28 Mart 2023 Salı

The Heavenly Idol [성스러운 아이돌] (2023)

 


Tanrıça Redrin'in iyilik dolu ve sadık hizmetkarı, yüce rahip Rembrary, şeytanın ordusuna karşı amansız savaşında nihayet şeytanın ta kendisiyle yüz yüze gelir. İki büyük güç, kötülüğün gücü ve iyiliğin gücü karşı karşıya geldiğinde gökle yer yerinden oynar ve Rembrary birden kendisini bambaşka bir dünyada, bambaşka biri olarak bulur. Rembrary'nin ruhu ile dünya gerçekliğindeki başarısız, unutulmuş bir erkek idol grubunun üyesi olan Woo Yeon Woo'nun ruhu yer değiştirmiştir. Rembrary bu saçma sapan dünyadan bir an önce kurtulup, kendi dünyasındaki insanları şeytanın savaşından kurtarabilmek için yol ararken bir yandan da bir idol olarak ödüller kazanabilmek için çabalamak zorunda kalır. Ancak bu dünyada da şeytan peşini bırakmamıştır, o da Rembrary gibi, başka birinin bedeninde bu dünyada kendi gücünü kullanmaya başlar. Rahip Rembrary, bir yandan şarkı söyleyen, dans eden, tv showlarına katılmaya çalışan bir idol olmaya, bir yandan şeytanın bu dünyadaki kötülükleriyle mücadele etmeye, bir yandan kendi dünyasına geri dönmeye çalışırken hem kendisiyle hem de insanlarla ilgili bilmediği şeyler öğrenmeye başlar.

"The Heavenly Idol" orijinal adıyla 성스러운 아이돌, ki bu da "kutsal idol" olarak çevriliyor, Güney Kore'nin tvN kanalında 15 Şubat - 23 Mart 2023 arasında yaklaşık birer saatlik 12 bölüm olarak yayınlandı. Sin Hwa Jin'in aynı adlı web romanından uyarlanmış. Web romanı da internette yayınlanan roman işte. Gerçi webtoonlardan falan ne farkı vardır bilemiyorum. Biri resimli biri resimsiz midir artık kim bilir. Neyse.


A Business Proposal'dan sonra Güney Kore dizisi izleyicisi camiası olarak (böyle bir camia var tabi gülmeyin :D ) hepimiz ikinci çiftin başrol oynadıklarını dizileri görmeyi bekliyordu. Seol In Ah'nın başrol olduğu dizi Oasis, Mart'ın başında başladı (ona henüz göz atamadım, sırasını bekliyor). Kim Min Gue ise The Heavenly Idol ile başrol olarak ekranımızda göründü sonunda. A Business Proposal'daki ciddi, karizmatik ve güçlü duruşlu karakterinden sonra burada iki ayrı karakterde izleme şansımız oldu. İçi dışı iyilikle dolu, yardımsever rahip Rembrary olarak ve başarısız hayatından bıkmış sinir bozucu Woo Yeon Woo olarak bu kez komedinin dibine vurmuş olarak izledik. Onun karşısında kadın başrolümüz Go Bo Gyeol'u ben ilk defa izlemiş oldum. Daha önce izlediğim bazı dizilerde ufak rollerde yer alıyormuş ama hiç dikkatimi çekmemişti (Minyon olmasının bununla ilgisi olmadığını düşünmek istiyorum :) ). Zaten böyle hemen dikkatleri çeken, parlayan bir havası da yok. Böyle de kötü bir oyuncu demişim gibi oldu, öyle demeye çalışmadım. Çok sakin, çok nötr bir duruşu var oyuncunun. O yüzden de sanırım, başrollerin aşk hikayesi çok fazla göze batar şekilde değildi ya da hikayenin tüm gidişatı içinde çok önemliymiş gibi gelmedi. Güzel bir dokunuştu, sevimli bir halleri vardı ama o kadar. Çift olarak ilişkiye başlamalarından çok, ilk etaptaki birlikte halleri, maceralara atılmaları, birbirlerine takılmaları daha heyecanlı ve "kimya" barındırıyordu mesela. Ama bu minicik kadına yazılan karakter, cidden bunca yıldır izlediklerim arasında kenara not ettiğim, kalbime o en yakınlardan biriydi. Şeytan, insanların akıllarına girip, içlerindeki kötülüğü açığa çıkardığında herkes mutlaka başkalarından nefret ederken, başka insanlara zarar vermeye çalışır, bir şeyler kazanmaya çalışırken başrol kadın karakterimiz kendinden nefret ediyor. Şeytan aklına girip, bilinçaltındaki kötü düşünceleri açığa çıkardığında görüyoruz ki onun kötü düşünceleri, tüm nefreti, tüm meselesi kendiyle. Başkalarına zarar vermiş olduğunu düşündüğü için kendinden nefret ediyor. Herkes başkasını öldürmeye çalışırken o sadece kendisini öldürmeye çalışıyor.

Dizi aslında konusuna baktığımızda alabildiğine hafif, böyle pofuduk bir fantastik öğeli romantik komedi gibi görünüyor. Öyle de zaten ama yukarıda da azcık bahsettiğimden görebileceğiniz gibi alttan alttan pek çok acı verici şeye, yaraya dokunuyor. Depresyonun, anksiyetenin en kötü hallerini görüyoruz mesela ama ortam o kadar pembeli fantastik ki o kadar takılmıyoruz. Eğlence dünyasının, idol yaratma evreninin ne kadar saçmalıkla, gurur kırıcısı, ruh sömürücü şeyle dolu olduğunu görüyoruz ama her zorluk bir şekilde tatlıya bağlanıyor ya üzüntümüz geçiveriyor. Şeytanın bile duygularını görüyoruz, aslında onu kötülük yapmaya iten şeyin içten içe hissettiği sevgi dolu duygular olduğunu görüyoruz.

İşte kötü olan, işte şeytan

Şeytan demişken, dizide "kötü olan" diye çevirmişlerdi gerçi de, karakteri canlandıran Lee Jang Woo'yu da ilk defa izlemiş oldum ve böylesine saçma bir senaryoda aslında gayet de karikatürize edip, çok da emek vermese bile oynayabileceği bir karakterde neden ve nasıl bu kadar büyük, bu kadar iyi oynamış hayran kaldım desem yeridir. Daha önce minik yan rollerde olduğu bir diziyi bile izlememişim, o kadar yabancıyım kendisine. Ama bir insan bir rolde bu kadar karizmatik, bu kadar duygusal nüanslı, bu kadar kendini parçalayarak nasıl oynar? Bir de yani 12 bölümcük süren, saçmalıklı fantastikli bir rom-comda. Diziye saçma diyorum ama kötü manada değil yani bu arada. Hani saçma olduğunu bilirsiniz, senarist de oynayanlar da çekenler de bilir ve hep birlikte kendinizle eğlenirsiniz, çok da ciddiye almazsınız ama yine sonuna kadar onlar diziyi yaratırkenki kalitelerinden, siz de izlerkenki keyfinizden ödün vermezsiniz ya, hah işte tam da ondan bu dizi. Kostümler - fantastikli bölümleri kastediyorum - dandik, dekorlar dandik, görsel efektler öyle yanar dönerli falan. Ama yine de insan takılmıyor bunlara. Çünkü dizi de o kadar ciddiye almıyor, biz de. 

Pontifex Rembrary - yüce rahip olunca kötü bir mullet kesimi saçınız oluyor

Deli ama iyi niyetli şirket başkanımız

Başrol Rembrary ile bıcır bıcır oradan oraya koşturan grup menajeri kızımızı izliyoruz (yukarıda bahsettiğim başrol kızımız). Yıllar sonra yine taş gibi bir karizma ile arz-ı endam eden bir başka Grim Reaper bulmuşuz ona bakıyoruz (Park Sang Gam'ın canlandırdığı Gam Jae). Başrolümüzün üyesi olduğu idol grubu "Wild Animal"ın birbirinden ilginç ve eğlenceli üyelerinin hikayelerini izliyoruz mesela. Kasy'nin, Jung Seo'nun, Tae In'in, Hae Gyeol'un her birine en azından birer bölümde değinilmiş olması, Rembrary'nin onların hikayeleriyle bir yandan da karakter olarak gelişmiş olması çok güzel detaylardı. Grubun şirket müdürünü canlandıran Ye Ji Won'u mesela Thirty But Seventeen(2018)'den sonra ilk defa izleme şansı bulduğum için ayrıca mutlu oldum (ahh o dizi de kalbimde yaralardan bir tanesi, bir türlü anlatamadım, bir türlü yazamadım 5 sene oldu, 2018'in yazını geçirdiğim hikayeydi). Oradaki Jennifer gibi ikonik bir karakterden sonra kadını burada birden böyle egzantrik bir şirket başkanı olarak görünce afalladım tabi. Tüm dizinin karikatürü de sen ol demişler ona, istediğin gibi saçmala, oradan oraya ayıl bayıl kaş göz yap demişler. Komik olmasına komik de, izlerken bazen yormuyor değil. Daha geçende Crash Course in Romance'te çocuklarının eğitimine takık, gestapo gibi bir anneyi canlandıran Jang Young Nam ablayı da mesela kısa ama eğlenceli bir rolde, ölüler dünyasının tanrıçası olarak izliyoruz.

Bahtsız ama sevimli grubumuz Wild Animal

Dizi kendini ciddiye almıyor dedim ya, aslında çok da ciddiye alınması gereken mesajlarla dolu olmasına rağmen ortamı karartmamak adına yapıyor bunu. "İdol"lük gibi bir kültürün neredeyse toplumun temelini oluşturduğu çok zorlayıcı bir sistemin içinden bir hikaye anlatıyor. Bu kültürün tamamen dışından bir karakterin, Rembrary'nin, her şeyin saçmalığını ve mantıklılığını adım adım keşfedişine eşlik ediyoruz. Hikayenin genel dekorunu oluşturan bu olmasına rağmen aralarda çok minik minik eleştirilerle ekrana getirip, geri Rembrary'nin hikayesiyle devam ediyor. Wild Animal grubunun üyeleriyle birlikte dünyanın bir ucunda, hayata yeni başlayan çocuk yaştaki gençlerin sırf bir idol olmak, ünlü ve başarılı olmak için neler çektiğini, neler yaşadığını gösteriyor aslında ama asıl sorunumuz bu olmadığı için o kadar da ciddiyetle yapmıyor. Bu idollerin fanı olma durumunu anlatıyor sonra, neden böyle bir şeye ihtiyaç duyduğumuzu, bunun neden aslında çok da temel bir insan ihtiyacı olduğunu görüyoruz hikayenin içinde yer yer. Bu konu ile ilgili daha iyi, yani daha çok bu konuyla ilgili başka diziler de var aslında. İzleyeli yıllar olan ama bir türlü onu da yazamadığım Her Private Life(2019) dizisinde mesela direkt bunun üzerinden ilerliyordu konu.

Neyse demem o ki The Heavenly Idol gayet keyifli, sevimli, eğlenceli böyle çok fark etmediğinizde, detaylara takılmadığınızda çok da hafif, öyle kısacık 12 bölümde izleyip, bitirebileceğiniz tatlı bir hikaye. Bu yılın, bitirdiğim 2.dizisi olarak yerini alıyor. Sene sonunda muhasebemizde yine görüşeceğiz.

16 Mart 2023 Perşembe

We were in that in-between place, the twilight between childish things and grown-up things.

 


Dün ofise birlikte çalışılan firmalardan birinden bir kadın geldi. Daha önce görmüşüm ama hatırlamıyordum. İlk defa muhabbet etme ve benim açımdan tanışma fırsatımız oldu. Alabildiğine dışa dönük ve konuşkan, girişken bir insandı. Konuşmaya başladığımızda içimden kocaman bir his dürtüyordu, dişinde kesin bir şey var. Çünkü o girmeden hemen önce bir şeyler yemiştim. Ama işte bir türlü elim aynaya gitmedi. İçimdeki ses dürtüp durdu, elimi bir şey tuttu. Dişimde bir şey olduğuna dair o kocaman hisle konuşmaya gülüşmeye devam ettim. Sonunda kadın gittiğinde lavaboya gittim. Lavabodaki boy aynasında kendime baktım. Dişimde kocaman bir şey duruyordu. Üstüme başıma baktım, teneffüsün bitiş zili çalmış da bahçedeki tek kale maçtan apar topar fırlayıp, sınıfa girmişim gibi duruyordum. Sabahları uyanamadığım için saçlarımı hafta başından beri taramıyorum, kafamın üstünde ve yüzümün etrafında gevşek bir lastikten fırlayan bir püsür şeklinde sallanıyor. Ayağımda tozdan siyaha dönmüş spor ayakkabılar var. Lastikli bir kot pantolon ve kolları büyük gelen bir hırka. Saçımı taramadığım gibi yüzümü de yıkamıyorum. Sabahları evden fırlayarak çıktığım için aynaya bakmıyorum, kaşlarımın ortası Frida gibi. Az önce konuştuğum kadını düşündüm. Büyük ihtimal benim yaşlarımda. Şıkır şıkır görünüyordu. Saçları güzelce bağlanmış, yüzünde doğal bir makyaj var. Giysileri düzgün, yani 30lu 40lı yaşlarındaki bir kadından bekleyebileceğiniz normallikte ve güzellikte. Neşeli bir şekilde konuşuyor, kendini açıklıkla ve rahatlıkla ifade edebiliyor, mutlu ve sağlıklı görünüyordu. Gerçekten temelde, böyle core seviyesinde bir terslik olmalı bende. Çünkü bir işim var, bir maaşım var, faturalarımı ödeyebiliyorum, dışarıda bir şeyler yiyebiliyorum, tüm gün bilgisayarın başındayım dünyayı görebiliyorum, dünyayı kendi gözlerimle de gördüm, 10 ülkede 18 ayrı şehir gördüm, yüzlerce insanla tanıştım, bir dolu okula gittim çok ayrı alanlarda çok ayrı derslere girdim. Beynimde birbirinden bağımsız bir dolu bilgi var. Ama yine de 36 yaşında normal bir işe sahip, normal bir şekilde yaşayan bir kadın gibi giyinemiyorum, görünemiyorum, konuşamıyorum. Az önce ağzımın bir tarafına bir beypazarı kurusu attıktan sonra iş arkadaşıma bir şeyler anlatmaya başladım. Bir yandan çiğnemeye çalışıp, bir yandan hörül hörül sesler çıkardığımı fark ettiğimde geç olmuştu. Ben ne yapıyorum yahu diye içimden bir şey bağırırken susup, geri yerime geçtim.

Akşam tvyi açmıştım çamaşırları düzeltirken. Bir dizinin orta yerine denk geldim. Adam, kadını bir yemeğe götürüyor. Sonra başka bir "davet"e gidiyorlar, sonra başka bir sahnede kadın ofisinde oluyor falan gibi şeyler. Aklıma gelen şuydu, lan şimdi durup dururken mesela, bir böyle yemeğe gitmem gerekse giyecek bir şeyim yok. 30 küsür yaşında, kendi başına yaşayabilen bir insanım ama herhangi bir akşam yemeğine, ne bileyim öyle bir davete, normalde bir şirket ofisine çalışmaya gidebilecek gibi bile görünecek bir halim yok, giysim de yok. Bunca parayı neye harcamışım, neye harcıyorum o halde? Başımı çevirince kitap rafında duran Hermione asasıyla göz göze geldim o anda. Sonra duvara yaslanmış tahta kılıçla selamlaştım.

Geçen gün T. dedi ki seçimde sandık görevlisi olalım. İçimde, bu cümleyi ilk duyduğumda oluşan ilk düşünceler şöyleydi: Kim ben mi benim yaşım yetiyor mu olabiliyor muyum bana yaptırırlar mı bu AMCALARIN TEYZELERİN yaptığı bir şey değil mi?! Sonra ne düşündüğümün farkına varıp, kendi kendime içimden tekrarladım, ulan sen de artık o teyzelerdensin. Hala nasıl geliyor biliyor musunuz? Sanki gidip, ben sandık görevlisi olmaya geldim dediğimde olmaz çocum sen daha küçüksün deyip eve geri göndereceklermiş gibi.

Yaşam koçu mu bulmam gerekiyor, stil danışmanı mı, ayurveda uzmanı mı, artık ne menem bir şeyler bilemedim.

14 Mart 2023 Salı

"Where the fear has gone there will be nothing.Only I will remain."

 

Bu videoda anlatılanlar hayatımın yaklaşık ilk 30-32 yılını çok güzel özetliyor. İlk 20 yıl neden ama böyle oluyor neden böyle diyerek geçirdim. Sonraki 10 yıl herhalde ben de böyle tuhaf insanım, tuhafım demekten ulan bende bir sorun var çözemiyorum'a uzanan yolculuğumun sonu birkaç ay içinde tamam be yetti artık diyerek hayatımdaki herkesten kurtulup, hiçbir canlı ile iletişime geçmemek evresinden sonra gelen aydınlanmanın sonucu bu videoda acayip açık bir şekilde görülüyor.

Hiçbir şeyi beğenmeyen, her şeyi (ama her-bir-şeyi) eleştiren, her an neye bağırıp parlayacağını bilemediğim bir babadan ölümüne korkarak ve tüm hayatı, tüm varlığı bana bağlıymış da en ufak bir ters hareketimle dağılıp gidecek diye diken üstünde, bakmaya kıyamadığım bir annenin arasında büyümenin sonucunda hayatımın ilk 30 yılını tam da bu videoda anlatıldığı gibi, bir "people pleaser" olarak geçirdim.

O, herkesi hayatımdan çıkarıp, sonra yavaş yavaş hayata geri dönme aşamasından beridir de başarmaya çalıştığım buydu. Kendimi düzeltmeye, bu anne ve baba ile büyümenin yol açtığı hasarı düzeltmeye çalışıyorum. Çok az yol alabildim ama en azından yol alıyorum.

Çok büyük sorunlara sahip her insanın her birinin evlenip, çocuk yapmış olması ne kadar acı değil mi?

8 Mart 2023 Çarşamba

Crash Course in Romance [일타 스캔들] (2023) - Hiç Beklemediğim Bir Şey


Banchan (banchan[반찬--->meze gibi düşünün, Güney Kore'de normal yemek yemeye oturulduğunda böyle bir dolu yancı yiyecek geliyor, onların ismi) dükkanı işleten Nam Haeng Seon, bir tür otizm sendromuna (spektrumuna?) sahip erkek kardeşi Nam Jae Woo ve liseye giden kızı Nam Hae-E ile sakin, normal bir hayat yaşarken bir gün yolu "1 Trilyon Won'luk Adam" lakabına sahip yıldız öğretmen Choi Chi Yeol ile kesişiyor. Ünlü bir dershanenin daha da ünlü bir matematik hocası olan Choi Chi Yeol stresten ve çalışma disiplininden ötürü yeme bozukluğuna yakalanmış, bir bakıyor ki sadece Nam Haeng Seon'un yemeklerinden yiyebiliyor çıkarmadan. Nam Haeng Seon'un da kızının dersleri iyi ama azcık yardıma ihtiyacı var, onun da başarılı olmasının yolu Choi Chi Yeol'un derslerine katılmasından geçince bu ikilinin kaderi birbirine dolanıyor. Karakterleri çok farklı olan bu iki insanın birbirleriyle didişmeleri de başlıyor böylece.


"Crash Course in Romance" ya da orijinal adıyla "일타 스캔들" (One Shot Scandal gibi bir şey oluyor çevirince), Güney Kore'nin tvN kanalında (ve Netflix'te) 14 OCak ile 5 Mart 2023 arasında 16 bölüm olarak yayınlanan bir dizi. Bu seneye başlarken aldığım kararla, her yeni başlayan diziyi açıp, en azından neymiş diye bakıp, izleyip izlememeye karar verdiğim için rastladım bu diziye. Bu sene başlayan ilk dizilerden biriydi. Başrollerdekileri daha önce hiç izlememiştim, konusunu da okuduğumda pek bir ilginç de gelmemişti. Ama işte bir kere karar verdim, uyacağım demiştim. İlk iki bölümün yayınlandığı hafta açıp izlemeye başladım. Hiçbir beklentim yoktu, herhalde 15 dakika sonra sıkılıp kapatırım ama açmadım demeyeyim diyordum. Ama o iki bölümü izledim, eğlenerek ve merak ederek izledim. Çünkü önümde, göreceğimi tahmin ettiğimden çok daha farklı bir hikaye vardı. Konusunda da yazdığı gibi iki yetişkinin birbirleriyle tanışma ve romantik bir ilişkiye başlama hikayesi gibi görünüyordu dışarıdan bakınca. İzlemeye devam ettikçe, dakikalar geçtikçe bunun hiç de o hikaye olmadığı ortaya çıktı.



Onların didişmelerinden romantizme dönüşen hikayelerinin oluşturduğu temelde aslında ciddi ciddi bir ülkenin eğitim sisteminin ve bu sistemin ortaya çıkardığı kültürün kocaman bir eleştirisiydi izlediğim. O kadar kötü bir rekabet ortamı var görünüyor ki ülkede, lisedeki çocuklar manyakça, yemeden içmeden sadece ders çalışıyor. Okuldaki dersleri, hocaları sallamadan deli gibi dershanelere koşuyorlar, dershane hocalarını kovalıyorlar (bir dakika bir dakika, çok tanıdık geldi bu bana...allah allah...). Anneler tamamen kendi hayatlarını unutmuş, sınavlara hazırlanan çocuklarının dersleri ve hocalarıyla ilgileniyorlar, dershanelere kayıt için sıralara giriyorlar, derste çocuklarının iyi bir sırada oturması için sabahtan gelip yer tutuyorlar. Okulda habire sınavlar ve sıralamalar yapılıp duruyor, habire herkes sıralamaya girmeye çalışıyor. Anneler tüm gün sadece dersler, sıralamalar, hangi hocadan ne ders aldırsam peşinde. Tamam hepimiz, bu ülkede de böyle bir dönemi yaşadık. Böyle bir dönemden kendi payımıza düşeni aldık, bizden sonrakiler de almaya devam etti. Ama ben en kötü zamanımda bile burada bu tür bir manyaklık yaşandığını düşünmüyorum. Yani evet, sabahtan akşama kadar okula giderdik, okuldan çıkar dershaneye koşturur, gece yarılarına kadar bir de orada ders yapardık. Bitmiş bir şekilde eve dönüp, gene ders çalışır, ertesi sabah aynı döngüye geri girerdik. O birkaç sene böyleydi, evet. Ama bu izlediğim gibi de değildi ya sanki. Bu kadar değildi. Tamam bu bir dizi diyeceksiniz, tüm ülke biz de kahvaltıya Firdevs Hanım gibi katılmıyoruz sonuçta, gerçekliğimiz bu değil diyeceksiniz ama yine de bir anlamda bu dizinin anlattıklarının o kadar da gerçekten uzak olduğunu düşünmüyorum.


Bu eğitim sistemi eleştirisinin yanında ayrıca bir de lise-gençlik hikayesi bu. Aslında lisedeki bir grup arkadaşın hikayesi mesela, diziyi izleyen çoğu kişinin daha keyifle ve merakla takip ettiği hikaye oldu bölümler boyunca. Çok az ekran süresine sahip olsalar da Hae-E, Dan Ji, Geon Hu, Seon Jae ve Soo Ah'nın yer aldığı sahneler, anlattıkları hikaye cidden çoğu bölümde taşıyıcı oldu. Yetişkinlerin salak saçma davranışlarından, entrikalarından, kötülüklerinden çıkıp onların mücadelelerini izlemek daha güzeldi. Gerçi senarist onların hikayesine istediğimiz özeni ve detayı vermedi ama olsun.


Diziyi izlerken bir yandan da eleştiriler yükseldi. Dedim ya, başrolleri daha önce izlememiştim. İlk defa gördüğüm ve bu dizi sayesinde tanıştığım Jeon DoYeon, ilk bölümlerde hiç gözüme batmadı. Hatta aaa ne kadar sevimli bir kadın dedim izlerken. Ya da yer yer, vaay güzel karakter yazmışlar dedim. Nasıl bu kadar zayıf, ipincecik hey allahım dedim. Diğer başrol Jung Kyung Ho'yu ilk defa bir dizi içinde izliyordum. Asıl o zayıflıktan ölecek gibiydi, resmen iskelet olarak ortalıkta dolaşıyordu. Ama bu bile gözüme batmıyordu çünkü oynadığı karakter, yıllardır dur durak bilmeden çalışıp, çok zengin ve başarılı bir kurs öğretmeni olacağım diye kendine zerre bakmamış ve üstüne bir de ne yese çıkarıyor, kabus görmeden uyuyamıyor. Öyle olunca görüntüsü tam da cuk olmuş gibi geliyordu. Oysa insanlar yaşlarına takmış. Kadın başrolümüz Jeon Do Yeon, dizi devam ederken 49 yaşından 50 yaşına geçti. Erkek başrolümüz Jung Kyung Ho ise 39 yaşında olduğundan aralarındaki bu yaş farkına takanlar oldu, Jeon Do Yeon'un yaşlı göründüğünü söyleyecek kadar ileri gidenler oldu. Ama izlerken kadın bana hiç de öyle yaşlı gelmedi ki ben fiziki görüntüye, yaşlılığa şişmanlığa dünya üstündeki milyonlarca insandan daha fazla takık olmama rağmen. Güney Kore'nin en kelli felli, en efsane oyuncularından bir tanesi olduğunu da bu sayede öğrendiğim Jeon Do Yeon, Jeon Jyung Ho ile gayet de başarılı bir çift oluşturdu dizi boyunca. İlk yarıyı kaplayan didişmeleri ve birbirlerine alışmaları süresince zaten çok eğlencelilerdi, sonrasında ilişkileri başladığında ise zaten öyle diğer romantik dizilerdeki kadar bir araya geldikleri, romantizm yaşadıkları bir hikaye yoktu önümüzde. Hikayenin uğraşacak kötüleri, çözecek düğümleri ve sırları, halledilecek meseleleri vardı. Dolayısıyla aralarında 10 yaş olan bu iki oyuncunun başarıyla canlandırdıkları bu iki karakterin romansında izleyiciyi rahatsız edecek, göze batacak hiçbir şey yoktu. Ayrıca da kadının hiç yaşlı bir görüntüsü yok. Sadece biraz birden kilo kaybetmiş gibi görünüyor. Kemikli bir yapısı da olunca yüzü, diğer aynı yaştaki veya daha yaşlı oyuncularınki gibi durmuyor. Mesela bu dizideki bir diğer efsane oyunculardan Jang Young Nam da onunla aynı yaşta ama o kadının yüzü, bedeni onunki kadar kemik olmadığından böyle durmuyor. Üşenmedim tüm oyuncuların yaşlarına baktım. Dizinin casting'i çok da iyi yapılmış. Anneler genelde 40'lı yaşlarında, öğretmenler de 40ların başı, 30ların sonu. Öğrenciler 20-23 arasında değişiyor ki lise öğrencilerini oynamak için gayet de ideal. Asistanlar 20lerinin sonunda. Her şey aslında tam. 


Jeon Do Yeon ablanın yaşına lafı etmekten bıktıkları noktada bu sefer karaktere giydirilen şeylere taktılar. Vay efendim neymiş onlar öyle deli babaanne gibi giydiriyorlarmış, bunları kendisi mi seçiyormuş. Açıkçası başka birçok dizide çok daha saçma ve kötü giydirilen, hem de moda diye gösterilerek giydirilen bir dolu karakter izledik. Burada Jeon Do Yeon'un canlandırdığı Nam Haeng Seon, (buradan itibaren açık açık spoiler, isterseniz sonraki paragrafa kadar okumayın) milli takımda hentbol oynayan bir genç kızken sorumsuz ablasının minik kızını kapılarına bırakıp kaybolması ve restaurant işleten annesinin vefatı ile bebek yaştaki yeğeninin ve otizmli genç erkek kardeşinin tüm sorumluluğu üstüne kaldıktan sonra tüm hayatını, kariyerini, hayallerini bırakıp onları yetiştirmeye kendini adayan bir kadın. 20'lerinin başında bir anda kendini çok farklı çok daha zor bir hayatın ortasına fırlatılmış olarak bulmuş. 30'larının sonuna kadar böyle yaşamış, hiç sevgilisi olmadan birden kendini anne pozisyonunda çocuk yetiştirirken, hiç deneyimi olmamasına rağmen birden kendini bir eve para getirmek ve o evi çekip çevirmek zorunda kalan bir aile reisi olarak yine de sporcu azmiyle, hayata pozitif bakış açısıyla ayakta kalmış. Aslında şöyle görülebilir, tıpkı 20'lerinin başında birden komaya girmiş ve 10 yıl sonra bedeni büyümüşken aklı o yaşta kalmış bir şekilde uyanmak gibi. Aradaki, olması gereken deneyimleri yok, adım adım öğrenmesi gereken hayat yok. Birden bire hepsini öğrenmiş kabul edilmiş gibi, o seviyeden oyuna başlıyor. Bu yüzden aslında giysilerinin diğer annelerden farklı olması, davranışlarının onlar gibi olmaması çok normal. Ha birde çirkin olmamış yani, o kadar zayıf olunca insan ne giyse yakışıyor zaten.


Kaldı ki başrolün giysilerine gelene kadar tüm hikayenin çözümlenme kısmında ortaya çıkan çok büyük sorunlar izleyenlerin gözüne batmıyor mu anlamadım. Hikayenin ana kötüsünü zaten ortalarda baya bir belli etmişlerdi, sonrasında bu kötünün kötülüğü biz izleyiciye açık edilip, karakterler hala anlamamışken karakteri neredeyse tamamen değişti. Canlandıran oyuncu ilk başta acayip karizmatik bir karakter çiziyordu, kötülüğü belli olmaya başlayınca da bu çizgide devam edebilirdi mesela. Hadi bunu oyuncunun karakteri yorumlama biçimi olarak kabul edip, geçebilirim ama senaryonun yaptığına ne demeli? Tüm bir dizi boyunca gölgelerden gölgelerden kapüşonuyla bizi geren bu karakteri 15.bölümde böyle sırf ahanda böyle kurtulduk demek için yalapşap halletti senaryo. Oyuncu da aynı şekilde hissetmiş olmalı ki en ufak bir çabası yoktu ruh göstermek için. Zaten bu 15.bölümde bir tuhaflık vardı. Sanki 14 bölüm boyunca diziyi çeken kamera arkası ekip ve sonrasında düzenlemeyi yapan ekip, bu bölüm için tatile gitmiş, başka bir ekip emaneten bu bölümü yapmaya başlamış gibiydi. Bölümün ortalarından sonra biraz düzeliyordu, herhalde asıl ekip yemekten dönmüş olmalı. Hele bir de bu başrolümüzün kankası rolündeki ablanın aşk ve erkek arayışını sonunda saçma ötesi bir biçimde başrolün erkek kardeşinde bitirdiler ya, inanılacak gibi değildi. Yani başrollerin gerçekte aralarında olan 10 yaşlık farktansa, bu iki karakterin akıl yaşı olarak aralarında 20 yaş olması daha rahatsız ediciydi bence. Yani Mucize Doktor değil ki bu arkadaşım, öyle romantik ilişki yaşayacak. Tövbe tövbe.

İki başrol ile çok bilinen ve kalburüstü oyuncular olmalarına rağmen yeni tanışmamın yanında yukarıda da bahsettiğim Jang Young Nam gibi, Lee Bong Ryun gibi, Kim Sun Young gibi hemen hemen her izlediğimiz dizide yan rolde olan ama aslında hikayeyi en çok onların oluşturduğunu bildiğimiz ahjummaları da yine izleme şansım oldu. Hele asıl ahjummaların ahjumması Kim Mi Kyung'u flashbacklerle de olsa izledik ya, o bile güzeldi (gerçi Healer'dan sonra artık her başrolün annesi rolünde HER dizide görüyoruz ama neyse. Kimse de çıkıp bir Healer'daki gibi rol yazmıyor ahjummaya). Genç oyuncularla da - haliyle - yeni tanışmış oldum. Özellikle onlar çok iyi işler çıkardıkları için sanıyorum bundan sonra onları izlemek, takip etmek keyifli olacak.


Anlayacağınız beni her anlamda şaşırtan bir hikaye izledim. Hiç sarmayacağını düşünürken kendimi izlerken buldum. Geçirdiğimiz o kötü zamanlarda, en karanlık günlerimizde sığınabileceğim bir liman oldu bu hikaye benim için. Yönetmen ve senaristin daha önceki işleri de bu türden sıcak sevimli aile-mahalle-arkadaş ortamlarını içerdiğinden zaten yine aynı havayı veren güzel bir hikayeydi. Ortalarından sonra yer yer teklese de en sonunda yine bana neden bu tür hikayeleri izlediğimi ve sevdiğimi göstermiş oldu. Eğer hayatta yeterince zorluk ve acı çekersek, sonunda her şeyin düzeleceğini ve büyük mutluluklara kavuşabileceğimizi, hak ettiğimiz güzelliklerin sadece bir sonraki köşeden az ileride olduğunu, sabredip, sahip olduğumuz güzelliklerin de değerini fark ederek, o mutlu günlere doğru azimle yol almamız gerektiğini hatırlatır bu hikayeler. Der ki, sonunda her şey çok güzel olacak.

4 Mart 2023 Cumartesi

Your Place or Mine (2023) - 2000'lerin başındaki güzel günlerimize bir güzelleme


 40'larında olduklarını tahmin ettiğimiz Debbie ve Peter, neredeyse 20 yıldır kankalar. Ama yapışıklık derecesinde kankalar yani, böyle tüm gün telefondalar, tüm hayatlarını birbirlerine anlatmakla meşguller. Debbie, Kaliforniya tarafında yaşıyor. 13 yaşında bir oğlu var, boşanmış, bir okulun muhasebesinde (öyle bir şey işte) çalışıyor. Peter ise New York tarafında, böyle büyük büyük şirketlerle uğraşan businessçı bir şey (vallahi böyle soyut işleri kafamda oturtamıyorum). Debbie'nin New York'ta alacağı muhasebe temalı bir eğitim çıkınca ve pek alerjik, üzerine titrediği oğluşuna bakacak kimseyi bulamayınca Peter atlıyor Debbie'nin oğluna bakmak için Kali tarafına onun evine geliyor, Debbie de bir haftalık eğitim sırasında Peter'ın New York'taki evinde kalıyor. Bu bir haftada ikisi de hem birbirleri hem de kendileri hakkında yepyeni şeyler öğreniyorlar.

"Your Place or Mine" daha öncesinde filmografisinde rom-comların da olduğu ama en önemlisi Devil Wears Prada'yı Lauren Weisberger'in kitabından senaryolaştıran Aline Brosh Mckenna'nın yazıp, yönettiği bir romantik komedi. Hepimizin iç geçirerek yad ettiği rom-comların altın çağından sonra böyle ara ara bir rom-comlara yeniden özgürlüüük diye bir denemelere girişiliyor ya artık, hah işte bu seneki denememiz de bu. Özellikle Reese Witherspoon ile Ashton Kutcher gibi, o altın çağdan kalan hazinelerin bir araya gelip haydi bir özleyenlere şöyle bir kıyak geçelim demiş olmalarından ötürü bu kadar heyecanlandırmıştı beni. Reese abla filmin haberlerini ilk paylaşmaya başladığından sevinmiştim.



İlk görüntüler de oldukça umut vericiydi. Film de şimdi hakkını yemeyeyim çok iyi bir flashback sahnesi ile başlıyor. 2000lerin başında yaşamış, o günlerde genç olmuş bir insana, gençliğinde bir dolu umudu ve kişiliği olup da bu lanet olası dünya sayesinde hepsini yitirip sadece para getirdiği için sıkıcı ve sabit işlerde çalışmak zorunda kalmış, 2020lerde anksiyeteli Y Kuşağı olarak dalga geçilen o nesildenseniz yüzünüze kocaman bir gülümseme ile kıkırdamalar oturtuyor. Tabi günümüze döndüğümüz kısımda her iki karakterimizin de halini görünce aynı gülümseme, yılların geçtiği hızla kayboluveriyor. Bu açıdan film, jenerasyonun halini vaktini, duygularını, düşüncelerini çok iyi yakalamış yazım açısından. İki karakterin de hem kendi yaşamlarındaki hallerini, hem de sonrasında birbirlerinin yaşam alanlarında yaşadıkları o bir haftadaki halleri de eğlenceli bir şekilde izleniyor. Aslında bu kısımlarda yaşananlar tamamen o bildiğimiz, klasik Amerikan rom-comlarından aşina olduğumuz imkansızların olması, hayallerin coşması falan filan gibi şeyler. İzleniyor yani, keyifli.


Ashton Kutcher'ı 2000lerin başındaki halinden cidden hatırladığım için filmde anlamış oldum, bazı adamlar hakikaten yaş almalı tipleri, duruşları, karakterlerinin oturması için. Şimdiye kadar nerede görsem hep Kelso'ydu benim için, öyle de davranıyordu. Oysa bu oldukça basit, hafif rom-comda bile tamamen değişmişti. Reese ise bildiğimiz Reese, instagramında nasılsa filmde de öyle. Yani evet hiç oyunculuk gerektirmeyen bir hikayede, hiç çaba sarf etmeden repliklerini de söyleyebilirlerdi. Reese abla her zamanki gibi, hemen hemen hiçbir şey hissettirmiyor. Gene de film böyle böyle bize oldukça keyifli, detaylı bir hikaye inşa edip, sonunda helele hülele diyerek bitiriyor. Bir noktaya kadar inşa edip edip, bize haa hikayenin bu kısmını biraz daha açacaklar galiba ama nasıl açacaklar süre de bitmek üzere derken cidden hiçbir şeyi açmayıp, o tatmin hissini hiçbir türlü vermeyip, alın bitti de gitti deyiveriyor.

Neyse, en azından eğlenceli.


Yeni bir Peter Pan uyarlaması daha Disney'den: Peter Pan & Wendy fragmanı

Disney'den yeni bir Peter Pan filmi geliyor. Toby Halbrooks ile birlikte yazdığı senaryoyu yöneten David Lowery. Yazdığına göre 1953 yapımı Disney animasyonundan esinlenerek yapılmışmış (maalesef burada gözlerimi nasıl devirdiğim göremiyorsunuz). Herhalde Nisan'ın sonunda bu izleme platformuna gelecek.

Fragmanın en sonda söylediğini ben en başta söyleyeceğim çünkü buradan sonra yokuş aşağı. Kaptan Kanca rolünde Jude Law var (gençliğimin yakışıklı adamları artık Kanca rollerine giriyorsa ben de yaşlandım mı demek oluyor bu, nolur olmasın). Fragmanda iki saniye falan görünüyor, pek bir şey anlayamadım ama ismini görene değin Kenneth Branagh amcayı gördüm sandım tombik bir halde. Bunun dışında hiçbir "mischievous"lık barındırmayan bir adet sönük Peter görünüyor, poster de dahil olmak üzere filmin genelinde 16 yaşında, Slav asıllı bir Paris Moda Haftası mankeni gibi görünüp, bakan ve konuşan bir Wendy var (yazdıktan sonra açıp baktım da cidden 16 yaşındaymış vooo bana, Peter Pan'i oynayan daha fena: 17!). Çağa ayak uyduralım'ı çok yanlış anladıklarını gösteren bir adet (iki adet mi denir yoksa, ben de mi Türkçe'de bocalayacaktım vahlar olsun) kız çocuğundan müşekkil ikiz var. Haa bir de 300 Spartalı aksiyonu var. Bir dakika 45 saniyelik fragmandan şimdilik anladıklarım bu kadar.

Hiç büyümeyen bir çocuk ve çocukluğun uçsuz bucaksız hayal dünyası ile ilgili bir hikayenin en iyi uyarlamasının hala, büyümeyen o çocuğun büyümüş olduğu bir film olması, ne kadar ironik değil mi çocuklar?

2 Mart 2023 Perşembe

Teen Wolf : The Movie (2023) - Lise tayfası buluştuk, ahh ama çok özlemişiz

 


Lise bitmiş, Beacon Hills sakinlerinin her biri hayatlarına devam ediyor. Scott, Los Angeles'ta bir hayvan barınağı işletiyor mesela. Veteriner amca Deaton da yine oraya taşınmış, barınağın yanında veterinerlik yapıyor. Lydia tabiki büyük şehirde bir bilimsel-teknolojik şirkette çalışıyor, kariyer insanı olmuş. Derek, Beacon Hills'te polislere danışmanlık yapıyor (Derek için özel iş icat etmişler:D ). Şerif Stilinski bildiğimiz gibi, of aman yaşlandım kemiklerim yeter be ya diye diye yine de olayları çözüyor, kötülere direniyor. Malia'nın ne yaptığı belli değil, ortalıklarla çakallık, bir de Deputy Parrish'le işi pişirme. en gereksiz kurt avcısı baba Argent'ın da gereksizlikleri devam ediyor. Zaten lise arkadaşları buluşması, pardon filmimizin konusu da oradan çıkıyor. Baba Argent, yıllar önce (3.sezonda), yaklaşık 15 yıl önce ölen kızı Allison'ın sesini falan duyduğunu söyleyerek çıkageliyor. Tesadüf bu ya Scott da hayalini görüp duruyormuş. Aynı tesadüf Lydia'da da olmaz mı? O da yine manyak manyak translara girerek resimler çizmeye başlamış. Bu akıllılar toplaşıp, diyor ki ulan galiba Allison'ımız öte tarafa geçemedi (kendisinden sonraki 3 sezon boyunca Scott'ın habire bir başka kızdan öbür kıza atlamasını izlerken huzurla öte dünyaya geçmek istememiş olabilir doğru), bize ulaşmaya çalışıyor. Peki tamam geçemedi, haydi o zaman onu huzura kavuşturmak için gereken neyse onu yapalım iki dua edelim falan demiyorlar. Hayır, biliyorsunuz ki Teen Wolf evreninde kafalar öyle çalışmıyor. Haydi o zaman Allison'ı geri getirelim diyorlar. Çünkü gözümüzün önünde bir şeyin kılıcı yeyip, Scott'un kollarında diziye veda eden, cenazeler düzenlediğimiz, üstüne her sezon başka bir dövüşebilen genç kız bulduğumuz Allison'ın nedense Araf'tan seslenmelerini ben yaşıyorum olarak algılıyorlar (çünkü 2014'te ay ben artık 30'uma geldim bir liseliyi oynamak istemiyorum oyunculukta yeni şeyler denemek istiyorum taammı diyerek kaçtığı diziden sonra ele avuca gelir bir iş yapamadığının farkına varmış, yeniden Teen Wolf'un ekmeğini yemek istemiş Crystal Reed). Bu akıllılar 15 yıldır ölü olan birini geri getirmenin formülü ellerinde, Beacon Hills'e doğru yola çıkarken dünyanın öte ucunda kapüşonlu ve her şeyden haberi varmış gibi görünen biri, Liam'ın ve Hikari isminde bir kızın çalıştığı bir bardan Nogitsune'nin hapsedildiği kavanozu çalıyor. Ahahah :D Hay allahım :D Bakın bu Nogitsune bir sezon boyunca hepsinin anasını ağlattı, koca bir sezonumuzu heba etti. Gene de tahtadan bir kavanoza koyup, bir de onu Japonya'daki bir barın orta yerinde diğer kavanozlarla birlikte süs diye saklıyorsun. Hayır koruma olarak da iki ergeni bırakmışsın başına. Tabiki birisi çıkıp gelip alır. Neyse bu kapüşonlunun amacı Nogitsune'yi serbest bırakıp, bizimkilerin başına salmak ve intikamını almakmış. Sonuçta bir bakmışız, hep beraber Beacon Hills'e geri dönmüşüz.



Teen Wolf ile ilgili hislerimi, 2011-2017 arasında yayınlanan bu görünüşte klasik bir amerikan gençlik dizisi hikayesinin benim için önemine dair düşüncelerimi "6 yıl 111 bölümün ardından Teen Wolf'a veda etmek" yazısında anlatmıştım. Ohh hem de ne anlatmışım, valla yazdıklarımı beğenmek huyum değil ama bu sefer çok beğendim. Yani tam olarak içimden geçenleri cümlelerle ifade edebilmişim. Ağlamaklı olmadan okuyamıyorum şu an o yazıyı. 2017'de Teen Wolf'a veda ederken hiç aklımın ucuna gelmemişti bir gün, onlar kazık kadar olmuşken (ben hala hobbit kadar kalmışken) ve dünya artık çok farklı bir yere dönüşmüşken yine hepimiz bir araya geleceğiz ve bir filmle de olsa Beacon Hills'e geri döneceğiz. Bu yüzden filmin yapılacağı haberini gördüğümde karmaşık duygular içindeydim. O kadar üzülerek vedamı etmişim, siz gelin bir daha umutlandırın. Büyük olasılıkla yapımcılar da aynı umutlarla girişti bu işe. Yahu biz acayip izlenen, tutan bir iş yapıyorduk, belki gene bundan tutan bir şeyler başlatabilir miyiz ki diyerek bir film yapalım, gerisine bakalım demiş olmalılar.


Film anlamında, bunun bir film olması anlamında bir şeyler söyleyebileceğimi zannetmiyorum. Objektif bakamıyor olabilirim çünkü. Bana gayet böyle baştan sona oturmuşum, uzuuun bir Teen Wolf bölümü izlemişim gibi geldi. Düzenlemede, akışta, ilerleyişinde başka izlediğim pek çok örneğin aksine hiçbir takılma, sorun yoktu. Gayet de dizi nasıl akıyorsa, film öyle akıyor. Ha pek mantıklı şeyler olduğundan değil. Zaten Teen Wolf'da bu konuya takılmıyorduk hatırlıyorsanız. Film daha çok böyle bir lise buluşması tadında, bir bahaneyle tek tek eski dostlarla buluşuyormuşuz gibi. Önce Scott ve Deaton ile baba Argent bir araya geliyor, ardından Lydia'yı alıyoruz. Sonra Malia ve Hellhound'umuz Deputy Parrish geliyor, Şerif Stilinski'ye kavuşuyoruz, son sezondaki kanka Mason da Deputy olmuş o geliyor. Derek'i yasal bir işte, polislerle görünce, bir de oğluna babalık ederken görünce gözlerimiz yaşlanıyor. Derek'in gereksiz oğlu Eli ile tanışıyoruz ki olası bir spin-off için ona bel bağlamaya çalışıyorlar gibi görünüyor. Scott'ın hemşire annesi doktor olmuş, yine dünya yanarken bir kalbur samanına bir şey olmadan dolanıyor. İncelikli kötümüz Peter yine en mühim anda burdayım diyor. Saçmasapan havasıyla Jackson mutfakta beliriyor. Her zamanki gibi yine onca dünyayı kurtarıyoruzun arasında Koç Finstock'la uğraşıyoruz mesela. Yani resmen bir herkesle buluşup, kucaklaşma bu. Her bir karakter sadece olaylara dahil olmak için, bizimle hasret gidermek için ortaya çıkıyor.

Açıkçası ben büyük bir hevesle, çok sevdiğim dostlarımla buluştuğum için yüzümde bir tebessümle izledim filmi. Tam olarak eskiden izlediğimde hissettiğim şeyleri hissetmedim doğru, çünkü ben de aynı ben değilim artık, Teen Wolf da. Ama güzel bir kavuşma hissiyle izledim, tatlı bir eğlence havasıyla mutlu oldum. Bundan sonra bir Teen Wolf dizisi daha yapmaya çalışırlarsa izlemem, doğruya doğru. Geçenlerde demiştim ya bir başka çocuk kitabından uyarlama kurt dizisi başladı, ilk bölüm bile dayanamadım diye. Ama böyle eski dostlarımla, arada böyle saçma da olsa hikayelerle tv filmi getirirlerse mutlu mesut izlerim.

 

  Bu arada herşeyimiz Stiles'ımız, FBI'da çalışıyormuş. Filmde tabiki yoktu. Te allahım ya. Bu ne inattır be Dylan O'Brien, ne inattır. Hayır bir de Stiles ile Lydia'nın ayrılma sebebini Lydia'nın gördüğü rüyaya bağlamaları...6 yıl boyunca bu ikisi arasındaki bağı ilmek ilmek inşa edip, sonra bu şekilde yıkmak da yani, peh Jeff Davis.

Previously on Neverland { 29.06 - 26.07}

 Yaz gelince, üstümde güneş parlamaya başlayınca bana bir her şeyi yapabilirim hissi geliyor her sene. Çoğunlukla. Tabi bu his, gün içinde b...