Mermerden tanrı Janus büstü, Vatikan'daki Museo Chiaramonti'den. |
Ocak ayını hakikaten hiç sevmiyorum. Son birkaç yılda daha da sinir bozucu oldu zaten. Ailemin büyük çoğunluğunun doğum gününü kutlamam gereken bir aya dönüştüğünden olabilir bu. Kutlama yapmanın nesi kötü diyebilirsiniz ama olay, sevdiğiniz insanların doğmuş olmasını kutlamaktan çıktığı için kötü zaten. Her sene Ocak ayında bir dolu hediye almak zorunda kalmak, aldıklarının hiçbir şekilde beğenilmemesi, karşındaki hiçbir şekilde memnun edememek, memnun etmek zorunda hissettirilmek, istemediğin halde bir dolu değişik insanla sosyalleşmek zorunda bırakılmak...diye uzayıp gidiyor. Ben sırf istemediğim şeyleri yapmak zorunda kalmamak, istemediğim şeyleri hissetmek zorunda kalmamak için 30 yıllık geçmişimi silip, tanıdığım herkesi bırakmışım, bunlar gelip beni nelerle uğraştırıyor. Aileye psikolojik olarak uzaklaştırma emri çıkaramıyor muyuz?
Sırf bunlar yüzünden kendi doğum günümden de nefret eder hale geldim. İstemiyorum ya. Ocak'ta doğmuş olmak istemiyorum. Kendime yeni doğum günü ilan edemez miyim? Mayıs'ta doğdum ben. Öyle kabul ediyorum. O zaman kutlayacağım. Neyse, Ocak nasıl geçti, onu gözden geçirecektim.
3 kitap bitirdim sayabilirim sanırım. Aslında Jane Austen'ın Sanditon'ını okuyordum yeni yıl başlarken. O yüzden onu yılın ilk kitabı sayabilirim tamam. Her sene Peter Pan'i yeniden okumaya karar verdim, o yüzden bu seneye onunla başladım gibi diyebilirim. Bu okuyuşumda çok daha farklı şeyler gördüm, daha önce fark etmediğim şeyler fark ettim. Buna sevindim çünkü nihayet değişiyorum, gelişiyorum demek bu. Ayrıca artık eskisi kadar kötü hissettirmedi hikaye. Peter Pan'in hikayesi bana şu yaşıma kadar hep alabildiğine üzücü, depresyona sokucu bir hikaye gibi gelirdi. Özellikle sonunu okuyamazdım, içim daralırdı, boğulur gibi olurdum hüzünden. Peter'a da sinir olurdum maceralar boyunca, gıcık şey diye diye. Bu sefer öyle olmadı. Hem Peter'la eğlendim, hem de kitabın sonunu okuyabildim. Yine sevmiyorum sonları, orası ayrı. Bundan herhalde başladığım hiçbir şeyi bitirememem, hiçbir şeye doğru düzgün bir veda edememem.
Ardından geçen Kasım'da aldığım Özlem Genç'in Ortaçağ Avrupa Tarihi kitabını okudum. Türkiye'de Ortaçağ üzerine böyle kitapları bulamıyordum daha önce. Çünkü burada genelde Selçuklular veya tamamen İslam tarihi konusunda çalışıyorlar gibi görünüyor üniversitelerde (önyargı da olabilir benimkisi cahillik de, ama şimdiye kadar gördüğüm buydu). O yüzden sevinçliydim kitaba denk geldiğimde. Üstüne bir de içinde en sevdiğim konular olunca (takvimler, kelimelerin kökenleri, pek çok şeyin nereden çıktığının hikayesi gibi) keyifle ve mutlulukla okudum.
Hiç film izlemedim Ocak'ta. The Crown'ın 5.sezonunun 5 bölümünü izleyebildim. Bu sezonu zorla izliyorum. En heyecanlı olacağını düşündüğüm sezonun kendini izlettiremiyor olması da ayrı ilginç Baygınlıklar geçiriyorum bölümlerin sonunu getireceğim diye. O yüzden devamını izler miyim, temizlik yaparken yemek yaparken falan mı izlerim bilemiyorum. Yeni başlayan dizilerin en azından ilk bölümlerine bakıp, izlenir mi diye karar verdiğim oldu. Ama onlarda da geride kaldım. The Last of Us'a başladım hevesle, ikinci bölümde benlik olmadığına karar verip bıraktım. Midem bulanıyor çok çabuk. That '90s Show'a baktım, onların yerine ben utandım. Geçen senenin sonunda That '70s Show'a başlamıştım en baştan zaten, onu izliyorum arada keyifle. Lisedeyken aralama aralama, bir oradan bir buradan şeklinde izlemiştim. Şöyle en başından güzelce bir izleyeyim dedim. Teen Wolf'un filmini bekliyordum heyecanla, henüz ona da vakit olmadı. Onun yerine yeni başlayan Wolf Pack'e baktım ki aslında 12 yaşında olsam izlenirmiş. Bu yaşımda gitmiyor. Onu izlerken düşündüm de Teen Wolf'u da şimdiki aklımla ve beğeni duygumla yeni görsem ona da aynı tepkiyi verebilirdim ama tamamen başka bir zamanda başka bir kişilikle izlediğim için şu an kalbimdeki yeri çok başka. Yapacak bir şey yok. Lying Life of Adults'a bakayım dedim, daha ilk bölümde kayboldum. Mayfair Witches'a baktım, ilk bölümün sonlarına doğru onun için de kurtadamlı dizi için hissettiğim şeyleri hissettim. Hatta daha da kötüydü, izlenmiyordu.
Güney Kore dizilerinin yeni başlayanlarından 두뇌공조 - Brain Cooperation'a baktım bir bölüm, oldukça komik ve eğlenceli görünmesine rağmen bıraktım. 남이 될 수 있을까? - Strangers Again'e baktım yine bir bölüm. O da bence çok iyi olmuş ama uygun bir zaman değildi bu hikayeyi izlemek için. 대행사 - Agency dizisine başladım ve heyecanlı bir hikaye gibi göründü, iki bölüm izleyebildim şimdilik. Vakit buldukça devam etmek istiyorum. 일타 스캔들 - Crash Course In Romance dizisi ise herhalde bu seneye keyifle başlamamı sağlayan hikaye oldu. İki başrol de daha önce hiç izlemediğim isimler olduğu için hiçbir beklentim yoktu diziden, oo kesin izlemeliyim ya da ooo çok güzel olacak diyerek açmamıştım. Hatta kesin bir 10 dakika sonra kapatırım diyordum ki 5 bölüm izledim ve bu günlerdeki mutluluk kaynağım oldu.
Bu arada açıköğretimin final sınavları vardı. Aldığım 6 dersin 3'ünden geçebildim sadece. 2 sınava girmedim zaten. O kadar umutsuzdu Osmanlıca ve Tarih Metodu. Girdiklerimden de Orta Asya Türk Tarihi'nden kaldım. Orta Asya tarihi ben ilköğretim ve lisedeyken tarih dersinde en fazla bir iki sayfa olarak kendine yer bulurdu. Pek çok ismi, olayı, tarihi bu derste ilk defa gördüm ki aslında çok normal, Tarih bölümü okumak istememin sebebi buydu zaten. Bilmediklerimi öğrenmek. Ama sabahtan akşama kadar işe git, sonra akşamları baygın yatarken bir dönemde 6 derste birden ilk defa gördüğün şeyleri öğrenmeye çalış derken yaşlı ve yorgun beynim kendini pencereden dışarı fırlatmış olabilir. İlk defa görmediğim şeyler de vardı tabi, abartmış olmayayım. Hellen ve Roma Tarihi dersinde bildiğim şeyleri hatırlamaya çalıştım çoğunlukla mesela. Eski Anadolu Tarihi'ndeki konuları hemen hemen tamamen yüksek lisans derslerinde görmüştüm. Bunlar arasında İslam Tarihi ve Medeniyeti'nden geçmiş olduğum için acayip seviniyorum. İslam tarihindeki şeylerin yüzde doksanını da ilk defa görüyordum çünkü.
6 Ocak'ta ilk kar yağdı sayılır. Kuru kuru az biraz atıp, kayboldu. Bir de dün yağdı işte. Bu iki kar arası çoğunlukla sonbahar gibiydi.
Doktorumu bulup, gittim sonunda bir de. Eylül'den beri regl olmuyordum. Korka korka, ulan gene kesin bende bir şeyler bozuldu diye düşünerek gittim. Ama bir şey yokmuş. Yani ben de şaşkınım. 3 aydır regl olmuyordum ama doktorum sorun yok dedi. Önce Tarlusal isminde bir ilaç verdi, 5 gün sabah akşam içtim. 5 günden sonra 10 gün içinde regl olacaksın dedi doktor, oldum. Sonra testlerimi yaptı, yine doğum kontrol ilaçlarından birini verdi normal bir döngüde regl olabilmem için. Bundan sonra bu ilaçla devam edeceğim gibi görünüyor.
Nisan'daki Seul seyahatim için gezi planlamasına başladım. Kafam çorba oldu. Bir yandan aşırı mutlulukla bakıyorum haritaya, bir yandan çoook fazla düşünmek gereken şey var olduğu için umutsuzlukla geri bırakıyorum plan yapmayı. İki gün boyunca devamlı aklımda planlama vardı mesela, zombi gibi gezdim. Başka hiçbir şey düşünemez olduğumu görünce dur dedim kendime. Nisan'da geçireceğim 10 gün için şu an yaşadığım hayatı yaşamıyor gibiydim. Abartma huyum çok fena.
Evet kesinlikle katılıyorum. Her biri bir öncekinden daha iyiydi. Ohhh misss ;))
YanıtlaSilEheheh :D
Sil