13 Nisan 2013 Cumartesi

Jean-Michel Riou'dan "Champollion'un Sırrı"

Champollion ismi size birşey ifade ediyor mu bilmiyorum, büyük olasılıkla etmiyor farkındayım, ama benim için raftaki bir kitabın üzerinde gördüğüm anda oradan o kitap olmadan ayrılmamam için geçerli bir neden.
Jean-François Champollion 1822'de bir eylül günü, neredeyse 20 yıldır uğraştığı ve belki de bunun için doğduğu şeyi başarmış, bir Mısırbilim kahramanı. Bu adam o eylül günü binlerce yıldır dudaklardan dökülmeyen bir dili seslendirmeye başladı, hiyeroglifleri okumayı başardı.
kitaptan, Napoleon'un Mısır Seferi
"Champollion'un Sırrı" da bizi bu büyük başarıya giden yolun öncesi ve sonrası dahil olmak üzere bir yolculuğa çıkarıyor. 1800'lerin çalkantılı siyasi ortamına gömülmüş Fransa'da genç bir generalin, Napoleon Bonaparte'ın yükselişini, bir doğu hayalinin peşinden Mısır'a yapılan seferi, Mısırbilim'in temellerinin atılmasını, Rosetta Taşı'nın bulunuşunu, İngiltere ile Fransa'nın bilim ve tarihteki yarışlarını çöl kumlarına gömülmüş bir dilin yeniden gün ışığına çıkma serüveninin etrafında anlatıyor.
Jean-Michel Riou bunu anlatmak için bizi önce 2004 yılında bir yayınevinde saklanan bir elyazmasına götürüyor. O elyazmasını okumaya başlıyoruz. 3 ayrı kişi tarafından, 3 ayrı bilim adamı tarafından yazılmış bir hikaye bu. Napoleon'un Mısır Seferi'ne katılmış bu 3 adam, bir rüyaya inanıyorlar Napoleon'un peşinde. Mısır hiyerogliflerinin bir sırrı sakladığına, firavunun sırrını sakladığına inanıyorlar. 19.yy.'ın son sürat gelişme yarışı içindeki Avrupalılarına oldukça egzotik gelen bu doğu rüyasının esasında onları güce, herşeyin, hayatın, dinlerin herşeyin sırrına eriştireceğine olan inançları, buna ancak hiyeroglifleri okuyarak ulaşabileceklerini söylüyor. En azından Jean-Michel Riou'nun teması bu, kitap için.
kaynak:Les Lectures d'Asphodéle
Yalnız Riou'nun tüm bu hayali, arayışı anlatışı en başta ilginç başlasa da ilk 5-10 sayfadan sonra çok tatsız tuzsuz bir yazıma dönüşüyor. Ben çoğu yerde kitaptan kopup etrafa bakınmaya başladım ki burada kendimden, bir Mısır aşığından, antik Mısır ile ilgili ota çöpe bile aşık olan bir insandan bahsediyorum. Antik Mısır ile ilgili bir konuya bu kadar batmış bir hikayeden beni bile kopartabiliyorsa demek ki hakikaten bir yanlış var bu anlatımda dedim ben.
Riou'nun karakterleri tarihten alınsalar da kurgular doğal olarak. Bu yüzden tarihsel gerçeklik beklemek doğru değil tabi ama sanırsam benim kafamı karıştıran, okumaktan sıkılmama neden olan şey de biraz buydu. O dönemi çok az biliyorum. Hele bu Fransa'nın 1789'dan itibaren içine girdiği durum her kitapta allak bullak ediyor beni, anlamıyorum. Ne olduğunu baştan bir adamakıllı öğrenmediğim için böyle okuduğum hikayeler o dönemin içine yerleştirilmişse zorlaşıyor benim için. Cumhuriyet neydi, kral var mıydı, Robespierre kimdi, Napoleon niye imparator oldu...hepsi karman çorman bende. O yüzden Riou'nun anlatımı beni daha da yordu. Biliyormuşuz gibi davranıyor anlatırken, kahramanlarının çıkarımlarını, davranışlarını, ettikleri muhabbeti bir türlü anlayıp da kafamda bir kalıba, bir düzene yerleştiremedim ben. Korkuları, endişeleri, siyasi düşünceleri hep havada kaldı gibime geldi. Daha da kötüsü kendi fikrimi oluşturamadım, lan bu adam Napoleon'u seviyor ama niye diyorum mesela, öbürü de karşı çıkıyor haklı mı ki diye dolandım durdum.
Bir diğer rahatsız edici yönü de kitabın, en baştan itibaren bir gizem havası yaratıp, sonradan hakikaten "Lost"a bağlaması. Hani adamakıllı bir gizem var ortada diye ikna oluyorsunuz, öyle anlatıyor Riou çünkü. Eh bir yerde geliştiriyor gibi de yapıyor bu savını ama ha çözüldü ha çözülecek diye heba oluyoruz. Çünkü gidiyor gidiyor o kadar gerçekçi bir ortamın içinde fantastiğe dönüyor son virajda. Ve pat açıklamamız bu. Büyü oldu, sihir oldu, puff uçtu. Kitabın başından beri inandırılmaya çalışıldığımız sır bu.
Altın Kitaplar 2006'da basmış ilk basımını kitabın. Nuriye Yiğitler'in çevirisiyle 415 sayfa olan kitap Giriş, Son Söz ve Teşekkür kısımlarının arasında 5 bölümden oluşuyor. Teşekkür kısmında yazar yararlandığı kaynakları da sıralamış ki bu güzel bir şey. Jean-Michel Riou'nun kendisi  de necidir kimdir bilemiyorum, nette hakkında Fransızca dışında yazılmış bir şeyler bulabilmek neredeyse imkansız (Kendi blogu da var ama anlayan varsa bana da desin ne anlattığını : http://jeanmichelriou.wordpress.com/).
Sonuçta "Champollion'un Sırrı" çok güzel kapaklanmış, pek olağanüstü şeyler vaadeden bir arka kapak yazısıyla bezenmiş, en baştan büyük bir umutla ve hevesle okumaya başlayacağınız ama kuru, tatsız, sıkıcı bir şekilde yazılmış bir kitap. Yıllardır işini bilen yazarların pek de güzel ekmeğini yiyebildikleri bir konuyu, bu kadar ilginç ve yazarına pek çok imkan verebilecek olayları bu derece kötü anlatabilmek de yetenek olsa gerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...