4 Mart 2023 Cumartesi

Yeni bir Peter Pan uyarlaması daha Disney'den: Peter Pan & Wendy fragmanı

Disney'den yeni bir Peter Pan filmi geliyor. Toby Halbrooks ile birlikte yazdığı senaryoyu yöneten David Lowery. Yazdığına göre 1953 yapımı Disney animasyonundan esinlenerek yapılmışmış (maalesef burada gözlerimi nasıl devirdiğim göremiyorsunuz). Herhalde Nisan'ın sonunda bu izleme platformuna gelecek.

Fragmanın en sonda söylediğini ben en başta söyleyeceğim çünkü buradan sonra yokuş aşağı. Kaptan Kanca rolünde Jude Law var (gençliğimin yakışıklı adamları artık Kanca rollerine giriyorsa ben de yaşlandım mı demek oluyor bu, nolur olmasın). Fragmanda iki saniye falan görünüyor, pek bir şey anlayamadım ama ismini görene değin Kenneth Branagh amcayı gördüm sandım tombik bir halde. Bunun dışında hiçbir "mischievous"lık barındırmayan bir adet sönük Peter görünüyor, poster de dahil olmak üzere filmin genelinde 16 yaşında, Slav asıllı bir Paris Moda Haftası mankeni gibi görünüp, bakan ve konuşan bir Wendy var (yazdıktan sonra açıp baktım da cidden 16 yaşındaymış vooo bana, Peter Pan'i oynayan daha fena: 17!). Çağa ayak uyduralım'ı çok yanlış anladıklarını gösteren bir adet (iki adet mi denir yoksa, ben de mi Türkçe'de bocalayacaktım vahlar olsun) kız çocuğundan müşekkil ikiz var. Haa bir de 300 Spartalı aksiyonu var. Bir dakika 45 saniyelik fragmandan şimdilik anladıklarım bu kadar.

Hiç büyümeyen bir çocuk ve çocukluğun uçsuz bucaksız hayal dünyası ile ilgili bir hikayenin en iyi uyarlamasının hala, büyümeyen o çocuğun büyümüş olduğu bir film olması, ne kadar ironik değil mi çocuklar?

2 Mart 2023 Perşembe

Teen Wolf : The Movie (2023) - Lise tayfası buluştuk, ahh ama çok özlemişiz

 


Lise bitmiş, Beacon Hills sakinlerinin her biri hayatlarına devam ediyor. Scott, Los Angeles'ta bir hayvan barınağı işletiyor mesela. Veteriner amca Deaton da yine oraya taşınmış, barınağın yanında veterinerlik yapıyor. Lydia tabiki büyük şehirde bir bilimsel-teknolojik şirkette çalışıyor, kariyer insanı olmuş. Derek, Beacon Hills'te polislere danışmanlık yapıyor (Derek için özel iş icat etmişler:D ). Şerif Stilinski bildiğimiz gibi, of aman yaşlandım kemiklerim yeter be ya diye diye yine de olayları çözüyor, kötülere direniyor. Malia'nın ne yaptığı belli değil, ortalıklarla çakallık, bir de Deputy Parrish'le işi pişirme. en gereksiz kurt avcısı baba Argent'ın da gereksizlikleri devam ediyor. Zaten lise arkadaşları buluşması, pardon filmimizin konusu da oradan çıkıyor. Baba Argent, yıllar önce (3.sezonda), yaklaşık 15 yıl önce ölen kızı Allison'ın sesini falan duyduğunu söyleyerek çıkageliyor. Tesadüf bu ya Scott da hayalini görüp duruyormuş. Aynı tesadüf Lydia'da da olmaz mı? O da yine manyak manyak translara girerek resimler çizmeye başlamış. Bu akıllılar toplaşıp, diyor ki ulan galiba Allison'ımız öte tarafa geçemedi (kendisinden sonraki 3 sezon boyunca Scott'ın habire bir başka kızdan öbür kıza atlamasını izlerken huzurla öte dünyaya geçmek istememiş olabilir doğru), bize ulaşmaya çalışıyor. Peki tamam geçemedi, haydi o zaman onu huzura kavuşturmak için gereken neyse onu yapalım iki dua edelim falan demiyorlar. Hayır, biliyorsunuz ki Teen Wolf evreninde kafalar öyle çalışmıyor. Haydi o zaman Allison'ı geri getirelim diyorlar. Çünkü gözümüzün önünde bir şeyin kılıcı yeyip, Scott'un kollarında diziye veda eden, cenazeler düzenlediğimiz, üstüne her sezon başka bir dövüşebilen genç kız bulduğumuz Allison'ın nedense Araf'tan seslenmelerini ben yaşıyorum olarak algılıyorlar (çünkü 2014'te ay ben artık 30'uma geldim bir liseliyi oynamak istemiyorum oyunculukta yeni şeyler denemek istiyorum taammı diyerek kaçtığı diziden sonra ele avuca gelir bir iş yapamadığının farkına varmış, yeniden Teen Wolf'un ekmeğini yemek istemiş Crystal Reed). Bu akıllılar 15 yıldır ölü olan birini geri getirmenin formülü ellerinde, Beacon Hills'e doğru yola çıkarken dünyanın öte ucunda kapüşonlu ve her şeyden haberi varmış gibi görünen biri, Liam'ın ve Hikari isminde bir kızın çalıştığı bir bardan Nogitsune'nin hapsedildiği kavanozu çalıyor. Ahahah :D Hay allahım :D Bakın bu Nogitsune bir sezon boyunca hepsinin anasını ağlattı, koca bir sezonumuzu heba etti. Gene de tahtadan bir kavanoza koyup, bir de onu Japonya'daki bir barın orta yerinde diğer kavanozlarla birlikte süs diye saklıyorsun. Hayır koruma olarak da iki ergeni bırakmışsın başına. Tabiki birisi çıkıp gelip alır. Neyse bu kapüşonlunun amacı Nogitsune'yi serbest bırakıp, bizimkilerin başına salmak ve intikamını almakmış. Sonuçta bir bakmışız, hep beraber Beacon Hills'e geri dönmüşüz.



Teen Wolf ile ilgili hislerimi, 2011-2017 arasında yayınlanan bu görünüşte klasik bir amerikan gençlik dizisi hikayesinin benim için önemine dair düşüncelerimi "6 yıl 111 bölümün ardından Teen Wolf'a veda etmek" yazısında anlatmıştım. Ohh hem de ne anlatmışım, valla yazdıklarımı beğenmek huyum değil ama bu sefer çok beğendim. Yani tam olarak içimden geçenleri cümlelerle ifade edebilmişim. Ağlamaklı olmadan okuyamıyorum şu an o yazıyı. 2017'de Teen Wolf'a veda ederken hiç aklımın ucuna gelmemişti bir gün, onlar kazık kadar olmuşken (ben hala hobbit kadar kalmışken) ve dünya artık çok farklı bir yere dönüşmüşken yine hepimiz bir araya geleceğiz ve bir filmle de olsa Beacon Hills'e geri döneceğiz. Bu yüzden filmin yapılacağı haberini gördüğümde karmaşık duygular içindeydim. O kadar üzülerek vedamı etmişim, siz gelin bir daha umutlandırın. Büyük olasılıkla yapımcılar da aynı umutlarla girişti bu işe. Yahu biz acayip izlenen, tutan bir iş yapıyorduk, belki gene bundan tutan bir şeyler başlatabilir miyiz ki diyerek bir film yapalım, gerisine bakalım demiş olmalılar.


Film anlamında, bunun bir film olması anlamında bir şeyler söyleyebileceğimi zannetmiyorum. Objektif bakamıyor olabilirim çünkü. Bana gayet böyle baştan sona oturmuşum, uzuuun bir Teen Wolf bölümü izlemişim gibi geldi. Düzenlemede, akışta, ilerleyişinde başka izlediğim pek çok örneğin aksine hiçbir takılma, sorun yoktu. Gayet de dizi nasıl akıyorsa, film öyle akıyor. Ha pek mantıklı şeyler olduğundan değil. Zaten Teen Wolf'da bu konuya takılmıyorduk hatırlıyorsanız. Film daha çok böyle bir lise buluşması tadında, bir bahaneyle tek tek eski dostlarla buluşuyormuşuz gibi. Önce Scott ve Deaton ile baba Argent bir araya geliyor, ardından Lydia'yı alıyoruz. Sonra Malia ve Hellhound'umuz Deputy Parrish geliyor, Şerif Stilinski'ye kavuşuyoruz, son sezondaki kanka Mason da Deputy olmuş o geliyor. Derek'i yasal bir işte, polislerle görünce, bir de oğluna babalık ederken görünce gözlerimiz yaşlanıyor. Derek'in gereksiz oğlu Eli ile tanışıyoruz ki olası bir spin-off için ona bel bağlamaya çalışıyorlar gibi görünüyor. Scott'ın hemşire annesi doktor olmuş, yine dünya yanarken bir kalbur samanına bir şey olmadan dolanıyor. İncelikli kötümüz Peter yine en mühim anda burdayım diyor. Saçmasapan havasıyla Jackson mutfakta beliriyor. Her zamanki gibi yine onca dünyayı kurtarıyoruzun arasında Koç Finstock'la uğraşıyoruz mesela. Yani resmen bir herkesle buluşup, kucaklaşma bu. Her bir karakter sadece olaylara dahil olmak için, bizimle hasret gidermek için ortaya çıkıyor.

Açıkçası ben büyük bir hevesle, çok sevdiğim dostlarımla buluştuğum için yüzümde bir tebessümle izledim filmi. Tam olarak eskiden izlediğimde hissettiğim şeyleri hissetmedim doğru, çünkü ben de aynı ben değilim artık, Teen Wolf da. Ama güzel bir kavuşma hissiyle izledim, tatlı bir eğlence havasıyla mutlu oldum. Bundan sonra bir Teen Wolf dizisi daha yapmaya çalışırlarsa izlemem, doğruya doğru. Geçenlerde demiştim ya bir başka çocuk kitabından uyarlama kurt dizisi başladı, ilk bölüm bile dayanamadım diye. Ama böyle eski dostlarımla, arada böyle saçma da olsa hikayelerle tv filmi getirirlerse mutlu mesut izlerim.

 

  Bu arada herşeyimiz Stiles'ımız, FBI'da çalışıyormuş. Filmde tabiki yoktu. Te allahım ya. Bu ne inattır be Dylan O'Brien, ne inattır. Hayır bir de Stiles ile Lydia'nın ayrılma sebebini Lydia'nın gördüğü rüyaya bağlamaları...6 yıl boyunca bu ikisi arasındaki bağı ilmek ilmek inşa edip, sonra bu şekilde yıkmak da yani, peh Jeff Davis.

27 Şubat 2023 Pazartesi

JUNG_E {정이} (2023)


 Çok da uzak olmayan bir gelecekte Dünya'mızın kaynaklarını bir güzel tükettiğimiz için insanlık uzayda, başka gezegenlerde koloniler kurmaya karar veriyor. Bu kolonilerden üç tanesi daha sonra of aman biz tek siz hepiniz diyerek diğerlerine savaş açıyor. Çünkü neden açmasın?! Yıllaaar yıllaaar süren savaşta özellikle Koreli paralı askerler çok makbule geçer oluyor, biraz iyiler yaptıkları işte. Bu askerlerden Captain Yoon Jung Yi özellikle efsane. Ancak son görevinde, tüm savaşı bitirebilecek bir yakıt yerini patlatma görevinde başarısız olarak hayatını kaybediyor (bitkisel hayata giriyor, makinelere bağlı şekilde yaşatmaya devam ediyorlar). 35 yıl sonra, hala devam eden savaşı bitirebilmek için bir teknoloji şirketi captain'ın beynini kopyalayıp, Jung_E adını verdikleri robotlar yapıyor. Captain'ın birebir aynı görüntüsünde, aynı beyne, düşünme, hissetme ve anlama kapasitesine sahip bu robotları savaşa göndermeden önce test ediyorlar tabiki. Ancak her defasında, bu efsanevi askerin robotu bile son görevin simülasyonundan bir türlü çıkamıyor. Sonunda savaşın anlaşmayla bitirilmesine karar verildiği haberi ile proje sonlandırılıyor. Ancak projenin başında askerin kızı var ve son simülasyonda da olsa bir şeyleri anlamaya başlıyor.


Neredeyse hepsini anlattığım film, Yeon Sang Ho'nun yazıp, yönettiği bir Güney Kore yapımı. Yönetmen, şu pek ünlü (ve benim tabiki izlemediğim) Train to Busan (2016) filmini de yapan kişi. Onun dışında aslında daha çok animasyon filmler yapmış gibi görünüyor. Ki Jung_E'de de mükemmel denebilecek görsel efektleri, görüntü olarak şahane sahneleri izliyoruz. Film dışarıdan bakılınca böyle eni konu hareketli bir bilim kurgu macerası gibi görünüyor. İnsan gibi görünen robot, oooo. Manyak savaşıyor hem de, oooo. Gibi görünüyor. Ancak izlemeye başladığınızda anlıyorsunuz ki bu film, bir aksiyon olmaya çalışmıyor. Bilim kurgunun nimetleriyle yola çıkıp, insanı gerim gerim gerip rahatsız eden bir sakinlik içinde felsefi sorgulamalara girişiyor. Neredeyse klostrofobik denilebilecek belirli birkaç mekanda geçiyor. İnsanın ne kadar pislik bir düşünce yapısına sahip olduğunu, yüzyıllar geçse de, başka gezegenlere gitse de, teknolojiyi fethetse de yine zengin-fakir, güçlü-zayıf gibi kavramların hiçbir şekilde değişmeyeceğini göstermeye çalışıyor bir yandan.


Özellikle robot askerimizi ve dolayısıyla yaşarken asıl askerimizi görevde başarısız eden sebebi gösterdiklerinde, anladığımızda daha da büyük bir soruyla karşı karşıya bırakıyor hikaye bizi. Beynimizdeki o "yer" yüzünden başarısız oluyorsak, o "yer" olmadığında gene de insan sayılır mıyız?

Sonuçta filmin ilk yarısında sabredip, kendinizi çok germezseniz, bu kapalı mekandaki 70ler fütüristik atmosferinde umutsuzluk ve adaletsizlik asabınızı bozmazsa, ikinci yarıda güzel birkaç ters köşeyle tatmin edici aksiyon sekansları arasında keyifle hoplayabilirsiniz. Ama o kadar. Beni mutsuz ettiği için sevmedim tabiki.

17 Şubat 2023 Cuma

YAŞ ETTİ...12 - “Even the darkest night will end and the sun will rise.”

 Neverland'in 12.yaşındayız pek sevgili kayıp çocuklar. İçimden hiçbir şey yapmak ya da yazmak gelmiyor olsa da en azından bunun için gelmeliyim dedim buraya. 12 koskoca yıl. Söyleyecek hem çok şeyim var, hem de bir o kadar yok. O kadar çok anlatmışım gibi geliyor ki artık sanki ne anlatıyorum acaba diyorum bazen.

“Tuhaf olmaya çalışmıyorum. Sadece ne yapıyorsam onu yapıyorum.” der Johhny de. Mesajı gayet açıktır: Sadece kimsen o ol. Kimin ne dediğine, ne düşündüğüne bu kadar önem verme. Bu sebepledir ki karakterlerine içinden birşeyler katar. Artık onlar senaristin yazdığı veya yönetmenin söylediği karakterler değildir. Hepsi birer Johnny’dir. Bu yüzden sevilir Johnny de zaten, aşık olunur, hayran olunur, kıskanılır. İster istemez bilinir, o perdedeki adam aslında Johnny’dir. Ve söylemeye çalıştığı da ‘benim gibi olun’ değildir. ‘Kendiniz gibi olun.’ dur. ‘Başkalarının sizin hakkınızdaki yargılarına boyun eğmeyin. Ve en önemlisi siz de onları yargılamayın.’

diyerek başladığım bu yolculukta ilk seneyi devirmemizi bir filmden bir alıntı ile kutlamışım mesela:

Yaşamlarımıza tanıklık edecek birine ihtiyacımız var. Bu gezegende milyarlarca insan var. Söylemek istediğim şu, hangimizin hayatının gerçek bir anlamı var?

İkinci yaşında Neverland'in 81 kişiymişiz, öyle yazmışım. 

Bir şekilde de olsa, bilmeyerek ya da bilerek, önemseyerek ya da zerre kadar takmayarak da olsa, yaşamıma tanıklık ettiğiniz için. Çünkü siz farkında olmasanız da "sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir."

demişim o sene. Bu da yine ciğerime işleyen bir filmden meşhur bir alıntıydı. Üçüncü sene delirdiğim seneydi. Dördüncü yaşta,

Sorularım, sorularım öyle çok sorum var ki hepsine bir cevap bulmaya çalışırken aslında Neverland'i kurarak bir yardım çağrısı yapıyormuşum, onu fark ediyorum. Çok başarısız olduğum bir konu daha çünkü bu, yardım istemek. Şunca yıldır hiçbir şey için yardım istememekte direnen, kendi gururuna kibrine gömülmüş bir insandım, çok zor oluyor bundan sıyrılmak. Sessizce bir yardım isteğiydi belki de bu. Sorularım var, yolum çok meşakkatli, bu yolculukta benimle yürür müsünüz, arada dinlenmek için size konuk olabilir miyim, sizin sorularınıza ben de kafa yorabilir miyim?
Cevabınız evetse, ben buradayım Neverland'de, ikinci yıldızdan sağa sapıp sabaha kadar dümdüz devam ettiğinizde yolunuz hep buraya düşecek. Burada korsan gemilerine yakalanabiliriz, burada tek bir güneş tek bir ay yok, burada deniz kızlarının Ariel'le alakası yok bizi paramparça edebilirler, burada kaybolabiliriz, burada zamanın geçtiğini saatlere bakıp göremeyiz çünkü burada saat tiktakları da yok. Burada kayıp çocuklarız, kılıçlarımız bellerimizde, perilerimiz tepemizde; burada hiç büyümeyiz. Burada, dışarıda olan her dehşete, dünyanın her kirine rağmen biz sadece sorularımıza cevaplar arıyor olacağız.

diye kocaman bir umutla ve azimle yazmışım. O sebepsiz yere ara ara ortaya atılan saçma umutluluk halimin kendini gösterdiği belli.
Beşinci yaşı kutlamam gereken gün ise yine tıpkı bu yaşadığımız günler gibiymiş. Türkiye denen bu cehennem çukuruna yaşamak için gönderilmiş olmamızın ironisine şokla bakakaldığımız bir başka günmüş.

Oysa diyecektim ki bugün size "olley 5.yaşını kutluyoruz Neverland'in olley". Sabahın köründe kalkıp yemekler yaptım, off yine çok yoruldum bugün yeğenime bakmaktan diyecektim. Okulda dersler başladı ama ben böyle bu haftayı salladım, gittim İtalyanca kursuna yazıldım haftada üç akşam ona gidiyorum pek keyifli diyecektim. Hatta bu akşam kurstan dönene kadar bekledim bir şey yazmadım, hadi şimdi kutluyoruz obaa diyecektim.
Ama olmadı.

yazmışım. O kadar çok yaşadım ki böyle günleri, böyle zamanları bu ülkede...Artık inanın hangi zaman daha kötüydü, hangi felaket daha acıydı karar da veremiyorum, hatırlayamıyorum da. Sanki yaşamak zaten hep bir felaket filmiydi bizim için bu ülkede. Hatırlayamıyorum artık o kadar felaket gördükten sonra hangisi hangisiydi, ne zaman ne olmuştu. 
O yüzden sonraki senelerde, yaş 10 edene kadar kutlama yapmaktan vazgeçmişim gibi görünüyor. 2021'de şöyle kutlamıştım:

Yaşadığıma tanıklık ediyorsunuz, her ne kadar bu "yaşamayı" pek beceremiyor olduğumu düşünsem de. Doğarken bir yolculuğun ismini koymuşlar bana, öyle düşünmediklerine eminim koyarken ama nihayetinde bir yolculuğa dönüştü bu hayat benim için. Hiçbir türlü bir yerde hah tamam işte burada olmalıyım dedirtmeyen, hep başka bir yerde başka bir şeyi yaşıyor olmalıymışım hissiyle dürtükleyen, mutluluğu aratıp durdurtan, bir dolu kötü seçimin, pişmanlığın bir dolu manyak, saçma sapan hikayeye yol açtığı bir yolculuk. Umarım böyle bir sürü 10 yıl kutlarım burada. Ama çok geç olmayan bir noktasında da artık vuhuuu tamam işte çok mutluyum diye bağırabilirim size. Çok geç olmasın yalnız. Böyle birkaç sene içinde olsun yani. Çok da beklemesin.

Üzerinden 3 yıl geçti. Hala bekliyor, bekletiyor beni bu mutluluk. Aksine, sanki en kötüsü hah bu işte dediğimiz noktanın da üstüne çıkmaya çabalıyor gibi görünüyor hayat. Ben de Frodo gibi tekrar ediyorum kendi kendime, keşke benim zamanıma denk gelmeseydi keşke keşke diye.


“I wish it need not have happened in my time," said Frodo.
"So do I," said Gandalf, "and so do all who live to see such times. But that is not for them to decide. All we have to decide is what to do with the time that is given us.”

13 Şubat 2023 Pazartesi

perdere la testa

 Aklımı kaybetmemeye çalışıyorum. Durup durup kendimi ikna etmem gerekiyor, çıldırma diye. Aklına sahip çık. Sokaklarda çığlık atarak koşturmamak için kendimi kuvvetle tutmam gerekiyor. Aklımı yitirmek üzereyim. Bu günleri unutmamam için yazmam gerek. 10 yıl, 20 yıl sonraki ben için yazıyorum. Bir pazartesi sabahı uyandım, kahvaltı masasına geldiğimde annem elinde kumanda, tvyi açmış, bak neler olmuş biz hiç fark etmemişiz dedi. Temelde uyuyordum, kulağımda tvden gelen seslerle. Depremin şiddeti çalındı kulağıma, sanırım şoka o noktada girdim. Hazırlanıp, evden çıktım, servise bindim. Herkes normaldi, her şey normalmiş gibi davranıyorlardı, muhabbet ediyorlardı, gülüyorlardı. Kafam suyun içinde gibiydi. O saatte daha kimse haberleri duyamamıştı ki. İş yerine geldim, haberleri açtık. Yine de tam olarak anlayamadık. Regl ağrılarım tutmuştu, bu haftayı izin alayım dedim. Zaten bir dolu iznim vardı. Sabah izin formunu yazdım, izin aldım. Salı'dan itibaren tüm hafta işe gelmeyeceğim diye sevindim. Sonra öğlen oldu. Öğle arasında dışarı çıkmadım, zaten geri kalan günlerde gelmeyeceğim, elde iş bırakmayayım dedim. Öğle arasının bitmesine yakın telefon çaldı. Ankara'nın bir başka yerindeki bir personel aramıştı, tam sorunu anlatıyordu ki masam da ben de sallanmaya başladık. Odanın diğer ucundaki arkadaşıma baktım, o da şaşkındı ve sallanıyordu. Elimde telefon, telefonun karşı ucundaki personel hala derdini anlatıyor. Büyük ihtimalle çünkü Ankara'nın o bölgesi sallanmıyordu. Abi deprem oluyor kapatıyorum ben diyorum hala konuşuyordu. İki katlı bir devlet kurumu binasının giriş katında, Ankara'da, dakikalarca çılgınca sallandık. Onu panik halindeki eşi aradı, dışarı fırladı. Ben sallanmanın bitmesini bekledim. Annem evde panik yapmıştır diye onu aramaya çalıştım. Annemler evde hiç sallanmamıştı mesela. Annem deprem oldu deyince şaşırdı. Telefonu kapatıp, binanın önüne baktım. O zaman insanlar dışarı çıkmaya başlamıştı yeni. İçeri girip, masamda oturdum. Ne yapacağımı bilemedim. Dışarısı buz gibi. Diğer iş arkadaşım geldi odaya, onunla oturmaya başladık. Maillere falan baktık. Hala durumun vahametinden haberimiz yoktu. Yarım saat geçti. Çöp kovasını boşaltmak için gelen abi siz hala ne oturuyorsunuz dedi. İki buçukta servisler kalkacak, herkes dışarı çıktı dedi. Sabah yataktan kalktığımdan beri boş boş bakıyordum, ona da boş boş baktım, algılayamadım. Sonra bir baktık, cidden herkes çıkmış gidiyor. Servis alanında servisçiyi aradım, onu bekledik, geldi. Pazartesi öğleden sonra eve geldim. Bunca yıl sonra ilk defa, deprem olduğu için devlet kurumlarındaki personeli eve gönderdiler. Haftanın geri kalanında izinli olduğum için evdeydim. Annemler otobüs bileti almıştı, cumartesi köye geri döneceklerdi. Cumartesi sabahı onları otobüse bindirdim, evlerine döndüler. Cumartesi T'nin doğumgünüydü, o da depremden beri nöbete kalıyor, geceli gündüzlü. Tüm gece çalıştıktan sonra cumartesi sabahı 10'da eve gelmişti. Akşamüstü çıktık, evin ilerisinde bir pastaneye oturup, çay içtik. Doğumgünü kutlaması bu ortamda böyleydi. Hafta boyunca mal gibi baktım etrafa. Boş gözlerle. Kafam suyun içinde. Hiçbir tepkim yoktu. Pazartesi sabahı yataktan kalktığımdan beri böyleyim. Bir hafta oldu. Zombi gibi dolaşıyorum. Tepkisiz. İçeridense kendi kendimi bir arada tutmaya çalışıyorum. Delirme. Çıldırma. Aklını kaybetme.

1 Şubat 2023 Çarşamba

Ocak - Keeper of the Gate

 

Mermerden tanrı Janus büstü, Vatikan'daki Museo Chiaramonti'den.

Ocak ayını hakikaten hiç sevmiyorum. Son birkaç yılda daha da sinir bozucu oldu zaten. Ailemin büyük çoğunluğunun doğum gününü kutlamam gereken bir aya dönüştüğünden olabilir bu. Kutlama yapmanın nesi kötü diyebilirsiniz ama olay, sevdiğiniz insanların doğmuş olmasını kutlamaktan çıktığı için kötü zaten. Her sene Ocak ayında bir dolu hediye almak zorunda kalmak, aldıklarının hiçbir şekilde beğenilmemesi, karşındaki hiçbir şekilde memnun edememek, memnun etmek zorunda hissettirilmek, istemediğin halde bir dolu değişik insanla sosyalleşmek zorunda bırakılmak...diye uzayıp gidiyor. Ben sırf istemediğim şeyleri yapmak zorunda kalmamak, istemediğim şeyleri hissetmek zorunda kalmamak için 30 yıllık geçmişimi silip, tanıdığım herkesi bırakmışım, bunlar gelip beni nelerle uğraştırıyor. Aileye psikolojik olarak uzaklaştırma emri çıkaramıyor muyuz?

Sırf bunlar yüzünden kendi doğum günümden de nefret eder hale geldim. İstemiyorum ya. Ocak'ta doğmuş olmak istemiyorum. Kendime yeni doğum günü ilan edemez miyim? Mayıs'ta doğdum ben. Öyle kabul ediyorum. O zaman kutlayacağım. Neyse, Ocak nasıl geçti, onu gözden geçirecektim.

3 kitap bitirdim sayabilirim sanırım. Aslında Jane Austen'ın Sanditon'ını okuyordum yeni yıl başlarken. O yüzden onu yılın ilk kitabı sayabilirim tamam. Her sene Peter Pan'i yeniden okumaya karar verdim, o yüzden bu seneye onunla başladım gibi diyebilirim. Bu okuyuşumda çok daha farklı şeyler gördüm, daha önce fark etmediğim şeyler fark ettim. Buna sevindim çünkü nihayet değişiyorum, gelişiyorum demek bu. Ayrıca artık eskisi kadar kötü hissettirmedi hikaye. Peter Pan'in hikayesi bana şu yaşıma kadar hep alabildiğine üzücü, depresyona sokucu bir hikaye gibi gelirdi. Özellikle sonunu okuyamazdım, içim daralırdı, boğulur gibi olurdum hüzünden. Peter'a da sinir olurdum maceralar boyunca, gıcık şey diye diye. Bu sefer öyle olmadı. Hem Peter'la eğlendim, hem de kitabın sonunu okuyabildim. Yine sevmiyorum sonları, orası ayrı. Bundan herhalde başladığım hiçbir şeyi bitirememem, hiçbir şeye doğru düzgün bir veda edememem.

Ardından geçen Kasım'da aldığım Özlem Genç'in Ortaçağ Avrupa Tarihi kitabını okudum. Türkiye'de Ortaçağ üzerine böyle kitapları bulamıyordum daha önce. Çünkü burada genelde Selçuklular veya tamamen İslam tarihi konusunda çalışıyorlar gibi görünüyor üniversitelerde (önyargı da olabilir benimkisi cahillik de, ama şimdiye kadar gördüğüm buydu). O yüzden sevinçliydim kitaba denk geldiğimde. Üstüne bir de içinde en sevdiğim konular olunca (takvimler, kelimelerin kökenleri, pek çok şeyin nereden çıktığının hikayesi gibi) keyifle ve mutlulukla okudum.

Hiç film izlemedim Ocak'ta. The Crown'ın 5.sezonunun 5 bölümünü izleyebildim. Bu sezonu zorla izliyorum. En heyecanlı olacağını düşündüğüm sezonun kendini izlettiremiyor olması da ayrı ilginç Baygınlıklar geçiriyorum bölümlerin sonunu getireceğim diye. O yüzden devamını izler miyim, temizlik yaparken yemek yaparken falan mı izlerim bilemiyorum. Yeni başlayan dizilerin en azından ilk bölümlerine bakıp, izlenir mi diye karar verdiğim oldu. Ama onlarda da geride kaldım. The Last of Us'a başladım hevesle, ikinci bölümde benlik olmadığına karar verip bıraktım. Midem bulanıyor çok çabuk. That '90s Show'a baktım, onların yerine ben utandım. Geçen senenin sonunda That '70s Show'a başlamıştım en baştan zaten, onu izliyorum arada keyifle. Lisedeyken aralama aralama, bir oradan bir buradan şeklinde izlemiştim. Şöyle en başından güzelce bir izleyeyim dedim. Teen Wolf'un filmini bekliyordum heyecanla, henüz ona da vakit olmadı. Onun yerine yeni başlayan Wolf Pack'e baktım ki aslında 12 yaşında olsam izlenirmiş. Bu yaşımda gitmiyor. Onu izlerken düşündüm de Teen Wolf'u da şimdiki aklımla ve beğeni duygumla yeni görsem ona da aynı tepkiyi verebilirdim ama tamamen başka bir zamanda başka bir kişilikle izlediğim için şu an kalbimdeki yeri çok başka. Yapacak bir şey yok. Lying Life of Adults'a bakayım dedim, daha ilk bölümde kayboldum. Mayfair Witches'a baktım, ilk bölümün sonlarına doğru onun için de kurtadamlı dizi için hissettiğim şeyleri hissettim. Hatta daha da kötüydü, izlenmiyordu.

Güney Kore dizilerinin yeni başlayanlarından 두뇌공조 - Brain Cooperation'a baktım bir bölüm, oldukça komik ve eğlenceli görünmesine rağmen bıraktım. 남이 될 수 있을까? - Strangers Again'e baktım yine bir bölüm. O da bence çok iyi olmuş ama uygun bir zaman değildi bu hikayeyi izlemek için. 대행사 - Agency dizisine başladım ve heyecanlı bir hikaye gibi göründü, iki bölüm izleyebildim şimdilik. Vakit buldukça devam etmek istiyorum. 일타 스캔들 - Crash Course In Romance dizisi ise herhalde bu seneye keyifle başlamamı sağlayan hikaye oldu. İki başrol de daha önce hiç izlemediğim isimler olduğu için hiçbir beklentim yoktu diziden, oo kesin izlemeliyim ya da ooo çok güzel olacak diyerek açmamıştım. Hatta kesin bir 10 dakika sonra kapatırım diyordum ki 5 bölüm izledim ve bu günlerdeki mutluluk kaynağım oldu.

Bu arada açıköğretimin final sınavları vardı. Aldığım 6 dersin 3'ünden geçebildim sadece. 2 sınava girmedim zaten. O kadar umutsuzdu Osmanlıca ve Tarih Metodu. Girdiklerimden de Orta Asya Türk Tarihi'nden kaldım. Orta Asya tarihi ben ilköğretim ve lisedeyken tarih dersinde en fazla bir iki sayfa olarak kendine yer bulurdu. Pek çok ismi, olayı, tarihi bu derste ilk defa gördüm ki aslında çok normal, Tarih bölümü okumak istememin sebebi buydu zaten. Bilmediklerimi öğrenmek. Ama sabahtan akşama kadar işe git, sonra akşamları baygın yatarken bir dönemde 6 derste birden ilk defa gördüğün şeyleri öğrenmeye çalış derken yaşlı ve yorgun beynim kendini pencereden dışarı fırlatmış olabilir. İlk defa görmediğim şeyler de vardı tabi, abartmış olmayayım. Hellen ve Roma Tarihi dersinde bildiğim şeyleri hatırlamaya çalıştım çoğunlukla mesela. Eski Anadolu Tarihi'ndeki konuları hemen hemen tamamen yüksek lisans derslerinde görmüştüm. Bunlar arasında İslam Tarihi ve Medeniyeti'nden geçmiş olduğum için acayip seviniyorum. İslam tarihindeki şeylerin yüzde doksanını da ilk defa görüyordum çünkü.

6 Ocak'ta ilk kar yağdı sayılır. Kuru kuru az biraz atıp, kayboldu. Bir de dün yağdı işte. Bu iki kar arası çoğunlukla sonbahar gibiydi.

Doktorumu bulup, gittim sonunda bir de. Eylül'den beri regl olmuyordum. Korka korka, ulan gene kesin bende bir şeyler bozuldu diye düşünerek gittim. Ama bir şey yokmuş. Yani ben de şaşkınım. 3 aydır regl olmuyordum ama doktorum sorun yok dedi. Önce Tarlusal isminde bir ilaç verdi, 5 gün sabah akşam içtim. 5 günden sonra 10 gün içinde regl olacaksın dedi doktor, oldum. Sonra testlerimi yaptı, yine doğum kontrol ilaçlarından birini verdi normal bir döngüde regl olabilmem için. Bundan sonra bu ilaçla devam edeceğim gibi görünüyor.

Nisan'daki Seul seyahatim için gezi planlamasına başladım. Kafam çorba oldu. Bir yandan aşırı mutlulukla bakıyorum haritaya, bir yandan çoook fazla düşünmek gereken şey var olduğu için umutsuzlukla geri bırakıyorum plan yapmayı. İki gün boyunca devamlı aklımda planlama vardı mesela, zombi gibi gezdim. Başka hiçbir şey düşünemez olduğumu görünce dur dedim kendime. Nisan'da geçireceğim 10 gün için şu an yaşadığım hayatı yaşamıyor gibiydim. Abartma huyum çok fena.


“The truth was I knew, after all those flat January days, that I deserved better. I deserved I love yous and kiwi fruits and warriors coming to my door, besotted with love. I deserved pictures of my face in a thousand expressions, and the warmth of a baby's kick beneath my hand. I deserved to grow, and to change, to become all the girls I could be over the course of my life, each one better than the last.”

27 Ocak 2023 Cuma

TXT'nin "Farewell, Neverland"i (투모로우바이투게더 - 네버랜드를 떠나며)


 

Tomorrow X Together (TXT) grubunun bugün çıkan mini albümü The Name Chapter:Temptation'ın son parçasının ismi "Farewell, Neverland".


Şöyle diyor şarkı:

Neverland, my love, I bid you farewell now
And I’m free falling
Stars, sleep with comfort, till I be calling

No matter where I go,
This is no home
Even if I’m afraid, I’m going down
Farewell Neverland, my love

The warmth, the same weather every day
The boy doesn’t grow up,
A kiss from the sun that never sleeps,
Nobody can see the stars

A paradise full of lies,
I wanted to turn a blind eye to it

My very final hiding place,
That’s what I hoped for, endless flying
It’s the end, it’s true

I found out the truth,
That all the things that were beautiful,
were actually not
I’m going to spit out that cruel lie

That irresponsible paradise of dreams,
I’ll bid you my farewell
My Peter Pan

Running above the air
Towards the ground, at full speed
Time to fall, it’s time

Previously on Neverland { 26.05 - 28.06 }

 En son müzik dinlemenin içinde kaybolmuşum gibi görünüyor değil mi? Bir ayı geçmiş en son yazalı. Aslında baya hızlı ve çetrefilli bir 34 g...