kaynak:devtiyatro.gov |
Yıl 1640. Paris'te Hotel Burgundy'nin tiyatro sahnesinin önünde 17.yy.ın binbir çeşit Parislisi. Herkes, sahneye çıkması Cyrano de Bergerac tarafından yasaklanan Montfleury'nin sahneye çıkıp çıkmayacağını merak eder halde, bekliyor. Çiçekçi kızlar çiçek satıyor, çocuklar cepleri karıştırıyor. Yakışıklı genç asker Christian de Neuvillette, gönlünü güzeller güzeli Roxane'e kaptırırken, zavallı Roxane ukala soylu Kont De Guiche'in pençesinde, tiyatroya geliyor. Ayyaş şair Lignierei kontu kızdırmış, peşine takılan 100 caniden kaçıyor. Montfleury'nin sahneye çıkmaya cesaret etmesi üzerine, Cyrano de Bergerac, asil, kılıçta usta, nüktede rakipsiz, müzikte olağanüstü Cyrano ortaya çıkıyor ve onu sahneden kovalıyor. Kontu sinir etmesi, karşısına Valvert'i çıkarıyor. Hem kılıcını sallayıp hem şiirini okuyor Cyrano ve başlarken de dediği gibi, tam da lafı bitiverirken Valvert'i bitiriyor. Kalabalık Cyrano'ya hayran, kont sinirden köpürmüş halde. Cyrano adeta yetenek çeşmesi.
Ama ruhu her güzellikle bezenmiş bu adamın kendisinden nefret etmesine, kendisine zerre kadar güven duymamasına sebep bir özelliği var, normalde biraz büyük burnu-tamam bayağı büyük burnu. Çirkin olduğundan son derece emin olan Cyrano, bu yüzden dostu Le Bret'e anlatırken Roxane'e olan aşkını, o kadar ümitsiz, o kadar hüzünlü ki. Ve Roxane onu görüşmek için çağırdığında da sevinci, umudu, mutluluğu o kadar büyük, o kadar pırıltılı.
![]() |
kaynak:egekucukkiper.blogspot |
Mutlu bir hikaye değil bu, o yüzden Roxane genç ve güzel olan Christian'a aşık. Abi gibi gördüğü Cyrano'dan yardım istiyor bu konuda. Aynı bölükte olduklarından ona göz kulak olacak, bir de Roxane'e mektup yazmayı aksatmamasını sağlayacak. Cyrano kalbine, umutlarına taş basıp, sevdiğini mutlu görmek uğruna tamam diyor. Hatta öylesine bir sevgi ki onunkisi, Christian mektup yazmada, iki güzel laf etmede tamamen yeteneksiz, dışı güzel bir boş kabuk çıkınca ona ruh oluyor. Ruhla güzelliği bir araya getirip bu iki adam, Roxane'e aşık olacak bir mükemmel insan çıkarmış oluyorlar.
Edmond Rostand, wikipedia'dan. |
Edmond Rostand'ın 1897'de yazdığı bu oyun, defalarca sahneye konmuş, defalarca perdeye taşınmış olsa da hala iç yakıcı, can acıtıcı, destansı bir adamın öyküsü. Rostand gerçekten de yaşamış gerçek bir adamdan, 1619-1655 yılları arasında Fransa'da hem asker olmuş hem de oyun yazmış Cyrano de Bergerac'tan esinlenerek yazmış. Esinlenmiş deniyor çünkü pek çok noktayı onun hayatından alsa da gerçekliğini bilemediğimiz şeyler, Rostand'ın - burun gibi - abarttığı özellikler var.
Ben bu ismi, bu oyunu ilk defa One Tree Hill izlerken duymuştum. OTH'nin bir bölümünde bundan bahsedilmişti. Listemde durdu yıllarca, metni yine okuyamadım belki ama bu senenin başında devlet tiyatrosunun Ankara'da oynadığını görünce bir an önce izlemeye karar verdim. Tabi karar vermek başarmaya yetmiyor, aylarca bilet kovaladım. Sonunda geçen hafta alabildim bileti istediğim gibi, Büyük Tiyatro sahnesine gelmişti oyun. Cuma akşamı iş çıkışı, ne ile karşılaşacağım hakkında en ufak bir fikrim olmadan Ulus'taki tiyatro binasına koşturdum.
Ben bu ismi, bu oyunu ilk defa One Tree Hill izlerken duymuştum. OTH'nin bir bölümünde bundan bahsedilmişti. Listemde durdu yıllarca, metni yine okuyamadım belki ama bu senenin başında devlet tiyatrosunun Ankara'da oynadığını görünce bir an önce izlemeye karar verdim. Tabi karar vermek başarmaya yetmiyor, aylarca bilet kovaladım. Sonunda geçen hafta alabildim bileti istediğim gibi, Büyük Tiyatro sahnesine gelmişti oyun. Cuma akşamı iş çıkışı, ne ile karşılaşacağım hakkında en ufak bir fikrim olmadan Ulus'taki tiyatro binasına koşturdum.
![]() |
kaynak:egekucukkiper.blogspot |
Tiyatro meselesinde daha yeni olduğumu söylemiştim değil mi? Herşeyi yeni öğreniyorum, Büyük Tiyatro sahnesi denildiğinde de mesela Sıhhiye tarafındaki Opera binasını anlamak gerekiyormuş. Gerisingeri oraya koşturup, içerisine ağzım açık bakakaldıktan sonra hemen üst kattaki heykelleri dolanmaya başladım (başladık esasında, abimle ve yengemle). Opera binasına bir kere girmişliğim vardı, seneler önce cesaret edip de opera izleyeceğim ben diye gişesine yanaşmış bilet sormuştum. Yoktu tabiki, kalmamıştı, ne zaman oldu ki bilet. Ama o zaman içerisini görememiştim, çünkü kapıdan girip hemen sol taraftaki gişeden geri dönmüştüm. Ortadaki girişten girdiğinizde başlıyor herşey aslında.
![]() |
kaynak:egekucukkiper.blogspot |
Oyun hakkında çıkarımlarda, analizlerde, teorik açıklamalarda bulunamayacağımı biliyorsunuz doğal olarak, o kadar değilim. Benim diyeceklerim daha çok ilk defa uzaylı görmüş masum köylü edasında olacak. Oyun şimdiye kadar gördüklerim arasında en şahanesiydi-tabi çok fazla oyun izlemiş değilim o ayrı. 3 saat boyunca ki bu 8'den 11 buçuğa kadar oluyor, inanılmaz güzellikte cümleler duydum, takip etmekte zorlandığım düşünceler uçuştu sahnede. Cyrano de Bergerac'ın ağzından her bir çıkanı alıp kafamın içine kazımak, sonra tekrar tekrar dinlemek istedim. 17.yy. Paris'ini tüm kıyafetleriyle, balkonlarıyla, fırınlarıyla, ağaçlarıyla, banklarıyla, şakırdayan kılıçlarıyla, aşklarıyla gördüm karşımda ete kemiğe bürünürken. Bir bakıyordum dövüşürken Gaskonyalılar, az sonra şarkılarını söylüyorlardı. Cyrano de Bergerac, karşımda oradan oraya fırlarken bir aşk destanı yazıyordu.
![]() |
kaynak:egekucukkiper.blogspot |
Anladığınız üzere bayıldım ben Cyrano de Bergerac'a, tüm oyuna. Gerçi tüm gün işte harap olduktan sonra orada 3 saat boyunca şişmiş ayaklarla oturmak kolay olmadı ama hepsine değerdi bence. Onca saat o tempoyu hiç düşürmeden oynayan, pardon oynamayan yaşayan tiyatroculara bir kez daha hayran oldum. Cyrano rolünde söyleyecek bir kelime bulamadığım Durukan Ordu'ya resmen aşık oldum bile diyebilirim. İşin kötüsü o kadar şahane bir oynayışa karşı görüntüsü olayı bozuyordu. O koca salonda bir kişi bile bulamazdınız bence bu Cyrano'ya aşık olmayacak, çirkin bulacak. Phantom of The Opera'da Gerard Butler'ı kimsenin korkutucu bulmaması gibi, Durukan Ordu'yu da kimse o burunla bile çirkin bulamazdı bence.
Oyunun en bilindik uyarlaması sinemaya 1990'daki Gerard Depardieu'lu film. Ben izlemedim ama düşünmüyorum da izlemeyi, o güzelim Cyrano resmi varken kafamda Depardieu'nun çirkinliğini görmek isteyeceğimi zannetmiyorum ama bu demek değil ki film kötü. Film en iyi kostüm dalında oscar kazanmış, gayet de iyi bir film.
Söylemek istediğim bir sürü şey var ama tek bir kelime etmek bile zor geliyor şu an, çıkmıyor çünkü kelimeler, ne diyeceğimi bilemeden, oyunun hayaline doğru hülyalara dalmış buluyorum kendimi. Keşke gidip görebilseniz. Aşkın güzellik mi, ruh mu, emek mi olduğuna dair hüzünlü bir destanı izleyebilseniz.
[Resimleri egekucukkiper.blogspot.com'daki şu şahane yazıdan aldım oyun ile ilgili. Resimlerin tüm hakkın oraya ait yani.]"Fakat, şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya,Yapayalnız, ama hür, seyahat etmek aya,Gören gözü, çınlayan sesi olmak ve canıİsteyince şapkayı ters giymek, karışanıOlmamak. Bir hiç için ya kılıcına veyaKalemine sarılmak ve ancak duya duyaYazmak, sonra da gayet tevazula kendine:Çocuğum! Demek, bütün bunları hoş gör yine,Hoş gör bu çiçekleri, hattâ bu kuru dalı,Bunlar yabanın değil kendi bahçenin malı!Varsın küçücük olsun fütuhatın, fakat bil,Onu fetheden sensin, yoksa başkası değil"