1 Aralık 2013 Pazar

wright kardeşlerin uçağı

Wright Kardeşlere daha önce denk geldiniz mi bilemedim, kendileri Wilbur ve Orville adında iki Amerikalı kardeşmiş zamanında. 1800lerin sonu ile 1900lerin başını kapsayan bir dönemde yaşayıp,  dünyanın ilk uçağını yapıp onunla uçabilen mucitler kendileri. Böyle söyleyince çok iyi birşey yapmışlar gibi duruyor evet ama işin içyüzü ayrı bir konu ki onu da Açık Bilim'de Murat Çetinkaya'nın yazısında bulabilirsiniz.
Benim size göstermek istediğimse o yazıdan yola çıkıp ulaştığım böyle bir sayfa -->http://www-tc.pbs.org/wgbh/nova/assets/swf/1/pilot-wright-brothers-flyer/pilot-wright-brothers-flyer.swf
Burada Wright Kardeşlerin 17 aralık 1903'te en uzun süreli uçuşlarını gerçekleştirdikleri uçan aracın çalışma prensibini şekil üzerinde gösteriyor. Sizin de yönlere tıklayarak test edebileceğiniz çalışma methodu misal, benim için çok açıklayıcı oldu.
resim pbs.org'dan

Sevil Parfümeri herkese parasını iade edip kendini yaksın artık

Biliyorum iki gündür böyle saçma şeylerle başınızı ağrıtıyorum ama elimden gelen başka birşey olmadığı için burayı öyle bir yere çevirdim mecburen. Bu Sevil Parfümeri ile ilgili düştüğüm saçma ötesi durumu anlatmıştım ya, aman yarabbi internette şöyle bir baktım da herkes aynı durumdan muzdarip. Bu güya “Müşterilerim benim patronumdur. Onlar istedikçe ben gelişmek zorundayım. Onların taleplerini yerine getirmek için her türlü imkanı zorlamalıyım.” düsturuyla çalıştığını iddia eden Sevil Parfümeri bildiğiniz millete kazık atarak, yalanla dolanla iknayla paralarını alayım da nasıl alırsam alayım sonra akılları başlarına geldiğinde de defol git diyeyim mantığıyla çalışıyormuş. Hemen hemen herkesin aynen benim kullandığım cümlelerle aynı oyuna geldiğini okuduğumda beynimde şimşekler çaktı resmen. Hadi ben dünyanın en salağıyım bunu biliyordum da, herkes de aynı yönteme kanmışsa sorun sadece bende değil demek ki.
Yazabildiğim her yere şikayeti ilettim, kendi sitelerine yazdım. Ama geri dönüş yapacaklarını zannetmiyorum. Şimdi tüketici hakları mahkemesine nasıl dava açabileceğimi araştırıyorum. Ödediğim miktardan daha fazlaya mal olsa bile bu dava işi falan umrumda değil, uğraşmalarını istiyorum. Hatta gidip gümrük ve ticaret bakanının önüne bile atarım kendimi, meclisin içine dalarım o da umrumda değil. Beni bu kadar sinir ettiler, moralimi bozdular, salak saçma günler yaşatıyorlar, o Sevil Parfümeri denen yer de yaşayacak bunları.

30 Kasım 2013 Cumartesi

saçmalık

Çok sinirliyim, çok mutsuzum. Çok güzel geçmesi için aldığım izi günlerim kendi kendime yaptığım bir gerizekalılık yüzünden burnumdan geldi resmen. Tüm aklım beynim herşeyim allak bullak oldu.
Pazartesi günü kendi kendime dolaşmaya çıkmışken, amacım sadece işyerinde giyebileceğim yeni bir pantolon almaktı. İznimin ilk günü olduğundan gayet mutluydum. Dedim ki hiç yapmadığım bir şeyi deneyeyim, bir kozmetik mağazasına gireyim. Şu yaşıma geldim girmedim ben öyle yerlere, kendime de doğru düzgün baktığım söylenemez, makyaj yapmışsam temizlerim yatmadan önce ama o da artık kırk yılda bir. Gidip salak gibi şu Sevil parfümerilerin birine girdim. Bakın bu aşamadan sonraki salaklığım zaman mekan ve limitten oldukça bağımsız olacak şimdiden uyarıyorum siz okumadan. Mağazaya girdim ve tabi hemen biri benimle ilgilenmeye başladı, ne istiyorum ne göreceğim gibi. Parfümlere bakmak istiyordum, reklamlarını gördüklerimden birkaç tanesinin kokusuna bakıp hoşuma giden olursa alacaktım. Ama parfümü beğenip almaya karar verdikten sonra beni bir salaklıktır aldı. Benimle ilgilenen eleman hanım bir sürü şey söyledi, bir sürü şey denetti. Kremler, temizleyiciler, birşeyler birşeyler. Sonra bir baktım kasaya gelmiş hepsini alıyorum. Karttan ödememi yaparken donup kaldım, hayır istemiyorum ben bunları almayacağım kullanmam ki ben bunları diyemedim. Sadece aldım ve çıktım. Salak salak, sendeleye sendeleye eve gittim. O üç beş kıçı kırık kreme neredeyse bir maaş ödedim. Evde yere koyup poşeti öylece baktım. Allahım ben ne büyük bir salağım.
Ertesi gün neyse dedim, poşetlerinden bile çıkarmadım hiç birini, gider geri veririm. Sonuçta ellemedim bile, işlem çok basit, ben kremleri veririm onlar da ödemeyi kartıma geri yüklerler. Ama, gelin görün ki Sevil mağazası bildiğiniz çirkef çıktı. Yok almıyoruz geri diyorlar. Benim için bir sürü olan ama onlar için çok az sayılacak bir parayı iade etmek istemediklerinden aldıklarımı geri almıyorlar. İade almama hakları olduğunu ve geri almayacaklarını söylediler. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü, böyle bir hakları var mı? Varsa bile benim bir tüketici olarak hiçbir hakkım yok mu? Hayır hakkı hukuku geçtim, aldıklarımı poşetinden bile çıkarmadım, elimi bile sürmedim. Yapacakları tek şey işlemi iptal etmek. Ama yok, inat ediyor yapmıyorlar. Ben ömrümde böyle saçmalık görmedim. Sabahtan beri tüketici hakları sitesinin her bir satırını okuyorum. Alo 175 diye bir numara vermişler ama aslında yok öyle bir numara, biraz sessizlikten sonra direkt meşgule düşüyor. Ulaşmak dert anlatmak mümkün değil. Tobb kulelerinde bir adres vermişler, oraya gitsem kimi neyi bulabileceğimden emin bile değilim. Bir muhattabım olacak mı örneğin? Tüketi mahkemelerine başvurmam gerekiyor mu, nasıl başvuracağım, bunların hepsini sorabileceğim bir yer olması gerek ama yok öyle bir yer. Salaklık yapmış bir tüketici olarak başvurabileceğim, derdimi anlatabileceğim, hakkımı arayabileceğim bir yol yok. Sizin bildiğiniz, önerebileceğiniz bir yol var mı? Bu iade işleminin olması gerek, öyle veya böyle, bu kadar saçmalık olmaz çünkü.

27 Kasım 2013 Çarşamba

Reign'in jenerik müziği, The Lumineers'in "Scotland"ı

Reign ile ilgili düşüncelerimi daha önce belirtmiştim. Dizide kullanılan müziklere de tam anlamıyla bittiğimi anlatmaya çabalamıştım ufaktan. Ama bu jenerik müziği ve videosuna ayrı bir yer ayırmadan geçmemem gerektiğini; haftada bir kere yeni bir bölüm başlarken dinlemenin ya da izlemenin beni kesmediğini, bağımlılar gibi günde birkaç kere dinlemeden duramadığımda fark etmiş oldum.
The Lumineers sevgimi - aşkımı mı deseydim - biliyorsunuz, farz ediyorum. Hatta resmen korkuyorum, sırf ben seviyorum diye başlarına birşey gelecek, ayrılacaklar müzik yapmayı bırakacaklar falan diye. İşte bu Reign'de de neredeyse santimetrekareye bir The Lumineers şarkısı düşüyor bölümlerde, o derece. Haliyle dizi ne kadar saçma, ne kadar absürd olursa olsun elimde değil, izliyorum. Ve müthiş keyif alıyorum (içimdeki ergene selamlar.).
Demem o ki jenerikte kullandıkları "Scotland" isimli parçayı, bir duyuma göre grup sırf dizi için yapmış. Şarkı tek başına baştan sona dinlediğinizde de kendiniz kaybetmenize yetecek kadar duygu içeriyorken bize bunu bir de acayip gaza getirici bir dış ses(foosizzz of daaknıs foosizzz of dı haat) ve görüntüler eşliğinde jenerik olarak izlettiriyor-dinlettiriyorlar. Şarkının ilk 30 saniyesini jenerikte dinliyoruz ama geri kalan kısımlarını dizi içerisinde çeşitli sekanslarda arkadan yedirtiyorlar.
İlk önce buyrun buradan, jenerikle açılışı yapıp, ardından şarkının tamamına erelim.



Yeminle kılıcı kapıp gidip yaylalara İngilizlere dalasım geliyor bu abinin sesini duyunca, "Long may she reign" efendim.




24 Kasım 2013 Pazar

National Geographic'in interaktif Angkor Wat sayfası

resim hittheroadtours.com'dan
Angkor Wat'ı biliyor musunuz bilmiyorum, benim için küçüklüğümden beri sihirli bir yer olmayı sürdürüyor. O kadar etkileyici, nefes kesici ve olağanüstü geliyor ki bana, dayanamadım yazdığım hikayelerden birinin içine bile yerleştirmeye çalıştım. Eh peki hiç ayak basmadığım bir yer hakkında nasıl yazacağım diye düşündüğümü zannetmiş olabilirsiniz, ama hakkında okuyup izlediğim yerleri, inanın gidip gördüğüm yerlerden daha iyi biliyor hale geldim. Gene de, National Geographic'in (ah NG sen olmasan ben ne yapardım ne olurdum) interaktif sayfalarından biri sayesinde bu muhteşem yeri tee Kamboçya'lara kadar gitmek zorunda kalmadan gezebiliyoruz (yazının bu kısmında böyle için için ironik bir ağlama efekti koymuşum gibi farz edin.).
NG'nin hizmetiyle Angkor Wat'a ve Kimmer İmparatorluğu'nun kalbine doğru sizi de böyle alalım :

bir dünya seyahati daha, Graham Hughes'un The Odyssey Expedition'ı

Ocak 2009'dan aralık 2012'ye dünya üzerindeki her ülkeye ayak basmaya çalışan Graham Hughes kardeşimiz varmış, bakınız ben yeni rastladım. Üniversiteyi geceler boyu seyahat edenlerin bloglarında geçirdiğim için bu konsepte alışığım gerçi ama şimdiye kadar görmemişim, bu ayıp. Neyse, Graham anladığım kadarıyla hep çıkıntı çocukmuş, Manchester Üniversitesi'nde siyaset ve tarih türünden birşeyler okuduktan sonra kendini yollara vermiş. Şimdi de hayatını yaşıyor, kendi şirketini kurmuş kısa filmler çekiyor, müzik videoları yapıyor, senaryo yazıyor, sokakları boyuyor. Dünya yolculuğunu tüm detaylarıyla gösterdiği sitesine şöyle gidebiliyorsunuz: http://www.theodysseyexpedition.com/
Maalesef herkes dünyanın şanslı bir ülkesinde, altın beşik içinde doğmuyor. (Bu akşam ne çok sızlandım ben böyle. Tövbe tövbe.)

The Daydream Club gibi pek sevimli bir ada sahip gruptan, "Found"

Çok güzel, dinlenesi, kulak okşayıcı bir grup daha buldum ey ahali, o kadar mutluyum ki. Adları bile insanda gülümsemeye yol açan grubumuz, Britanya'dan pek sevgili The Daydream Club. Liverpool'ta bir sanat enstitüsünde okurken tanışan Adam Pickering ve Paula Walker'dan oluşan grubun 5 şarkılık mini albümleri yayınlanmış durumda. Tüm güzelliklerini dinlemek için adresleri şöyle: http://www.thedaydreamclub.com/



Bir de yukarıdaki videoyu izlerken çok kıskandım ben. Öyle bir hayat istiyorum, sabah kalkalım sörf yapmaya gidelim, sonra bisikletimize atlayıp dağ tepe gezelim falan. Lanet olsun çok yalnızım ve bozkırın ortasındayım.
Siz bana bakmayın, The Daydream Club kulaklarınızı şenlendirsin.

Previously on Neverland { 29.06 - 26.07}

 Yaz gelince, üstümde güneş parlamaya başlayınca bana bir her şeyi yapabilirim hissi geliyor her sene. Çoğunlukla. Tabi bu his, gün içinde b...