harry potter felsefe sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster
harry potter felsefe sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster

5 Mayıs 2020 Salı

Harry Potter ve Felsefe Taşı'nı Bölüm Bölüm Dinliyoruz

Hala böyle şeylere sevinebiliyor olmam güzel. Hala kaybetmemişim demek ki. Neyse sadede geliyorum. Bugün öğlenden sonra youtube'da Wizarding World bir video yayınladı:



Bu kısacık videoyu izlerken önce Eddie Redmayne'i görüp sırıttım. Sonra o sarı kızı görünce bu niye buradaki şimdi dedim. Sonra diğerleri göründü, hee iyi o zaman tamam kitabın audiobook halini bir de böyle yapacaklar herhalde dedim. Şu ara Harry Potter'ın sesli kitaplarını audible'da bedava dinleyebiliyorsunuz sanırım. Ya da ilk kitabı mı ne, hepsini de olmayabilir. Karantina sebebine böyle bir güzellik yapalım dediler. Neyse işte bu oyuncularla da seslendirecekler herhalde derken araya Beckham karıştı. Lan! Yapmayın bana bunu, diyordum ki en sonda Daniel çıktı. Bakın bu çocuk bacak kadarken Harry olduğunda ben liseye başlamıştım. Yani o kadar da ihi ihi ihi olmamam lazım, büyüktüm yani. Ama bu çocuğun suratını görünce - istediği kadar çalı çırpı sakalıyla kaplanmış olsun - Daniel Radcliffe gidiyor, 30lu yaşlarındaki ben gidiyorum, hep beraber eve geri dönmüş oluyoruz. Nerede olursak olalım, kaç yaşında olursak olalım, evimize, Hogwarts'a geri dönüveriyoruz. İşte ekranda durduğu ol 6 saniye boyunca ben yine oraya döndüm.
Anlayacağınız Daniel da dahil böyle değişik değişik oyuncular falan (Stephen Fry, David Beckham, Dakota Fanning, Claudia Kim, Noma Dumezweni ve Eddie Redmayne ilk gördüğümüz isimler) ilk kitabın bölümlerini okuyacaklar tek tek. Video halinde yayınlanacak, Daniel'ın okuduğu ilk bölüm yayında, https://www.wizardingworld.com/chapters/reading-the-boy-who-lived. Ayrıca spotify'da da sadece seslerini dinleyebileceğiz.



Ben ilk bölümü, 25 dakikalık okumasını Daniel'ın bitirdim birkaç saat önce. İlk başta ahh bu çocuk nasıl okuyacak şimdi bunu ne anlar bu kitap okumasından diye başlamıştım dinlemeye. İlk birkaç dakika hölölölö hölölöl diye başladı o da zaten, bir heyecanla çabuk çabuk okuyordu ki sonra rahatladı. O kadar kendini vererek okumaya başladı ki eli kolu durmadı, canlandırdı, karakterlere büründü, gülümsedi, ezberden okudu...Mutlu oldum be. Valla. Offf.

14 Aralık 2018 Cuma

Harry Potter dünyasından Muggle dünyasına : Sihir Tarihi

"2017'de Harry Potter ve Felsefe Taşı'nın yayımlanışının yirminci yılını kutlamak için J.K.Rowling, Bloomsbury ve British Library bir araya geldiler. Ziyaretçilerini Harry Potter hikayelerinin kalbine götürecek bir yolculuğa çıkaran yepyeni bir sergi kapılarını açtı." diyor iç kapak yazısında. Bu elimizdeki öyle hep o beklediğimiz kitaplardan biri değil. Harry Potter kitaplarının sayfalarında her sene başındaki kitap listesinde adını okuduğumuz veya Madam Pinch'ten gizli kütüphanenin rafları arasında rastgeldiklerimizden biri değil yani. Daha çok her şeyden ortaya karışık bir toplama gibi. Hani böyle yıllarca kutulara, çekmecelere atılıp, bir köşede duran şeyleri getirip salonun ortasına döküp, sonra aa bakın neler varmış diye bakmak gibi. Belki de yirmi yıla yakındır hayatımızda olan bir hikayenin, birçoğumuzun hayatını değiştiren bir hikayenin o hep bildiğimiz "fakir ve zorluklar içindeki genç bir kadının bir tren yolculuğunda bir hikaye gelir aklına ve kafelerde bir bardak kahve parasına oturup, binbir güçlükle yazar bu hikayeyi" kısmına daha detaylı ve somut şeyler üzerinden bir bakış bu.
Kitap temelde sergideki eserleri gösterme amaçlı olsa da bunu bildiğimiz bir evrenin kuralları içinde yapmaya uğraşmışlar. Önce ne ile karşı karşıya olduğumuza dair bir "Sunuş" bölümü var, serginin baş küratörü tarafından yazılmış. Sonrasında 9 bölüm var, her biri - sonuncusu hariç - Hogwarts derslerinin isimlerini taşıyor. Her bir bölümü o dersin konusuna uygun bir şekilde, ilgili eserlerle ele almaya çalışmışlar. Mesela ikinci bölüm "İksirler ve Simya" adını taşıyor ve haliyle hem Hogwarts'taki İksir dersini, kitaplardaki halini ele alıyor hem de Muggle dünyasındaki tarihte iksirlerle, simya ile ilgili yazmaları, arkeolojik eserleri gösteriyor. Diğer bölümler sırasıyla "Bitkibilim", "Tılsımlar", "Astronomi", "Kehanet", "Karanlık Sanatlara Karşı Savunma", "Sihirli Yaratıkların Bakımı" isimlerini taşıyor. Tabi bu arada tıpkı ders yılı başında Hogwarts'a doğru çıktığımız yolculuk gibi Sunuş'un hemen sonrasındaki ilk bölümün ismi de "Yolculuk" ve bu bölümde bizi genel hatları karşılıyor büyü dünyasının. 
Her bir bölümün başında önce giriş niteliğinde bir makale yer alıyor. Bu bölümde anlatılan konuyla ilgili gibi görünen, alanında önemli işler başarmış (olduklarını düşündükleri) insanların yazdıkları makaleler bunlar. Aslında öyle çok da alakalı insanlar değiller bence ama işte bir şekilde kendilerine böyle bir kitapta yer bulmuşlar. Hani tamam misal Bitkibilim bölümünün başındaki makalenin sahibi bitkilerle ilgili kitapları bulunan bir yazar falan ama bunun yanında Tılsımlar bölümünün makalesini yazan kişi normal bir gazeteci-köşe yazarı. Ha diyeceksiniz Tılsımlar için büyüyle ilgili biri mi olması gerekiyordu, gidip de bir üfürükçü hocayı falan tutup getirselerdi ama ne bileyim, benimkisi de kıskançlık işte. Yani tamam hasetlikten çatlıyorum gibi ama bazı bölümlerin yazıları hakikaten de zorlama gibi geliyor okurken. Sanki yazan kişi zorla yazmış, Harry Potter'dan haberi yokmuş da sırf onunla ilgili bir kitaba yazıyor olduğu için mecburen o anda açmış google'ı Harry Potter'dan konusuyla ilgili bir iki satır referans aramış gibi (sonra da bulduğu o cümleleri yazısına alakasız bir şekilde sıkıştırmış gibi). Evet benim içim kötü.
Bu bölüm makalelerinin ardından tabi bir dolu incelenecek şey koymuşlar önümüze. Rowling'in hikayeyi oluştururken çiziktirdiği tüm resimler, notlar, planlar, karalamalar...Kitapların yayıncıdan çıkana kadar editör masasında geçirdiği yolculuğa dair yazılı, çiziktirilmiş bir dolu sayfalar...Ve Jim Kay'in muhteşem ötesi çizimleri (Jim Kay kim mi-->http://www.jimkay.co.uk/home/about-me/). Sırf onun çizimleriyle kitapların resimli olarak basılmış halleri Türkçe'ye de çevrilmiş ve satışa çıkmış durumda sanırım şu aralar. Bana neredeyse tüm çizdikleri tamamen kitapları okurken hayal ettiğim duyguları ifade ediyor gibi gelir hep. Ha tamam arada McGonagall gibi kesinlikle karşı olduğum çizimleri de yok değil ama bu kanımca Maggie Smith'in suçu. İnsan bu kadar da özdeşleşmez ama bir karakterle yahu.
En son bölüm ise "Geçmiş, Şimdiki Zaman, Gelecek" ismini taşıyor. Filmlerin senaristi Steve Kloves'un yazısıyla açılıyor ve bu yazı tam da ihtiyacımız olan şey. Bizim hislerimiz kadar samimi, içten. Rowling'in o sihirli hayalgücünün tıpkı bizi ele geçirivermesi gibi ona da olan şeyi anlatıyor. Kitabı özetleyen tek bir cümleyle -"Küçük bir oğlan büyücü okuluna gider."- onun da hayatının nasıl sihirle dolduğunu anlatıyor bize. (neyse yazıyı bu noktada sonlandırıp resimleri çekmeye başlayayım yoksa ağlamaya başlayacağım yine)
Harry Potter: Sihir Tarihi belki tam beklediğimiz şey değil ama ihtiyacımız olan şey olabilir. Yine de 

30 Nisan 2017 Pazar

Hobbit ve Felsefe

Ne diyeyim? Kitap rafta dururken o kadar güzel görünüyor ki...Elinize aldığınızda öylesine mutlu oluyorsunuz ki aman yarabbi birazdan neler okuyacağım, ne maceralara çıkacağım acaba diye. İçindekiler sayfasını açıp, bakıyorsunuz, oh var ya mis mis. İlk bölüm "Ruhunuzda Saklı Olan Took'u Keşfedin", ikinci bölüm "İyi, Kötü ve Çamurlu", üçüncü bölüm "Bilmeceler ve Yüzükler", dördüncü bölüm de "Orada Bulunmak ve Geri Dönebilmek" isimlerini taşıyor. Alt başlıklarda ise neler işlemiyorlar ki...Macera ruhu nasıldır nedir? İnsan nasıl evini terk edebilmek gücünü bulur kendinde, ev neresidir, gitmek nedir, gidenle geri dönen aynı mıdır, giden aslında hiç geri gelebilmiş midir ruhen, insan ruhunun zehirlerini uçurumlarını tepelerini sarp yamalarını ancak adamakıllı bir macera ile mi keşfedebilir, masumiyet nedir kaybedilir mi geri getirilebilir mi, büyü de teknoloji de makineler de bizim yaratılarımız değil midir e öyle olduklarına göre aynı derecede bizim kibrimizin şeytaniliğini taşımazlar mı, özgür irade gerçekten de gerçek mi olabilir mi? Ve daha nice soru eşliğinde sayfalar akmaya başlıyor. Hobbitten alıntılar, Yüzüklerin Efendisi'nin sayfalarından takviyeler, Tolkien reyizin mektuplarından en incelikli detaylarla Taocu felsefe, dinler tarihi, ahlak felsefesi, estetik, Nietzsche, Oscar Wilde, Ralph Waldo Emerson, William Blake, Platon, Aristoteles sırt sırta vermiş, adeta bombardımana tutuyor bizi.
Ama tüm bunlara rağmen, tüm bu güzelliklere rağmen, kitap sıkıcı. Bazılarınız zaten çoktan felsefe kitabı tabiki sıkıcı olacak demiştir, bazılarınız da sen anlamamışsındır felsefeyi doğru düzgün gibisinden bir şeyler düşünmüştür, eminim. Hepinizin de haklı olduğu taraflar var tabi. Sonuçta felsefe ile lise sondaki felsefe dersi ile tanıştım, ki o da sınavda doğru cevaplarsak artı birkaç puan getirecek diye hocanın mecburen hap gibi özet yapıp elimize fotokopileri tutuşturmasından ibaretti. Evet sayısalcıydık ve felsefe dersi saatinde hoca masasında otururken biz de sıralarımızda çılgınlar gibi fizik kimya biyoloji testi çözüyorduk. Hepimiz için sadece ağırlıklı orta öğretim başarı puanımız düşmesin diye geçmek istediğimiz mecburi bir "sözel" dersiydi. Felsefe hakkında ne biliyorsam, ne anlamışsam veya anlamamışsam hepsini liseden sonra öğrendim. Kendi çabamla. Kendi okumalarımla.
Bu yüzden belki biraz daha eğlencelisini tercih ediyor olabilirim. Ama hakikaten bu kitaptaki sorun daha derin. Her bir parçanın yola çıktığı önerme Hobbit'ten bir paragraf ya da olay, tamam buraya kadar normal. Bu yola çıkılan durumun, düşüncenin, olayın felsefedeki yerini, yansımalarını, önemli filozofların yollarını, yöntemlerini anlatmaya başlıyor sonra her bir yazar. Ama öyle şeyler oluyor ki onlar yazarken kafanız bulanıyor. Benim bulandı yani. Size bu kadar bulanık gelmeyebilir, ne bileyim. Bir noktadan sonra şey bile dediğim oldu, yuh artık bunu da mı inceliyorsun be arkadaşım. Dedim yani. Saçmalama derecesine ulaşıyorlar çünkü. Ve de sanki aslında hep aynı önermenin etrafında dönüp, duruyorlarmış gibi. Her biri.
Bilmiyorum be çocuklar, Harry Potter ve Felsefe'yi de okumuştum sonuçta (şurada) ama o böyle değildi, ne ufuklar açmıştı, ne güzel incelemişti her bir noktayı virgülü. Bu öyle değil sanki. Çok daha fazlasını beklerken olduğum yerde kalmışım gibi hissettirdi. Yine de altını çizdiğim yerler oldu, olmadı değil, en azından onları paylaşayım da, çok da küsmüş gibi olmayayım kitaba.

  • (...)yürümek sırf kişiyi ruhen yıpratacak düşüncelerden sıyrılmanın bir yolu değil, insanın kendi kendisiyle tekrardan kuracağı bağlantı için de bir başlangıç noktasıdır. (...) İşte yaptığı bu yürüyüşlerdir Yolgezer'in gerçek kimliğine yeniden sarılmak için gereksinim duyduğu gücü toplamasını sağlayan.
  • Eğer geleceği veya ileride gerçekleşmesini arzuladığımız şeyleri düşünmeye başlarsak, kendimizi kaybederiz. Kendini kaybetmek, (...)modern dünyada yaşamanın doğurduğu en büyük tehlikelerden biridir. Thoreau bizi bekleyen tehlikeleri görmüş ve gelecek nesillerin şapşal şehir züppelerinin karşılarına çıkacak zorluklar karşısında ruhen direnç gösterip gösteremeyeceği konusunda ciddi bir endişeye sürüklenmiştir. "Yaşamım boyunca yürüme sanatının gerçek anlamını kavrayabilmiş ve bu doğrultuda, yürüyüş yapmayı alışkanlık edinmiş yalnızca bir veya iki kişiye rastladım."
  • Tıpkı günümüzde olduğu gibi antik çağlarda da sıradan insanların aile kurmaya ve diğer insanlarla aralarındaki ilişkiyi devamlı geliştirmeye meyilli oluşu doğal bir olgu olarak algılanıyordu. Ne de olsa, mensubu olduğunuz kavimle kendinizi özdeşleştirip onun bir parçası haline gelmektir sizden beklenen.
  • Şöyle yazıyor Appiah: "Koşullara bağlı olarak, sınır tanımaz bir iletişim kurma yetisi insana kimi zaman keyif verebilir, kimi zamansa onu sinirlendirip canını sıkabilir: Ama neresinden bakarsanız bakın, böylesi bir iletişimin kurulması kaçınılmazdır."
  • (...)Platon, hayatın daha ziyade uzun bir yolculuk, hatta arayış amaçlı çıkılmış bir sefer olduğu yaklaşımını ileri sürmüştür.
  • (...)Sokrates Atina halkını şu sözlerle eleştirir: "Bir yandan yığınla para, paye ve itibar edinmek için çırpınırken diğer yandan bilgelik, doğruluk ve o varlığını bile kabul etmediğiniz, etseniz bile umursamadığınız ruhunuzu olabildiğince geliştirmek için kılınızı bile kıpırdatmayışınız sizi hiç mi utandırmıyor?"
  • Tolkien evsel yaşamın güzelliği ile eve ve aynı zamanda insanın yüreğine sıcaklık yayan bir şöminenin başında geçirilecek hoş saatleri ciddiye almamız konusunda üsteliyor.
  • Bilbo'nun başının ciddi anlamda derde girmesinin sebebi, karakterini şekillendiren üstün niteliklerden taviz vermesidir. Erdem her an zaafa dönüşebilir.
  • (...)şöyle der Aristoteles: "Kendisini kaderinde yüce olaylar yattığına inandırmış kişiye kibirli deriz; çünkü böylesi bir yaklaşımı benimseyerek haddini aşmış olan kişi aslında ahmağın tekidir, oysa gerçek anlamda erdem sahibi hiçbir insan böyle anlamsız işlere kalkışıp kendini ahmak konumuna düşürmez."
  • Zengin ve şöhretli olanların kontrolden çıkmış, kargaşa içinde yaşamlar sürdürdüğüne sık sık tanık olsak da, alenen ortadaki bu gerçekten asla ders almayız. Hep biraz daha ileride, bizimle arasında daima belli bir mesafe bırakarak, ufuk çizgisindeki yerini korur o serap.
  • (...)Schiller şöyle der: "İnsanoğlu sadece kabul edilebilir, faydalı, mükemmel olan şeylere ciddiyetle yaklaşır; güzellikle ise...oynar."
  • Eski Yunan'da "oyun-paidia" ile "eğitim-paideia" terimleri arasında yakın bir bağ vardı. Yunanlar eğitimi keyiften ileri gelen bir eylem olarak görürdü, çünkü keyfi sadece genel gerekliliği olan şeyleri değil, güzel ve eğlenceli şeyleri aramakla geçirilen zaman olarak tanımlarlardı. Hepimizin bildiği şu "okul" sözcüğünün Yunanca "keyif" anlamına gelen scholé teriminden türetildiğini duymak öğrencilerimi her zaman şaşırtmıştır.
  • İyi diye nitelenen bazı şeyler, mesela para, başka şeyleri elde etmeyi mümkün kıldıkları için insanlarca arzulanmaktadır.
  • (...)ilk kez Hobbit'te, sonrasında ise üzerinde daha özenli çalışılmış bir şekilde Yüzüklerin Efendisi'nde yansıtılan mesaja dair bir ipucu yakalarız: Bilimsel yöntemler yardımıyla "büyülü" bir şey yapabiliyor olmamızın onu yapmak zorunda olduğumuz anlamına gelmediğidir bu mesaj.
  • Tolkien başka unsurların etkisinde kalmamış yalın bilimsel dürtülere...sonuçta elde edilecek bilgiyle bir şey yapma planı kurmaksızın sırf bilgiye erişmek amacıyla onun peşine takılmaya sempatiyle bakar.
  • Filozoflar bu çıkmaza kurgunun çelişkisi adını verir: Hayali olgulara duygusal tepkiler vermemiz mantıkla nasıl bağdaştırılabilir acaba?
  • İskoç düşünür David Hume'un ünlü ifadesini hatırlayalım: "Parmağımın çizilmesindense tüm dünyanın yerle bir olmasını yeğlemek mantığa aykırı değildir."

31 Ekim 2012 Çarşamba

31 ekim - hazinen neredeyse kalbin de orada olacak

Cadılar Bayramı sabahı, koridorları saran nefis bir kabak tatlısı kokusuyla uyandılar. Daha da güzel bir şey oldu sonra: Profesör Flitwick, Tılsım dersinde artık nesneleri uçurabilecek duruma geldiklerini söyledi; Neville'in kurbağasını odada dört döndürerek uçurduğundan beri herkes bu anı heyecanla bekliyordu. Profesör Flitwick, ilk alıştırmalar için çocukları çifter çifter ayırdı. Neyse ki, Harry'nin yanına Seamus Finnigan düştü, çünkü Neville de onunla ikili oluşturmak için bayağı heveslenmişti. Ama Ron, Hermione Granger'la çalışacaktı. Buna Ron'un mu, Hermione'nin mi daha çok içerlediğini anlamak çok güçtü doğrusu. Hermione, Harry'nin süpürgesi geldiğinden beri ikisiyle de konuşmamıştı.
Profesör Flitwick, her zamanki gibi kitaplarının üstüne tüneyerek, "Çalıştığımız o bilek hareketlerini sakın unutmayın!" diye ciyakladı. "Hızlı ve kesin, unutmayın, hızlı ve kesin. Büyülü sözcükleri doğru söylemek de son derece önemlidir - Büyücü Baruffio'yu hatırlayın hep, 'f' yerine 's' deyince, kendini sırtüstü yerde buluvermişti, göğsünün üstüne de bir yaban mandası çökmüştü."

Çok güçtü bu. Harry'yle Seamus'un bilek hareketleri hızlı ve kesindi, ama uçurmak istedikleri kuştüyü sıranın üstünde duruyor, bir türlü havalanmıyordu. Seamus'ın sabrı taştı sonunda, asasıyla uçurmaya kalkışırken kuştüyünü ateşe verdi - Harry onu şapkasıyla söndürmek zorunda kaldı.
Yan sıradaki Ron'un da şansı pek yaver gitmiyordu.
Uzun kollarını yeldeğirmeni gibi sallayarak, "Wingardium Leviosa!" diye bağırıyordu.
Harry, Hermione'nin atıldığını duydu: "Wing-gar-dium Levi-o-sa diyeceksin, 'gar'ı uzatacaksın."
"O kadar iyi biliyorsan, sen söyle," diye homurdandı Ron.
Hermione cüppesinin kollarını sıyırdı, asasını sallayarak, "Wingardium Leviosa!" dedi.
Tüyleri sıradan havalandı, başlarının bir metre kadar üstünde uçuştu.
Profesör Flitwick, el çırparak, "Harika!" diye bağırdı. "Herkes baksın, Miss Granger başardı!"
Ders sonunda Ron dokunsan patlayacaktı.
Kalabalık koridorda kendilerine yol açarak yürürlerken, "Tevekkeli kimse katlanamıyor bu kıza," dedi. "İnsan değil, karabasan."
Yanından geçerlerken biri çarptı Harry'ye. Hermione'ydi. Harry ona bir göz atınca irkildi - kız gözyaşların içindeydi.
"Galiba söylediklerini duydu."
"Ne olurmuş duyduysa?" dedi Ron, ama o da biraz tedirgin olmuşa benziyordu. "Hiç arkadaşı olmadığının farkına vardı herhalde."
Hermione bir sonraki derse gelmedi, bütün öğleden sonra da ortalarda görünmedi. Cadılar Bayramı şöleni  için Büyük Salon'a giderlerken, Parvati Patil'in, arkadaşı Lavender'la konuşmasına kulak misafiri oldular; Parvati Patil, Hermione'nin kızlar tuvaletinde ağladığını, yalnız kalmak istediğini söylüyordu. Ron'un tedirginliği daha da arttı bunları duyunca, ama biraz sonra Büyük Salon'a girip de Cadılar Bayramı süslemelerini görünce, Hermione'yi unutuverdiler.

Duvarlardan ve tavandan havalanan bin yarasa uçuşuyordu tepelerinde, bin yarasa da kara bulutlar gibi masaların üstünde kanat çırpıyor, içleri oyulmuş balkabaklarında yanan mumların ışıklarını titretiyordu. İlk geceki şölende olduğu gibi, altın tabaklarda yemekler belirdi ansızın.

Harry tam bir közlenmiş patates mideye indiriyordu ki, hoplaya zıplaya Profesör Quirrell girdi salona; sarığı çözülmüştü, yüzünde dehşet okunuyordu. Herkes onun Profesör Dumbledore'un koltuğuna doğru ilerlediğini, masaya yaslandığını gördü. "İfrit - " diye inledi Profesör Quirrell, "- zindanda ifrit var - haberiniz olsun."


Sonra yere yığılıp bayıldı.
Tam bir kargaşa çıktı. Profesör Dumbledore, yeniden sessizliği sağlamak için asasının ucundan birkaç maytap patlatmak zorunda kaldı.
"Sınıf Başkanları," diye gürledi, "sınıflarınızı hemen yatakhanelere götürün!"
Percy hemen havasını attı.
"Beni izleyin! Birinci sınıflar, birbirinizden ayrılmayın! Söylediklerimi yaparsanız ifritten korkmanıza gerek kalmaz! Tam arkamdan gelin. Yol açın, birinci sınıflar geliyor! Açılın, ben Sınıf Başkanıyım!"

Merdivenleri çıkarken, "İfrit nasıl girebilir buraya?" diye sordu Harry.
Ron, "Bana sorma," dedi, "ifritler gerçekten salaktır. Belki de Peeves almıştır içeri, Cadılar Bayramı şakası diye."
Değişik yönlere koşturan değişik öğrenci kümelerinin yanından geçtiler. Telaş içinde seğirten Hufflepuff'ların aralarından geçerken, Harry Ron'un koluna yapıştı birdenbire.
"Şimdi aklıma geldi - Hermione."
"Ne olmuş Hermione'ye?"
"İfritten haberi yok."
Ron dudağını ısırdı.
"Peki, tamam," diye kestirip attı. "Ama Percy görmesin bizi."
Eğilerek, öteki yana giden Hufflepuff'lara karıştılar, ıssız bir koridordan geçip kızlar tuvaletine koştular. Tam köşeyi dönmüşlerdi ki, hızlı hızlı ayak sesleri duydular arkalarında.
Harry'yi kocaman bir aslan heykelinin arkasına çekerek, "Percy!" diye fısıldadı Ron.
Heykelin arkasından kafalarını uzatınca, gelenin Percy değil, Snape olduğunu gördüler. Snape koridoru geçip gözden yok oldu.
Harry, "Ne yapıyor?" diye fısıldadı. "Neden öteki öğretmenlerle birlikte zindanda değil?"
"Sorduğun adama bak."
Olabildikleri kadar sessizce, Snape'in uzaklaşan adımlarını izlediler yan koridorda.
"Üçüncü kata çıkıyor," dedi Harry, ama Ron elini kaldırdı.
"Burnuna bir koku geliyor mu?"
Harry havayı kokladı, kirli çorapla kimsenin nedense hiç temizlediği genel tuvalet karışımı pis bir koku geldi burnuna.
Sonra işittiler onu - derinlerden gelen bir homurtu, dev ayakların sürünmesi. Ron eliyle gösterdi: Soldaki geçidin sonunda kocaman bir şey onlara doğru ilerliyordu. Karanlığa sığındılar hemen, yaratığın ay ışığında belirdiği gördüler.
Korkunç bir görüntüydü bu. Dört metre boyundaydı, derisi gri kaya rengindeydi, koskoca bedeninin üstüne hindistan cevizi büyüklüğünde ufacık bir kafa yerleştirilmişti. Kısa bacakları ağaç gövdeleri kadar kalındı, ayakları nasır içindeydi. İnanılmaz bir koku yayıyordu çevresine. Elinde tuttuğu kocaman tahta sopa, kollarının uzunluğu yüzünden yere değiyordu.
İfrit bir kapının önünde durup içeri baktı. Sivri kulaklarını oynattı, minicik beynini çalıştırdı, sonra usulca odaya daldı.
"Anahtar kilidin üstünde," diye mırıldandı Harry. "Onu içeriye kilitleyebiliriz."
Ron, tedirginlik içinde, "İyi fikir," dedi.
Açık kapıya doğru ilerlediler, ağızları kupkuruydu, ifritin ansızın çıkıvermemesi için dua ediyorlardı. Harry bir sıçrayışta kapıya ulaştı, anahtarı yakaladı, kapıyı çarparak kapattı, kilitledi.
"Evet!"
Zafer sarhoşluğu içinde geçitte koşmaya başladılar, ama tam köşeye vardıklarında öyle bir şey duydular ki, az kalsın korkudan öleceklerdi - korkunç bir çığlıktı bu - kilitledikleri  odadan geliyordu.
Ron, Kanlı Baron gibi bembeyaz kesilmişti. "Olamaz," dedi.
Harry yutkundu. "Kızlar tuvaletiydi orası!"
"Hermione!" dediler birlikte.
Yapmak isteyecekleri son şeydi bu, ama başka çareleri yoktu. Dönüp kapıya koştular, korkuyla titreyerek anahtarı çevirdiler - Harry çekip açtı kapıyı - içeri daldılar.
Hermione Granger karşı duvarın dibine büzülmüştü, bayılacaktı neredeyse. İfrit, duvarlardaki lavaboları söküp atarak ona doğru ilerliyordu.
Harry, çaresizlik içinde, "Şaşırtmaca ver!" dedi, eline geçen bir musluğu bütün gücüyle duvara fırlattı.
İfrit Hermione'nin birkaç adım ötesindeydi. Sesin nereden geldiğini anlamak için aptal aptal gözlerini kırpıştırarak çevresine bakındı. Minicik hain gözleri Harry'ye ilişti. Bir an durakladı, sonra sopasını kaldırıp onun üstüne saldırdı.
Ron, odanın öteki yanından, "Hey, kuşbeyinli!" diye bağırarak madeni bir boru parçası fırlattı ifrite. İfrit, borunun omzuna çarptığını bile fark etmemişti, ama sesini duymuştu Ron'un, bu kere Harry'yi bırakıp ona yöneldi; bu da Harry'ye ifritin yanından geçmek için vakit kazandırdı.
Harry, "Hadi, koş, koş!" diye bağırdı Hermione'ye, onu kapıya doğru çekmek istedi. Ama Hermione kımıldayamıyordu bile, ağzı korkudan bir karış açık, duvar dibine çökmüş, öylece duruyordu.
Çığlıklarla, yankılarla çılgına dönen ifrit bir daha kükredi, en yakındaki, kaçacak yeri olmayan Ron'a saldırdı.
O anda hem korkusuzca hem de aptalca bir şey yaptı Harry: Atlayıp ifritin boynuna sarıldı arkadan. İfrit, Harry'nin sırtında olduğunun farkında bile değildi - ama burnuna uzun bir değneğin sokulduğunu bir ifrit bile anlar - onun sırtına atladığında asası elindeydi Harry'nin - ucu da ifritin burun deliklerinden birine girmişti.
İfrit acıyla uluyarak iki büklüm oldu, sopasını salladı; Harry can havliyle tutunuyordu ona; ya yerlere savrulacak ya da sopayı kafasına yiyecekti.
Hermione yere büzülmüştü korkuyla; Ron kendi asasını çıkardı - ne yaptığının farkında bile olmadan, aklına ilk gelen büyülü sözleri haykırdı: "Wingardium Leviosa!"
Sopa ansızın fırladı ifritin elinden, havaya yükseldi, yükseldi, sonra ağır ağır döndü - korkunç bir çatırtıyla sahibinin kafasına indi. İfrit oracığa yüzükoyun yığıldı, yığılırken de bütün odayı zangır zangır sarstı.
Harry ayağa kalktı; titriyordu, soluğu kesilmişti. Ron, asası hala havada, ne yaptığına şaşkınlıkla bakıyordu.
İlk konuşan Hermione oldu.
"Acaba - öldü mü?"
"Sanmıyorum," dedi Harry. "Olsa olsa bayılmıştır."
Eğilip asasını ifritin burnundan çıkardı. Yapışkan gri bir sıvıyla kaplanmıştı asa.
"Öff - ifrit sümüğü."
Asasını ifritin pantolonuna sildi.
Bir kapının çarpıldığını duydular ansızın, kulaklarına patırtılı ayak sesleri geldi; üçü de kafasını kaldırdı.
Ne büyük şamata kopardıklarını fark etmemişlerdi o arada; ama gürültü de ifritin korkunç çığlıkları da aşağıdan mutlaka işitilmişti. Bir an sonra Profesör McGonagall daldı odaya, hemen arkasında Snape vardı, onu da Quirrell izliyordu. Quirrell ifrite şöyle bir baktı, sonra belli belirsiz bir iniltiyle elini kalbine götürerek bir tuvaletin üstüne çöktü.
Snape ifritin üstüne eğildi. Profesör McGonagall, Ron'la Harry'ye bakıyordu. Onu hiç bu kadar öfkeli görmemişti Harry. Dudakları bembeyaz kesilmişti. Gryffindor'a elli puan kazandırma umudu Harry'nin içinden siliniverdi.
Sesinde soğuk bir öfkeyle, "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" dedi Profesör McGonagall. Harry, Ron'a baktı. Ron'un asası hala havadaydı. "Ölebilirdiniz. Neden yatakhanede değilsiniz?"
Snape sert sert baktı Harry'ye. Harry gözlerini yere dikti. Ron artık asasını indirseydi keşke.
Derken incecik bir ses geldi gölgelerin arasından.
"Lütfen, Profesör McGonagall - onlar beni arıyorlardı."
"Miss Granger!"
Hermione sonunda ayağa kalkabilmeyi başarmıştı.
"İfriti aramaya çıkmıştım - çünkü tek başıma onunla baş edebilirim sanıyordum - çünkü çok şey okumuştum onlar hakkında."
Ron asasını indirdi. Hermione Granger bir öğretmene düpedüz yalan mı söylüyordu?
"Beni bulmasalardı ölmüştüm. Harry asasını ifritin burnuna soktu, Ron da kafasına vurdu. Birini çağıracak vakitleri yoktu. Onlar geldiğinde ifrit benim işimi bitirmek üzereydi."
Harry'yle Ron bu hikayeyi ilk kez duymuyormuş gibi görünmeye çalıştılar.
Profesör McGonagall, üçüne bakarak, "Şey - öyleyse..." dedi. "Miss Granger, düpedüz budalalıktır bu, bir dağ ifritini tek başınıza haklayabileceğinizi nasıl düşünürsünüz?"
Hermione başını önüne eğdi. Harry'nin dili tutulmuştu. Kuralları çiğneyecek son kişiydi Hermione, şimdi onları kurtarmak için ne palavralar atıyordu. Snape'in gülücükler dağıtması bile kendisini bu kadar şaşırtamazdı.
Profesör McGonagall, "Miss Granger, bunun için Gryffindor'dan beş puan silinecek," dedi. "Beni hayal kırıklığına uğrattınız. Yaranız bereniz yoksa, doğru Gryffindor Kulesi'ne gidin. Öğrenciler yemeklerini kendi kulelerinde yiyor."
Hermione çıktı.
Profesör McGonagall, Harry'yle Ron'a döndü.
"Ucuz kurtuldunuz, ama birinci sınıf öğrencileri de koca bir ifriti kolay kolay yere seremezdi doğrusu. İkiniz de Gryffindor'a beşer puan kazandırdınız. Bu, Profesör Dumbledore'a bildirilecektir. Gidebilirsiniz."
Koşarak odadan ayrıldılar, iki kat çıkıncaya kadar da birbirleriyle konuşmadılar. Her şey bir yana, ifritin kokusundan kurtulmak bile güzeldi.
Ron, "On puandan fazla almalıydık," diye homurdandı.
"Beş demek istiyorsun. Hermione yüzünden silinen beş puanı unutma."
"Bizi kurtarmakla iyilik etti," dedi Ron, "aslına bakarsan, biz onu kurtardık."
Harry hatırlatmadan edemedi: "Onu içeride o şeyle kilitlemeseydik, kurtarmaya fala gerek kalmayacaktı."
Şişman Kadın tablosunun önüne gelmişlerdi.
"Domuz burnu," deyip girdiler.
Ortak salın kalabalıktı, gürültülüydü. Herkes yukarıya gönderilmiş yemekleri yiyordu. Ama Hermione, kapının yanında tek başına durmuş, onları bekliyordu. Utangaçlıkla yüklü bir sessizlik oldu. Sonra, birbirlerine hiç bakmadan, "Teşekkürler," deyip yemek almaya koştular.
Ama o andan sonra, Hermione Granger arkadaşları oldu. Bazı olaylar vardır, dostluklara yol açar, dört metre boyunda bir ifritin canına okumak da öyle bir olaydı işte.
(Harry Potter ve Felsefe Taşı, sayfa 198-207)

21 Ocak 2012 Cumartesi

Sihir

Harry Potter serisinin altıncı kitabında, Harry Potter ve Melez Prens'te, Harry Profesör Dumbledore'un özel derslerinden birinde yine birlikte Dumbledore'un Düşünseli'nde yolculuğa çıktıklarında, bir yetimhane anısına konuk olur. Seneler önce Profesör Dumbledore'un, okula kabul edilme yaşı gelen küçük Tom Riddle'a bir Muggle yetimhanesinde kaldığı ve her şeyden bihaber olduğu (böyle yazılıyordu değil mi ya, karar veremedim, neyse) için bizzat ziyaret ettiği anıda Dumbledore Tom'a Hogwarts'tan ve sihirden bahseder :
Bacakları titriyordu. Sendeleyerek öne doğru yürüdü ve yine yatağın üzerine oturdu. Gözlerini ellerine dikmişti, başı dua okuyormuş gibi öndeydi.
"Farklı olduğumu biliyordum," diye fısıldadı kendi titreyen parmaklarına. "Özel olduğumu biliyordum. Her zaman biliyordum bir şey olduğunu."
der sonradan o dünyanın gördüğü en büyük kara büyücü haline gelecek olan Tom Riddle. Sırf bu tepkisi, duruma karşı ortaya koyduğu bu hisleri yüzünden yargılanır Tom bir anlamda. İlk kitapta, Harry Potter ve Felsefe Taşı'nda fırtınalı bir gecede, denizin ortasındaki kayalık kulübede Hagrid, 11 yaşına henüz girmiş Harry'ye aynı şeyleri açıkladığında o bunun tam tersi bir tepki verdi, "Hagrid, galiba bir yanlışlık yaptın. Ben büyücü olamam." diyerek şaşkınlık içinde kaldı diye, Harry beyaz taraf olan olurken Tom siyah taraf olur.
Ben bunu bir türlü kabul edemedim. Potter yolculuğumuz devam ederken, 6.kitapta o satırları okuduğumda benim hissettiğim pek çoklarının düşündüğü - hatta belki onu yazarken Rowling'in de anlatmaya çalıştığı - gibi Tom'un ne kadar kötü biri olduğunun daha o anda belli olduğu değildi. Ben bunun çok mantıklı, çok anlaşılaşılabilir bir tepki olduğunu düşünmüştüm. Hatta aynısı bir durumda benim de verebileceğim bir tepki gibiydi. Evet evet tamamen öyleydi. O anda tam da küçük Tom gibi hissetmiştim. Tamam belki fazlasıyla dürüst bir tepki bu, şaşırmış gibi yapmaktansa, evet biliyordum özel olduğumu demek. Ama zaten hep umduğunuz, içten içe istediğiniz ve gerçek olması için her şeyinizi verebileceğiniz bir mucize gerçekleştiğinde niye şaşırasınız ki? "Biliyordum." dersiniz değil mi? "Özel olduğumu biliyordum çünkü buna inanıyordum. Herkesten önce 'ben' inanıyordum."
Aslına bakarsınız Harry de inanıyordu bence bir parçasıyla buna. Onunla tanışmamızdan önce ve sonrasında da pek çok sefer, 30 temmuzun artık yerini 31'ine bıraktığını belirten saatte, dakikada her yıl yeni bir yaşa girmesini kutluyordu kendi küçük, çoğu zaman acıklı yöntemleriyle. Kendi kendine saatini kontrol edip, "İyki doğdun Harry" diyordu. Yine hiç kimsenin hatırlamamış olmasını, kutlamamış olmasını, hiç bir hediye almamış ve pasta yememiş olmasını düşünüyordu gecenin karanlığında. Üzülüyordu. Sadece yalnız olmasına, hatırlanmamış olmasına üzülmüyordu bence ama. Özel olduğuna dair inancının zedelenmesine, yara almasına üzülüyordu bir parçasıyla. Sağ Kalan Çocuk'tu, Seçilmiş Kişi'ydi ama özel değildi kimse için. Öyle düşünüyordu o anlarda.
Sanırım benim için de bu yüzden bu kadar önemli oldu hep doğumgünlerim. Özel olduğumu düşünmemim, hissetmemin, inanmamın en kolay yoluydu çünkü. Dünyaya gözlerinizi açtığınız o günde, o tek bir günde herşeyin sizin için olduğuna inanabilirsiniz. Güneşin sizin için doğduğuna, günün sizin için uyandığına, insanların her bir köşeden sizin o inanılmaz varlığınız için kutlamalar yaparak çıkacağına inanabilirsiniz. Hayatınız boyunca başka hiç bir gün hissedemeseniz bile o gün, özel olduğunuzu bilirsiniz.
Ya da - bizim gerçekliğimizde - istersiniz. Bunu sadece isteyebilirsiniz. Umabilirsiniz. Ben kendimi bildim bileli öyle umdum mesela. Bir gün ak sakallı, boncuk gözlü bir profesörün gelip "Sen bir büyücüsün. Özelsin. O yüzden artık kendi dünyamıza girme vaktin geldi." demesini bekledim. Arkadaşları çağırıp, kalabalık kutlamalar yapmanın amacı buydu. Pastalara mum koymanın, fotoğraflar çektirmenin, hediyeler beklemenin amacı buydu. Özel olduğumu biliyordum, inanıyordum ama bir şekilde diğerlerinin bunu bana bildirmesine, hissettirmesine ihtiyacım vardı.
Çünkü kendimi bildim bileli hep çok büyük hayallerim vardı. Olur olmaz şeyler istiyordum, gerçek olamayacak şeyler, gerçek yapamayacağımız şeyler. Daha da büyük şeyler istiyordum, daha da fazlasını bekliyordum. Yıllar geçiyordu ve her doğumgünüm, artık birşeylerin yanlış gitmekte olduğunu, birşeylerin kaybolduğunu ve çoğu şeyin gerçekliğini yitirmekte olduğunu hatırlatan birer mezar taşı gibi karşımda dikilmeye başlıyordu. Her doğumgünümle birlikte, inancım da sönmeye başlıyordu. O özel olduğuma dair sarsılmaz inancımı yıkmaya çalışıyordu artık doğumgünlerim. O aşamada o günden nefret etmeye başladım işte. Yaşlandığıma falan aldırdığım yoktu, beni deli eden yılların geçiyor olduğunun, bir yılın daha bomboş geçtiğinin yüzüme vurulmasıydı. Bir yıl daha geçmişti benim için, o büyük şeylerin gerçekleşmesine bir milim bile yaklaşamamıştım. Daha da nefret ettim. Öfkelenmeye başladım. Lanetler etmeye başladım.
Bir zaman sonra öfkenin yerini durgun bir acı aldı. Artık sadece acı duyuyordum. Üzülüyordum kendi kendime. İnanmıyordum artık. İstiyordum ama inanamıyordum. Sadece vakit bir şekilde geçsin diye bekliyordum.
Bu da geçti. Bir zaman daha sonra artık doğumgünleri ve doğumgünlerinin kutlandığı günler ortaya çıkmaya başladı. Tüm dünyanın değil belki ama insanın kendi dünyasının insanları ortaya çıkıp, özel olduğunu hatırlatmaya başlıyordu. Öyle bir aşamaya geçtim artık. Yine nefret ediyorum doğumgünlerimden, yine öfkeleniyorum ama bunun üzerine, bir yandan da ne kadar şanslı olduğumu ya da sevmek konusunda ne kadar doğru olduğumu hatırlatan insanlar gelip sarılıyor, sarmalıyorlar o günde. İşyerinde daha düzgün görünmem için pantolonlar alıyorlar, en sevdiğim renkte kazaklar - yelekler alıyorlar, kendimi temiz tutayım diye en sevdiğim kokuyu taşıyan kremler - duş jelleri alıyorlar, yüzümü güldürüyorlar, sabahın 6'sında deli gibi ağlatan mailler yazıyorlar, tam da aklımdan geçirdiğim kitapları alıyorlar, mutlu olmam için kitaplar alıyorlar ve içlerine kendi elleriyle yaptıkları zarflara koydukları mektuplar yazıyorlar. Öyle satırlar yazıyorlar ki, soğuk bir gece vakti, bir belediye otobüsünde boğazınızı düğüm düğüm ediyorlar, size kendinizden de çok inanıyor olmaları göğsünüze kocaman bir taş oturtuyor. Sizi sadece siz olduğunuz için sevmelerinin ne kadar bulunmaz, ne kadar büyük, ne kadar akıl almaz bir şey olduğunu anlıyorsunuz. İşte o anda farkına varıyorsunuz "özel" olduğunuzun. Kendi bilincizin Dumbledore'u, Hagrid'i çıkıyor karşınıza ve "sen sihirlisin, özelsin." diyor. Ve bu yüzden onca yılı boşuna geçirmediğinizi görüyorsunuz. Sihre sahip olduğunuzu biliyorsunuz. Onu elle tutabiliyor, gözle görebiliyorsunuz.
Çarşamba günü doğumgünümdü benim. Yine. Ama bu sefer belki de, gerçekten, boşa geçmediğini düşündüm 25 yılın. O sihre sahip olduğumu anladım. 25 yılda bu kadarına sahip olabilmişsem, bundan sonra hepsine de sahip olmamam için hiç bir sebep göremedim. Şimdi değil ama bir gün, o bir zamanlar içimde olan büyük hayalci gibi, tüm dünyanın da varlığımı kutluyor olması düşüncesine - yeniden - inanmakta bir sakınca yoktu belki.
İyki doğdum.

14 Temmuz 2011 Perşembe

Sağ Kalan Çocuğa

"Felsefe Taşı"nın o ciltli, bembeyaz sayfalarını elime aldığımda 14 yaşımı bitirmek üzereydim. Lisenin hazırlık sınıfına başlayalı çok az bir zaman olmuştu ve o zamana kadar sadece Backstreet Boys şarkılarından bildiğim İngilizce'mi Victoria Road kahramanlarıyla dolu Hotline kitaplarının eskimiş sayfalarında test etmekle meşguldüm. Yabancısı olduğum o kocaman okuldan her gün yabancısı olduğum küçük bir servise binip, en az okul kadar yabancısı olduğum yeni taşınılmış devasa ama devasa olduğu kadar da soğuk bir eve geliyordum. Terasa açılan üst kattaki odam Ankara'nın yaklaşmakta olan kışının etkisiyle buz tutmaya başladığından, alt kattaki küçük oturma odasına yerleşmiş, Hotline kasetlerinden diyalogları dinleyip dinleyip temize çekmeye çalışmakla geçiyordu günlerim.
İşte o günlerden birinde babam bir akşamüstü elinde kağıt bir torbayla eve döndü. Eve dönerken gördüğü kitap fuarından benim için bir kitap seçmişti. Babamın henüz kitap okumamı desteklediği yıllardı tabi bunlar, sonradan olayı fazlasıyla abarttığımı gördükçe şiddetle karşı çıkmaya başladı o ayrı. "Harry Potter ve Felsefe Taşı" yazıyordu kapağında. O küçük oturma odasında, o kitabın cildini ilk defa açışımı hala gözümün önüne getirebiliyorum. O kadar net ki o görüntü. O his. Neye adım attığımın, hayatıma neyi kattığımın farkında bile değildim. Sadece her zamanki gibi bir akşamüstüydü, her zamanki gibi bir sonbahardı. Günlük pembe dizi izleme seansımı savuşturmuş, ana haber bültenleri karşımda belirmeye başlarken ödevlerden sıkılmış elime bir kitap almıştım.
Sonrası çorap söküğü gibi geldi. İlk dört kitap (Felsefe Taşı, Sırlar Odası, Azkaban Tutsağı ve Ateş Kadehi) koltuğum altında evin içinde o odadan bu odaya dolaştığım yıllar oldu arada. Beşinci kitap Zümrüdüanka Yoldaşlığı çıkana kadar lisenin taşlı yollarında bir hayli ilerlemiştim. Ama yeni yeni keşfettiğim internette artık sanal olsa da Hogwarts'a devam edebiliyordum, Quidditch takımında oynayabiliyordum. Kitabın çıkacağı gün büyükleri ziyarete köyümüze gitme vaktiydi. Sabahın köründe arabayla çıktık evden, babam benim için şehrin merkezinden geçmeyi kabul etti köye doğru yola çıkmadan önce. O, arabada beklerken ben annemle inip, Yapı Kredi Yayınevi'nin camına dayandım. 9'da açılacaktı kitap satış yeri. Saat 9'a 10 vardı. Camdan içeri kitapların dizili olduğu raflara yiyecek gibi baktığımı gören bankanın içindeki görevli dayanamayıp geldi ve erkenden açtı kitapçıyı. Hemen bir tane kaptım Zümrüdüanka Yoldaşlığı'ndan ve kasanın önünde dikildim. Ama görevli şaşkındı, "bilgisayarın açılmasını beklemek zorundayız" diyebildi. ABD'de İngiltere'de insanların geceler öncesinden kitapçıların önüne çadırlar kurup beklediği kitap için burada, başkentte benden başka kimse yoktu ortalıklarda sabahın o vaktinde.
O yaşıma kadar arabada, otobüste kitap, dergi okuyamayan insanlardandım ben de. Ama beşinci kitabın tuğla gibi cüssesi elimde tüm bir Ankara-Ordu yolunu katettim. Ne başım döndü, ne de midem bulandı. Aynı şekilde köydeki evin küf kokulu odasında da devam ettim. Yaklaşık 3-4 gün boyunca etrafımda akıp giden hayatın, zamanın farkında bile olmadım. İnsanlar geldi, insanlar gitti. Ben sadece nefes alıp vermeye devam ettim gözlerim Rowling'in cümlelerinden kayıp akarken. Sirius'un tülün ardına düşüşünün etkilerini anlatmama bile lüzum yok. Hayatımda başka birşey için bile daha fazla ağladım mı bilemiyorum.
Yıllar geçti, filmler yaptılar, ben liseyi bitirdim. Hatta üniversiteyi bile bitirdim. Dünya üzerindeki diğer milyonlar gibi ben de büyümeyi reddettim. Her kötü anda, her ters giden "gerçek"te, Rowling'in kapısını bize açtığı dünyaya sığındım. 14-24 yaş arası çocukluk mu demeyin. Biz çocukluğunda pembe diziler izleyip, Cin Ali kitapları okuayan bir nesildik. Çocuk kitaplarını, çocuk hikayelerini çoğumuz gençliğimizin ikinci yarısında öğrendik. Bu yüzden de bir türlü büyüyemedik. Çocuk olmamız gereken yaşlarda çocukça şeylerle ilgilenmeyip, büyümemiz gereken yaşlarda çocukluğu keşfettik. 20 yaşımın mayısında genç oldum ben mesela. O zamana kadar çocukluğumu yaşadım, ondan sonra gençliğin anlamının peşine düştüm.
O yüzden dün Harry, Hermione ve Ron ile son kez maceraya atıldık hep birlikte. Son kez ele ele tutuşup atladık tehlikenin ortasına ve son kez güvendik koşulsuzca birbirimize. Harry'nin acımayı bırakan yara izi gibi, bundan sonra tehlikeyi haber verecek birşey kalmadı çünkü. Bundan sonra çocukluğumuzu ve asalarımızı bir sandığa bırakıp, Hızır Otobüs geçiyor mu diye yolları dikkatlice gözlemekten vazgeçiyoruz. Bundan sonra Muggle dünyasının o hep kaçtığımız ama bizi sabırsızlıkla bekleyen gri sokaklarına dalıyoruz. Belki arada bir Seçmen Şapka seramonisine katılırız ya da Cadılar Günü şöleninde kendimize bir ziyafet çekeriz. Hatta belki bir sabah Kovuk'un çalılarla kaplı arka bahçesine damlarız, Molly Weasley'nin hazırladığı o mis gibi kahvaltılardan birine otururuz.
Ama sadece arada bir. Çünkü sonra yine Muggleların arasına dönmemiz gerekir.


"Bir meltem çıktı, mürekkep rengi göğün altında sessizce, düzenli bir biçimde uzanan, şaşırtıcı şeylerin en son olabileceği bu sokağın, Privet Drive'ın tertemiz çalılıklarını titretti. Harry Potter uyanmadan, battaniyenin içinde bir yandan bir yana döndü. Minicik eliyle yanındaki mektubu kavramıştı; uykudaydı, özel biri olduğunu bilmiyordu, ünlü biri olduğunu bilmiyordu, birkaç saat sonra süt şişelerini koymak için kapıyı açacak olan Mrs Dursley'nin çığlığıyla uyanacağını bilmiyordu, önündeki birkaç haftayı kuzeni Dudley'nin tarafından itilip kakılarak, çmdiklenerek geçireceğini de bilmiyordu...Nereden bilsin, o anda ülke boyunca gizlice toplanıp kadeh kaldırıyordu insanlar, "Harry Potter'a," diyorlardı fısıltıyla, "sağ kalan çocuğa!" "

10 Mayıs 2011 Salı

David Baggett ve Shawn E.Klein'dan "HARRY POTTER VE FELSEFE"

"Harry Potter ve Felsefe" David Baggett ve Shawn E.Klein'ın editörlüğünde 17 yazar-felsefeci tarafından yazılan 16 makaleden oluşan bir Harry Potter felsefesi kitabı.Türkçesi Gökçen Ezber tarafından çevrilmiş ve Güncel Yayıncılık'ın Açık Felsefe dizisi dahilinde 2005'te yayımlanmış.
Çoğunluğu ABD'deki üniversitelerde akademisyen olan yazarlar, sırayla HP dünyasındaki çeşitli olayları ele alıyorlar.Hogwarts'taki 4 ev gibi kitapta da konular 4 ayrı ev başlığı altında toplanıp,dahil oldukları konulara göre inceleniyorlar.

Cesareti temsil eden Gryffindor başlığı altında 'Harry'nin Dünyasındaki Karakterler' cesaretleri,toplumsal konumları ve kişilik özelliklerine göre ele alınıyorlar.Adaleti ve çalışkanlığı temsil Hufflepuff başlığı altında 'Rowling'in Evreninde Ahlak Anlayışı' masaya yatırılıyor.Sosyal adalet,kişisel arzular,sihrin bilimle ilişkisi ve cennet-cehennem konuları irdeleniyor.
Hırsı temsil eden Slytherin başlığında 'Knockturn Yolu ve Karanlık Sanatlar' gözden geçiriliyor.Özellikle sevdiğim bir konu olan Slytherin Neden Hogwarts'ın Bir Parçası sorgulaması yapılıyor.Slytherin evinden yola çıkarak tüm karakterleri de kapsayan genel bir kötülüğün doğası incelemesi yapılıyor.En son da mantığı ve zekayı temsil Rawenclaw başlığında 'Çeşitli Metafizik Konular' kitaplardan da oldukça güzel örneklerle tartışılıyor.Platform Dokuz Üç Çeyrek,zaman yolculuğu ve kehanet konuları oldukça ciddi felsefik altyapılar dahilinde açıklanmaya çalışılıyor.

Kitap her ne kadar hem HP dünyası sakinleri hem de bu dünyaya ciddi ciddi Muggle kalanlar için yazılmış olsa da işini oldukça iyi toparlamış.Sadece Muggle yazarlarının sırf sözkonusu makaleleri yazabilmek için bahsedecekleri bir kitabı okumuş veya filmini izlemiş oldukları çok belli oluyor.Hatta HP dünyasına dahil olduklarını söyleyen yazarlarının bile çoğunda kitapların hepsinin okunmamış olduğu,çoğu ayrıntının bilinmiyor olduğu göze çarpıyor.Sarfettikleri cümleler,bahsettikleri olayın önünü arkasını,içeriğini anlamamış olduklarını gösteriyor çoğu makalede.Ancak gene de kitaplardan yola çıkarak verdikleri örneklere dair yaptıkları felsefik açıklamalar,tartışmalar ve bilimsel kanıtlara varan titiz araştırma sonuçları oldukça kayda değer.
Bir de elimdeki şubat 2005 tarihli birinci basıma ait ciltteki yazım yanlışlarını saymazsak tabi.
Kitaptan oldukça güzel bölümler şöyle:

  • Aslında çocuklar birer filozof olarak doğuyorlar.Çocukların bu anlama tutkusunu kesinlikle,"Neden?"soruları karşısında bunalan yetişkinlerin çabaları engeller.
  • Cesaret doğru olanı yapmaktır ve bu her zaman kolay değildir.Cesaret fiziksel açıdan güvenli olanı ya da sosyal açıdan kabul edileni yapmaktansa,ahlaki açıdan gerekli görüneni yapmaktır.Cesaret,kişinin kendisi için en iyi olanı yapmasındansa,genel olarak en iyi olanı yapmasıdır.
  • Büyük filozof Aristoteles,cesaretin,tehlike karşısında verdiğimiz tepkinin iki uç noktasının tam ortasında yer aldığını belirtir:korkaklığın ve budalaca bir atılganlığın arasında kurulan bir dengedir cesaret.
  • Cesaret bir erdemdir.Güven ise bir tavır.
  • Ayn Rand,insanlardaki kötülüğün,gerçeklerden kaçış ve düşünmeye karşı direniş sonucunda oluşan zihinsel sisin ve kaosun doğal bir sonucu olduğunu söylemiştir.
  • Hoş olmayan gerçekleri görmezden gelmek için duyduğumuz "güçlü dürtü","gerçeğe giden yolda hayallere kapılmamızı engeller".Böylesine bir kendini aldatma,kendi benliğimizde bir "birlik ve denge"oluşturmamızı sağlar ve bizi "olmak istediğimiz ile gerçekte olduğumuz" arasındaki tehlikeli uçurumdan korur.
  • Aslında,Aristoteles'in de belirttiği gibi,bir dost,kişinin öteki benliğidir.
  • Descartes şöyle der:Duyularımızın bazen yanıltıcı olduğunu fark ettim;bu da bize,gerçekliğe ulaşmaya çalıştığımız yolda duyularımıza tam olarak güvenemeyeceğimizi açıkça göstermektedir.".Eğer Descartes bu yanılgılar konusunda haklıysa,gerçek olarak kabul ettiğimiz birçok şeyin salt görünenden ibaret olduğunu da kabul etmemiz gerekmektedir.
  • Descartes'in söylediği gibi:"uykuda olmakla uyanık olmak arasında kesin ayrımlar bulunmamaktadır."
  • Öte yandan düşlerin yalnızca birer görüntü olduğunu ve gerçeklerle bir olmadığını da biliriz;bu yüzden düşler bize bilgi veremez.
  • Yanılmak ya da salt görünene aldanmak için,kişinin öncelikle var olması gerekmektedir.
  • Nozick'e göre Deneyim Makinesi'ni tercih etmemizin bir nedeni,belli şeyleri yapmak istememiz,fakat bunlara ilişkin tek bir deneyime sahip olmak istemeyişimizdir.
  • "Belli bir biçimde olmak isteriz,belli bir insan olmak isteriz."
  • Burada söylenebilecek en genel şey,önyargının kimsenin haketmediği bir davranış biçimi olduğudur.Kısaca söylemek gerekirse,herkes ahlaki saygıyı hak ettiği için,önyargıdan kaynaklanan bir ayrımcılıktan uzak durmak gerekmektedir.
  • "Kayıtsızlık ve ihmal,düpedüz sevmemekten daha fazla hasar yaratır çoğu kez."(...)Benzer biçimde,bireylerine yöneltilen önyargıya kayıtsız kalan,belli düzeyde bir adaletsizliğe göz yuman bir toplum da,düşmanları karşısında kendisini güçsüz hissetmeye mahkum bir toplumdur.(...)Kayıtsızlık,toplumdaki bireyleri bir arada tutan bağları sinsice ve sessizce kopartarak,bizi kendi ilgisizliğimiz ve sevgisizliğimiz içinde boğmaya çalışır.
  • Tam anlamıyla insan olmak,doğru şeyleri yapmak,doğru şeyleri sevmek ve doğru şeylerin peşinde koşmaktır.
  • Ahlaki anlamda kötülük,iradenin özgür seçiminden doğar.Büyük değerler dururken daha küçük değerleri seçtiğimizde,yoksunluklarla karşılaşırız.
  • Bir Ölüm Yiyen bile iyilik yapmaya karar verebilir ve iyi insanlar da kesin olarak kusursuz varlıklar değildir.
  • Büyümenin bir gereği de,önümüzdeki koşulları ve durumları açıkça görmektir.
  • Kötülüğün maskesi düştüğünde karşımızda ölümü görürüz,yaşamı değil.Kötülük kolay bir seçim olarak göründüğünde,Cedric Diggory'yi hatırlayın.
  • Boethius'a göre,kişi kendi karakterini,yaptığı seçimler ve gerçekleştirdiği eylemlerle belirler.
  • Cisimlenme daha çok bir tür karadelik ya da bunun büyü dünyasındaki karşılığı olan bir kanal aracılığıyla yapılan yolculuktur.Karadelikler uzay ve zamandan oluşan birer tüneldir;iki farklı uzay ve zaman ortamını birbirine bağlar.
  • Zaman,bir güç değildir-evren yalnızca,farklı uzay ve zaman çerçevelerinden oluşmuş bir yapıdır.
  • Bertie Botts'un Fasulyeleri gibi,ılımlı deterministler de farklı görüşlere sahip olabilmektedir,fakat genellikle şuna benzer bir görüş benimserler:özgür irade,kişinin dilediğini yapmasıdır.Eğer kişi dilediğini yapabiliyorsa,eğer hiçkimse ya da hiçbir güç buna engel olamıyorsa,bu durumda özgür bir eylem gerçekleşmiş demektir.
  • Kısacası Harry Potter'ın dünyası gerçek kehanetlerin gerçek olduğu bir dünyadır.Peki kehanetler özgür iradeyi tehdit eder mi?Evet eder;dinsel önbilgi özgür iradeyi nasıl tehdit ediyorsa,kehanetler için de aynı şeyi söyleyebiliriz.
  • Aquinas ve Ockham'ın belirttiği gibi,Tanrı'nın bireyin özgür seçimine ilişkin önbilgisi,o seçimin kendisini biçimlendirmediği sürece,kişinin seçimi üzerinde gerçek bir baskı yok demektir.
  • Harry Potter'ın dünyası tıpkı bizimkisi gibi,gerçek kararları aslında bizim verdiğimiz,güç ve gizem dolu bir dünyadır.

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...