Büyükler için yazılmış, büyükler için sahne sahne çizilmiş bir masal bu. Kan dolu, cinsellik dolu, acı ve vahşet dolu bir masal. Wojciech Kilar'ın her bir sahnesinde üstünüze üstüne gelen müziğiyle titreyip, izlediğiniz her bir doğaüstü görüntünün bilgisayarda değil, gerçek el emeğiyle yapıldığını bildiğiniz bir masal.
Kitabı okumamış olanlar için söyleyeyim, Bram Stoker'ın 1897 tarihli romanı ne vampirler hakkında yazılmış ilk şey, ne de son. O kendi Dracula'sını yazdığında zaten yaklaşık 20 yıldır Avrupa edebiyatında vampir sesleri duyulmaktaymış. Stoker'ın yaptığı, oldukça şaşaalı bir biçimde, Dracula'ya bir geriplan, bir tarihi zemin ve kendinden sonraki neredeyse tüm vampir sanatı etkileyecek teoriler vermek olmuş gibi duruyor.
Bunca yıllık vampir okuyucusu ve izleyicisiyim (şurada), gene de kitabı okuduğumda oldukça şaşırmıştım. Stoker her şeyin başladığı yerdi, temellere inmiştim ve hiç bu kadar zevkli olmasını beklemiyordum. Günlükler ve mektuplarla, gazete küpürleriyle anlatıyordu hikayesini Stoker. Tarihi araştırmalarını olduğu gibi yansıtmıştı yazınına, ama bu durum yazdıklarını sıkıcı değil daha da ilginç, daha da akıcı yapıyordu.
Coppola'nın da yaptığı tam olarak bu. Stoker'ın tarzını almış, aynen kullanmış. Üstüne o da kendi "tarihini", arkaplanını katmış. Avrupa'ya yürüyen Osmanlılar'la savaşan, kiliseye hizmet eden, delicesine aşık olan, acı çeken, trajediler yaşayan bir Kont Dracula çıkarmış ortaya. Yaptığı onca eklemeye karşın gene de romana en sadık denilebilecek bu uyarlamada Coppola, romandaki şekilde anlatmış bize hikayeyi.
Bol bol sesli anlatımlar var - bu background voice ya da voiceover türü şeylere ne deriz bilemedim ama anladınız siz -, karakterlerinden mektuplarından dinliyoruz ve izliyoruz olayları. Oldukça karanlık atmosferi filmin, öyle de olmasını bekliyoruz zaten, ama renkler alabildiğine yumuşak. Açılış sekansındaki 1462 yılı sisli ve kırmızı, gölgelerle doluyken, 1897 yılının Londra'sı mavili siyahlı, yine sisli bir Victoria Dönemi şehri.
Film anlatımındaki güzellik ve müziklerindeki etkileyiciliğinin yanında benim için tam bir Gary Oldman şovu oldu. Johnny için "versatile actor" demeyi çok severler ama Gary Oldman bu işin ustası, kitabının yazarı.
Onun gibi başka her bir filmde, her bir karakterde farklı bir ses tonu, farklı bir aksan, farklı bir yüz kullananı var mıdır, bilemiyorum. (tamam belki vardır ama ben daha ancak 500 küsür film izledim, görmemiş de olabilirim) Coppola Dracula'yı hangi şekle sokmak istemişse girmiş, bunun yanında o kadar etkileyici o kadar hipnotize edici de olabiliyor ki bunun için doğmuş diyorsunuz.
Vampir algımızı getirdikleri yerde, hepimiz ister istemez alabildiğine çekici, inanılmaz güzellikte, ağız sulandıran, kendimizden geçirten, doğanın en kötü, en şeytani yaratığı olsa da içinde sevgi gibi birşeyler olan bir figür bekliyoruz. Kötülüğün güzelliğine kapılmak istiyoruz. Gary Oldman'ın Kont Dracula'sı da bunu veriyor bize, henüz 34 yaşının verdiği karşı konulmaz cazibesiyle hem de.
Film zamanında en iyi efekt, en iyi makyaj, en iyi kostüm dallarında Oscar almış, belki de en iyi vampir filmlerinden biri. Winona Ryder'ın tv filmi olacak diye yazılan senaryoyu Coppola'ya götürmesi ile çekildiği söylenen filmin oyuncu listesi sonraki 10 yılda Hollywood'un tepesine oturacak isimlerle dolu.
Altın çağını yaşayan Winona'nın dışında o zaman sırf genç kızları çeken yakışıklı biri olsun diye seçilen Keanu Reeves, dönemin en büyüklerinden Anthony Hopkins, Tom Waits, Billy Campbell, Cary Elwes ve Richard E.Grant var. Lucy Westenra için seçilen yeni isim Sadie Frost tamamen hayalkırıklığı olsa da Dracula'nın gelinlerinden biri olarak ufaktan gördüğümüz daha yolun başındaki bir Monica Belluci hoş bir sürpriz oluyor.
|
fenere bayıldım da buradaki |
Sonuçta 128 dakikalık bir Dracula efsanesi izliyoruz. 2 saat insanın gözünü korkutsa da bir kez içine girdik mi masalın onunla birlikte uçuyor, gidiyoruz. Alttan alttan çok acıklı bir aşk hikayesi, büyük bir adamın trajik yaşamını izliyor olsak da eğleniyoruz, keyif veriyor yer yer saçmalığa varan mimikler, absürd replikler.
Korkunç Ekim Korku Filmleri serisi için güzel bir oldu böylece. Mutlu etti beni, tüylerimi ürpertti, hoş bir korku filmi izlettirdi. Ama tabi ki, delicesine korkutmadı. Olsun, her film bir Chucky değil.