Nerede bırakmıştım onu bile hatırlamıyorum. Yazabilmek çok tuhaf geliyor nedense şu an. Halbuki şu da bir geçsin, şu da bir bitsin diye diye onca ay geçirdikten sonra hah tamam şimdi şu gün oturup, delilercesine yazacağım dediğim o gündeyim. Yaz okulu sınavları geçti, şu ameliyatımsı şeyi atlattım (tam olarak bitmedi iş ama oraya da geleceğim), ofiste büyük bir şey yok yapılacak-yaptığımız,...Şu da geçsin dediğim birçok şeyi geçirdim sayılır yani. Oturup tam da oraya buraya çiziktirdiğim tüm o hikaye taslaklarını bir hale yola koyma vakti. Ama...öylece kalakalıyorum. Planlı programlı yapmalıyım diyorum, bu yaşımda artık ondan eminim de. Bir türlü planlamaya da girişemiyorum. Eskiden, küçücük minicik ben derdi ki yazmak öyle planlanan bir şey değil ki, daktilonun başına oturup, kanını akıtmak gibi, içinden geldiği gibi savrulmasına izin verirsin, kendisi akar gider zaten...gibi salak saçma, fazlasıyla romantize edilmiş buhranlar içinde olurdu. Zorlu yıllar ve uzuuun uzuuuun yıllar öğretti ki her şeyi ancak çok çabalayarak, düzgün bir şekilde planlayarak - illa her şey planlı gitsin diye değil de en azından bir plan olması için - ve romantik bir şekilde kanayarak değil, kanını terini ve gözyaşını sonuna kadar akıtarak elde edebiliyorsun.
Gene nereye gittim ya? Aynen böyle işte, plan yapıyorum ama başlayınca hiç planda olmayan yerlere gidiyor her şey. En son temmuzun 27'sine dönelim. 29'undaki kan tahlilimde aylardır gözetlediğimiz o malum değer son 10 yıldır görmediğim kadar düşebilmiş olunca doktorum dedi yapalım mı o zaman. Hani ben bilirmişim, şimdi de olur, bir ay daha bekleyebiliriz sonraki ay da olur. Ben tabi artık her ay 30 kere kolumu deldirip, kan vermekten, takvimde gün hesabı, masada hap çizelgesi yapmaktan sıtkım sıyrılmış halde yapalım yapalım diye atladım hemen. Belki şansım yaver gider de bir seferde kurtulurum bundan da aklımdan ve hayatımdan çıkmış olur dedim. Şans ve kendimi aynı yerde hayal etmek tabiki salaklık benim için. O uzuuun yıllar bir şeyler öğretirken başka şeyleri de ısrarla öğretmiyor. Haftasonu son iğneler ilaçlar, iş yerine haber etmeler, anneye abiye usturublu bir şekilde durumu açıklamaya çalışmalarla geçtikten sonra pazartesi sabahı kendimi hastane yatağında buldum. Neyse işte, sonucu istediğimiz (ben ve doktorumun) olmadığı belli oldu bu pazartesi kontrole gittiğimde. Bir süre sonra bir daha olacağım mecburen. Ama kısa bir süre içinde değil, çünkü artık ne kadar bıktığımı, sıtkımın sıyrıldığını doktor da gördü. Yok yok öyle hemen yapmayız bir süre sonra dedi. Kısmet.
Ağustos'un ilk günlerini böyle karşılaştım yani. Doktor 5 günlük rapor verdi, birden bire işte böyle bir hafta kendimi evde buldum. Zaten ameliyattan çıkınca Cey'le geldik eve, akşama kadar oturduk muhabbet ettik. Uzundur görüşmemiştik, çok çok iyileştiriciydi. Haftanın geri kalanında işe gitmeyecek olma fikri bile kendi kendine müthiş bir histi. Ama göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Cey'le bir gün de dışarıda buluştuk, bahçeli bir kafede oturduk normal insanlar gibi :) Bir akşam da G. ile açık havada bir avm gibi bir yerde yemek yedik, tatlı-çay yaptık. Haftam biterken Ikea'ya gittim, bayadır aklımdaydı, hiç öyle gezememiştim açıldı açılalı. Tabiki bunaldım sonra, yolumu kaybettiğim için içeride. Durup dururken de çekmece aldım yatak odasına (şifonyer deniyormuş). Ama oradan bir şey alma şekli pek tuhafmış, bunu da tecrübe etmiş oldum. Alt kata inip, depo gibi kocaman kocaman rafların içinde arayıp, alacağım şeyin kutusunu kendim buldum, alışveriş arabası gibi bir şeye kendim yükledim. Biri 25, diğeri 23 kiloluk iki kutu şeklindeydi benim şifonyer. Raftaki yerinden kaldırıp da alışveriş arabasına yükleyemeyince önce bir vazgeçecek gibi oldum, dedim manyak mıyım ne zorum var kendi kendime. Zaten haftanın başında ameliyat masasından kalkmışım, ne yapıyorum ben? Ama işte geldi gene o gelenler, bir baktım kan ter içinde kasaya ilerliyorum. İtekleye itekleye aşağıya, otopark katına da indirebildim ama arabama nasıl yükleyeceğimi hiç düşünmemiştim o ana kadar. Zaten alışveriş arabasını da arabaya kadar götüremiyorsunuz, bariyerler var, arabayı getirip, öyle koymanız gerekiyor malzemeleri. Etraftakilerin şaşkın bakışları arasında iki kocaman kutuyu, arabanın arka koltuğuna itekledim bir şekilde ama hala içimden allahım ben napıyorum diyordum. Hadi arabaya koydum eve nasıl çıkaracağım 4 kat?
İlginç bir şekilde 25 kiloluk kutuyu azcık kaldırabiliyordum. Ama 23 kiloluk olanı mümkün değil yerinden oynatamıyordum. Kilolarının böyle olduğunu da evde en son boşalttıktan ve üstlerini okuduktan sonra fark ettim. 25liği arabadan sürükleyerek apartmanın ilk merdivenine getirebildim ama merdivenden o şekilde iki yanından tutarak kaldırarak çıkarmamın mümkün olmadığını gördüm. Kafama esti bir delilik, sırtıma aldım kutuyu. Birkaç basamak çıktım ama bacaklarımın titrediğini ikinci görüşümdü sanırım bu hayatımda. Yine de tırmandım, iki büklüm, zangırdaya zangırdaya. Tekrar ediyorum, neden kendime bunu yaptığım hakkında hiçbir cevabım yok. Bu ilk kutuyu eve çıkardıktan sonra neyse ki biraz o aşamada beynim söze girmeye karar verdi. Diğer kutuyu arabada açıp, içindekileri bölüştürüp bölüştürüp eve çıkardım.
Bu arada raporlu olduğum haftadan sonraki haftasonu yaz okulu sınavları vardı. Ne güzel bir hafta da evdeyim çalışırım diyor insan evet, gene de yetmedi. 4 dersten ikisinin kitabını hiç açamadım bile. Güya ne hayallerle kayıt yapmıştım yaz okulunun ilk günü. Bu 4 dersi de şimdi versem ohh tamam diğerlerini bir şekilde dönemde hallederim diye. Çalışabildiğim ikisinden bile geçemeyeceğim gibi görünüyor ya neyse. Ha bu arabada aldığım günden beri o şifonyeri kurmaya çalışıyorum. Aslında nihayet önceki gün ayağa dikip, koyacağım yere koydum ama hali içler acısı. Kurma aşamasında - tahminen 16.adımda falan - yerden kaldırıp, öyle koyayım öbür parçayı da öyleyken oturturum diye düşünüp kendi kendime en salakça şekilde, tutup kaldırmaya başladım. Takarken ve döndürürken pek de anlam yüklemediğim, üstünde düşünmedim minik yuvarlak beyaz parçaların asıl işlevini de işte o anda fark ettim. Girdikleri deliklerde öylesine dolanmaları değil, içlerine giren vidaları sıkı sıkıya tutmaları gerekiyormuş meğerse. Şifonyerin yarım halini azcık yerden havalandırmamla her şeyin çatır çutur kırılıp, sökülüp, yere kapaklanması bir oldu. Bakakaldım. Bir an kendimle acayip gurur duyarken öteki an gururum yeraltı sularına karışıp, akıp gitti. Taktığım vidalar yamuldu, suntanın ve tahtaların vida giren yerleri kırıldı. Saatler ve günler sonra dediğim gibi şifonyeri ayağa dikebildim ama sadece ayakta duruyor. Yanından geçerken bile sallanıyor, dokununca bir o yana bir bu yana gidip geliyor çünkü iki yan duvarını birleştirmesi gereken alt kısmı ile orta kısmını bir türlü sabitleyemedim. O kadar para verip, o kadar kendime eziyet edip, üstüne bir de zamanımı harcadığım şeyin şu an bana hiçbir faydası yok mesela. Evet "i'm the one i should love" kesinlikle.
Rapordan sonraki hafta işe başlamak çok tuhaftı. Bir de haftasonu sınavlar var diye her gün ders çalışmam gerekiyor gibi geliyordu. Bir iki gün denedim ama sonra gerçekten saldım. Zaten mis gibi rapordan sonra işe dönmüşüm, bir de her gece gelip osmanlıca metinleri mi okumaya çalışacağım diyerek kendimi bıraktım. Haftasonu olsa da sınavlar bitse de bir yazmaya geri dönebilsem diye hayaller kurarken abim mesaj attı. Köpeklerine yine bakacak kimseyi bulamamışlar, bir gecelik bir bakabilir misin lütfen sen bizim tek sorabileceğimiz....gerisi bildiğim ve artık çığlıklar atarak karşılık vermek istediğim vicdan yaptırıp, duygularımı sömürme döngüsüydü. Dedim demek ki sınavım bitmemiş bu hayatta. Bir gece daha uykusuz ve sinir harbi içinde geçecek, çekecek çilem varmış dedim. O cumartesi gecesi yine kabustu yani.
Dediğim gibi pazartesi de yine doktora gittim. Cuma da çağırdı. Gideceğim. Gerçekten aklımdan habire telefon numaramı değiştirip, doktora gitmekten vazgeçmek geçip duruyor yine. Çok bıktım, aşırı bıktım, aşırı aşırı boğazımı sıkıyor tüm bunlar. Bırakmak istiyorum, ne olacaksa olsun madem daha ne kadar sağlıksız hale gelebilirim ki diyorum. Vücudumun sağlığını düzelteceğiz diye kafamın içi mahvoldu. E ne anladım o zaman bundan?
İş yeri yine saçma sapan. Çok kötü. Çok sinirimi bozuyor. Bilgisayarımda her an iş bakıyorum. Ne yapabilirim, nasıl yapabilirim de buradan kurtulabilirim diye. Baktıkça moralim bozuluyor gerçi, kimse beni işe almaz ki. Hele başka bir alana yönelmenin mümkünatı bile yok görünüyor. Bu sene her şeyi bu ameliyattan sonrasına ertelemiştim, ameliyatı da olacaktım osmanlıca'dan da geçecektim, birden bire her şey aşırı güzel olacaktı. Öyle hayal ederek bunca aya katlandım. Ama çilerim habire erteleniyor, sürmeye devam ediyor gibi geliyor. Her şeyi bir anda bırakma isteği yine çok güçlü. Tarih'i de bırak, doktoru da bırak, mesajlara aramalara cevap vermeyi bırak, bir işe git gel, kimseye konuşma, kendi kendine takıl. Tamamen bunu yapmak istiyorum.