40'larında olduklarını tahmin ettiğimiz Debbie ve Peter, neredeyse 20 yıldır kankalar. Ama yapışıklık derecesinde kankalar yani, böyle tüm gün telefondalar, tüm hayatlarını birbirlerine anlatmakla meşguller. Debbie, Kaliforniya tarafında yaşıyor. 13 yaşında bir oğlu var, boşanmış, bir okulun muhasebesinde (öyle bir şey işte) çalışıyor. Peter ise New York tarafında, böyle büyük büyük şirketlerle uğraşan businessçı bir şey (vallahi böyle soyut işleri kafamda oturtamıyorum). Debbie'nin New York'ta alacağı muhasebe temalı bir eğitim çıkınca ve pek alerjik, üzerine titrediği oğluşuna bakacak kimseyi bulamayınca Peter atlıyor Debbie'nin oğluna bakmak için Kali tarafına onun evine geliyor, Debbie de bir haftalık eğitim sırasında Peter'ın New York'taki evinde kalıyor. Bu bir haftada ikisi de hem birbirleri hem de kendileri hakkında yepyeni şeyler öğreniyorlar.
"Your Place or Mine" daha öncesinde filmografisinde rom-comların da olduğu ama en önemlisi Devil Wears Prada'yı Lauren Weisberger'in kitabından senaryolaştıran Aline Brosh Mckenna'nın yazıp, yönettiği bir romantik komedi. Hepimizin iç geçirerek yad ettiği rom-comların altın çağından sonra böyle ara ara bir rom-comlara yeniden özgürlüüük diye bir denemelere girişiliyor ya artık, hah işte bu seneki denememiz de bu. Özellikle Reese Witherspoon ile Ashton Kutcher gibi, o altın çağdan kalan hazinelerin bir araya gelip haydi bir özleyenlere şöyle bir kıyak geçelim demiş olmalarından ötürü bu kadar heyecanlandırmıştı beni. Reese abla filmin haberlerini ilk paylaşmaya başladığından sevinmiştim.
İlk görüntüler de oldukça umut vericiydi. Film de şimdi hakkını yemeyeyim çok iyi bir flashback sahnesi ile başlıyor. 2000lerin başında yaşamış, o günlerde genç olmuş bir insana, gençliğinde bir dolu umudu ve kişiliği olup da bu lanet olası dünya sayesinde hepsini yitirip sadece para getirdiği için sıkıcı ve sabit işlerde çalışmak zorunda kalmış, 2020lerde anksiyeteli Y Kuşağı olarak dalga geçilen o nesildenseniz yüzünüze kocaman bir gülümseme ile kıkırdamalar oturtuyor. Tabi günümüze döndüğümüz kısımda her iki karakterimizin de halini görünce aynı gülümseme, yılların geçtiği hızla kayboluveriyor. Bu açıdan film, jenerasyonun halini vaktini, duygularını, düşüncelerini çok iyi yakalamış yazım açısından. İki karakterin de hem kendi yaşamlarındaki hallerini, hem de sonrasında birbirlerinin yaşam alanlarında yaşadıkları o bir haftadaki halleri de eğlenceli bir şekilde izleniyor. Aslında bu kısımlarda yaşananlar tamamen o bildiğimiz, klasik Amerikan rom-comlarından aşina olduğumuz imkansızların olması, hayallerin coşması falan filan gibi şeyler. İzleniyor yani, keyifli.
Ashton Kutcher'ı 2000lerin başındaki halinden cidden hatırladığım için filmde anlamış oldum, bazı adamlar hakikaten yaş almalı tipleri, duruşları, karakterlerinin oturması için. Şimdiye kadar nerede görsem hep Kelso'ydu benim için, öyle de davranıyordu. Oysa bu oldukça basit, hafif rom-comda bile tamamen değişmişti. Reese ise bildiğimiz Reese, instagramında nasılsa filmde de öyle. Yani evet hiç oyunculuk gerektirmeyen bir hikayede, hiç çaba sarf etmeden repliklerini de söyleyebilirlerdi. Reese abla her zamanki gibi, hemen hemen hiçbir şey hissettirmiyor. Gene de film böyle böyle bize oldukça keyifli, detaylı bir hikaye inşa edip, sonunda helele hülele diyerek bitiriyor. Bir noktaya kadar inşa edip edip, bize haa hikayenin bu kısmını biraz daha açacaklar galiba ama nasıl açacaklar süre de bitmek üzere derken cidden hiçbir şeyi açmayıp, o tatmin hissini hiçbir türlü vermeyip, alın bitti de gitti deyiveriyor.
Neyse, en azından eğlenceli.