Sanırım yine o "ben ne yapmışım" fonlu, senelik yazının zamanını iyice şaşırmış oldum. Yeni yılın ilk ayı bitti ama benim ancak vaktim oluyor. Neyse. Bu şekilde her sonu sonunda bir liste gibi dökünce ortaya her şeyi, hangi senemin daha saçma olduğunu, saçmalıkla dolu olduğunu anlayabilme çabamda yardımı dokunuyor diye sevinebilirim.
2024 nasıldı diye durup düşününce aklımda beliren taslak şöyle aslında, daha açıp da hatırlamak için hiçbir yazıya, fotoğraf klasörüne falan bakmadan evvel: Yılın ilk aylarında annemler ve abimlerle dramalar şeklinde hatırlıyorum sanki. İlk birkaç ay abimlerin yine canımı sıkmasıyla, allahım ben bu dünyaya neden geldim diye yakınmalarımla geçti gibime geliyor. Sonra ardarda, aralıksızca, peş peşe ve durmak bilmeksizin salakça kararlar ve hareketlerde bulunmaya başladığımı hatırlıyorum. Kış bitişinden yazın başlamasına kadar durmaksızın ben bu yazı nasıl geçireceğim, nereye gideceğim, bu senenin yazını da heba etmeden geçirmek istiyorum, hayatımda bir kere de olsun bir yaz iyi geçsin istiyorum diye ıkınmaktan bir dolu saçma şey yapıp, bir sürü de parayı çar çur ettiğimi biliyorum. Mart'ın ortaları ya da sonlarında ise yeniden aşık olduğumu (heyecan yapmayalım tabiki bir müzik grubuna, müziğe, yeniden müzik dinleyebilmeye, şarkıların o iyileştirici gücüne yeniden aşık olmayı kast ediyorum). O aşkla geçen ayların sonunda da Temmuz'un başında kendimi yeniden dünyanın öbür ucunda, bir konserde bulduğumu ise çok net bir şekilde hatırlıyorum (şu an düşününce hayal gibi gelse de). Kore'den ikinci kere döndükten sonrası ise çok hızlı geçmiş gibi. Yeniden kendimi insanlara açmaya başlamanın zorluklarına büründüğümü fark ediyorum. Saatimi sıfırlamamı sağlayan şeyleri, bu sefer başka insanlarla başka bir ortamda yeniden mi yaşıyorum diye düşünmeye başladığımı ama bu seferkinin başka bir ben olduğunu gördüğümü biliyorum. Geziler, hah tamam geziler. Yaz biterken ve sonbaharda arkadaşlarla geziler. Ve babamın hastalık hastalığı manyaklığının geldiği nokta. Yine iyi hatırlıyormuşum.
Toplamda 15 post görünüyor 2024'te. Gene hiç fena değil. Sayıyı görmesem bu sene hiç yazmamış olabilirim derdim. İnternetin, uygulamaların, tüm bu dünyanın geldiği noktayı düşünürsek hala bloga yazıyor olmam bile mucize gibi geliyor bana. Hala "yazıyor" olmam bile başlı başına mucize aslında.
Ocak ayını The Matchmakers {혼례대첩} (2023) dizisini anlatarak açmışım. 2023'ün son günlerinde bitmiş yayınlanması, o yüzden ancak yazmışım gibi. Sonra Ocak ayına özgü, artık gelenekselleşmiş (:p) iki yazı var: Biri her ocakta beliren Xena ile Mitoloji Saati projemi yazma perileriyle bir bölüm yazıp, sonraki seneye kadar bir daha yazamadığım o Xena bölümü incelemesi yazısı, diğeri de lanet olasıca doğum günümün yazılarından biri.
Şubat'ta bir yazı var durum güncellemesi gibi, Besettelse. Aslında bir de bir şey not alıp, taslakta bıraktığım bir yazı görünüyor. “Follow your inner moonlight; don't hide the madness.” diye bir sözü not almışım mesela, yanına Allen Ginsberg yazmışım ama bilmiyorum o mu demiş. “Too many of us are hung up on what we don't have, can't have, or won't ever have. We spend too much energy being down, when we could use that same energy – if not less of it – doing, or at least trying to do, some of the things we really want to do.” yazıyor sonra, Terry McMillan diye not etmişim. Kim, onu bile bilmiyorum. Bir de en sonuna "Bir büyücünün her zaman tam vaktinde olması gereken yerde olduğunu, her altının parlamadığını ve her gezginin yolunu yitirmediğini çok iyi biliriz." diye yazmışım. Bu nereden, neden ve bunların hepsini neden boş bir sayfaya not edip, öylece bırakmışım bilmiyorum. Aklımdan neler geçiyordu acaba.
Mart'ta iki yazı var, umutlu. Biri Beatha ve Bahar Ekinoksu. Mart'ın birinde Dune'u izlemişim, sinemada. En son sinemaya o zaman gittim herhalde, öyle oluyor. Vay be. Mart'taki bu umutlu ve mutlu havam okuyunca bana bile ilginç geldi. Ama en yukarıda da dedim ya, sanki yine aynı kapana kısılıyormuşum da haberim yokmuş gibi. Mart'ın geri kalanında ramazanmış galiba, öyle görünüyor. Sonunda da seçim olmuş, tamamen silmişim kafamdan.
Nisan bomboş ama sonra, blog adına. Çünkü tam da işte o Nisan günlerinde başlamışım salaklıklarıma. Öyle anlıyorum sonraki yazdıklarımdan. Ofiste herkes oruç olunca her öğlen kendimi bir kahvecide kitap okurken bulduğum, bu arada da devamlı salakça planlar yapmaya çabaladığım o günler. Arabayla bayram tatili için köye gidip, gelmiştim doğru. İlkinde babamla gidip gelmiştim köye, ne zamandı acaba. Sonra bu sene Nisan'da annem geldi yanıma, onunla birlikte gittim. Yalnız araba kullanmayayım diye onca yolda, bir biri bir öbürü eşlik etmiş olmuştu yani bu ilk iki seferde. Ama haaa nasıl unutabilirim, gidişi 11 saat, dönüşü 17 saat süren 600 km yolu. Yani hakikaten ufak tefeğim, hastalıklıyım, ağlıyorum yerlere atıyorum kendimi falan ama çok güçlüyüm ben ya. Vallahi billahi ne çıkmadık canım varmış, ne güçlüymüşüm ben neleri başarmışım ya.
Nisan ayı bu yüzden boş belki de. Güçlü olmaya çalışmakla, manyaklar gibi Xdinary Heroes dinlemekle geçirmişim.
Mayıs'ta da iki yazı var, tüm bir Mart'ın yarısını, Nisan'ın tamamını ve Mayıs'ımın yarısını açıklayan. Nisan'ın sonundan Mayıs'ın yarısına kadar o dediğim salaklıklarımla meşgulmüşüm gibi görünüyor. Oraya mı bilet alsam buraya mı. O konsere mi gitsem bu konsere mi. Çok büyük bir ders almış oldum, size de öğreteyim: Karaborsa sitelerinden konser bileti almayın. Normal fiyatının 5 katına satıyorlar çünkü. Yani özetle Nisan boyu, önce konser bileti alıp, iade etmeye ve geri satmaya çalışmamla, bu arada uçak bileti alıp iade etmeye çalışmamla falan geçmiş.
Haziran'da tek bir yazı var (Mi Manchi), Mayıs'ımın geri kalanını anlatan. Sınavlarım varmış mesela, Lovely Runner'ın bittiği zamanlarmış. Cey'le bir onun evinde bir benim evimde buluşup, dizi izlemelere başladığımız zamanmış mesela.
Temmuz'um yazısız çünkü bir manyaklıkla aldığım konser biletinin peşinden hemen Temmuz'un birinde Kore'ye gitmiştim yine. Xdinary Heroes konserine. Ve birkaç günlüğüne Busan'ı da görmüştüm. Eskiden olsa giderken gidiyorum diye bir şeyler yazardım, döndüğümde gördüklerimi anlatmaya başlardım ama hayatım önümden son sürat akan otobüs camı görüntüsü gibi artık. Gözlerimi kırpıştırıyorum bir şeyler görebilmek için ama gene de yakalayamıyorum. Temmuz'un sonunda bir de Horma Kanyonu-Safranbolu gezisi yapmıştım arkadaşlarla. Onu bile anlatamadım, halbuki tek bir günlüktü.
Ağustos'ta tek bir durum güncellemem var, Non So Cosa Sto Facendo. Ağustos'ta işte yukarıda bahsettiğim, hayatımın ilk tek başına uzun yolculuğunu, (arabayı kendim sürerek) yaptım. Rahattı, mutluydum. Daha çok korkacağımı, endişeleneceğimi, panik yapacağımı düşünmüştüm ama öyle olmadı hiç. Şaşkınım evet. Kendime. Neredeyse gurur duyacağım hani. İlginç. Kendime aferin demeye, kendimi takdir etmeye, kendimden memnun olmaya hiç alışkın değilim ya tuhaf geliyor. Pek de bir şey başarmışım gibi hissedemiyorum o yüzden. O günlerde annemlerin yanında bir dolu şey başardım aslında düşününce. Onu getir bunu götür, onu hallet bunu hallet. Evin hem büyük oğlu hem kızı oldum o günler. Hepsini tek başıma göğüsledim. Gerçekten de bu minik beden neler kaldırmış be.
Eylül ayında yazdığım tek yazıya (Eylülde) şimdi bakınca ne düşündüğümü hatırlıyor gibiyim ama saçmalık, çok takılmayın. Oysa eylülde bir dolu şey oldu. Hayatımın yine bir ilki. T.'nin yeni aldığı arabayı o taraftan Ankara'ya getirdim. 3 yıl boyunca sadece kendi arabamı sürdükten sonra bir gün hop ilk defa gördüğüm bir arabaya atlayıp, şehirlerarası yolda geldim. Kendimle gurur duyayım mı?
Tabi bu bahaneyle Balıkesir ve Bergama taraflarını da gezmiş oldum (bilin bakalım bunları da anlatabildim mi). Sonra Eylül'ün son günlerinde bir gün de Sivrihisar'ı gezdik, keyifliydi. Eylül'ün geri kalanını ise tamamen dişçi koltuğundaki saatlerimle hatırlıyorum.
Ekim'de de yazı yok. Oysa bir başka gezi yaptığım bir aydı. Eskişehir-Kütahya-Afyon yaptık, anlatacak ve söylemek istediğim pek çok şey var ama.
Şu kararlılığı ve karizmayı tam olarak hangi noktada kaybettiğimi bilmiyorum ama geri bulacağım. |
Bu yüzden Aralık'ta 3 yazı var. 2024'ün ilk ayı ve son ayı yılın en fazla yazı yazdığım zamanları olmuş, tesadüf mü, bilemedim. Neve e Gengis Khan, So many books so little time ve So Be It.
2024 neydi nasıldı bana ne dedi diye düşündüm de bir an şimdi, bir dolu karmaşa. Hani bir kafeye girersiniz de bir dolu ses vardır, hiçbirinin ne dediği anlaşılmayan bir gürültü karmaşası olur, aynen onun gibiydi 2024. Oraya buraya dağılmak gibiydi, geçtiğimiz 20 yılda öğrendiklerimi öğrenebilmiş miyim diye evrenin kafama habire böyle yandan yandan vurduğunu hissetmek gibiydi. Sen hani bak böyle böyle dersler aldın, kendine şöyle şöyle şeyler dedin ya, hah işte şimdi bak yine aynı yola girer gibi yapacaksın ve bakalım farklı sonuca ulaşabilecek misin diye sorduğu bir yıl oldu. Çok başarılı bir sınav veremesem de, debelensem bocalasam da bir miktar öğrenmiş olduğumu fark ettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder