"Felsefe Taşı"nın o ciltli, bembeyaz sayfalarını elime aldığımda 14 yaşımı bitirmek üzereydim. Lisenin hazırlık sınıfına başlayalı çok az bir zaman olmuştu ve o zamana kadar sadece Backstreet Boys şarkılarından bildiğim İngilizce'mi Victoria Road kahramanlarıyla dolu Hotline kitaplarının eskimiş sayfalarında test etmekle meşguldüm. Yabancısı olduğum o kocaman okuldan her gün yabancısı olduğum küçük bir servise binip, en az okul kadar yabancısı olduğum yeni taşınılmış devasa ama devasa olduğu kadar da soğuk bir eve geliyordum. Terasa açılan üst kattaki odam Ankara'nın yaklaşmakta olan kışının etkisiyle buz tutmaya başladığından, alt kattaki küçük oturma odasına yerleşmiş, Hotline kasetlerinden diyalogları dinleyip dinleyip temize çekmeye çalışmakla geçiyordu günlerim.
İşte o günlerden birinde babam bir akşamüstü elinde kağıt bir torbayla eve döndü. Eve dönerken gördüğü kitap fuarından benim için bir kitap seçmişti. Babamın henüz kitap okumamı desteklediği yıllardı tabi bunlar, sonradan olayı fazlasıyla abarttığımı gördükçe şiddetle karşı çıkmaya başladı o ayrı. "Harry Potter ve Felsefe Taşı" yazıyordu kapağında. O küçük oturma odasında, o kitabın cildini ilk defa açışımı hala gözümün önüne getirebiliyorum. O kadar net ki o görüntü. O his. Neye adım attığımın, hayatıma neyi kattığımın farkında bile değildim. Sadece her zamanki gibi bir akşamüstüydü, her zamanki gibi bir sonbahardı. Günlük pembe dizi izleme seansımı savuşturmuş, ana haber bültenleri karşımda belirmeye başlarken ödevlerden sıkılmış elime bir kitap almıştım.
Sonrası çorap söküğü gibi geldi. İlk dört kitap (Felsefe Taşı, Sırlar Odası, Azkaban Tutsağı ve Ateş Kadehi) koltuğum altında evin içinde o odadan bu odaya dolaştığım yıllar oldu arada. Beşinci kitap Zümrüdüanka Yoldaşlığı çıkana kadar lisenin taşlı yollarında bir hayli ilerlemiştim. Ama yeni yeni keşfettiğim internette artık sanal olsa da Hogwarts'a devam edebiliyordum, Quidditch takımında oynayabiliyordum. Kitabın çıkacağı gün büyükleri ziyarete köyümüze gitme vaktiydi. Sabahın köründe arabayla çıktık evden, babam benim için şehrin merkezinden geçmeyi kabul etti köye doğru yola çıkmadan önce. O, arabada beklerken ben annemle inip, Yapı Kredi Yayınevi'nin camına dayandım. 9'da açılacaktı kitap satış yeri. Saat 9'a 10 vardı. Camdan içeri kitapların dizili olduğu raflara yiyecek gibi baktığımı gören bankanın içindeki görevli dayanamayıp geldi ve erkenden açtı kitapçıyı. Hemen bir tane kaptım Zümrüdüanka Yoldaşlığı'ndan ve kasanın önünde dikildim. Ama görevli şaşkındı, "bilgisayarın açılmasını beklemek zorundayız" diyebildi. ABD'de İngiltere'de insanların geceler öncesinden kitapçıların önüne çadırlar kurup beklediği kitap için burada, başkentte benden başka kimse yoktu ortalıklarda sabahın o vaktinde.
O yaşıma kadar arabada, otobüste kitap, dergi okuyamayan insanlardandım ben de. Ama beşinci kitabın tuğla gibi cüssesi elimde tüm bir Ankara-Ordu yolunu katettim. Ne başım döndü, ne de midem bulandı. Aynı şekilde köydeki evin küf kokulu odasında da devam ettim. Yaklaşık 3-4 gün boyunca etrafımda akıp giden hayatın, zamanın farkında bile olmadım. İnsanlar geldi, insanlar gitti. Ben sadece nefes alıp vermeye devam ettim gözlerim Rowling'in cümlelerinden kayıp akarken. Sirius'un tülün ardına düşüşünün etkilerini anlatmama bile lüzum yok. Hayatımda başka birşey için bile daha fazla ağladım mı bilemiyorum.
Yıllar geçti, filmler yaptılar, ben liseyi bitirdim. Hatta üniversiteyi bile bitirdim. Dünya üzerindeki diğer milyonlar gibi ben de büyümeyi reddettim. Her kötü anda, her ters giden "gerçek"te, Rowling'in kapısını bize açtığı dünyaya sığındım. 14-24 yaş arası çocukluk mu demeyin. Biz çocukluğunda pembe diziler izleyip, Cin Ali kitapları okuayan bir nesildik. Çocuk kitaplarını, çocuk hikayelerini çoğumuz gençliğimizin ikinci yarısında öğrendik. Bu yüzden de bir türlü büyüyemedik. Çocuk olmamız gereken yaşlarda çocukça şeylerle ilgilenmeyip, büyümemiz gereken yaşlarda çocukluğu keşfettik. 20 yaşımın mayısında genç oldum ben mesela. O zamana kadar çocukluğumu yaşadım, ondan sonra gençliğin anlamının peşine düştüm.
O yüzden dün Harry, Hermione ve Ron ile son kez maceraya atıldık hep birlikte. Son kez ele ele tutuşup atladık tehlikenin ortasına ve son kez güvendik koşulsuzca birbirimize. Harry'nin acımayı bırakan yara izi gibi, bundan sonra tehlikeyi haber verecek birşey kalmadı çünkü. Bundan sonra çocukluğumuzu ve asalarımızı bir sandığa bırakıp, Hızır Otobüs geçiyor mu diye yolları dikkatlice gözlemekten vazgeçiyoruz. Bundan sonra Muggle dünyasının o hep kaçtığımız ama bizi sabırsızlıkla bekleyen gri sokaklarına dalıyoruz. Belki arada bir Seçmen Şapka seramonisine katılırız ya da Cadılar Günü şöleninde kendimize bir ziyafet çekeriz. Hatta belki bir sabah Kovuk'un çalılarla kaplı arka bahçesine damlarız, Molly Weasley'nin hazırladığı o mis gibi kahvaltılardan birine otururuz.
Ama sadece arada bir. Çünkü sonra yine Muggleların arasına dönmemiz gerekir.
"Bir meltem çıktı, mürekkep rengi göğün altında sessizce, düzenli bir biçimde uzanan, şaşırtıcı şeylerin en son olabileceği bu sokağın, Privet Drive'ın tertemiz çalılıklarını titretti. Harry Potter uyanmadan, battaniyenin içinde bir yandan bir yana döndü. Minicik eliyle yanındaki mektubu kavramıştı; uykudaydı, özel biri olduğunu bilmiyordu, ünlü biri olduğunu bilmiyordu, birkaç saat sonra süt şişelerini koymak için kapıyı açacak olan Mrs Dursley'nin çığlığıyla uyanacağını bilmiyordu, önündeki birkaç haftayı kuzeni Dudley'nin tarafından itilip kakılarak, çmdiklenerek geçireceğini de bilmiyordu...Nereden bilsin, o anda ülke boyunca gizlice toplanıp kadeh kaldırıyordu insanlar, "Harry Potter'a," diyorlardı fısıltıyla, "sağ kalan çocuğa!" "
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
eylülde
Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...
-
20li yaşlarındaki Kim Sol Ah (esas kızımız kendisi) bir tasarım şirketinde çalışıyor, tüm gün oturup müşterilere, firmalara, şirketlere f...
-
Joo Seo Yeon kızımız bir lisede beden eğitimi öğretmeni. Aynı lisede öğretmen olan Kim Mi Kyung'la tee ortaokul döneminden kankalar...
-
Çoook eskiden, şimdinin Polinezya diye adlandırılan adalarından birinde, ada halkının şefinin sevimli mi sevimli kızı Moana, babasının t...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder