Champollion ismi size birşey ifade ediyor mu bilmiyorum, büyük olasılıkla etmiyor farkındayım, ama benim için raftaki bir kitabın üzerinde gördüğüm anda oradan o kitap olmadan ayrılmamam için geçerli bir neden.
Jean-François Champollion 1822'de bir eylül günü, neredeyse 20 yıldır uğraştığı ve belki de bunun için doğduğu şeyi başarmış, bir Mısırbilim kahramanı. Bu adam o eylül günü binlerce yıldır dudaklardan dökülmeyen bir dili seslendirmeye başladı, hiyeroglifleri okumayı başardı.
kitaptan, Napoleon'un Mısır Seferi |
Jean-Michel Riou bunu anlatmak için bizi önce 2004 yılında bir yayınevinde saklanan bir elyazmasına götürüyor. O elyazmasını okumaya başlıyoruz. 3 ayrı kişi tarafından, 3 ayrı bilim adamı tarafından yazılmış bir hikaye bu. Napoleon'un Mısır Seferi'ne katılmış bu 3 adam, bir rüyaya inanıyorlar Napoleon'un peşinde. Mısır hiyerogliflerinin bir sırrı sakladığına, firavunun sırrını sakladığına inanıyorlar. 19.yy.'ın son sürat gelişme yarışı içindeki Avrupalılarına oldukça egzotik gelen bu doğu rüyasının esasında onları güce, herşeyin, hayatın, dinlerin herşeyin sırrına eriştireceğine olan inançları, buna ancak hiyeroglifleri okuyarak ulaşabileceklerini söylüyor. En azından Jean-Michel Riou'nun teması bu, kitap için.
kaynak:Les Lectures d'Asphodéle |
Riou'nun karakterleri tarihten alınsalar da kurgular doğal olarak. Bu yüzden tarihsel gerçeklik beklemek doğru değil tabi ama sanırsam benim kafamı karıştıran, okumaktan sıkılmama neden olan şey de biraz buydu. O dönemi çok az biliyorum. Hele bu Fransa'nın 1789'dan itibaren içine girdiği durum her kitapta allak bullak ediyor beni, anlamıyorum. Ne olduğunu baştan bir adamakıllı öğrenmediğim için böyle okuduğum hikayeler o dönemin içine yerleştirilmişse zorlaşıyor benim için. Cumhuriyet neydi, kral var mıydı, Robespierre kimdi, Napoleon niye imparator oldu...hepsi karman çorman bende. O yüzden Riou'nun anlatımı beni daha da yordu. Biliyormuşuz gibi davranıyor anlatırken, kahramanlarının çıkarımlarını, davranışlarını, ettikleri muhabbeti bir türlü anlayıp da kafamda bir kalıba, bir düzene yerleştiremedim ben. Korkuları, endişeleri, siyasi düşünceleri hep havada kaldı gibime geldi. Daha da kötüsü kendi fikrimi oluşturamadım, lan bu adam Napoleon'u seviyor ama niye diyorum mesela, öbürü de karşı çıkıyor haklı mı ki diye dolandım durdum.
Bir diğer rahatsız edici yönü de kitabın, en baştan itibaren bir gizem havası yaratıp, sonradan hakikaten "Lost"a bağlaması. Hani adamakıllı bir gizem var ortada diye ikna oluyorsunuz, öyle anlatıyor Riou çünkü. Eh bir yerde geliştiriyor gibi de yapıyor bu savını ama ha çözüldü ha çözülecek diye heba oluyoruz. Çünkü gidiyor gidiyor o kadar gerçekçi bir ortamın içinde fantastiğe dönüyor son virajda. Ve pat açıklamamız bu. Büyü oldu, sihir oldu, puff uçtu. Kitabın başından beri inandırılmaya çalışıldığımız sır bu.
Altın Kitaplar 2006'da basmış ilk basımını kitabın. Nuriye Yiğitler'in çevirisiyle 415 sayfa olan kitap Giriş, Son Söz ve Teşekkür kısımlarının arasında 5 bölümden oluşuyor. Teşekkür kısmında yazar yararlandığı kaynakları da sıralamış ki bu güzel bir şey. Jean-Michel Riou'nun kendisi de necidir kimdir bilemiyorum, nette hakkında Fransızca dışında yazılmış bir şeyler bulabilmek neredeyse imkansız (Kendi blogu da var ama anlayan varsa bana da desin ne anlattığını : http://jeanmichelriou.wordpress.com/).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder