

"Lakme", Fransız besteci Leo Delibes'in 1881'de bestelediği 3 perdelik bir opera. Hikayesi 19.yy.ın sonunda Hindistan'da geçiyor. Britanya yönetimi altındaki bu koskocaman ülkede Hinduizm'e inananlar gizlenmek zorunda kalıyor yönetimin baskısı altında. Böyle bir ortamda başlıyor anlatmaya hikayesini operamız. Bir Brahman rahibi olan Nilakantha'nın güzeller güzeli kızı Lakme ile onların şehrini, ülkesini işgal etmeye gelmiş bir İngiliz askeri olan Gerald'ın birbirine aşık olmasını ve her büyük aşk hikayesinde olduğunu gibi trajik sonlarına doğru ilerlemelerini dinliyoruz şarkılar boyunca. Evet bu trajik bir aşk hikayesi ama beni etkileyen şarkısının ne bu aşkla ne de trajediyle bir ilgisi var. İlk duyduğumdan beri, tek kelimesini bile anlamasam da dinlerken bana değişik değişik şeyler hissettiren şarkısı operanın ilk perdesinde. Flower Duet olarak bilinen "Sous le dôme épais" aryası (yani kalın kubbenin altında diyebiliriz google öyle çeviriyor). Yıllar sonra açıp da sözlerine baktığımda, ne anlatıyor acaba bana bunca şey hissettiren bu parça diye okuduğumda oldukça şaşırmıştım. Çünkü gayet hülyalı bir şekilde nehir kenarına yıkanmaya gelen Lakme ve hizmetçisi Mallika'nın orada gördükleri çiçeklerin güzelliğinden bahsetmeleri üzerine kuruluydu şarkı. Ahh bunlar ne güzel yaseminler böyle güllerle sarmaş dolaş, nehir ne de güzel akıyor hadi suya girelim la la lala...diye söylüyorlar esasında ama insan bunları bilmeden dinlediğinde neler neler hissediyor.

22 Ocak 2018 Pazartesi

Let hope be everything that you need

Birazdan çıkacağım evden, yine bir iş görüşmesine gitmek için. Kendimi gaza getirmeye çalışıyorum yapabilirsin bu sefer yapabilirsin en azından kendini rezil etmeden azıcık kalan özgüvenine yeni bir yumruk indirmeden bir gün olsun geçirebilirsin diyerek, kendi kendime tekrarlayarak.
Şarkıysa Of Mice&Men'in yeni albümünden. Çok iyi.

9 Ocak 2018 Salı

Travis - Love Will Come Through

Hava değişik bir kapalı. Kirlilikten mi yoksa sis mi var, anlaşılmıyor. Yani kapalı ama gökyüzüne baktığımda beyaz, kirli bir beyaz. Bu havaya da Travis'in Love Will Come Through'sunun Prag'da geçen klibi (Prag'tı orası değil mi ya?) çok uyuyormuş gibi gelir bana hep. Anton Corbijin'in yönettiği diğer klipten pek de hazzetmiyorum ne yalan söyleyeyim (3 buçuk dakikalık klip boyunca tüm işini yorganın altından çıkmadan halleden bir Fran Healy izlemek az biraz hoş değil bence yani. Ama yine de izlemek isterseniz-->burada). Şarkıysa dediklerinden çok dilime dolanmasından, Fran'le birlikte tekrar ederek söylüyor olmamdan dolayı güzel gelir. "So taaaake me, don't leeeeave me" diyerek dolaşırım. Yoksa nerde love will come through?

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...