“When we are children we seldom think of the future. This innocence leaves us free to enjoy ourselves as few adults can. The day we fret about the future is the day we leave our childhood behind.” diyor Patrick Rothfuss Rüzgarın Adı'nda. Çocukken gelecek diye birşey yoktur, çok uzaktır orası. Hiç büyümeyecek gibi hisseder çocukken insan. Büyüklerin dünyası diye birşey vardır ve oraya gidemeyiz bir türlü, oysaki bir an önce varsak oraya, ooo yapacak ne çok şey vardır. Buradan, çocukluktan bakınca onların dünyasına, yetişkinliğe, orada herşeyi istediğimiz gibi halledebileceğimizi düşünürüz. Büyükler ve onların haksız, salakça kurallarına karşı yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur, çocuk olmanın çaresizlik olduğunu düşünürüz.
Ve sonra büyürüz, hiç farkına varmadan o çok imrendiğimiz dünyanın ortasında buluveririz kendimizi. Görürüz ki aslında burada daha çaresiziz. Büyüyüp de aslında çocuk olmanın, önünde onca sene olmasının büyümek, yaşamak, tecrübe etmek için, ne kadar özel bir şans olduğunu anlarız. Çocuk olmak ve tüm o seneleri yeniden yaşayabilmek ne kadar güzel olurdu oysaki.
12 yaşındaki Prosper da ailesini kaybettikten sonra kötü insanlar olan teyzesi Esther ve eniştesi Max ile yaşamak zorunda kaldıktan sonra böyle düşünüyor işte. 5 yaşındaki kardeşi Bo'yu sırf melekler kadar güzel bir görünen bir çocuk olduğu için evlat edinmek isteyen teyzesi ve eniştesi, Prosper'ı hiç istemiyor. Planlarını onu yatılı okula göndermek. Birbirinden ayrılmak istemeyen iki kardeş, bunun üzerine kaçıp, annelerinin onlara hep anlattığı, masalsı Venedik'e gidiyorlar. Orada üşümüş, acıkmış, ne yapacaklarını bilemeyen iki çocuğa Hırsızlar Kralı sahip çıkıyor. Pek yetenekli bu Hırsızlar Kralı'nın himayesindeki diğer çocuklar ile birlikte eski terk edilmiş bir sinemada kalıp, Venedik'in fantastik heykellerle, kayıklı kanallarıyla, turistleriyle, adacıklarıyla dolu hikayesine dalıyorlar. Peşlerinde kötü teyze ve eniştenin tuttuğu dedektif Victor varken, Hırsızlar Kralı Scipip ile birlikte antikacı-dolandırıcı Barbarossa'yla anlaşma yapıp, esrarengiz bir kontun istediği parçayı bir fotoğrafçının evinden çalmaya çalışıyorlar.
Cornelia Funke |
Funke'nin dilinden oldukça memnun kaldım, anlatımı o kadar güzel ki farkına varmadan kendiniz Venedik'te dolaşıyor gibi hissediyorsunuz. Hiç zorlanmadan, sanki elinizi uzatsanız o meydanda durmuş güneşi hissederken o heykellere dokunacak gibi oluyorsunuz. Hiç görmeden, resimlerine bile bakmanıza gerek kalmadan şehre aşık oluveriyorsunuz. Vallahi ben o kadar bir Venedik sevdalısı değildim, böyle romantik görülen şehirlerdense daha Londra, New York gibi şehirler cezbederdi beni ama okurken, Prosper ve Bo ile birlikte çocukların gözünden Venedik'i dolaşınca resmen aşık oldum.
Aynı adla, 2006'da filmi de yapılmış kitabın. Richard Claus'un Daniel Musgrave ile birlikte senaryolaştırıp yönettiği filmin çok bir dağıtımı olmamış gibi görünüyor, dvd'si çıkmış hemen sanki. "The Thief Lord"u izlemedim ben henüz ama bu kadar güzel bir hikayeyi isteseler de kötü çekememişlerdir diye düşünüyorum.
Cornelia Funke'nin pek eğlenceli sitesi : http://www.corneliafunke.com/
Kitap nette kolayca bulunabiliyor; Idefix'te 9 tl, d&r'da 8,99 tl, kitapyurdu'nda 10,08 tl gibi fiyatlarla satılıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder