Nihayet iyileştim. En azından hastalık geçti. Ama salaklığım ve sefilliğim baki. O sularda değişiklik yok.
Dil sınavı için başvurular başladı dün. En son 2015'te girmişim, o sebepten elimde bir dil puanı yok görünüyor resmi olarak (burada böyle gözlerini deviren emoji var ya hah işte ondan var farzedin). Artık yıllardır yaptığım gibi, (ki son 12 yıldır ösym ile akraba gibiyiz artık, tüm akrabalarımla görüştüğümden daha fazla ösym'nin sınavlarına girmişliğim var) açtım sistemi, başvuruyu yapacaktım. Ama uzun yıllardır karşılaşmadığım o musibet geldi önüme. Neymiş son 50 aydır mı ne resmimi yenilememişim. Meali: Son 50 aydır sizden - ek - para koparamadık. Çünkü normalde açıyorum neti, tıklıyorum başvuruyu yapıyorum, tıklıyorum parayı yatırıyorum (ki o aldıkları para da ne biçim içime oturuyor), oluyor bitiyor. Resim için, sırf bir resmimi yenileyip başvuru yapmam için ek 5 tl alıyorlar. Ama hadi başımın gözümün sadakası olsun o 5 tl desem, bir de işin başvuru merkezi arama kısmı var. Oraları bulma, oralara gitme kısmı var. Yüzyıllardır yapmadığım için açtım baktım, başvuru merkezleri diye aratıp. Eve en yakınını buldum, haritadan güzergahı aldım, çıktım yola. Ama dedim ya sa-lak-lık baki.
Baktığım başvuru merkezi listesi geçen senenin mi neymiş. Önemsemedim. Her sene değişir mi bunlar amaan dedim. Değişiyormuş eyy romalılar, vatandaşlar, yurttaşlar! O kadar otobüse bin, in yürü o kadar sıcakta öğle güneşinde. Ama başvuru merkezi diye geldiğim okul kapı duvar. Sıcaktan, yürümekten, açlıktan oracıkta bayılacaktım. Çekilecek çilem varmış, daha yeni başlıyormuş çilem. Açıp etraflıca arattım, 2017 başvuru merkezleri diye. 1,2 km uzaklıkta olmak üzere bir tane buldum. Durduğum noktada ölmüşüm zaten, bir de otobüsle gidemeyeceğim - çünkü hat yok - ya da taksi tutamayacağım - çünkü etrafta taksi durağı butonu yok - ya da otostop çekemeyeceğim - çünkü burası Türkiye - bir yerde. Başladım yürümeye. Yokuş çık, yokuş in, sonra yine yokuş çık, yürü yürü yürü. Ve güneş demiş miydim. Gü-neş. Ama gene bitmedi. Okulu nihayet buldum. Eh kapıda görevliyi de buldum. Terden gözlerim açılmıyor, önümü göremiyorum. Üstümdeki herşey yapışmış terden, resmen ıslağım. Ayh allahım ne rezildim acaba adam ne düşünmüştür. Bir şekilde fotoğrafı çektirdim, aman evlerden ırak pasaport fotosu gibi oldu, başvuruyu yaptım, çıktıyı aldım çıktım. İki sokak gittim gitmedim, bilmediğim bir numara arıyor. Az önceki görevli, demesin mi uzaklaşmadınızsa bir gelir misiniz sistem dönüyor duruyor açmıyor tam oldu mu başvuru bilemedim diye. Yine geri döndüm okula. Bir daha uğraştık falan. Sistem çökmüştü bir süre. Yani harbiden niye bana gelince her şey böyle sarpa sarıyor? Tamam yarısı benim salaklığımdan ama diğer yarısı da kara bahtımdan değilse ne?
Hayır en çok da ne düşündüm biliyor musunuz? Eve dönünce ölü gibi baygın bir şekilde oturduğum yerde kaldım. Müziği açtım. Son bir haftadır, haberi düştüğünden beri, ara ara birer şarkı dinleyip kapatıyordum. Şöyle bir oturup, veda niyetine toptan bir hybrid theory+meteora güzellemesi yapayım diye niyetlenip bir türlü yapamamıştım. Gene yapamadım, hoş ya. Çünkü böylesi haberlerin asıl etkisi olan o kendi geçmişine, kendinden bir parçaya veda etme durumu çok pis koyduğundan, kendimi o stabil ruh halinde bulamadım bir türlü. Kaldıramam yani bu ara. Neyse, açtım yine bir şarkı iki şarkı dinliyordum. Bugünkü halim geldi gözlerimin önüne. Lisedeki beni düşündüm sonra. Lisede Somewhere I Belong'u dinleyen beni. O zamanlar onun karşısına geçip de 30 yaşında, öldürücü bir temmuz sıcağında işsiz güçsüz, beş parasız, amaçsız ve hedefsiz bir şekilde, bu lanet ülkenin lanet sistemine ayak uydurabilmek için bir salak ingilizce sınavına gireyim diye başvuru merkezi arayacak, kilometrelerce bayılacak noktaya gelmene rağmen dağ tepe yürüyeceksin öğle güneşinde desem... Saçmalama derdi o "ben". O yaşıma dek çoktaaan Krallar Vadisi'ndeki güneşin altında elimle malayla duruyor olurum, derdi. İşte en çok bu koydu aslında bugün bana. Tüm o yürüme, uğraşma, cebimden çıkan çıkacak paralar, girmek için uğraştığım sınav...Hiçbiri takılacak şeyler değildi aslında. Bana asıl koyan o düşünceydi. Zihnimin bir köşesinde kıvrılmış, derinlerde gizlenmiş duran o 15 yıl önce Linkin Park dinleyen ben'e ait düşünce. 15 yaşında nereye ait olduğunu bilmediğine, kim olduğunu bilmediğine dair şarkılar dinleyen ama aslında gerçekten nasıl bir his olduğuna dair hiçbir fikri olmayan ben. İronik olansa, o "benin" olmaması durumunda bugünkü "benin" de bu halde olmayacak, bu hallere düşmeyecek olması.
Tek çare DeLorean. Bir de Professor Emmett Brown.