31 ekim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
31 ekim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ekim 2015 Cumartesi

31 ekim - “By the pricking of my thumbs, Something wicked this way comes.”

Bugün yani 31 ekimde ya da bundan önceki 31 ekimlerde burada bir bayram havası eserdi, benim içimde olduğu gibi. Şu sıralar gömüldüğüm feci durumdan dolayı, gece gündüz ara vermeden çeviri yapıp, sunum hazırladığımdan, zaman çizelgeleri çizip tarih aralıkları, seramik çeşitlerini, çanak çömleklerin boynu hangi şekilde kıvrıkmış efendime söyleyeyim hangi mührün üstünde ne kabartması varmış, hangi açmadan hangi çamur sıvalı duvarlar çıkmış diye beynimin içine ettiğimden olacak, tek kelime etmeye mecalim yok. Oysa bugün yılın ışıklı zamanını geride bırakıyoruz. Uzun gecelere, karanlığa gömülüyoruz. Böyle söyleyince kötü bir şeymiş gibi geldi değil mi? Ama her karanlık kötüyü mü çağrıştırmak zorunda? Gecenin karanlığı içinde o parlak ve gizemli Ay'ı yol gösterici yıldızları, mucizelerin sonuçları olan yaratıklarını barındırmaz mı? Gecenin karanlığı aynı zamanda mucizelerin de zamanı değil midir? Kötülük saçan ışıklarla aydınlanmaktansa gecenin o gizemli karanlığına sığınamaz mıyız? İşte bir 31 ekim gecesi öyle bir karanlığa adımımızı atarız her yıl. Yazın, sıcağın o parlaklığı, sebepsiz neşesi, açıklığı, kuruluğu yerini gizem dolu, sihirli bir kışa bırakır.
Hadi açın gözlerinizi kocaman ve enfes geceye doğru ufak bir adım atın. En güzel hikayeler hep gecenin egzotik karanlığında yazılır çünkü.

(Önceki senelerden 31 ekimler:
"Upon that night, when fairies light" ama nerden çıktı ki bu Halloween?
31 ekim - "Son yok edilecek düşman, ölümdür."
31 ekim - hazinen neredeyse kalbin de orada olacak)



(daha uzun ve net versiyonu şurada)

31 Ekim 2012 Çarşamba

31 ekim - hazinen neredeyse kalbin de orada olacak

Cadılar Bayramı sabahı, koridorları saran nefis bir kabak tatlısı kokusuyla uyandılar. Daha da güzel bir şey oldu sonra: Profesör Flitwick, Tılsım dersinde artık nesneleri uçurabilecek duruma geldiklerini söyledi; Neville'in kurbağasını odada dört döndürerek uçurduğundan beri herkes bu anı heyecanla bekliyordu. Profesör Flitwick, ilk alıştırmalar için çocukları çifter çifter ayırdı. Neyse ki, Harry'nin yanına Seamus Finnigan düştü, çünkü Neville de onunla ikili oluşturmak için bayağı heveslenmişti. Ama Ron, Hermione Granger'la çalışacaktı. Buna Ron'un mu, Hermione'nin mi daha çok içerlediğini anlamak çok güçtü doğrusu. Hermione, Harry'nin süpürgesi geldiğinden beri ikisiyle de konuşmamıştı.
Profesör Flitwick, her zamanki gibi kitaplarının üstüne tüneyerek, "Çalıştığımız o bilek hareketlerini sakın unutmayın!" diye ciyakladı. "Hızlı ve kesin, unutmayın, hızlı ve kesin. Büyülü sözcükleri doğru söylemek de son derece önemlidir - Büyücü Baruffio'yu hatırlayın hep, 'f' yerine 's' deyince, kendini sırtüstü yerde buluvermişti, göğsünün üstüne de bir yaban mandası çökmüştü."

Çok güçtü bu. Harry'yle Seamus'un bilek hareketleri hızlı ve kesindi, ama uçurmak istedikleri kuştüyü sıranın üstünde duruyor, bir türlü havalanmıyordu. Seamus'ın sabrı taştı sonunda, asasıyla uçurmaya kalkışırken kuştüyünü ateşe verdi - Harry onu şapkasıyla söndürmek zorunda kaldı.
Yan sıradaki Ron'un da şansı pek yaver gitmiyordu.
Uzun kollarını yeldeğirmeni gibi sallayarak, "Wingardium Leviosa!" diye bağırıyordu.
Harry, Hermione'nin atıldığını duydu: "Wing-gar-dium Levi-o-sa diyeceksin, 'gar'ı uzatacaksın."
"O kadar iyi biliyorsan, sen söyle," diye homurdandı Ron.
Hermione cüppesinin kollarını sıyırdı, asasını sallayarak, "Wingardium Leviosa!" dedi.
Tüyleri sıradan havalandı, başlarının bir metre kadar üstünde uçuştu.
Profesör Flitwick, el çırparak, "Harika!" diye bağırdı. "Herkes baksın, Miss Granger başardı!"
Ders sonunda Ron dokunsan patlayacaktı.
Kalabalık koridorda kendilerine yol açarak yürürlerken, "Tevekkeli kimse katlanamıyor bu kıza," dedi. "İnsan değil, karabasan."
Yanından geçerlerken biri çarptı Harry'ye. Hermione'ydi. Harry ona bir göz atınca irkildi - kız gözyaşların içindeydi.
"Galiba söylediklerini duydu."
"Ne olurmuş duyduysa?" dedi Ron, ama o da biraz tedirgin olmuşa benziyordu. "Hiç arkadaşı olmadığının farkına vardı herhalde."
Hermione bir sonraki derse gelmedi, bütün öğleden sonra da ortalarda görünmedi. Cadılar Bayramı şöleni  için Büyük Salon'a giderlerken, Parvati Patil'in, arkadaşı Lavender'la konuşmasına kulak misafiri oldular; Parvati Patil, Hermione'nin kızlar tuvaletinde ağladığını, yalnız kalmak istediğini söylüyordu. Ron'un tedirginliği daha da arttı bunları duyunca, ama biraz sonra Büyük Salon'a girip de Cadılar Bayramı süslemelerini görünce, Hermione'yi unutuverdiler.

Duvarlardan ve tavandan havalanan bin yarasa uçuşuyordu tepelerinde, bin yarasa da kara bulutlar gibi masaların üstünde kanat çırpıyor, içleri oyulmuş balkabaklarında yanan mumların ışıklarını titretiyordu. İlk geceki şölende olduğu gibi, altın tabaklarda yemekler belirdi ansızın.

Harry tam bir közlenmiş patates mideye indiriyordu ki, hoplaya zıplaya Profesör Quirrell girdi salona; sarığı çözülmüştü, yüzünde dehşet okunuyordu. Herkes onun Profesör Dumbledore'un koltuğuna doğru ilerlediğini, masaya yaslandığını gördü. "İfrit - " diye inledi Profesör Quirrell, "- zindanda ifrit var - haberiniz olsun."


Sonra yere yığılıp bayıldı.
Tam bir kargaşa çıktı. Profesör Dumbledore, yeniden sessizliği sağlamak için asasının ucundan birkaç maytap patlatmak zorunda kaldı.
"Sınıf Başkanları," diye gürledi, "sınıflarınızı hemen yatakhanelere götürün!"
Percy hemen havasını attı.
"Beni izleyin! Birinci sınıflar, birbirinizden ayrılmayın! Söylediklerimi yaparsanız ifritten korkmanıza gerek kalmaz! Tam arkamdan gelin. Yol açın, birinci sınıflar geliyor! Açılın, ben Sınıf Başkanıyım!"

Merdivenleri çıkarken, "İfrit nasıl girebilir buraya?" diye sordu Harry.
Ron, "Bana sorma," dedi, "ifritler gerçekten salaktır. Belki de Peeves almıştır içeri, Cadılar Bayramı şakası diye."
Değişik yönlere koşturan değişik öğrenci kümelerinin yanından geçtiler. Telaş içinde seğirten Hufflepuff'ların aralarından geçerken, Harry Ron'un koluna yapıştı birdenbire.
"Şimdi aklıma geldi - Hermione."
"Ne olmuş Hermione'ye?"
"İfritten haberi yok."
Ron dudağını ısırdı.
"Peki, tamam," diye kestirip attı. "Ama Percy görmesin bizi."
Eğilerek, öteki yana giden Hufflepuff'lara karıştılar, ıssız bir koridordan geçip kızlar tuvaletine koştular. Tam köşeyi dönmüşlerdi ki, hızlı hızlı ayak sesleri duydular arkalarında.
Harry'yi kocaman bir aslan heykelinin arkasına çekerek, "Percy!" diye fısıldadı Ron.
Heykelin arkasından kafalarını uzatınca, gelenin Percy değil, Snape olduğunu gördüler. Snape koridoru geçip gözden yok oldu.
Harry, "Ne yapıyor?" diye fısıldadı. "Neden öteki öğretmenlerle birlikte zindanda değil?"
"Sorduğun adama bak."
Olabildikleri kadar sessizce, Snape'in uzaklaşan adımlarını izlediler yan koridorda.
"Üçüncü kata çıkıyor," dedi Harry, ama Ron elini kaldırdı.
"Burnuna bir koku geliyor mu?"
Harry havayı kokladı, kirli çorapla kimsenin nedense hiç temizlediği genel tuvalet karışımı pis bir koku geldi burnuna.
Sonra işittiler onu - derinlerden gelen bir homurtu, dev ayakların sürünmesi. Ron eliyle gösterdi: Soldaki geçidin sonunda kocaman bir şey onlara doğru ilerliyordu. Karanlığa sığındılar hemen, yaratığın ay ışığında belirdiği gördüler.
Korkunç bir görüntüydü bu. Dört metre boyundaydı, derisi gri kaya rengindeydi, koskoca bedeninin üstüne hindistan cevizi büyüklüğünde ufacık bir kafa yerleştirilmişti. Kısa bacakları ağaç gövdeleri kadar kalındı, ayakları nasır içindeydi. İnanılmaz bir koku yayıyordu çevresine. Elinde tuttuğu kocaman tahta sopa, kollarının uzunluğu yüzünden yere değiyordu.
İfrit bir kapının önünde durup içeri baktı. Sivri kulaklarını oynattı, minicik beynini çalıştırdı, sonra usulca odaya daldı.
"Anahtar kilidin üstünde," diye mırıldandı Harry. "Onu içeriye kilitleyebiliriz."
Ron, tedirginlik içinde, "İyi fikir," dedi.
Açık kapıya doğru ilerlediler, ağızları kupkuruydu, ifritin ansızın çıkıvermemesi için dua ediyorlardı. Harry bir sıçrayışta kapıya ulaştı, anahtarı yakaladı, kapıyı çarparak kapattı, kilitledi.
"Evet!"
Zafer sarhoşluğu içinde geçitte koşmaya başladılar, ama tam köşeye vardıklarında öyle bir şey duydular ki, az kalsın korkudan öleceklerdi - korkunç bir çığlıktı bu - kilitledikleri  odadan geliyordu.
Ron, Kanlı Baron gibi bembeyaz kesilmişti. "Olamaz," dedi.
Harry yutkundu. "Kızlar tuvaletiydi orası!"
"Hermione!" dediler birlikte.
Yapmak isteyecekleri son şeydi bu, ama başka çareleri yoktu. Dönüp kapıya koştular, korkuyla titreyerek anahtarı çevirdiler - Harry çekip açtı kapıyı - içeri daldılar.
Hermione Granger karşı duvarın dibine büzülmüştü, bayılacaktı neredeyse. İfrit, duvarlardaki lavaboları söküp atarak ona doğru ilerliyordu.
Harry, çaresizlik içinde, "Şaşırtmaca ver!" dedi, eline geçen bir musluğu bütün gücüyle duvara fırlattı.
İfrit Hermione'nin birkaç adım ötesindeydi. Sesin nereden geldiğini anlamak için aptal aptal gözlerini kırpıştırarak çevresine bakındı. Minicik hain gözleri Harry'ye ilişti. Bir an durakladı, sonra sopasını kaldırıp onun üstüne saldırdı.
Ron, odanın öteki yanından, "Hey, kuşbeyinli!" diye bağırarak madeni bir boru parçası fırlattı ifrite. İfrit, borunun omzuna çarptığını bile fark etmemişti, ama sesini duymuştu Ron'un, bu kere Harry'yi bırakıp ona yöneldi; bu da Harry'ye ifritin yanından geçmek için vakit kazandırdı.
Harry, "Hadi, koş, koş!" diye bağırdı Hermione'ye, onu kapıya doğru çekmek istedi. Ama Hermione kımıldayamıyordu bile, ağzı korkudan bir karış açık, duvar dibine çökmüş, öylece duruyordu.
Çığlıklarla, yankılarla çılgına dönen ifrit bir daha kükredi, en yakındaki, kaçacak yeri olmayan Ron'a saldırdı.
O anda hem korkusuzca hem de aptalca bir şey yaptı Harry: Atlayıp ifritin boynuna sarıldı arkadan. İfrit, Harry'nin sırtında olduğunun farkında bile değildi - ama burnuna uzun bir değneğin sokulduğunu bir ifrit bile anlar - onun sırtına atladığında asası elindeydi Harry'nin - ucu da ifritin burun deliklerinden birine girmişti.
İfrit acıyla uluyarak iki büklüm oldu, sopasını salladı; Harry can havliyle tutunuyordu ona; ya yerlere savrulacak ya da sopayı kafasına yiyecekti.
Hermione yere büzülmüştü korkuyla; Ron kendi asasını çıkardı - ne yaptığının farkında bile olmadan, aklına ilk gelen büyülü sözleri haykırdı: "Wingardium Leviosa!"
Sopa ansızın fırladı ifritin elinden, havaya yükseldi, yükseldi, sonra ağır ağır döndü - korkunç bir çatırtıyla sahibinin kafasına indi. İfrit oracığa yüzükoyun yığıldı, yığılırken de bütün odayı zangır zangır sarstı.
Harry ayağa kalktı; titriyordu, soluğu kesilmişti. Ron, asası hala havada, ne yaptığına şaşkınlıkla bakıyordu.
İlk konuşan Hermione oldu.
"Acaba - öldü mü?"
"Sanmıyorum," dedi Harry. "Olsa olsa bayılmıştır."
Eğilip asasını ifritin burnundan çıkardı. Yapışkan gri bir sıvıyla kaplanmıştı asa.
"Öff - ifrit sümüğü."
Asasını ifritin pantolonuna sildi.
Bir kapının çarpıldığını duydular ansızın, kulaklarına patırtılı ayak sesleri geldi; üçü de kafasını kaldırdı.
Ne büyük şamata kopardıklarını fark etmemişlerdi o arada; ama gürültü de ifritin korkunç çığlıkları da aşağıdan mutlaka işitilmişti. Bir an sonra Profesör McGonagall daldı odaya, hemen arkasında Snape vardı, onu da Quirrell izliyordu. Quirrell ifrite şöyle bir baktı, sonra belli belirsiz bir iniltiyle elini kalbine götürerek bir tuvaletin üstüne çöktü.
Snape ifritin üstüne eğildi. Profesör McGonagall, Ron'la Harry'ye bakıyordu. Onu hiç bu kadar öfkeli görmemişti Harry. Dudakları bembeyaz kesilmişti. Gryffindor'a elli puan kazandırma umudu Harry'nin içinden siliniverdi.
Sesinde soğuk bir öfkeyle, "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" dedi Profesör McGonagall. Harry, Ron'a baktı. Ron'un asası hala havadaydı. "Ölebilirdiniz. Neden yatakhanede değilsiniz?"
Snape sert sert baktı Harry'ye. Harry gözlerini yere dikti. Ron artık asasını indirseydi keşke.
Derken incecik bir ses geldi gölgelerin arasından.
"Lütfen, Profesör McGonagall - onlar beni arıyorlardı."
"Miss Granger!"
Hermione sonunda ayağa kalkabilmeyi başarmıştı.
"İfriti aramaya çıkmıştım - çünkü tek başıma onunla baş edebilirim sanıyordum - çünkü çok şey okumuştum onlar hakkında."
Ron asasını indirdi. Hermione Granger bir öğretmene düpedüz yalan mı söylüyordu?
"Beni bulmasalardı ölmüştüm. Harry asasını ifritin burnuna soktu, Ron da kafasına vurdu. Birini çağıracak vakitleri yoktu. Onlar geldiğinde ifrit benim işimi bitirmek üzereydi."
Harry'yle Ron bu hikayeyi ilk kez duymuyormuş gibi görünmeye çalıştılar.
Profesör McGonagall, üçüne bakarak, "Şey - öyleyse..." dedi. "Miss Granger, düpedüz budalalıktır bu, bir dağ ifritini tek başınıza haklayabileceğinizi nasıl düşünürsünüz?"
Hermione başını önüne eğdi. Harry'nin dili tutulmuştu. Kuralları çiğneyecek son kişiydi Hermione, şimdi onları kurtarmak için ne palavralar atıyordu. Snape'in gülücükler dağıtması bile kendisini bu kadar şaşırtamazdı.
Profesör McGonagall, "Miss Granger, bunun için Gryffindor'dan beş puan silinecek," dedi. "Beni hayal kırıklığına uğrattınız. Yaranız bereniz yoksa, doğru Gryffindor Kulesi'ne gidin. Öğrenciler yemeklerini kendi kulelerinde yiyor."
Hermione çıktı.
Profesör McGonagall, Harry'yle Ron'a döndü.
"Ucuz kurtuldunuz, ama birinci sınıf öğrencileri de koca bir ifriti kolay kolay yere seremezdi doğrusu. İkiniz de Gryffindor'a beşer puan kazandırdınız. Bu, Profesör Dumbledore'a bildirilecektir. Gidebilirsiniz."
Koşarak odadan ayrıldılar, iki kat çıkıncaya kadar da birbirleriyle konuşmadılar. Her şey bir yana, ifritin kokusundan kurtulmak bile güzeldi.
Ron, "On puandan fazla almalıydık," diye homurdandı.
"Beş demek istiyorsun. Hermione yüzünden silinen beş puanı unutma."
"Bizi kurtarmakla iyilik etti," dedi Ron, "aslına bakarsan, biz onu kurtardık."
Harry hatırlatmadan edemedi: "Onu içeride o şeyle kilitlemeseydik, kurtarmaya fala gerek kalmayacaktı."
Şişman Kadın tablosunun önüne gelmişlerdi.
"Domuz burnu," deyip girdiler.
Ortak salın kalabalıktı, gürültülüydü. Herkes yukarıya gönderilmiş yemekleri yiyordu. Ama Hermione, kapının yanında tek başına durmuş, onları bekliyordu. Utangaçlıkla yüklü bir sessizlik oldu. Sonra, birbirlerine hiç bakmadan, "Teşekkürler," deyip yemek almaya koştular.
Ama o andan sonra, Hermione Granger arkadaşları oldu. Bazı olaylar vardır, dostluklara yol açar, dört metre boyunda bir ifritin canına okumak da öyle bir olaydı işte.
(Harry Potter ve Felsefe Taşı, sayfa 198-207)

31 Ekim 2011 Pazartesi

31 ekim - "Son yok edilecek düşman, ölümdür."

Hazinen neredeyse kalbin de orada olacak.

Sonra karanlığın içinden, birkaç metre öteden gayet keskin ve net bir şekilde üçüncü kez Hermione'nin sesi duyuldu.
"Harry, buradalar...hemen burada."
Ve onun sesinin tonundan, bu seferkilerin annesiyle babası olduğunu anladı : ona doğru, sanki göğsüne ağır bir şey bastırılıyormuş duygusuyla yürüdü; Dumbledore'un ölümünden hemen sonra duyduğu histi bu, kalbine ve ciğerlerine resmen ağırlık yapan bir keder.
Mezartaşı Kendra'nınki ile Ariana'nınkinden sadece iki sıra arkadaydı. Tıpkı Dumbledore'un mezarı gibi beyaz mermerden yapılmıştı ve karanlıkta parıldıyor gibi göründüğü için okuması kolaydı. Harry'nin üzerine yazılmış sözleri okumak için diz çökmesine, hatta çok yakına gelmesine gerek kalmadı.

James Potter, doğumu 27 Mart 1960, ölümü 31 Ekim 1981
Lily Potter, doğumu 30 Ocak 1960, ölümü 31 Ekim 1981
Son yok edilecek düşman, ölümdür.

Harry sanki onların anlamını kavramak için tek bir şansı olacakmış gibi, kelimeleri yavaş yavaş okudu. Sonuncusunu da yüksek sesle okudu.
"'Son yok edilecek düşman, ölümdür.'..." Aklına korkunç bir düşünce geldi ve içinde bir tür panik dalgası yükseldi. "Bu bir Ölüm Yiyen fikri değil mi? Burada ne işi var?"
"Ölümü, Ölüm Yiyenler'in kastettiği anlamda yenilgiye uğratmayı kastetmiyor ki, Harry," dedi Hermione, tatlı bir sesle. "Şeyi kastediyor...yani...ölümün ötesinde yaşamayı. Ölümden sonra yaşamayı."
Ama yaşamıyorlar ki, diye düşündü Harry : gitmişlerdi. Boş sözler, annesiyle babasının çürüyen kalıntılarının kayıtsız, habersiz halde karın ve taşın altında yattığı gerçeğini değiştiremezdi. Ve Harry engel olamadan gözünden yaşlar boşalmaya başladı, kaynar sıcakken aniden yüzünde dondular, zaten onları silmenin, yokmuşlar gibi yapmanın ne anlamı vardı? Bıraktı gözyaşları aksın; dudakları sımsıkı bastırılmış, Lily ile James'ten geriye kalanların yattığı yeri gözlerinden saklayan kalın kar tabakasına, yere baktı. Artık kemiktiler şüphesiz, ya da toz. Yaşayan oğullarının bu kadar yakında durduğunu, kalbinin hala çarptığını, onların fedakarlığı sayesinde hayatta kalmış olduğunu ve şu anda, onlarla birlikte karın altında uyuyor olmayı dilemenin eşiğinde olduğunu bilmiyor ya da aldırmıyorlardı.
Hermione yeniden elini yakalamıştı, sıkı sıkı tutuyordu. Harry ona bakamadı ama o da Hermione'nin elini sıktı, şimdi gece havasını kısa ve derin soluklarla içine çekiyor, kendini toparlamaya, yeniden kontrolünü eline almaya çalışıyordu. Onlara vermek için bir şey getirmeliydi, fakat düşünememişti bunu, mezarlıktaki her bitki yapraksızdı, donmuştu. Ama Hermione asasını kaldırdı, havada onunla bir çember çizdi ve önlerinde bir çelenk dolusu Noel gülü çiçek açtı. Harry çelengi tuttu ve annesiyle babasının mezarına koydu.
Ayağa kalkar kalkmaz gitmek istedi : orada bir an daha kalabileceğini sanmıyordu. Kolunu Hermione'nin omzuna doladı, Hermione de kendi kolunu onun beline, ve sessizlik içinde dönüp karda yürüdüler, Dumbledore'un annesiyle kız kardeşinin yanından geçip karanlık kiliseye ve artık görülmeyen parmaklıklı kapıya yürüdüler.

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...