İlk bölümde (Ben Barnes'lı Filmler 1 : Bigga Than Ben (2007)) "Bigga Than Ben" ile perdeye transfer olduğunu gördüğümüz Ben Barnes'ı aynı sene bir Hollywood yapımında ufak bir rolde de gördük. Süperötesi yazar Neil Gaiman'ın aynı adlı romanından uyarlanan "Stardust"ta Ben, ana karakterin babasının gençliğini oynadığı yaklaşık 5 dakikayla kendine yer buldu. Ki bu Matthew Vaughn'ın yönettiği ve Michelle Pfeiffer, Claire Danes, Robert De Niro, Sienna Miller, Henry Cavill gibi oyuncuların geçit töreni gerçekleştirdiği bir film için hiç de fena bir çaba sayılmaz.
"Stardust"ta bir göründüm, kaçtım yapmasını Hollywood yeterli bulmamış olacak ki ertesi sene, 2008'de ilk "gişe" filmine adım attı Ben. "The Chronicles of Narnia : Prince Caspian" ile ilk gişe başrolünü gerçekleştirdi böylece. Ve nerdeyse Narnia serisinin keskin bir düşüş gösteren film serüveni, tamamen onun omuzlarına bindirildi.
Kendisi üzerine kurulu büyük bütçeli bir filmin başrolünü oynamanın yükünden sonra aynı yıl "Easy Virtue" isimli bir tiyatro oyunu uyarlamasıyla perdelere konuk oldu. İngilizlerin pek bayıldığı oyun yazarı Noel Coward'ın 1920'lerin sonlarında geçen oyununun, Hitchcock uyarlamasının aksine tam bir komedi haline dönüştürülmüş olduğu "Easy Virtue"da Ben Barnes'a düşen rol de zengin aristokrat çiftlik ailesi olan Whittakerların parlayan, umut saçan, hayat dolu ve tasasız oğlunu oynamaktı.
1920'lerin sonunda İngiltere'nin kırsal kesiminde geniş arazilerinin içindeki kocaman evlerinde yaşayan burnu havada Whittaker ailesine konuk oluyoruz "Easy Virtue" ile. Baba Jim ilk dünya savaşında savaşmış, esasında biz sinema izleyicisinin oldukça aşina olduğu savaş-sonrası-psikolojisine oldukça batmış, devamlı ortalıkta toplanmamış bir yatak gibi gezen, herşeyi boşvermiş, hiçbir şeye karışmayan bir adam. Savaştan sonra eve dönmemiş esasında, Fransa'da kendini hayatın zevklerine vermiş halde bir süre dolanmış. Onun bu önce fiziksel ardından psikolojik yokluğunda karısı yani annemiz Veronica da katı ahlakçılığı, kuralcılığı ve İngilizliği ile evi ve herkesin yaşamını çekip çevirmeye vermiş kendini. Tabi bu durum da onu filmin en baştaki tek otoritesi yapıyor. İki kız kardeş Marion ve Hilda ise birbirlerinden tuhaflar. Marion ölen nişanlısı Edgar için yas tutuyor hala, Hilda ise kanlı-vahşi-skandal dolu olan herşeye bayılıyor, gazete küpürleri falan biriktiriyor.
Böyle bir ailenin oğlu olan John ise Monaco'da araba yarışlarında tanıştığı Amerikalı yarışçı Larita'ya aşık olup, evlenip, onu bir de eve, bu aileyle tanıştırmaya getiriyor. Larita Detroit'te büyümüş, tam bir afet. Araba yarışçısı, başın buyruk, şehir insanı, deneyimli, hayatı dolu dolu yaşamaya çalışan, biraz da "rahat" bir kadın. Birlikte bu eski moda aristokrat evine adım atıyorlar ve bir çeşit rekabet hikayesi başlıyor.
Filmin görüntü olarak vermeye çalıştığı mesaj da bu : Gelin kaynana çekişmesi. Ama değil. Yani öyle başlatıp, romantik komedi süsü verilmeye çalışılıp, bambaşka yerlere gidiveriyor hikaye. Savaş sonrası durumu gösteriyor biraz, kuralcı eski kafalı aile değerlerini bulaştırıyor işin içine, "basit erdemlerin" iyi mi kötü mü olduğuna dair mesajlar içermeye çalışıyor, eski "geçmiş" ile yeni "gelecek"in çarpıştığını söylüyor bir yandan. Evliliğin ne olduğundan ve sınırlarından çok, aşkın ne olduğundan ne kadar olduğundan yana söyleyeceklerini söylüyor.
Evet bir sürü şey söylemeye çalışıyor böyle ve yazdığımda "vaay" falan gibi gelmeye başlamış olabilir ama değil. Tüm bunlar anlatılmaya çalışılan dönemin atmosferine pek benzemeyen jazz ritimleriyle birlikte sadece bir romantik komedi kalıbında geliyor önümüze. Hani bazen elde en güzel malzemeler varken en kötü yemek ortaya çıkar ya aynen öyle oluyor bu filme de. "Birazcık" olmuş bir film. Yani elde inanılmaz bir Colin Firth, rolüne cuk oturan bir Kristin Scott Thomas, tertemiz oynayan birer Jessica Biel ve Ben Barnes varken, film gene de kanı canı çekilmiş bir şeye benziyor.
Nedeni aslında açık. Colin Firth ve Kristin Scott Thomas, kariyerlerinin en alışıldık rollerine büründürülmüş bir kere. Hiç risk alınmamış, gayet kalıpları dahilindeler. Ben Barnes ve Jessica Biel tek başlarına parıldayan insanlar olabilirler ama birlikte, aşık bir çifti canlandırırken berbatlar, ruhsuzlar, uyumsuzlar. Zengin bir "countryside" evi olması gereken malikane ise dönemin fakir evlerinden ikinci sınıf eşyayla döşenmiş gibi. Bunlar ne biçim aristokrat böyle dedirtiyor.
Film kötü değil, bu arada onu söyleyeyim. Yani "o kadar da" kötü değil. Sadece bunca mükemmel elementle insan çok daha fazla birşey beklerken orta karar bir romantik komediyle karşılaşınca haliyle dır dır ediyor. Ben Barnes da muhtemelen benim gibi "elementlere" kanıp, rol almış olmalı. Ben ona o düşünceyi yakıştırıyorum ve "Killing Bono"ya doğru yol alıyorum.
Bu arada filmlerden dans sahnelerime bir yenisi daha eklemekten memnum değil miyim, kesinlikle memnunum. Buyrunuz dayanılmaz cazibesine tango yapan bir Colin Firth'ün (tamamı değilse de bir kısmı):
Filmin resmi sitesi : http://easyvirtuethemovie.co.uk/
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
eylülde
Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...
-
20li yaşlarındaki Kim Sol Ah (esas kızımız kendisi) bir tasarım şirketinde çalışıyor, tüm gün oturup müşterilere, firmalara, şirketlere f...
-
Joo Seo Yeon kızımız bir lisede beden eğitimi öğretmeni. Aynı lisede öğretmen olan Kim Mi Kyung'la tee ortaokul döneminden kankalar...
-
Çoook eskiden, şimdinin Polinezya diye adlandırılan adalarından birinde, ada halkının şefinin sevimli mi sevimli kızı Moana, babasının t...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder