28 Nisan 2013 Pazar

Ankara'da bir muhteşem oyun : "Cyrano de Bergerac"

kaynak:devtiyatro.gov
Yıl 1640. Paris'te Hotel Burgundy'nin tiyatro sahnesinin önünde 17.yy.ın binbir çeşit Parislisi. Herkes, sahneye çıkması Cyrano de Bergerac tarafından yasaklanan Montfleury'nin sahneye çıkıp çıkmayacağını merak eder halde, bekliyor. Çiçekçi kızlar çiçek satıyor, çocuklar cepleri karıştırıyor. Yakışıklı genç asker Christian de Neuvillette, gönlünü güzeller güzeli Roxane'e kaptırırken, zavallı Roxane ukala soylu Kont De Guiche'in pençesinde, tiyatroya geliyor. Ayyaş şair Lignierei kontu kızdırmış, peşine takılan 100 caniden kaçıyor. Montfleury'nin sahneye çıkmaya cesaret etmesi üzerine, Cyrano de Bergerac, asil, kılıçta usta, nüktede rakipsiz, müzikte olağanüstü Cyrano ortaya çıkıyor ve onu sahneden kovalıyor. Kontu sinir etmesi, karşısına Valvert'i çıkarıyor. Hem kılıcını sallayıp hem şiirini okuyor Cyrano ve başlarken de dediği gibi, tam da lafı bitiverirken Valvert'i bitiriyor. Kalabalık Cyrano'ya hayran, kont sinirden köpürmüş halde. Cyrano adeta yetenek çeşmesi.
Ama ruhu her güzellikle bezenmiş bu adamın kendisinden nefret etmesine, kendisine zerre kadar güven duymamasına sebep bir özelliği var, normalde biraz büyük burnu-tamam bayağı büyük burnu. Çirkin olduğundan son derece emin olan Cyrano, bu yüzden dostu Le Bret'e anlatırken Roxane'e olan aşkını, o kadar ümitsiz, o kadar hüzünlü ki. Ve Roxane onu görüşmek için çağırdığında da sevinci, umudu, mutluluğu o kadar büyük, o kadar pırıltılı.
kaynak:egekucukkiper.blogspot
Mutlu bir hikaye değil bu, o yüzden Roxane genç ve güzel olan Christian'a aşık. Abi gibi gördüğü Cyrano'dan yardım istiyor bu konuda. Aynı bölükte olduklarından ona göz kulak olacak, bir de Roxane'e mektup yazmayı aksatmamasını sağlayacak. Cyrano kalbine, umutlarına taş basıp, sevdiğini mutlu görmek uğruna tamam diyor. Hatta öylesine bir sevgi ki onunkisi, Christian mektup yazmada, iki güzel laf etmede tamamen yeteneksiz, dışı güzel bir boş kabuk çıkınca ona ruh oluyor. Ruhla güzelliği bir araya getirip bu iki adam, Roxane'e aşık olacak bir mükemmel insan çıkarmış oluyorlar.
Edmond Rostand, wikipedia'dan.
Edmond Rostand'ın 1897'de yazdığı bu oyun, defalarca sahneye konmuş, defalarca perdeye taşınmış olsa da hala iç yakıcı, can acıtıcı, destansı bir adamın öyküsü. Rostand gerçekten de yaşamış gerçek bir adamdan, 1619-1655 yılları arasında Fransa'da hem asker olmuş hem de oyun yazmış Cyrano de Bergerac'tan esinlenerek yazmış. Esinlenmiş deniyor çünkü pek çok noktayı onun hayatından alsa da gerçekliğini bilemediğimiz şeyler, Rostand'ın - burun gibi - abarttığı özellikler var.
Ben bu ismi, bu oyunu ilk defa One Tree Hill izlerken duymuştum. OTH'nin bir bölümünde bundan bahsedilmişti. Listemde durdu yıllarca, metni yine okuyamadım belki ama bu senenin başında devlet tiyatrosunun Ankara'da oynadığını görünce bir an önce izlemeye karar verdim. Tabi karar vermek başarmaya yetmiyor, aylarca bilet kovaladım. Sonunda geçen hafta alabildim bileti istediğim gibi, Büyük Tiyatro sahnesine gelmişti oyun. Cuma akşamı iş çıkışı, ne ile karşılaşacağım hakkında en ufak bir fikrim olmadan Ulus'taki tiyatro binasına koşturdum. 

kaynak:egekucukkiper.blogspot
Tiyatro meselesinde daha yeni olduğumu söylemiştim değil mi? Herşeyi yeni öğreniyorum, Büyük Tiyatro sahnesi denildiğinde de mesela Sıhhiye tarafındaki Opera binasını anlamak gerekiyormuş. Gerisingeri oraya koşturup, içerisine ağzım açık bakakaldıktan sonra hemen üst kattaki heykelleri dolanmaya başladım (başladık esasında, abimle ve yengemle). Opera binasına bir kere girmişliğim vardı, seneler önce cesaret edip de opera izleyeceğim ben diye gişesine yanaşmış bilet sormuştum. Yoktu tabiki, kalmamıştı, ne zaman oldu ki bilet. Ama o zaman içerisini görememiştim, çünkü kapıdan girip hemen sol taraftaki gişeden geri dönmüştüm. Ortadaki girişten girdiğinizde başlıyor herşey aslında.
kaynak:egekucukkiper.blogspot
Oyun hakkında çıkarımlarda, analizlerde, teorik açıklamalarda bulunamayacağımı biliyorsunuz doğal olarak, o kadar değilim. Benim diyeceklerim daha çok ilk defa uzaylı görmüş masum köylü edasında olacak. Oyun şimdiye kadar gördüklerim arasında en şahanesiydi-tabi çok fazla oyun izlemiş değilim o ayrı. 3 saat boyunca ki bu 8'den 11 buçuğa kadar oluyor, inanılmaz güzellikte cümleler duydum, takip etmekte zorlandığım düşünceler uçuştu sahnede. Cyrano de Bergerac'ın ağzından her bir çıkanı alıp kafamın içine kazımak, sonra tekrar tekrar dinlemek istedim. 17.yy. Paris'ini tüm kıyafetleriyle, balkonlarıyla, fırınlarıyla, ağaçlarıyla, banklarıyla, şakırdayan kılıçlarıyla, aşklarıyla gördüm karşımda ete kemiğe bürünürken. Bir bakıyordum dövüşürken Gaskonyalılar, az sonra şarkılarını söylüyorlardı. Cyrano de Bergerac, karşımda oradan oraya fırlarken bir aşk destanı yazıyordu.
kaynak:egekucukkiper.blogspot
Anladığınız üzere bayıldım ben Cyrano de Bergerac'a, tüm oyuna. Gerçi tüm gün işte harap olduktan sonra orada 3 saat boyunca şişmiş ayaklarla oturmak kolay olmadı ama hepsine değerdi bence. Onca saat o tempoyu hiç düşürmeden oynayan, pardon oynamayan yaşayan tiyatroculara bir kez daha hayran oldum. Cyrano rolünde söyleyecek bir kelime bulamadığım Durukan Ordu'ya resmen aşık oldum bile diyebilirim. İşin kötüsü o kadar şahane bir oynayışa karşı görüntüsü olayı bozuyordu. O koca salonda bir kişi bile bulamazdınız bence bu Cyrano'ya aşık olmayacak, çirkin bulacak. Phantom of The Opera'da Gerard Butler'ı kimsenin korkutucu bulmaması gibi, Durukan Ordu'yu da kimse o burunla bile çirkin bulamazdı bence.



Oyunun en bilindik uyarlaması sinemaya 1990'daki Gerard Depardieu'lu film. Ben izlemedim ama düşünmüyorum da izlemeyi, o güzelim Cyrano resmi varken kafamda Depardieu'nun çirkinliğini görmek isteyeceğimi zannetmiyorum ama bu demek değil ki film kötü. Film en iyi kostüm dalında oscar kazanmış, gayet de iyi bir film.
Söylemek istediğim bir sürü şey var ama tek bir kelime etmek bile zor geliyor şu an, çıkmıyor çünkü kelimeler, ne diyeceğimi bilemeden, oyunun hayaline doğru hülyalara dalmış buluyorum kendimi. Keşke gidip görebilseniz. Aşkın güzellik mi, ruh mu, emek mi olduğuna dair hüzünlü bir destanı izleyebilseniz.
"Fakat, şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya,
Yapayalnız, ama hür, seyahat etmek aya,
Gören gözü, çınlayan sesi olmak ve canı
İsteyince şapkayı ters giymek, karışanı
Olmamak. Bir hiç için ya kılıcına veya
Kalemine sarılmak ve ancak duya duya
Yazmak, sonra da gayet tevazula kendine:
Çocuğum! Demek, bütün bunları hoş gör yine,
Hoş gör bu çiçekleri, hattâ bu kuru dalı,
Bunlar yabanın değil kendi bahçenin malı!
Varsın küçücük olsun fütuhatın, fakat bil,
Onu fetheden sensin, yoksa başkası değil"
[Resimleri egekucukkiper.blogspot.com'daki şu şahane yazıdan aldım oyun ile ilgili. Resimlerin tüm hakkın oraya ait yani.]

1 yorum:

  1. Good morning how are you?

    My name is Emilio, I am a Spanish boy and I live in a town near to Madrid. I am a very interested person in knowing things so different as the culture, the way of life of the inhabitants of our planet, the fauna, the flora, and the landscapes of all the countries of the world etc. in summary, I am a person that enjoys traveling, learning and respecting people's diversity from all over the world.

    I would love to travel and meet in person all the aspects above mentioned, but unfortunately as this is very expensive and my purchasing power is quite small, so I devised a way to travel with the imagination in every corner of our planet. A few years ago I started a collection of used stamps because trough them, you can see pictures about fauna, flora, monuments, landscapes etc. from all the countries. As every day is more and more difficult to get stamps, some years ago I started a new collection in order to get traditional letters addressed to me in which my goal was to get at least 1 letter from each country in the world. This modest goal is feasible to reach in the most part of countries, but unfortunately it’s impossible to achieve in other various territories for several reasons, either because they are countries at war, either because they are countries with extreme poverty or because for whatever reason the postal system is not functioning properly.

    For all this I would ask you one small favor:
    Would you be so kind as to send me a letter by traditional mail from Turkey? I understand perfectly that you think that your blog is not the appropriate place to ask this, and even, is very probably that you ignore my letter, but I would call your attention to the difficulty involved in getting a letter from that country, and also I don’t know anyone neither where to write in Turkey in order to increase my collection. a letter for me is like a little souvenir, like if I have had visited that territory with my imagination and at same time, the arrival of the letters from a country is a sign of peace and normality and an original way to promote a country in the world. My postal address is the following one:

    Emilio Fernandez Esteban
    Avenida Juan de la Cierva, 44
    28903 Getafe (Madrid)
    Spain

    If you wish, you can visit my blog www.cartasenmibuzon.blogspot.com where you can see the pictures of all the letters that I have received from whole World.

    Finally I would like to thank the attention given to this letter, and whether you can help me or not, I send my best wishes for peace, health and happiness for you, your family and all your dear beings.

    Yours Sincerely

    Emilio Fernandez

    YanıtlaSil

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...