Yaz gelince, üstümde güneş parlamaya başlayınca bana bir her şeyi yapabilirim hissi geliyor her sene. Çoğunlukla. Tabi bu his, gün içinde bayıltıcı sıcaktan beynim pelteye dönmüş halde boş boş bakmaya başladığımda çok da işe yaramıyor.
Şu son iki haftadır hakikaten beynim pelte kıvamında. Sıcağı severim, sıcak olduğu için yazı severim zaten ama bu sene bir tuhaf. Sıcaklığın derecesinden bahsetmiyorum. Beni rahatsız eden de o değil eminim. İş yerinde tüm gün hiç durmadan çalışan klimaya maruz kaldıktan sonra eve gelip, havanın asıl sıcaklığıyla çarpılıyor oluşum bence her şeyimi alt üst eden. Klimayı icat edenin de...diyerek tamamlıyorum her gün, günümü. Evet hava çok sıcak olabilir ama vücutlarımız bir şekilde buna uyum sağlamaya çalışıyor. Sıcağa da soğuğa da öldürme noktasına gelmediği sürece alışmak için biyolojimiz kendi içinde gerekli düzenlemeyi yapmaya çalışıyor. Oysa biz napıyoruz? Yaz geldiği anda klimaya, kış geldiği anda ısıtıcıya abanıyoruz. Ayarlarım bozuluyor. Off yine aynı noktaya geliyorum dönüp dolaşıp: İşe gitmek zorunda olmasam fiziksel olarak da ruhsal olarak da çok sağlıklı olacağım. Ah bir işe gitmesem var ya...Kiramı ödeyebilmenin bir yolunu bulabilsem de işe gitmesem.
Yazmaya başlarken çok umutluydum aslında :) Bahsettiğim o yazla birlikte gelen umut gazıyla doluydum. Onu anlatma hevesiyle açmıştım sayfayı önüme. Nereden buraya geldim yine değil mi? Neyse.
Haziran'ın son gününde işe geri dönmüştüm. Şöyle bir takvimime bakınca haziranda yalnızca 3 buçuk gün çalışmış oluyorum sanırım. Önce bayram sonra köy derken öyle olmuş gibi. Yaz okulu kayıtları başlayınca haziranın son günü yaz okulundan dersler aldım. Kaldığım 4 dersi seçtim hevesle, şu başımın belası Osmanlıca'yı geçmem gerekiyor artık diyerek. Bir aydır çalışıyorum ama iki gıdım yol alamadım. Ne salak bir dildir ne saçma bir derstir bu ya. Ne var Tarih okuyorsam, illa neden öğrenmem gerekiyor? Sadece Osmanlıca'da uzmanlaşmak üzerine bir bölüm yapsınlar mesela, tarihçilerin metin okuması gerektiğinde bu uzmanların çevirileri kullanılsa mesela. Niye her şeyde her şeyi öğrenmeye, öğretmeye çalışıyoruz ki zaten? Niye bu ülkede iş bölümü diye bir şey yok? Herkesin alanı böyle kesin çizgilerle ayrılmış olsa olmaz mı ya? Off gene mutsuz oldum.
Bu "suppliement"lere daldım sonra bu ara. Bunlara da karşıydım uzunca bir süre. Sonuçta organik bir şekilde ihtiyacımız olan vitaminleri şunları bunları almakla aynı şey değil diye düşünüyordum. Hala öyle düşünüyorum gerçi. Dışarıdan kimyasal içmek bana nasıl bir yarar sağlayacak diyorum. Her şeyin doğal olması gerekiyor diye düşünüyorum. Ama dayanamadım birkaç araştırıp, denemeye karar verdim. Çünkü...çaresizlik. Yapacak bir şey yok. İnsan sağlığını kaybedince en yapmam dediği şeyleri bile yapıyor. Önce eczaneden bir kutu aldım bir süre içtim. Psikolojik mi bilmiyorum, çok iyi geldi gibi hissettim. Gözle görülür derecede iyi geldiğini düşündüm. Onun üzerine ne kadar çeşit varsa eczaneden internetten aldım yığdım masanın üstüne. Ama nedense şu an içtiğimde hiçbir iyileşme göremiyorum kendimde. Sanki aldığım o ilk kutu gerçekti de sonrakilerin hepsi yalanmış gibi. Her gün koca koca hapları yutuyorum ama.
Kiramın değişme zamanı gelmişti tabi. Bir temmuzda taşınmıştım sanırım buraya. Her temmuzda artış oluyor. Beni her temmuzda düşündüren ne kadar arttığı değil. Her sene bu zaman gelince, ev sahibiyle konuşurken içimden hep bu sene de gidemedim buradan düşüncesini döndürmeye başlıyorum. Bu sene de çıkıyorum evinizden her şey için teşekkürler Fatma teyze diyemedim diye üzülmeye başlıyorum. Bu sene de kurtulamadım bu ülkeden diyorum. Bir seneyi daha harcamışım diyorum. Ya sonsuza kadar kurtulamazsam diye panik atak geçirmeye başlıyorum. Duvarlara yine bakıp, yine tam "e o zaman badana yapayım bari bu sene de gidemedim hala buradayım madem" demeye başlayıp, kendi kendimi yine durduruyorum, "yok yok yapma girme o işe, belki bak gidersin, badana yapıp birkaç ay sonra gidersen yazık olur emeğine" diyorum. Ya da odayı toplarken yine üst üste yığdığım eşyalara bakıp, şu erteleyip durduğum çekmeceyi alayım diyorum mesela. Tam açıp bakıyorum, sipariş edeceğim, içimdeki ses diyor ki eee ama gideceksin ya, giderken tüm eşyaları satmak elden çıkartmak gerekecek, zor olur boşver.
Bir akşam da A ve G ile dışarı çıktık bu arada. İşten sonra yemeğe gitmek, çıkıp bir yerde birkaç bir şey içmek o kadar doğaüstü geldi ki. Gerçekten istediğim bir işte çalışıyor, istediğim bir şehirde yaşıyor ve istediğim insanlarla bir arada oluyor olsaydım ne kadar da normal olabilecek bir hayatım olurdu diye düşünüp durdum o akşam. A ve G'yi istemiyorum demeye çalışmıyorum, onlarla tanıştığım için de çok şanslı sayıyorum kendimi ama demeye çalıştığım başka bir şey. Onları çok da seçmedim arkadaş olmak için diyorum. Ya da onlar da beni bilerek seçmedi. Aynı servisteydik, aynı mahallede oturuyorduk, habire bir etkinlik yapmak, fellik fellik gezmek isteyen bir başkası tarafından bir araya getirildik gibi bir şey oldu sonuçta. Bilinçaltımdaki o devamlı sesini çıkaran "ben"e göre istediğim hayatı yaşıyor olsaydım arkadaşlarımı da ben seçmiş olacaktım sanırım. Neyse. Bu durum da mazide kalmak üzere artık. A taşındı geçen hafta, G ile bir cumartesi gidip eşyalarını kolilemesine yardım ettik, yeni evine gittik hep beraber. A yorgun ve şaşkın ve heyecanlıydı ama G ve ben içimizdeki o kekremsi duyguyla etrafımıza bakarken aynı şeyi hissediyorduk ama ikimiz de hiç ses etmedik. Sesli bir şekilde dile getirilmeyen gerçek yeni boya kokusuyla dolu evin içinde havada öylece sallanıyordu. A taşındı, T bizimle konuşmuyor. Bir daha hiçbir şey geçen seneki gibi olmayacak. Biz de büyük ihtimalle bir süre sonra daha az görüşmeye, konuşmaya başlayacağız.
Sonra pilatese mi yazılsam diye baktım. Saçmalıyor muyum dedim. Ardından tai chi kursu gördüm. Ona gitmek daha mantıklı geldi. Tabi yine kafamın gerisindeki ses, bir kursa başlarsan yarım kalır ama gideceksin ya buralardan diye konuşmaya devam etti. Hem şimdi akşamları böyle bir şeylere vakit ayırırsan buradan gidebilmek, hayatını değiştirebilmek için yapman gerekenlere, çabalaman gerekenlere ne enerjin ne zamanın kalacak diye ekledi. Hayır gideceğim dedim, yapma dedi. Böyle böyle son dakikaya kadar kavga ettik, işten çıkınca arabaya atladım, son noktada eve döndüm. Gidemedim.
Geçen hafta yine doktor kontrolüm vardı. Ara kontrol. Doktor yine umutlu göründü, ay sonundaki kontrolde bu defa olacak diye. Bense artık o kadar sallamıyorum. Amaan diyorum, ne olacaksa olur, her şey olacağına varır. Sadece her ay zamanımı bu kontrollere göre ayarlamak sinir bozuculuktan başka bir seviyeye yükseldi. Hiçbir şey için plan yapamıyorum çünkü kontroller arası nokta atışı plan yapmam gerekiyor. Her kontrolden sonra ameliyat olursam bu defa diye hiç bir şekilde şu zamana şunu yapayım veya şuna başlayayım diyemiyorum. Bir olsa da bitse, gerçekten çok sıkıldım artık.
Bu bir ayda "What's Wrong with Secretary Kim?"i izledim her akşam. Akşamları mahallede ve komşularda çok ses olduğu için uyuyamadıkça açıp, bölüm bölüm izledim. "Muhteşem Yüzyıl"a başladım. O yayınlanırken hayatımda köklü değişiklikler oluyordu, hiç izlemeye çalışmamıştım. Tabiki ilgimi çok çekiyordu - çünkü TARİHİ - ama sadece orada burada görmekten ibaretti izlemelerim. Aşırı keyif aldım şimdi izlerken. Gerçi uzunluğundan ötürü bölüm bölüm izleyememek sinir bozucu. Her bölümü birkaç günde ancak izleyebiliyorum. Öyle olunca da bir ilerleme kaydetmek zor oluyor, ilerleyemediğimi görmek de beni soğutuyor. "Gossip Girl"ün 2.sezonuna başladım. İlginç bir şekilde iyi gelmeye devam ediyor. İyi gelmekten kastım çok sıcakladığınızda buzlu limonata içmek gibi bir iyi gelmek yani. Dizi çok iyi falan anlamında değil. Daha da ilginci Gossip Girl izledikten sonra acayip gaza geliyorum. O yaz mevsimi ile gelen umutluluk durumu gibi. Sanki zaman geçmemiş, yıllarımı boşa harcamamışım gibi geliyor, sanki hala her şeyi başarabilirmişim gibi bir hisle doluyor içim. Dizinin hikayesiyle falan alakası olamaz haliyle, ne alaka da yani ilginç.
Müzik dinleyemiyorum yalnız. Bu ara da öyle oldu. Diyorum ya ara ara bir şeyler geliyor bana, bir şeyler gidiyor. Canım hiç tatlı da çekmiyor mesela. Yesem mi diye yemeye başlıyorum, midem bulanıyor. Müzikte de öyle oldu sanki. Bu ara katlanamıyorum. Kitap da okuyamıyorum haliyle, yaz okulu derslerine çalışmam gerekiyor diye. Ahh işte bir şu işe gitmek zorunda olmasam...Yaşamaya enerjim olacak.