Xena ile Mitoloji Saati etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Xena ile Mitoloji Saati etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ocak 2024 Çarşamba

Xena ile Mitoloji Saati 6 : Xena:TWP 102 - Chariots of War


Mitoloji Saatlerimizin bu altıncısında Xena:The Warrior Princess bölümlerinden 11 Eylül 1995'te yayınlanan "Chariots of War" isimli ilk sezonun ikinci bölümüne geldik. Bu bölümde Xena'nın günahlarından arınma, iyiliğe kavuşma yolculuğunda bir başka duyguyu yaşama aşaması. Bir ailesinin, bir evinin olmasının, bir eş ve çocuklara sahip olmanın nasıl bir duygu olabileceğine dair düşüncelere dalmasına dair bir hikaye. Aynı şekilde Gabrielle'in de aklına uyan, mantıklıca ve saygılı bir şekilde muhabbet edebileceği bir adama denk gelip, evlenmek gibi düşüncelere dalabileceğine dair minik bir öz-sorgulama hikayesi izliyoruz.

Bu bölümde Xena ve Gabrielle, nerede olduğunu bilmediğimiz bir han/taverna benzeri yerdeler. Tam olarak Ortaçağ'ı veya milattan sonraki ilk binyılı düşündüğümüzde aklımıza gelecek olan bir tablodalar aslında ama neyse. İlk sahnede Gabrielle'in her zamanki gibi bir hikaye anlattığını görüyoruz. Hikayenin sonuna gelmiş oluyor, "Zeus da takdir ettiği için iki aşığı meşe ağacına dönüştürmüş ve sonsuza kadar dalları birbirine dolanmış halde birlikte kalmışlar" gibi bir şeyler söyleyerek bitiriyor hikayesini. Bu hikaye Ovid'in Metamorphoses'ında anlattığı Baucis ile Philemon'un hikayesi.

Resimlerini pek sevdiğim Rembrandt'ın 1658 tarihli tablosu:
Jüpiter ile Merkür Philemon ile Baucis'in evinde.
Washington'daki Ulusal Sanat Galerisi'nde.

Hikayeye göre Zeus ile Hermes (tanrılar olduğunu biliyorsunuz değil mi onu söylemiyorum artık) köylü kılığına girip, Phrygia'da bir köye gidiyorlar. Evlerin kapılarını çalıp, yiyecek falan istiyorlar. Herkes gidin be diyerek yol ediyorlar iki yoksul köylüyü. Sadece yaşlı bir çift, Baucis teyze ile Philemon amca, onları buyur edip, zaten az olan yiyeceklerinden ve şaraplarından ikram ediyor. Şarap testisinin habire kendini doldurduğunu görünce teyze anlıyor, diyor ki bunlar tanrı. Zeus da diyor ki bu köydekiler hep çöp, bir siz iyisiniz. Burayı yerle bir edeceğiz, o yüzden siz toplanın, şu tepenin başına çıkana kadar arkanıza bakmayın. Teyze ile amca koşuyor, tepeye vardıklarında bir bakıyorlar ki köyleri darmaduman. Yalnızca kendi fakir kulübelerinin olduğu yerde süslü bir tapınak yükseliyor. Zeus'a rica ediyorlar, biz bu tapınağın bakıcıları olalım. Birimizden biri vefat edince diğerimizin de ölmesine izin verin ki birbirimizden ayrılmayalım. Zeus da Gabrielle'in anlattığı gibi, öldüklerinde ikisini de ağaca çeviriyor ve dalları birbirine dolanmış halde sonsuza kadar birlikte olmalarını sağlıyor. Ancak onun anlattığından bir miktar farkla. Birini meşe, birini de ıhlamur ağacına çeviriyor Zeus.
Ardından Xena, Meleatus Nehri'ni geçebilecekleri bir yol arayıp, Gabrielle'i almaya geri geleceğini söyleyerek yola çıkıyor. Antik haritalarda bu isimde bir nehir bulamadım. Önceki bölümde kaldığımız yerden ilerlersek coğrafi olarak, kahramanlarımız Xena'nın köyü Amphipolis'ten yola çıkmıştı diyebiliriz. Burası gerçek bir şehir demiştim, şimdiki haritamızda Yunanistan'ın kuzey batısında. Oradan yola çıkıp, güneye doğru gitmeleri olası. Hemen önlerinde Teselya bölgesi yer alıyor. Burada Melitaea isminde bir polis (şehir devleti) olduğunu biliyoruz. Enipeus isimli bir nehir uzanıyor yanında. Bu açıdan Xena'nın bu nehri geçmek üzere bir yol aradığını varsayabiliriz.
Thucydides'in Peloponez Savaşı'na dair yazdıklarında kentin ismi geçtiğine göre de en azından milattan önce 424 civarından itibaren kentin kurulu olduğunu söyleyebiliriz.

Amphipolis'ten Meliteae kentine 341 karayolu var, 3 gün 6 saatte yürünebilir
Kahramanlarımız da tek atları olduğundan yürümüş olmalılar

Yunan mitolojisine göre kurucusu Melitaea olduğu için kentin de ismi bu. Efsaneye göre burada yaşayan ve çok güzel bir kız olan Argaeus'un kızı Aspalis'i, kentin tiranı Tartarus benim olacak benim olacak diye zorlayınca eh kızımız da istemeyince tek kurtuluş yolu olarak kendini asıyor. Tiran o kadar zalim ki halk gerçek ismini dahi anmaya cesaret edemediğinden ona Tartarus diyorlar. Bu tiran, ne kadar güzel kız varsa zorla alıp, kendine cariye yapıyor. Aspalis'in kardeşi Astygites, kız kardeşinin giysilerini giyip, onun kılığına girip giysinin içine de bir kılıç saklıyor ve tirana yanaşıyor, öldürüyor. Tiranın cesedini halk nehre atıyor, o nehrin adı da Tartarus oluyor böylece. Aspalis'in cesedi de bulunamıyor bu arada. Tanrıların işin içine dalıp, cesedini aldığına inanılıyor. Bakire kızların koruyucusu Artemis'in üzülüp, acıdığından Aspalis'in cesedini aldığını düşünüyorlar. Kentteki bir Artemis heykelinin yanında da başka bir tahta heykel ortaya çıkınca kendiliğinden, diyorlar ki Aspalis'i tanrılar kutsadı da böyle Artemisvari bir heykelini de buraya koydular. Aspalis Amilete Hekaërge adı verilen bu yeni heykele, Aspalis'in bakire olarak kendini astığı gibi, şehrin bakireleri de her yıl bakire bir keçiyi kurban olarak Artemis'e adamaya başlıyor.

Bir Artemis Aspalis heykelinin başı
Şimdi geçici olarak kapalı olan Lamia Arkeoloji Müzesi'nden

Bölümde ilerleyince bu kez barışçıl bir çiftçi köyüne yolumuz düşüyor Xena ile birlikte. Xena uzaktan köye saldıranları görünce müdahale ediyor. Saldırganları püskürtürken karnına bir ok yiyor. Aslında burada müthiş bir Xena klasiği izliyoruz, atılan iki oku elleriyle yakalıyor ancak üçüncü ok karnına isabet ediyor çünkü üçüncü bir eli yok :) Neyse savaşçı prensesimiz yere yuvarlanıyor ve bir çocuklu ailenin evinde gözlerini açıyor. Ailenin annesi hayatını kaybetmiş, bu yüzden üç küçük çocuğuna tek başına bakan babamız var. Xena'nın yarasını tedavi ediyorlar.
Xena'yı evlerine alıp, tedavi eden ailemizin babası Darius, oğulları Argolis, Lykus ve küçük kız da Sarita isimlerini taşıyor.


Darius ismi esasında eski bir Pers ismi. Darayavaus'un kısaltılmışı olan Darayaus'un Yunan hali Dareois'un Latince hali. Darayavaus, iyiliğe sahip olmak, içinde iyilik bulundurmak gibi bir anlama geliyor Persçe. Bu açıdan karaktere iyi denk gelmiş bir isim olmuş. Lykus ismi de Yunanca Lykos'un Latince hali. Lykos Yunanca kurt demek. Minik erkek çocuklarından birine konulabilecek bir isim gibi görünüyor. Diğer erkek çocuğunun ismi Argolis ise Yunan anakarasında bir bölgenin ismi şu anda bile. Bazen 'Argolid' olarak da anılan ve adını Argos kentinden alan antik dönemlerdeki Argolis, Peloponnesus'un doğu kısmını, özellikle de Argolid yarımadasını, Arcadia'nın doğusu ve Laconia'nın kuzeyindeki kıyı bölgesini içine alan bir alanı kapsıyor. Argos, Yunanca parıldayan, parlayan demek. Jason ve Argonatlar'ın bindiği gemi Argo'yu inşa eden ustanın ismi de Argos/Argus olarak geçer ki bu isimle de ustanın bu Argos kentinden/bölgesinden geldiği belirtilir. Küçük kız kardeşin ismi olan Sarita ise senaristlerin tamamen elimizin altına ne gelirse yazalım demelerinin sonucu. Sanskritçe'de akıcı demek.
Argolis veya Argos da orada işte

Köylülerden birinin, savaş lordunun adamlarının bir önceki saldırışlarında ahırını yıktıkları köylünün ismi Tynus'ın ise hiçbir bağlantısı yok mitoloji veya tarih ile. Savaş lordunun oğlunun ismi olan Sphaerus, milattan önce 3.yy.da yaşamış Yunan bir Stoacı filozofun ismi aynı zamanda. Bu, karakterimizin durumuna uyuyor aslında. Karakterimiz de oldukça düşünceli, savaşmayı ve babasını sorgulayan, kendi doğruları olan bir kahraman.
Savaşmakla kafayı bulmuş olan savaş lordunun ismi Cycnus ise Yunan mitolojisinde çokça kendine yer bulan bir karakter ismi. Yani bu isimde birçok karakter var. Ama bizim hikayemize en uygunu, hatta senaristlerin direkt esinlenmiş olabileceklerini düşündüğüm, Savaş tanrısı Ares'in oğlu olan Cycnus. İsmin anlamı kuğu aslında Yunanca'da, çünkü mitolojide genellikle bir şekilde kuğuya dönüştürülen karakterlere veriliyor. Ares'in oğlu olan, Pagasae, Teselya'da ya da Makedonya'daki Echedorus nehrinin kıyısında yaşayan kana susamış ve zalim bir adam olarak geçiyor. Sonunda Herakles (bizim Hercules yani) tarafından öldürülüyor. Hatta Heracles onu kovalarken savaş arabasına (chariot'a) atlayıp, kaçmaya da çalışıyor ki bölümün ismine de bu ilham vermiş olabilir.

Bu seramik (aslında volüt krater dediğimiz bir tür) üzerindeki sahnede
en solda savaş arabasının üzerindeki figür zalim Cycnus
M.Ö.6.yy.dan ve tabiki British Museum'da.

Savaş lordumuzun büyük oğlunun isminin Stentor olduğunu öğreniyoruz. Stentor, Troya Savaşı'nda savaşan Yunanlardan birinin ismi mitolojide. Tanrıça Hera, Stentor'un kılığına girip, Yunanları savaşmak için cesaretlendirmiş. Bunu bağırarak yapmış, 50 adamın gücündeki sesiyle. Bu sebeple Stentor kelimesi oralardan yola çıkıp, günümüzde müzikteki stentorian terimine ilham vermiş.
Bu oğul Stentor'un Korinth yakınlarındaki savaşta öldüğünü öğreniyoruz bu bölümde. Korinth Savaşı (Nemea Savaşı da deniliyor) ise eğer bu bahsedilen, M.Ö.395-387 arasında oldu bu savaş. Sparta'ya karşı Thebai, Atina, Korinth ve Argos birleşmişti. Ancak Ahameniş İmparatorluğu Sparta'yı destekleyince, taraflar arasında Antalcidas/Kral Barışı denilen bir barış anlaşması yapıldı ve savaş öyle bitti. Bu kısım da aslında bölümdeki hikayemizle örtüşüyor. Kana susamış savaş lordumuzun bu büyük oğlunun, savaş sırasında barış yapmaya çalıştığı için kendi askerleri tarafından öldürüldüğünü öğreniyoruz bölümün sonunda.
Köydeki ahırı yeniden inşa ederlerken Darius, Troya'daki savaştan kaçıp, barış ve huzur içinde yaşamaya geldiklerini söylüyor. Troya Savaşı genellikle mitolojik bir hikaye olarak görülmüş olsa da yapılan araştırmalar sonucunda Troya kentinin VII.tabakasındaki yangın ve yıkım izlerinin bu savaş anlatısına ilham olmuş olabilecek bir savaşın izleri olduğunu söyleyebiliriz. Troya'nın bu tabakası geç bronz çağına, milattan önce yaklaşık 1300lerden 950 civarına tarihlendiriliyor. Yani Darius ve ailesi bu savaştan kaçıp, Yunan anakarasına gelmişse bu bölümdeki hikayemizin M.Ö.950 civarında geçtiğini söylemeliyiz. Ancak karakterlerden birisinin de M.Ö.387'de anlaşma ile sona eren Korinth Savaşı'nda öldüğünü öğrendiğimiz için neresinden tutsak elimizde kalıyor kronoloji.
Geneline baktığımızda kronolojik olarak bir yere oturtamadığımız ama coğrafi olarak mantıklı giden, ortalamanın altındaki bir Xena bölümü Chariots of War. Ama mitolojik öyküler ve kahramanlar açısından oldukça doyurucu.

23 Ocak 2023 Pazartesi

Xena ile Mitoloji Saati 5 : Xena:TWP 101 - Sins of the Past


Mitoloji Saatlerimizin bu beşincisinde nihayet asıl Xena bölümlerine gelebildik. 4 Eylül 1995'te yayınlanan "Sins of The Past", adından da anlayabileceğimiz gibi geçmişinin günahlarıyla yüzleşen bir Xena gösteriyor bize. Aslında bu bölüm, toptan hikayesiyle, elementleriyle bize koca bir Xena evreninin asıl dayandığı temeli özetliyor. Doğup, büyüdüğü kasabadan/köyden ayrılıp, bir savaş lordu olarak geçirdiği yıllardaki halinden sıyrılmaya ve günahlarının bedelini ödemeye çalışan bir Xena. Kendini günahlarından arındırdıkça değişen, kendisi değiştikçe dünyayı da değiştiren bir Xena. Ve o Xena'nın, kendi hikayesinin bile önüne geçebilecek kadar büyüyen yol arkadaşı, dostu, ailesi olan bir Gabriel. Ama oraya geleceğiz. Durun.

En son Hercules'in ilk sezonunun finalinde, atına atlayıp, yavaşça uzaklaşırken izlediğimiz Xena'yı bu bölümün başında tepe bayır, atı Argo ile yol alırken buluyoruz. Yakılıp yıkılmış bir köye rastlıyor, Antik Yunan'da her an birileri bir yere saldırmış olabilir çünkü, bu insanlar nasıl gündelik hayatlarına devam edebiliyor belli değil. Neyse, Xena yıkıntılar arasında bir çocuğa denk geliyor, çocuk burayı savaşçı prenses Xena'nın yıktığını yaktığını söyleyince eski günahkarımız yeniden tövbeye başlıyor. Tüm zırhını, silahlarını çıkarıp toprağa gömüyor ve yola öyle devam ediyor. Ama dedik ya burası antik dünya, burada her an birisi hıırrrr diyerek birilerinin üstüne atlıyor. Nitekim Xena bu şekil 90'lar büstiyerle dolaşma modasına geçmişken başka bir köye saldırıldığını, oradaki kızların götürülmeye çalışıldığını görüyor. Tabiki müdahale ediyor, ancak büstiyerle çok zor. Bu aşamada Xena, günahlarından kurtulma ile ilgili ilk dersini alıyor. İyilik de yapacaksan silahınla, zırhınla ve kendin olarak yapacaksın. Bundan sonraki 6 sezon boyunca da bu derse göre davranıyor.


Xena yerdeki silahlarını kuşanıp, bir şekilde köylüleri bu saldırganlardan kurtarırken kendisi de, biz de Gabriel ile tanışmış oluyoruz. Bu minik köyde karşılaştığımız pembe yanaklı, geveze kız sonradan hem Xena için hem de bizim için öyle bir önemli olacak ve kendi başına öyle kocaman bir hikaye anlatacak ki bize, hayal edemiyoruz. Evet, bu Xena'nın dizisi. Ama kötü taraftan günahlarını tek tek ödeyerek iyi tarafa geçmeye çabalayan bir savaşçının hikayesinin yanında, ufak bir köyden saf hayat dolu bir genç kızın da adım adım, mücadele ede ede, hayal ettiği hayatı yaşayabilmek için çıktığı yolda değişmesinin, gelişmesinin, büyümesinin de hikayesi. Aslında objektif olarak baktığımızda, hikaye anlatıcılığı açısından bu belki de daha çok Gabrielle'in hikayesi. Çünkü Xena'yı 134 bölüm boyunca hemen hemen hep aynı karakter olarak izliyoruz. Hep geçmişine dair hikayelerle çözülmeler yaşıyoruz. Oysa Gabrielle, çok farklı bir karakterden çok daha başka bir şeye dönüşüyor tüm bu süre boyunca. Ve bunu, izlediğimiz hikayelerde yaşadığı şeylerle başarıyor. Geçmişinden getirmiyor, kendine gelecek oluşturuyor. Bunu şimdi, bu yaşımda görebiliyorum. Ama küçükken çok gıcık olurdum Gabrielle karakterine. Keşke hep Xena'yı izlesem diye bakardım ekrana. Demek ki çocukken, gerçekten de bir şeyleri anlayamıyormuşuz.


Gabrielle'in köyünde yaralarını sardıran Xena'yı köylüler tabiki ardından köylerinden kovuyor, çünkü ünü dört bir yana nam salan savaşçı prenses bu. Bu sırada Gabrielle'in köyünün resmen sazlardan yapılma, üflesek yıkılacak evlerden ibaret olduğunu fark edip, buradan neden kaçmaya çalıştığını da anlıyoruz (şaka şaka, ama cidden prodüksiyon açısından bakıldığında sanki zerre önem vermemişler ile bilerek bu kadar acınası yapmışlar'ın arasında bir yerde Gabrielle'in evi). Annesi babası ve kız kardeşi Lila ile tanışıyoruz. Bir de nişanlısı Perdicus ile kısa bir tanışma yaşıyoruz ki yanlış hatırlamıyorsam sonraki bir zaman yine karşılaşacağız onunla. Bu ilk tanışmada Gabrielle'in, köyündeki diğer normal antik dünya insanlarından farklı olduğu için uyum sağlayamadığını anlıyoruz. O, hikayeler dinlemekten, anlatmaktan, gezip görmekten, keşfetmekten hoşlanıyor. Ömrü boyunca bir köyde kalıp, çiftçilik yapmak, kendisine uygun görülen adamla evlenip, çocuk yapmak istemiyor. Xena'nın peşine takılıyor bu dürtüyle Gabrielle, maceralara atılabilmesinin tek yolu bu çünkü.


Bu arada köye saldıran adamların, Xena'nın eski romantikliklerinden/savaştıklarından Draco'nun adamları olduğunu öğreniyoruz. Xena gidip Draco'yla samimi bir konuşma yapıp, saldırma o köye benim güzel gözlerimin hatrına diyor. Ama bu bir savaş lordu, Draco aksine hırs yapıp, Xena'nın köyüne saldırmaya karar veriyor. Xena ise önce her şeyden habersiz köyüne doğru yola koyuluyor. Çünkü öğreniyoruz ki Hercules'in sonunda Xena şöyle karar vermiş: Köyüme döneyim, annemden köylülerden özür dileyeyim, oturayım uslu uslu. Xena'nın köyü Amphipolis'e Draco saldırınca da Xena köyünü savunmak için kolları sıvıyor haliyle. Böylece tüm dizideki en ikonik dövüş sahnelerinden birini izleme şansımız oluyor: Önce bambu direklerin, ardından insanların kafaları ve omuzlarının üzerinde gerçekleşen Xena ile Draco arasındaki teke tek dövüş. Sonunda tüm bir bölüm içinde, tüm bir Xena hikayesi boyunca bize neyi anlatacaklarını özetlemiş olduktan sonra, Xena ve Gabrielle yepyeni bir yolculuğa başlıyorlar.

Siyah figürlü krater üzerinde sağda Hector, solda Achilleus
Yaklaşık M.Ö.490-460
British Museum'dan


Bu bölümde önceki izlediğimiz Hercules sezon finaline göre biraz daha Antik Yunan'dan, mitolojiden öğeler bulabilir haldeyiz. Mitolojideki gerçek hikayeleriyle alakasız olarak karşılaşsak da. İlk karşılaştığımız isim Hector. Gabrielle'in köyüne saldıran adamların başında böyle bir karakter var. Draco'nun sağ kolu gibi bir şey, bu bölümde amacına hizmet edip, ölüyor. Hector ismi "ἕκτωρ" kelimesinden türemiş, anlamı sıkı tutmak. Bu kelime de aslında "ἔχω" kelimesinden türemiş, echo gibi okunan bu kelimenin anlamı ise - tahmin edin ne - tutmak, sahip olmak. Troya Savaşı'nın asil kahramanı, Troya kralı Priamos ile Hekabe'nin oğlu, cesur prens Hector'un isminin tutmaktan türemiş olması mantıklı aslında. Çünkü Hector sayesinde, Hector'un Achilleus'u tutması, oyalaması sayesinde Troya biraz daha dayanabilmiş, savaş uzamıştı.

İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki İskender Lahdi'ndeki
karakterlerden biri, Perdiccas olabilir denileni.

Sonraki adımda Gabrielle'in kız kardeşi Lila ile tanışıyoruz. Leila isminin bir değiştirilmişi bu. Değişik yazılmışı yani. Ki bu da - evet doğru tahmin - Arapça gece anlamına gelen Layla'dan çarpılmış. Kız kardeşinin nispeten koyu saçları ve lacivert gözlerine uyumlu bir isim olmuş. Hemen orada Gabrielle'in nişanlısı Perdicus geliyor. Mitolojide değil ama tarihte Perdiccas olarak yazılan bu isim, Büyük İskender'in generallerinden birine ait (meşhurluk açısından). İskender'in ölümünün ardından ortalıkta dolaşan generallerin aslında ilk etapta en kuvvetlisiydi bu abi. İlk başta imparatorluk ordusunun başına geçmişti, ayrıca varissiz ölen İskender'in koca imparatorluğunun da ilk vekaleten yöneticisiydi. Haliyle tüm imparatorluğu ve gücü tek elde, kendi elinde toplamaya karar verince de diğer generaller buna karşı birleşip, vay sen misin bir akıllı diyerek savaşa tutuştu bununla (tek sebep bu değil tabi bir şeyler bir şeyler ama anlatmaya başlayınca susmuyorum). En son bizim dombili Ptolemy, Mısır'daki rahat koltuğundan nanik nanik yapınca, Perdiccas hışımla Mısır'a yürüdü. Ama işte kader ağlarını yine örmüştü, askerleri isyan etti ve koskoca Perdiccas'ı öldürüverdi.

Xena'nın eskisilerinden savaşçı Draco'nun ismi ise dizideki karakterine az buçuk yakışır bir anlam taşıyor. Yunanca Drakon'dan türemiş, bu kelimeyi de biliyorsunuz, yılan ya da büyük deniz yılanı demek, bu yüzyılda daha çok ejderhalar için kullanılsa da. Aslında kökündeki "derk" görmek demekmiş, bu hayvanın ölümcül bakışlara sahip olmasına atıfta bulunur gibi. Aslında Eski Yunan'da M.Ö.7.yy.da yaşamış pek ünlü bir kanun koyucu var bu isimde. Atina şehir devleti vatandaşlarınca demokratik bir şekilde seçilmiş, ilk kanun koyucu. Drakon'un yasaları ilk etapta karman çorman bir şekilde ilerleyen kanunsuz ortama yeni bir soluk, bir düzen getirmiş olsa da sonradan oldukça katı ve sert oldukları fark edildiği için sonraki zamanlarda ismiyle de bağdaşmış bu katılık. Kanla yazıldığı hakkında acı acı insanları öksürten bu kanunları daha sonraki yüzyılda gelen Solon alabildiğine yumuşatmış mesela.


Xena'nın köyü Amphipolis'e doğru ilerlerken geçtiği köprünün bulunduğu yer dizide Strymon Geçidi olarak adlandırılmış. Amphipolis tarihte yer alan gerçek bir Yunan şehri. Günümüzde Orta Makedonya'da yer alıyor. Edoni ismi verilen halkın yerleştiği şehir, M.Ö.437'de kurulup, en son M.S.8.yy.da terk edilmiş. Orijinalinde bir Atina kolonisi olarak geçiyor. Günümüzde Roma dönemine ait yerleşimi hala görülebilir durumda. 2012 yılında burada, Yunanistan'ın en büyük mezar höyüğü bulunmuştu (burial mound'u nasıl çeviriyorduk ya?). O zamanlar nasıl heyecanla baktığımı hatırlıyorum bu habere.

İşte bakın Xena'nın geçtiği köprü :)

Amphipolis şehri, Strymon nehrinin doğusunda yer alan yüksekçe bir plato üzerine kuruluymuş. Strymon Nehri, Ege Denizi'nden yaklaşık 3 metre yukarıda yer alan Cercinitis Gölü'nden doğuyor. Strymon Nehri'nin üstündeki tahta köprü, tarihçi Thucydides tarafından da bahsedilmiş bir şey ancak tabi dizide oldukça sallapati minik bir köprü olarak görünüyor. Dizide öylece hiçliğin ortasında kendi halinde bir köprü ama tarihte aslında şehir ve Makedonya toprakları için oldukça stratejik bir öneme sahip bir köprü. Mitolojide ise Strymon tabiki bir nehir tanrısının ismi. Babası Okeanos, annesi Tethys.

Polyphemus ile Galatei moziği, sağdaki meşhur cyclopeslerden Polyphemus
Mozaik şu an Cordoba'daki Alcazar de Los Reyes Cristianos'ta sergileniyor


Xena bu köprüyü geçince bir Cyclops ile karşı karşıya kalıyor. Onu da geçmişindeki dark side günlerinden bildiğini öğreniyoruz, köprüyü geçen insanları yiyen Cyclops'un var olan tek gözünü kör etmiş zamanında Xena. Cyclops (şimdi bunun tekil mi çoğul mu yazılışı olduğuna karar veredim, ya da direkt normal yazılışı bu olabilir miydi acaba, neyse) Yunan mitolojisinde pek çok yerde, pek çok şekilde geçen karakterlerden. Ben en iyisi Kikloplar diyeyim bundan sonra. Hah işte bir anlatıya göre Kikloplar 3 tane. Yuvarlak gözlü devler. Babaları Ouranos, anneleri Gaia. Yani gökkubbe babaları, toprak ana anneleri. İsimleri Arges, Steropes, and Brontes olan bu devler, titan soyuna ait sayılıyor ve tek gözleri var alınlarında. Babaları bunları doğar doğmaz Tartarus'a yani dünyanın merkezine gönderiyor. Anneleri tarafından kurtarılıp, titanların savaşında titan Cronus'a yardım ediyorlar. Çünkü Tartarus'ta ellerinde çekiçlerle ateşte maden dövüp, bir şeyler şekillendirmek asıl yetenekleri. Cronus da savaştan sonra bunları yine Tartarus'a geri yolluyor. Sanırım çirkinleri bu dünyada kimse sevmiyor. Bir de her savaşa girişen gelip bunları çağırıyor. Zeus da Titanlara karşı savaşında Kiklop dostlarımızdan yardım alıyor. Ama Zeus sözünde duruyor, bu sefer yeryüzüne çıkıyorlar. Buna karşılık Kikloplar da Zeus'a o ünlü şimşeğini, Hermes'e meşhur kaskını (başlık aslında da kask diyelim), Poseidon'a üç başlı asasını hediye ediyor. Başka başka anlatılarda Sicilya'da yaşayan, insan yiyen, civar köylerin mahsüllerini cukkalayan, kimseyi sallamayan canavarlar olarak geçiyorlar. bu 3 tane Kiklopun oğulları olarak geçenler ve başkaları da var tabi.

Oedipus ile Sfenks'i gösteren bir kırmızı figürlü Attika kylix'i. Vatikan'da şu an.

Gabrielle, Xena'nın peşine düşmüş, onun haberi olmadan Amphipolis'e doğru gitmeye çalışırken yolda bir nevi otostop çekip, yaşlı bir çiftçinin at arabasına atlıyor. Bu yaşlı adamla Thebes kralı Oedipus'un muhabbetini ediyorlar. Daha doğru Gabrielle, Sofokles'in Kral Oedipus oyununa atıfta bulunuyor. Oyunu bir şiir gibi okuyabileceğini söylüyor ama yaşlı adam daha bilgili çıkıyor. Oedipus'un krallığı zamanında Thebai'de yaşadığını ve asıl gerçekleri anlatabileceğini söylüyor. Sofokles'in bu oyunu M.Ö.429 yılında ilk defa sahnelenmiş bir oyun, her ne kadar kral ve olaylar mitolojik olsa da. Oedipus'un hikayesini duymayan yoktur gibime geliyor (yoksa var mı?!). Hani şu psikolojide yüzyıllar sonra bir komplekse adını veren hikaye. Thebai kralı Laius, lanetlendiği için bir kehanet ortaya çıkar: Oğlu, büyüyecek ve babasını öldürüp, annesi ile evlenecek ve kral olacaktır. Bunun üzerine yeni doğmuş Oedipus'u bir hizmetçine verir, götür ormanda ölmeye bırak der. Ancak hizmetçi minik bebeğe acır ve onu başka bir çobana verir. Bu çoban da bebeği, çocuğu olmayan Corinth kralı ve kraliçesine verir. Öz oğulları gibi yetiştirip, bakarlar Oedipus'a bu kral ve kraliçe. Ancak günün birinde bir şölende genç Oedipus evlatlık olduğundan şüphelenip, yolları düşer. Delphi'deki kahinden anne babasını öldüreceğini öğrenince zanneder ki kendini yetiştiren, sevdiği kral ve kraliçenin ölümüne sebep olacak. Buna engel olmak için kaçar. Thebai'ye doğru giderken yaşlı bir adamla takışır ve birbirlerine saldırmaları sonucu Oedipus, yaşlı adamı öldürür. Daha sonra şehre musallat olan bilmececi Sfenks'i alt edip, şehri ondan kurtardığı için dul kraliçe ile evlenip, Thebai kralı olur. Ancak yıllar yıllar sonra - yine uzun bir hikayesi var bunun da - üzerindeki kehaneti öğrenir. Öz annesi ile evlenip, 4 çocuk yapmış olduğunu fark ettiğinde ortalık alev alır tabi. Zavallı kraliçe kendini öldürür, Oedipus kendi gözlerini kör eder ve kızı Antigone'nin rehberliğinde kendini bir derviş gibi yeniden yollara atar.

Oedipus'un hikayesi buradan sonra da baya bir devam ediyor, oğulları ve kızlarının da dahil olduğu baya maceralar var. Hatta Hercules:TLJ'nin 6.sezonundaki "Rebel With A Cause" bölümünde de geçiyor bir kısmı. Neyse elimden geldiğince kısaltarak anlattım, çünkü hafta başından beri bu yazıyı yazıyorum. Ama gene bitmedi, bahsedeceğimiz birkaç karakter daha var.

Bu da Cyrene moziği olabilir ama Cezayir'den olmasının dışında bir bilgi bulamadım

Xena'nın annesinin isminin Cyrene olduğunu da öğreniyoruz bu bölümde. Mitolojide Teselya prensesi olan Cyrene, sonradan da Kuzey Afrika'daki bir şehir olan Cyrene'nin kraliçesi olmuş. Şehre tabiki onun adını verip, kuran tanrı Apollo.  Apollo durup dururken adına şehir kurmamış, iki çocukları var: Aristaeus ve Idmon. Oldukça cesur bir avcı olarak geçiyor Cyrene ayrıca. Tanrıça Artemis'le dolaşan, aslanlarla güreşen bir kadın. Bu cesurluğundan cevvalliğinden etkilenen Apollo tabiki gelinim olacaksın deyip, hoop gelini yapıyor Cyrene'yi. Çocuklar doğduktan sonra da nymph yapıyor ki uzuuuun uzuun yaşasın. Daha da ilginci Ares'ten de bir oğlu var Cyrene'nin, Diomedes. Neyse o konulara girmeyelim.

Bu bölümü şimdilik burada keselim, çünkü önümüzde 133 bölüm daha var.

9 Ocak 2023 Pazartesi

Xena ile Mitoloji Saati 4 : Hercules:TLJ 113 - Unchained Heart

 Yepisyeni bir Xena ile Mitoloji Saati'ne hoşgeldiniz! Yine hevesle başlayıp, 4 yazı yazdıktan sonra tozlu raflarda unuttuğum bir proje daha. Evet biliyorum ama çok kötü bir zamana denk getirmişim başlarken. 15 Ocak 2020'de şu yazı ile başlamıştım. Temelde Xena bölümlerini izleyip, her bölümdeki konuyu, maceraları, karakterleri mitoloji ve tarihteki/arkeolojideki yerlerine göre inceleyecektik. Başlamaya karar verdiğimde pandemi yoktu, lazer ameliyatı olacaktım ama beni çok zorlamaz diyordum. Gene de şubatta ikinci yazıyı - Xena ile Mitoloji Saati 1 : Hercules and The Amazon Women (1994) - yazabilmişim. Bir ay sonra pandeminin hayatımızı allak bullak edeceğini ve evlere gönderileceğimizi bilmiyordum. Sonraki bölümler Xena ile Mitoloji Saati 2 : Hercules:TLJ 109 - The Warrior Princess ve Xena ile Mitoloji Saati 3 : Hercules:TLJ 112 - The Gauntlet'i nisanda yazdıktan sonra sanırım kafayı yemiş olabilirim. Evdeydim, evden çalışıyordum. Tüm sistemi evden çalışma üzerine kurmaya çalıştığımız için işler arap saçına dönmüştü, sabahın köründen geceye kadar bilgisayar başında iş yapıyordum. Bir iki ay sonra da annemin ameliyat işi çıktığından 2020 öylece bitivermişti. Ben de Xena'yı ve Mitoloji Saati'ni unutup gitmişim. Sonunda devam edebiliyorum. Umarım :)


En son Hercules:The Legendary Journeys dizisinin ilk sezonunun 9.bölümünde Xena'nın değişim hikayesine tanık olmuştuk. O bölümün sonunda Xena, Hercules'in peşine takılıp, bundan sonra hayatında ne yapacağına dair düşüncelere dalmıştı. Aradan geçen birkaç bölümden sonra sezon finalinde Xena'yı Hercules ile otururken buluyoruz. Yanlarında da eski dostumuz Salmoneus var (ondan The Gauntlet bölümünde bahsetmiştim). Salmoneus bu bölümde Hercules'in biyografisini yazmaya heves ediyor. Hercules'in kankası Iolaus'un bölümün başında nerede olduğunu bilemiyorum, önceki bölümleri izlemediğim için ama o da sonradan katılıyor maceraya ve evet, The Warrior Princess bölümünde yaşananlardan ötürü Xena'ya çok pis nefret dolu (Hercules'i öldürüp, şan şöhret kazanıp, ordumu geri alacağım diye Iolaus'u kendine aşık etmiş ve ben iyi biriyim artık diye kandırmıştı). O bölümün sonunda Ares'in (savaş tanrısı olarak ne menem olduğundan yine bahsetmiştim bir önceki yazıda), Darphus'u diriltip, kötülüklere saldığını görmüştük. Darphus, kötü savaşçı kişiliğindeki Xena'nın sağ kolu olan manyaktı hatırlarsanız. Yeniden dirilmiş, üstüne bir de oklarla kılıçla falan öldürülemeyen Darphus, bu bölümde yine köyleri yakıp yıkıyor peşindeki adamlarla. Ve kaçırdığı köylüleri de Ares'in kötücül yaratığı Graegus'u beslemek için kullanıyor. Hedefinde Elysia isimli, elmas madeni olan bir köy var. Yolda saldırdığı köylülerle de Xena ve Hercules'e haber salıyor, ben dirildim, gelin sizi yiyeyim diye. Kahramanlarımız Hercules, Iolaus, Xena ve Salmoneus maceralara atılıp, sonunda Darphus'u ve ordusunu yenip, köyleri kurtarıyorlar.


Bu bölümün ilk taslağında esasında Xena karakteri ölüyormuş bu arada. Ancak bakmışlar hem çok sevilmiş, hem de bitirmeye karar verilen başka bir dizinin yerine bir dizi lazım olmuş, eh o zaman bir de bunu deneyelim demişler. Bölümün ortalarında zorlama bir Hercules-Xena aşkının tanıştırılmasına ve tarihin en kötü CGI'ına sahip bir yaratığı barındırmasına rağmen bölüm ortalama bir şekilde tamamlanıp, bir efsanenin doğuşunu çok güzel hazırlamış oluyor son sahnesiyle. Sonunda geçmişinin bağını temizleyen Xena, Hercules'e, bölüme ismini veren cümleyi söylüyor: "you unchained my heart". Ardından insanı heyecanlandıran o "goodbye" ve yarım gülüş geliyor, Xena atına atlayıp uzaklaşıyor.

CGI kötü olabilir ama makyaj ve kostüm ekibi 5 maaş ikramiyeyi hak ediyormuş o yıllarda. 

Mitoloji tarafına gelirsek ise bu bölümde ilk defa karşılaştığımız elmas madeni Elysia köyü ve Ares'in canavarı Graegus'u raflarda aramaya çıkıyoruz. Bulabildiğim kadarıyla Elysia isminde bir köy yok eskiden Yunanların yaşadığı yerlerde. Buna en yakın isim Elysium ki onu da mitolojiden duymadıysanız filmden duymuşsunuzdur. 2013 yapımı, Matt Damon ve Jodie Foster'lı filmde de ismin asıl anlamından esinlenilmiş olabilecek bir hikaye vardı. Elysium mitolojide yeryüzünün batı yakasında yer alan bir tür cennet. Elysian düzlükleri de denen bu cennete ilk anlatılarda kahramanlar falan gidebilirken, sonradan tanrılar da dahil olmak üzere şimdiki gibi cenneti hak eden pek çok Yunanın gittiği söylenmeye başlıyor. Hades'in yönettiği yeraltı dünyasının tersine burası ölümün asla tadılmayacağı, sonsuza dek haz içinde yaşanılacak bir yer. Elmas madeni ise kuzeydoğu Yunanistan'da bulunan bir maden. Ama buralarda antik dönemde madenciliğinin yapılıp yapılmadığını bilemiyorum. Elmas, mitolojide pek çok yerde geçiyor oysa. Cronus, annesi Gaia tarafından kendisine verilen elmastan sert bir orak kullanarak babası Uranüs'ü hadım ediyor mesela. Kahraman Perseus da Gorgon Medusa'nın uyurken başını kesmek için elmastan bir orak veya kılıç kullanıyor.

Platon, elmasların taşlarda bedenlenmiş yaşayan göksel ruhlar olduklarını öne sürmüştü ayrıca. Yunan halkı, elmasların tanrıların gözyaşları veya düşen yıldızların parçaları olduğuna inanıyormuş mesela. Yıldızların da tanrılar Eos ve Astraios'un çocukları olduğuna inanıldığından, elmaslar otomatik olarak tanrısal şeyler oluyor.

Bakın 1994 senesi CGI


Ares'in savaş köpeği Graegus'un mitolojideki pek çok yer altı canavarından esinlendiği ortada. Ares'in simge hayvanı akbabalar. Yine de kelimenin orijinine bakarsak Graecus'tan senaristlerin uydurmuş olabileceğini varsayıyorum. Graecus, mitolojide Pandora ile Zeus'un oğlu. Buradaki Pandora, öbür meşhur kutuyu açan Pandora'nın torunu. Bu Pandora'nın kız kardeşi Hellen'in çocuklarının Yunan (Hellen) ulusunu oluşturan kabilelerin başı olduğuna inanılıyor mitolojide. Akrabalık ilişkileri mitolojide en deli konu. Ares'e insan kurban etme ritüeli gibi bir şey de yok şimdilik bilindiği kadarıyla. Ancak inek veya horoz gibi hayvanların kurban edilmesi var.

Bir gün Ares'in acımasız insan yiyen canavarlarıyla
 karşı karşıya kalırsanız unutmayın, bu şekilde savaşıyoruz.

Görüntülerinin döneminin tüm özelliğini yansıtır şekilde kötü olmasının yanı sıra, hikayesinin de biraz zorlama olması insanı sıkabiliyor tüm bölüme genel olarak baktığımızda. Hem Hercules'in ilk sezonu olduğu için her şey oturmaya çalışıyor, hem de Xena'yı oynayan Lucy Lawless karaktere girmeye çalışıyor. Mesela atından inmiş, yaya bir halde köye saldıran adamların üstüne koşan bir Xena var, sert bir ifadeyle korkutucu bir şekilde koşmaya başlıyor, tam kahkaha atacaktım. Neyse ki o anda o muhteşem fon müziği girdi de tüylerim diken diken oldu. Tüm bunlarla birlikte mitoloji adına da pek bir şey içermeyen bölümün tek özelliği, benim için, Xena'nın kendi hikayesine anlaşılır bir "closure"la uğurlanmış olması.

Daha istikrarlı olabildiğimiz (olabildiğim) bir yıl olsun çocuklar, asıl Xena bölümlerinde görüşürüz!

11 Nisan 2020 Cumartesi

Xena ile Mitoloji Saati 3 : Hercules:TLJ 112 - The Gauntlet


Ve en sevdiğim Xena hikayelerinden biri ile birlikteyiz: The Gauntlet. Hercules:TLJ'nin 1.sezonunun 12.bölümü, 1 Mayıs 1995'te yayınlanan The Gauntlet hikayesi. Bir Hercules bölümü ama bence tam bir Xena bölümü, yani Xena'nın ilk sezonunun ilk bölümü de olabilirmiş pekala, öyle bir bölüm bu. Bölüme verilen isim, tam olarak anlatıyor durumu aslında, "undergo the military punishment of receiving blows while running between two rows of men with sticks." diye çevirmiş google. Tam olarak da bu şekilde, tv tarihindeki en ikonik sahnelerden birini izliyoruz hikayenin bir noktasında. Xena, o kocaman görkemli savaşçı prenses, kendi adamlarının oluşturduğu bir ceza yolunu yürümeye başlıyor. Ama oraya gelmeden bahsedeceğimiz başka şeyler var.


Hikayemiz Xena ve acımasız ordusu (ordu dediğimiz taş çatlasın 50-60 tane çirkin adam, antik zamanların çapına göre düşünün yani) başka bir köyü daha yağmalamışken başlıyor. Xena yine sert, yine acımasız, diğer bölümde tanıştığımız büyük savaşçı. Ama bu sefer ufak tefek merhamet kırıntıları görüyoruz gözlerinde. O bunu daha çok bir onurlu savaşçı kuralı olarak görüyor. Köyleri yağmalıyorlar, yakıp yıkıyorlar ama Xena bunu daha çok ele geçirmek olarak görüyor, "savaş" olarak görüyor. Bu yüzden kadınlara ve çocuklara dokunmadığını öğreniyoruz. Önceki bölümde bunu görme şansımız olmamıştı, o bölümde erkeklerle karşılaşmıştı hep.
Öte yandan bu hikayede ikinci adamı Darphus, tam bir vahşi. Xena'ya dikleniyor, önüne gelen her köyü yakıp yıkma, çocukları bile yok etme güdüsüyle esiyor gürlüyor. Önlerinde bir harita var. Batıya doğru incelerek uzanan bir burna sahip bir yarımada gibi görünüyor kabaca, buradaki köyleri yağmalayarak kuzeye doğru gideceklerini öğreniyoruz. Açıkçası bu harita ile antik yunan şehirleri haritası arasında bir benzerlik bulamadım.
Neyse, Darphus bir fırsatını bulup, adamlarla birlikte batıdaki bir köye saldırıyor. Dümdüz ediyorlar, tek bir çocuk bile sağ kalmıyor. Sonradan gelen Xena, Darphus tam bir bebeği öldürtecekken engel oluyor. Tabi lan sen kimsin de benim lafımı dinlemiyorsun diye Darphus'a çıkışıyor. Bunun üzerine ikisi arasında kavga çıkıyor ama Darphus, adamları da arkasına alıp, Xena'yı "gauntlet"e sokuyor. Askerler arasında bir cezalandırma şekli bu, iki yana dizilmiş eli sopalı adamların arasından yürümen gerekiyor. Bundan sağ çıkan daha önce olmamışken, Xena üstündeki tüm zırhlardan arındırıldıktan sonra, yürümeye başlıyor. Ve işte o bahsettiğim sahne başlıyor, arkadan o muhteşem müzikle birlikte (Joseph LoDuca'nın bölüm için bestelediği şarkı). Tüylerimiz diken diken, Xena ile birlikte yürüyoruz. Kasılarak başladığı gauntlet'in ortalarında dayak yemeye ve dayak atmaya başlıyor Xena. En son bitiş çizgisine gelmişken düşüyor yere ama yine de kalkıyor ayağa, çünkü o Xena. Ve gauntlet'ten sağ çıkan ilk savaşçı olarak sürgüne gönderiliyor.


Hikayenin diğer yanında ise Hercules'in kuzeni ile tanışıyoruz, Iloran (aynı oyuncu daha sonra pek çok Hercules bölümünde daha yer almıştı, Iolaus'un gençliğini bile oynadı. Ama siz belki Hobbit'in Fili'si olarak göz ucuyla tanıyabilirsiniz). Iloran'ın annesinin yaşadığı Parthus isimli köye saldıracakları için Xena'nın adamları, Hercules ile yola koyuluyorlar. Bu sırada gereksiz Iolaus ortada yok bu bölüm boyunca, nerede bilmiyoruz.
Ayrıca eski dostumuz Salmoneus ile beraberiz bu bölümde. Hercules'in önceki bölümlerinde çokça yer alan Salmoneus daha sonra Xena'da da fazlasıyla görünecek. Cin fikirli, komik bir amcadır kendisi, nitekim Xena'yı eğlendirdiği için yaşamasına izin veriliyor. Xena'nın bu "dönüşüm" hikayesinin de önemli bir parçası oluyor Salmoneus, ondaki iyilik pırıltılarını görüp, herkesi ikna etmeye çalışıyor. Küçükken çok sinir olurdum bu karaktere, öff yine çıktı bu derdim. Artık hiç de öyle görünmüyor gözüme, hikayelere hizmetini anlayabiliyorum. Demek ki insan hakikaten de büyüyebiliyormuş.


Sonunda köyün savunmasında Xena, Hercules ve diğerlerine katılıyor. En son pislik adam Darphus'u da öldürüp, kurtardığı bebeği babasına teslim ederek bir anlamda dark side'dan bu yana geçişini tamamlamış gibi oluyor. Hercules de soruyor bizim gibi "what now?". Ordundan kovuldun, ordun dağıldı, kötü adamı öldürdün, iyilerin yanında durdun, ee peki? Birlikte bakalım mı diyor Xena, Hercules'e. Hımm ne gelecek acaba diyoruz. Ama o noktada Ares hazır. Darphus'u zombi gibi dirilterek, pek kötü bir efektle, win93 ile yapmışız gibi duran bir canavarla birlikte Hercules'in peşine takıyor. Oha resmen tüm bölümü sahne sahne anlattım ya. Ne yaptım ben ya? Hay allahım. Neyse, bu bölümü çok sevmeme verin artık.
Peki bu bölümde mitoloji dersimiz için nelerle karşılaşmış olduk böylece? Öncelikle olaylar "The Warrior Princess" bölümünde geçen yerin baya bir kuzeyinde geçiyor. Çünkü Hercules'den yardım istemeye gelen kuzeni Iloran'ın annesinin Parthus köyünde yaşadığını öğreniyoruz. Xena'nın ordusu da en son o köye saldırıyor. Parthus, antik yunanda gerçekten de yer alan bir yerleşim. Kuzeyde, günümüzde Arnavutluk'un içinde kalıyor. O zamanlar ise Iliyra bölgesi olarak geçen bir yerde. Iliyralı insanların yaşadığı bir yer yani. Bölümde bu bölgeden Parthian Province olarak söz ediliyor ama bu kullanım yanlış. Çünkü "Parthian" olarak daha sonra tarihte yer alacak bölge günümüz İran'ında. Hakikaten de Parthava-Parsia-Persia olarak izini sürebileceğimiz (Britannica'ya göre) şekilde, sonraları Pers İmparatorluğu olacak yer yani. Oysa burada Parthini olarak bahsedilmesi daha doğru bu haritamızdaki yerin.
The Warrior Princess'te aşağıdaki işaretlediğim yerdeydik, bu bölümde yukarıdakinde.
(haritayı Ancient-Greece.Org'dan aldım)

Bölgeden sonra elimizde Iloran, Salmoneus, Spiros (bebeğin kurtarıldığı köyden bir adam-bebeğin babası), Darphus gibi isimler var. Salmoneus mitolojide oldukça önemli bir isim sayılabilir. Soyundan gelenler birçok hikayede karşımıza çıkıyor çünkü. Kendisi ise Thessalia kralı Aeolus'un 7 oğlundan biri. Thessalia dediğim yer bu yukarıdaki haritadaki iki işaretimin tam ortasına denk gelen yerin doğusu oluyor. Hah işte bu mitolojideki Salmoneus, yanına insanları katıp, aşağıya, haritada aşağıya koyduğum işaretin de olduğu yarımadanın güneydoğusunu oluşturan yere iniyor. Buraya Pelopennose deniyor, şimdilerin Mora'sı hani. Burada bir nevi kolonistler gibi yerleşiyorlar, Salmoneus da kral oluyor Salmone ismini verdiği şehre. Ama pek sinir bozucu, egoist bir kral. Aile ağacında bir dolu manyaklık var, oralara girmiyorum. Sadece şeyi diyeyim, Salmoneus'un kardeşi Sisyphus, mitolojide ders dolu hikayesiyle yer alır ve yanlış hatırlamıyorsam Xena bölümlerinde bir yerde bu isme rastlayacağız. Kral Salmoneus bir noktada artık milletten ay ben çok aşırı mükemmelim bana Zeus olarak tapınan falan filan diye isteklerde bulunup, iyice coşunca Zeus da sen misin bana şirk koşan bre kafir diyerek gazabına maruz bırakıyor. Tabi sonrası Tartarus'da (yer altı dünyası gibi bir şey diyelim şimdilik, buna da sonra pek rastlayacağız konuşuruz) sonsuz işkence.
Bölümün sonunda adını duyduğumuz tanrı ise Ares. Vuhuu. Ares. Savaş tanrısı. Tanrıların kralı ve kraliçesi, Zeus ile Hera'nın oğlu. Daha sonra özellikle Xena'nın sezonlar süren hikayesinde olaylara yön veren, ortalığı karıştıran, saç baş yoldurtan ama yine de Kevin Smith'in (allah rahmet eylesin diyelim) öyle mükemmel canlandırmasından ötürü bir türlü çek git diyemediğimiz Ares. Mitolojide koca bir kitabı doldurabilecek hikayeleriyle oku oku bitmeyen Ares, savaşın, kana susamışlığın, kavganın, cesaretin tanrısı. Yunan sanatında genellikle sakallı yetişkin bir adam ya da sakalsız genç bir adam olarak betimleniyor. Ama her zaman hep bir böyle savaşa hazır halde görünen miğferi olur. Ona özgü hayvanı ise yılan, bilmem bu size bir şey çağrıştırdı mı?
Neyse bu ders kendime engel olmazsam bitmeyecek. O yüzden bunu burada kesiyoruz. Önümüzde daha bir dolu ders var çünkü.

8 Nisan 2020 Çarşamba

Xena ile Mitoloji Saati 2 : Hercules:TLJ 109 - The Warrior Princess

Mitoloji dersimizin bu ikinci saatinde tam olarak Xena ile tanıştığımız Hercules:TLJ bölümünü ele alıyoruz. 13 Mart 1995'te yayınlanan, ilk sezonun 9.bölümü olan The Warrior Princess. Önce tabiki bölümde neler izlediğimize  bakacağız.
Dersin ilk saatindeki tv filminden sonra bunun gibi 4 film ve 8 tane de tv dizisi bölümü boyunca anlatılan Hercules ve Iolaus'un macerları hakkında bir fikrimiz yok. Bu bölümün hikayesi iki kafadarın gayet üstsüz ve hafiften terlemiş kararmış ama kasları tüm görkemleriyle gözümüze gözümüze sokulurken, kılıç (ya da hançer bilemiyorum ikisi ortasında bir boya sahip bir şeydi, herhalde Iolaus'un boyuna uygun kılıç) dövmeleriyle başlıyor (resmen kendimi Feriştah gibi oturmuş Mükremin'e fantazi anlatıyor gibi hissettim). Bu noktada alttan mesaj beynimize işliyor tabi, kılıç yaparken üstünü mutlaka çıkarman gerek. Neyse kankalıklarını pekiştiren bu sahnelerden sonra Iolaus'un ilk hikayede izlediğimiz evlenme macerasına ne olduğunu merak ediyoruz, çünkü eski bir tanıdığının evlenmiş olmasına ve bu dişiyi de kaçırmış olmasına hayıflanıyor. İlerleyen dakikalarda Hercules'in de karısı ve çocuklarını Hera yüzünden kaybettiğini öğreniyoruz.
Ve daha 3.dakikada savaşçı prensesimiz sahneye adım atıyor. Önce kendi halinde, kuyudan su almaya gelmiş bir kadın imajı çizerken, birden etrafındaki adamlar saldırmaya başlıyor. O da hepsini haklıyor tabi. Öğreniyoruz ki kendi savaşçılarıyla böyle fantazi antrenmanlar yapıyor prenses. Ve tek bir amacı var, Hercules'i bulup öldürmek. Buna niye kafayı taktığının altını pek doldurmaya çalışmamış hikaye ama herhalde Zeus'un oğlunu öldürüp, yenilmez olduğunu kanıtlamak ve dünyayı ele geçirmek istiyordur diyoruz.
Bu noktadan sonra Xena adım adım hain planını uygulamaya koyuyor. Bu tanıştığımız Xena istediğini elde etmek için her türlü yolu ve imkanı kullanan bir karakter, yalanın iftiranın bini bin para, acıması sıfır, kana susamış, acayip rol yapıyor ve her şeyi herkesi feda edebiliyor. Planı basitçe bizim gereksiz Iolaus'u kendine aşık edip, Hercules'le ikisini birbirine kırdırmak. Zaten bölüm boyunca çok yalnızım çok yalnızım diye Ted Mosby gibi dolanan Iolaus direkt kanıyor Xena'ya. İlmek ilmek işliyor bu egoist bücürün aklını Xena. Sonunda birbirine giriyor tabi kankalar. Xena ve adamlarının ortasında dövüşe tutuşuyorlar. Ama gözü o kadar dönmüş Iolaus'u konuşarak falan filan inandırmıyor Hercules. Birkaç dakika kıyasıya dövüşüyorlar, sonunda off doğru haklısın be kanka oluyor Iolaus ve sırt sırta verip, düşmana girişiyorlar. Sonraki 10 dakika hayatınızın en salak saçma dövüş sekansını izleyebilirsiniz. Hercules bir yanda bu sürenin tamamını sırtına enlemesine bir adamı almış olarak, etrafındakilere adamın bacakları ve kafasını savurarak geçirirken; Iolaus genelde adamlara sarılıp, yerde debelenmeyi seçiyor. En son hatta bir adam Iolaus'u bir atın sırtına yatırdı, at alabildiğine sakin öylece dururken ve Iolaus da sırt masajına gelmiş gibi uzanırken adam her iki saniyede bir pat pat diye Iolaus'un sol böbreğine yumruk savuruyordu. Küçükken bunları görmüyormuşum demek ki.
Tabi tüm adamlarının teker teker bu iki kafadar tarafından dövüldüğünü gören Xena bir dahaki sefere der gibi hıyaaa'layarak atını sürüp, uzaklaşıyor. Halbuki bizim bildiğimiz, sonra kendi dizisinde tanıyacağımız Xena hiçbir türlü bir kavgadan kaçmazdı diye düşünüyoruz. Bunu kötülüğüne veriyoruz önce, çünkü biliyoruz ki hep kötüler kaçar. Oysa Xena daha ilk karşılaştıklarında - benim de o yaşta duyduktan sonra tüm hayatım boyunca şaşmadan uygulayacağım - Gabriel'e ne tavsiye etmişti nasıl savaşçı olunacağına dair? Kaç. Tek kişiyse şaşırt kaç. İki kişiyse birbirine düşür ve yine kaç. Ve bu bölümdeki hikayemizde daha sonra binlerce kez duyacağımız ve tüylerimizi diken diken eden melodisi eşliğinde Xena enginliklere doğru atını sürüyor, daha sonra karşılaşacağımızdan emin bir halde.
Bu hikayede Xena ile tanıştığımızda etrafındaki eciş bücüş savaşçı-askerleri-erkekler ile birlikte, yıkık dökük, plastikten kalemsi gibi bir yerde yaşarken görüyoruz. O çok iyi bildiğimiz siyahlı metalli giysisi tam yok henüz, metallerin içinde ara ara görünüyor. Ve onun için de bizim için de pek önemli olan yoldaşı, atı Argo da henüz yok gibi. Çünkü sinsi planının parçası olarak bindiği atın bacağına vuruyor Xena. Oysa Argo'ya hayatta böyle birşey yapmaz. Geçmişine dair tek öğrendiğimiz babası ve 3 erkek kardeşinin savaşta öldüğü. Iolaus'u kandırırken söylüyor bunu ama belki de söylediği tek doğru şey olabileceğini anlıyoruz. Ve Xena'yı bu hale dönüştüren şeylerin ufak bir ipucunu görmüş oluyoruz, ben onlar gibi olmayacağım diyor Xena.
Peki mitoloji dersimize hangi konuları veriyor bu bölüm? Xena'nın iki sadık adamının ismi var: Theodorus ve Estragon. Mitolojide ikisine de rastlamıyoruz. Gerçi MÖ 1.yy.da yaşamış bir Cyreneli Theodorus'umuz var, matematikçi ve filozof. Iolaus'un evlenmiş eski tanıdığının (flörtü işte amaan) ismi Syreena. Bu isim Star Wars'çulara tanıdık gelmiştir ama tabi yine bizim mitoloji dünyamızda yok. Xena'nın savaş lordu diye kandırdığı ihtiyar çiftçi Petrakis. Ki bu isim de bir Yunan ismi olarak çok bilindik olsa da mitolojide bulamıyoruz.
Ve Arcadia'yı ele geçirmeye çalıştığını öğreniyoruz Xena'nın. Bu durumda Hercules ile Iolaus'un köyünün Arcadia denilen bölgede ya da yakınında olduğunu anlıyoruz. Arcadia, Antik Yunan'daki Peloponnese bölgesinde, şimdiki Yunanistan'ın güneyine denk gelen bir yer. Mora Yarımadası olarak geçen kısmın hemen hemen ortasına denk geliyor, dağlık bir yer. Tanrı Pan'ın ve Tanrı Hermes'in memleketi. Pan yabanın, çobanların, dağlık vahşi doğanın, avlanmanın tanrısı. Hermes de diğer pek çok özelliğinin yanında gezginlerin tanrısı olduğu için bu bölge ile ilişkilendirilmesi normal. Anlayacağınız burası böyle İskoçya yaylaları ile Orta Avrupa ormanlarının karışımı bir yer. O sebeple de Yeni Zelanda'da çekilmesi çok yerinde olmuş. Bir yandan da tabi bu yemyeşil dağlar, ulu ormanlarla özdeşleşmiş bir bölge olduğundan mitolojide de, daha sonrasında popüler kültürde de yer edinmiş olması anlaşılabilir görünüyor. Arcadia ismini taşıyan milyonlarca şey var şu an dünyamızda, yerden tutun şirkete, her şeye ismi verilmiş.
Arcadia'ya bu ismin verilmiş olmasının sebebi ise mitolojideki ilk kralı Arcas. Arcas, Zeus ile Callisto'nun oğlu. Zeus'u tanıyoruz. Callisto ise Artemis'in perilerinden biri (ben şimdi nymph'i nasıl çevireyim başka? Gerçi google nemf olarak çevirdi ama hani biz peri diyelim). Artemis'i de biliyoruz, kısaca böyle tam bir karizma abidesi tanrıçadır kendisi diyeyim ben (evet en sevdiğim o). Avcıların, doğanın ve gece göğünün ayının tanrıçası. Ve ayrıca bir özelliği daha var Artemis'in, bakire genç kızların da tanrıçası. Artemis'in takipçileri bu yüzden hayat boyu öyle kalacaklarına yemin eden kadınlardan oluşur gibi bir şey. İşte perimiz Callisto da onlardan biri. Ama bizim kart zampara Zeus ona da göz koyuyor. Artemis kılığına bürünüp, peşine düşüyor Callisto'nun. Hamile kalınca da Artemis git gözüm görmesin seni diyor (yanlış yaptın burada Artemis, hepsi Zeus'un suçu sonuçta). Tabi tüm o fışkı yemelerine rağmen bir türlü Zeus'tan ayrılmayan Hera da Callisto'yu suçlayıp, cezalandırmaya girişiyor. Callisto'yu ayıya çeviriyor. Ayı şeklinde Arcadia'nın ormanlarında dolanan Callisto'yu, büyüyüp çok iyi bir avcı olan oğlu Arcas da bilmeden avlıyor. Tabi mitoloji bu kadar trajediye dayanamıyor. Artemis araya giriyor ve oğlu annesini öldürmüş olmasın diye, Callisto'yu ve Arcas'ı gökyüzündeki yıldızların arasına katıyor. Ve bildiğimiz Ursa Major ile Ursa Minor (yani işte büyük ayı küçük ayı var ya onlar) takımyıldızı olarak lacivert gece göğünden bize bakıyorlar.
Pek sevdiğim Rubens'in 1635'te yaptığı Diana ve Callisto isimli resmi. Rubens tam olarak o meşhur yıkanma sahnesini resmetmiş. Artemis'in (tabi burada Diana diyoruz) diğer perileriyle birlikte yıkanırken Callisto'nun hamile olduğunun ortaya çıkışı. Sağda giysilerini örtmeye çalışan Callisto, en soldaki kafasının tepesinde minicik bir hilal olan da Artemis.
(kaynağımız Museo del Prado)
Bu da Titian'ın 1556 tarihli Diana ve Callisto'su. Yine aynı meşhur sahneyi görüyoruz.
(kaynağımız National Gallery)
Bu Callisto ismini daha sonra Xena bölümlerine daldığımızda çok duyacağız, pek uğraşacağız ama o karakterin bu perimizle bir alakası olmayacak. 

8 Şubat 2020 Cumartesi

Xena ile Mitoloji Saati 1 : Hercules and The Amazon Women (1994)

Hazır mıyız çocuklar? İlk dersimizde daha önceki yazıda bahsettiğim Hercules : Legendary Journeys başlığı altında tv için yapılan filmlerden ilki olan Hercules and The Amazon Women ile başlıyoruz. Bu şekilde 94 senesinin ikinci yarısında 5 tane film yaptıklarını söylemiştim. Ama biz sadece ilk filmi inceliyoruz çünkü Xena'nın hikayesine temel oluşturduğunu, böyle bir karakterin ortaya çıkışına zemin hazırladığını düşünüyorum bu filmin. (https://www.imdb.com/title/tt0110015/)
---Bu noktadan sonra valla spoiler gelecek, hatta direkt şöyle oldu böyle oldu diyeceğim, ona göre okuyun---
25 Nisan 1994'te yayınlanan 1 saat 31 dakika süren hikayemizde kısaca şunlar oluyor: Hercules, maceralarını birlikte yaşadığı kankası Iolaus'un bir hafta sonra gerçekleşecek düğünü için memlekete dönüyor (bahsettiler de ben mi kaçırdım diye emin olamadım ama bu filmde yer ismi geçmiyor burası için). Fırsat bu fırsat annesine de uğruyor. Iolaus ve Hercules, anne evine giderken yolda tanrıça Hera'nın tuzaklarından biriyle karşılaşıyor. Her başını kestikçe yerine iki tanesi daha çıkan yılan benzeri canavarı ateşe vererek kurtulabiliyorlar. Bu arada annesinin evindeyken eh tabi babası Zeus da bir uğruyor göklerdeki tahtından gelip. 
Hercules ve annesi, Iolaus'la nişanlısı Ania'ya akşam yemeğine gitmişken ise Pithus adında bir adam çaresizce Hercules'ten yardım istemeye geliyor. 2 günlük mesafede olduğunu öğrendiğimiz köyü Gargarencia'nın başına canavarların musallat olduğunu söylüyor. Evlilik paniği sarmış Iolaus da son bir macera heyecanıyla Hercules'e hadi gidelim diye tutturuyor ve ikilimiz canavarlı köye gidiyor. Köye gittiklerinde onlar bir tuhaflık var lan burada diye bakarken, filmin ismini de bildiğimizden ötürü bizde jetonlar düşüyor. Köyde sadece yetişkini çocuğu erkek cinsinden insan var. İşgüzarların söylemeye dili varmıyor, kadınlar bize kök söktürüyor demeye. Hercules ile Iolaus canavarların peşine düşüyor mecburen. Ormandaki gayet saçma bir dövüş sekansıyla birlikte canavarların Amazon kadınları olduğunu öğreniyorlar. O sırada pervasız salak Iolaus da ölüyor. İnsanların en güçlüsü, dünya üstünde yürüyen tanrı çocuğu Hercules'i ise bağlayıp, tutsak olarak köylerine getiriyorlar. Burada Amazon kraliçesi Hippolyta ve Lucy Lawless'ın oynadığı bir başka Amazon kadını Lysia gibi Amazonlarla tanışıyoruz. Bir dolu olayın ardından Hercules Amazonlar ile köy arasındakileri çözüyor ama kankasını, Amazon kraliçesini ve köylü Pithus'u kaybettiğinden ötürü, babası Zeus'tan zamanı geriye almasını istiyor. Sihirli bir mumu üflediğinde fır fır fır olayları geri sarıyor ve akşam yemeğine geri dönüyoruz Hercules ile birlikte. O noktada tüm film boyunca olan hiçbir şeyin gerçekleşmeyeceği şekilde Pithus'a aklı veriyor ve gönderiyor. Sonunda da Iolaus ile birlikte mutlu mesut gülümsüyor Hercules.
Bu filmi birçok yönden pek severim. Bir kere en başta Amazon konusuna girdiği için (ama çok salak saçma bir şekilde anlatır o ayrı), sonra acayip eğlenceli bir Zeus karakteri çizen Anthony Quinn için, kısa ama keyifli bir rolle Lucy Lawless ile tanıştırdığı için ve sonunda bir şekilde zaman yolculuğu içerdiği için. Film olarak nasıl diye sorarsanız da Xena'nın ilk sezonundaki kadar çiğ görüntüler yok ama yine de özellikle dövüş bölümlerinde o amatörlük gözümüze gözümüze giriyor. Kostümler, ortam kesinlikle antik yunan değil tabi, ama müziklerle - Joseph Lo Duca'nın daha sonra Xena'nın 6 sezonu boyunca da sürecek efsane müzikleriyle - acayip gaza getiriyor. Habire de Yeni Zelanda'nın muhteşem doğasını gösteren, geniş plan dağ tepe ırmak orman görüntüleri gösterip duruyorlar. Ama herkes çok samimi, ortam samimi. Eğleniyoruz. Neyse derse geçelim çocuklar.
En başta Hercules kim? Hercules, Yunan tanrılarının babası da olan Zeus ile ölümlü bir insan olan Alcmene'nin oğlu. Alcmene'nin soy ağacı da Zeus'a dayanıyor bir yandan, o yüzden orası çok karışık. Sadece ben diyeyim ki Tiryns-Mycenae kralının kızı. Zeus'un bu ölümlüler arasına inip, habire birini baştan çıkarıp, çocuk peydahlaması hikayeleri pek meşhur. Yunan mitolojisindeki kahramanların neredeyse yüzde sekseni onun çocuğu bu sebeple. Hercules ise babası tanrı annesi insan olduğu için insanüstü bir güce sahip. Dizide (ve filmlerinde) ana hikaye de buradan çıkıyor zaten, bu gücünü insanlara yardım etmekte kullanıyor. Oysa mitolojide çok öyle değil. Yani ana amacı bu değil. Zeus'un karısı ve tanrıların kraliçesi Hera tıpkı filmde olduğu gibi gerçekte de Hercules'ten nefret ediyor. Çünkü Zeus'un onu habire başka kadınlarla aldatmalarına engel olamıyor. Bu aldatmanın meyvesinden de nefret ediyor tabi. Mitoloji der ki Hera bir gün delilik verir Hercules'e ve çıldıran Hercules kendi karısını ve çocuklarını katleder. Kendine geldiğinde bedbaht halde artık ne için yaşayacağını bilemediğinden Delphi kahinine gider. Kahin ona kuzeni de olan  Tiryns-Mycenae kralı Eurystheus'un hizmetine girmesi gerektiğini, onun vereceği 12 görevi başarıyla tamamladığında da artık bu dünyada işi kalmayacağını, ölümsüz bir tanrı olarak tanrıların arasına yerleşeceğini söyler. Bu noktadan sonra Hercules, kralın verdiği, mitolojide pek meşhur olan o görevleri yerine getirmek üzere maceralara atılır.
Filmde de bu görevlerin ikisinden etkilenmiş şeyler izliyoruz. İlki, Hercules'in ikinci görevi olan Hydra'yı öldürme görevinden, ikincisi de 9.görevi olan Amazon kraliçesi Hippolyta'nın kemerini getirme görevinden. Hydra, koca gövdeli, biri ölümsüz dokuz başa sahip bir canavar olarak betimleniyor mitolojide. Tıpkı filmde olduğu gibi birini kesince hemen yerine yenisi çıkıyor başların (bazı yerlerde de iki tane çıkıyor diyor). Ve yine filmde olduğu gibi Hercules onu ateşe vererek öldürebiliyor. Diğer başları ateşe veriyor, ortadaki ölümsüz olanı da koparıp, büyük bir kayanın altına gömüyor.
Amazon kraliçesinin kemerini alma görevindeyse kraliçe tarafından nazik bir şekilde karşılanıyor Hercules ama sonra Hera'nın oyunları araya giriyor. Vay efendim Hercules geldi kraliçemizi kaçırıyor diye ortalığı galeyana getirtiyor insanların akıllarına girip. Sonunda tabi hırgür, Hercules Hippolyta'yı öldürdü mü öldürmedi mi orası kesin değil.
Filmde tanıştığımız karakterlerden bir diğeri ise Iolaus. Mitolojide de Hercules'in sadık yoldaşı ve yeğeni olarak geçiyor. Onun nişanlısı olarak Ania ismi geçiyor filmde ama mitolojide bu isim 3 "acı" ruhunun isminden biri. Lupe, Achos, Ania. Ania'nın anlamı yas, üzüntü. Filmde neden bu ismi seçmişler bilemedim. Bir diğer karakter ismimiz Pithus ise antik yunanda Attica'da bir yönetim biriminin ismi. Amazonumuz Lysia'ya ise mitolojide rastlayamıyoruz.
Filmde Iolaus'un yaşadığı ve Hercules'in annesinin de yaşadığı köy, kasaba, yer neresi ise onun ismini belirtmemişler dedim ya, mitolojide Iolaus'un memleketi normalde Thebai. Burası Atina'nın kuzeybatısında bir şehir devleti. Filmde bir de Alturia ile Gargarencia diye yer isimleri duyuyoruz. Ama bunlar da biraz uydurulmuş açıkçası.

İndirmeden izlemek için vimeo'dan bir kaynak buldum, portekizce altyazılı ve 360p ama hiç yoktan iyidir:D -->https://vimeo.com/206290433

15 Ocak 2020 Çarşamba

Xena ile Mitoloji Saati

Bu, blogda uzun zamandır yapmak istediğim bir şeydi. Her hafta Xena'nın bir bölümünü izleyip, o bölümün konusunda, karakterlerinde, olaylarında mitoloji ile ilgili, mitolojiden, tarihin kendisinden neler varsa hep beraber incelemek. Yine ortasından mı daldım anlatmaya? Tamam, peki başa dönelim.
Xena dediğim tam olarak "Xena:Warrior Princess" ismindeki tv dizisi. 1995'in eylülünde başlayıp, 6 sezon 134 bölüm süren ve 2001'in haziranında biten, benim için aşırı önemli bir tv dizisi. O aşırı önemine girip şimdi kafaları ütülemeyeceğim tabi. Bizde tahminen 1998-2001 arasında yayınlanmış olmalı, çünkü 12-15 yaşlarım arasındaydım diye hatırlıyorum. Kanal D'de yayınlanıyordu, akşamüstü ya da haftasonları gibi hatırlıyorum sanki, çok net olmamakla birlikte. Tabi o zamanlar böyle sezon, bölüm hesabı bildiğimiz şeyler değildi. Cnbc-e bile yeni yeni giriyordu tvmize. O yüzden Kanal D kafasına göre yayınlıyordu bölümleri. Bir o sezondan bir bu sezondan, bir eski bir yeni bölüm gibi. Çok kafam karışıyordu tabi ama başka çarem yoktu, bilgisayar ve internet eve 2000 yılında girecekti ve o internette de şimdiki gibi torrent doğmamıştı. Her neyse, demem o ki o zamanlar bölük pörçük izleyip de kursağımda kalan Xena macerasını yüzyıllardır oturup da şöyle adamakıllı baştan sona, şanına yaraşır şekilde izlemek istiyordum. Başlamak için de hep böyle bir başlangıçlara, başlama dönemine denk getirmeye çalıştıkça olmamıştı. Sonunda 2020 gibi bir yılın ocak ayı, bir şeylere başlamak için iyi gibi göründü gözüme (gerçi yine geç kaldım ama olsun).
Yani şöyle yapacağım. Her hafta (umarım her hafta) en azından bir bölüm izleyip, o bölümün üzerinden mitolojiye - ve belki de tarihe - girişivereceğim. Duruma göre, yani boş olmama göre haftada birkaç bölüm bile yapabilirim ama eminim o kadar boş olmayacağım.
1995'in 4 Eylül'ünde yayınlanan ilk bölümden başlamadan önce Xena hikayesinin temellerinden bahsetmek istiyorum. Asıl olay, Sam Raimi-Rob Tapert-Bruce Campbell üçlüsünden çıkıyor. Bu kafadarlar 1979'da (oha çok mu başa aldım ya!?) "The Evil Dead" filmini yaptıklarında-yapmak için bir prodüksiyon şirketi kuruyorlar mecburen. Irvin Shapiro da el atıyor ve Renaissance Pictures ortaya çıkıyor (Den of Geek'te şöyle bir yazısı var mesela anlarsınız). Önce bizim Herkül diye bildiğimiz Hercules'in maceralarına ilişkin tv filmleri geliyor. 1994'te "Hercules and The Amazon Women" filmi Kevin Sorbo'lu olarak hatta içinde bir adet Anthony Quinn barındırarak geliyor. Bu ilk hikayenin yazarları farklı tabi o zamanlar, dikkat edin efsanevi Xena'mız olacak olan Lucy Lawless ise daha ufak sayılabilecek bir rolde bu filmde. Böylece daha sonra neler olacağına dair önümüze kocaman bir dünya seriliyor. Ardından aynı yıl Hercules: The Legendary Journeys - Hercules and the Lost Kingdom filmi geliyor, diziye dönüşecek kıvama yaklaşıyoruz. Çünkü bu filmin yazarı, diziyi de yaratacak olan Christian Williams. 1994'ün sonuna doğru Hercules: The Legendary Journeys - Hercules and the Circle of FireHercules in the Underworld ve Hercules in the Maze of the Minotaur filmleri tvdeki yerini alıyorlar.
1995'in ocak ayında ise "Hercules:The Legendary Journeys"i patlatıyor ekip. 5 tv filmiyle işi kapan ekip 13 bölümlük başarılı bir ilk sezon koyuyor ortaya. Bu ilk sezonun 6. bölümünde (As Darkness Falls) Lucy Lawless'ı yine başka bir karakter, Lyla olarak izliyoruz. Yine yan rol aslında. Asıl fırtına 9. bölümde kopuyor. Xena ile hem Hercules ve Iolus tanışıyor, hem de biz. Xena'nın hikayesinin tam tepe noktası zamanları bu, kötü mü kötü, güçlü mü güçlü bir savaşçı prenses o sıralarda Xena. Zaten bölümün adı da ona ithaf "The Warrior Princess". Kimse doyamıyor tabi bu prensesin hikayesine, üç bölüm sonra, 12. bölümde (The Gauntlet) ve sezon finalinde 13.bölümde (Unchained Heart) yine geliyor. Bu iki bölümde aslında Xena'nın pişmanlık-tövbe-kurtuluşa giden yolunu izliyoruz. Ki bu iki bölüm bizi asıl hikayeye, altı sezon sürecek efsanede anlatılacak hikayeye hazırlayan bir zemin oluşturuyor.

Hercules'in ikinci sezonunun başladığı gün Xena : Warrior Princess dizisi de başlıyor. Tarihler 4 Eylül 1995. Eski kötü, acımasız savaşçı günlerini geride bırakmaya çalışan Xena'nın yolculuğunu izlemeye başlıyoruz böylece. Bu iki dizinin hikayeleri ve karakterleri daha sonra pek çok sezonda ve bölümde bir araya geliyor tabi. Bu yüzden ben bu projemizde o bölümleri de ele almaya çalışacağım. Yalnız çocuklar, bunlar çook aşırı eski sayılan şeyler ya artık, bulması, izlemesi pek öyle kolay değil. Bakalım nasıl olacak?
Bizi çok eğlenceli bir yolculuk bekliyor bence.

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...