12 Aralık 2024 Perşembe

So many books, so little time

Mesela.

 En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk bir sistemi, mailleri kontrol ettikten sonra ofiste ders çalışmaktı. Çünkü bir önceki hafta özellikle oturup, birçok işi önden yapmıştım. Pazartesi manyakçaydı. Planım çalışmamaktı evet, birlikte çalıştığım iş arkadaşım benim yapabildiğim her şeyi yapabiliyor, o bakacaktı, baktı da işlere. Ama nasıl olduysa bir şekilde ben de çalıştım. Bir yandan iş yaptım, bir yandan önümdeki ders notlarına baktım. Kafam çorba oldu. Tükendim. Eve gidip ders çalışmaya devam edecektim güya, eve girdiğimde öylece yığılıp kaldım. Salı günü daha da beter geçti. Çorba çamura döndü, beynimden eser kalmadı ortada. Akşama doğru artık dedim ki ben niye kendimi böyle zorluyorum ki. Zorum ne yani? Bir dolu iznim var, niye almıyorum? Niye izin alamıyorum? Zorla, söylene söylene, bastırarak izin alabildim (hatta ertesi gün öğleden sonra onaylandı iznim). Haftanın geri kalanında evde, sınavlara çalıştım.

Evde olmak mükemmel. Söylemiş miydim daha önce? Belki yeteri kadar söylememişimdir diye tekrar ediyorum. MÜKKEMMELL. Yüzüm değişiyor, sağlığım düzeliyor, karnımın şişliği iniyor, kırışıklıklarım gidiyor, gözlerimin yanması geçiyor, her şey ama her şey düzeliyor evde olunca. Çarşamba günü sakin sakin ders çalıştım, dinlendim. Böyle olursa belki diğer günler yürüyüşe bile çıkarım diyordum ki kendi kendime, Perşembe sabahı elektrik gitti. Başkentin ortasında. Sabah öylece, kahvaltımı bitirmişim duş alacağım, şak elektrik gitti. Kombi çalışamıyordu haliyle. Ev buz gibi oldu. Modem çalışmıyordu, internet yoktu. Telefonunkine bağlayayım bilgisayarı dedim, telefon hattı da çekmemeye başladı (elektrik kesintisi baz istasyonlarını da etkiliyor sanırım, evet bu da başkentin ortasında). Öylece kalakaldım buz gibi bir evin içinde. Evimin keyfini çıkarayım diye aldığım zar zor izinde evim bu halde. Duş alamamış o berbat halde, dedim ki şöyle insan olmayan bir kafeye falan gidip, çalışayım o zaman. Ben evden çıkana kadar yüz kere elektrik gitti geldi. Oynayıp durdular.

Çıktım bir avmnin dış tarafındaki bir kafeye. İçeri girip, bir süre bakındım. İçimden hiç oturmak gelmedi. Ne bileyim. İçimin bir bildiği vardır belki dedim. Cey'i aradım. Belki o da gelmek isterse muhabbet ederiz diye düşündüm. Sen gel dedi, peki dedim. Tam arabaya dönecekken komşum olan arkadaşım elektriğin bu sefer temelli geldiğini haber edince, koşturarak eve döndüm, duş aldım, Cey'e gittim. O günün olması gereken gidişatı buydu çünkü, öyle gibime geldi, evrenin mesajlarını görmezden gelemezdim. Cey'de akşama kadar oturup, muhabbet ettik. Çin yemeği söyledik, bir ondan bir bundan konuştuk. Gece evde döndüğümde direkt yatağa girip, bir şeyler izledim, telefona bakındım. O gün öyle bir gün olmalıymış demek ki.

Cuma günü, son izin günümde neyse ki yine tüm gün evde ders çalışabildim. Haftasonu 7 dersten birden sınava girecek olmak biraz zorlayıcıydı tabi. Ama asıl sorun sınavlara girecek olmam değil. O sınavlarda sorumlu olduğum konular hakkında ne varsa okuyabilmek istiyorum aslında. Ama tüm zamanım ofise gitmek ve çalışmakla dolduğu için oturup da ne ders kitaplarını okuyabiliyorum, ne merak ettiklerimi araştırabiliyorum. İşe gitmek zorunda olmasam, bu aldığım derslerde ne anlatılıyorsa satır satır ezberleyebileceğime, hatta üstlerine daha da fazlasını öğrenebileceğimi eminim. Çünkü merak ediyorum, ilgimi çekiyor, mutlu oluyorum. Oysa şu halimle ancak sınavlardan önce bir iki hafta çıkmış sınav sorularına bakıp, haa bu derste bunlar mı varmış o zaman diye bakınabiliyorum. Susuzluktan ölüyor haldeyim ama önümdeki habire leblebi tozu var, ağzıma tıkıştırıp duruyorlar ve ben elimi uzatıp, o kocaman su dolu bardağa parmağımın ucunu değdirip, dudaklarımı ıslatabiliyorum.

Cumartesi sabahı iki dersin sınavı vardı, T. götürmek istedi arabayla, karşı çıkmayayım dedim. Meğerse tüm gün için plan yapmış. Öğleden sonra da 4 dersten sınavım vardı, kahvaltı yaparız, yemek yeriz, o sınavlara da götürüp, eve getirir beni diye planlamış. Kalp kırma dedim kendime, sorun yok, kendi kafamdaki plan bu değildi-olabilir, duruma uyum sağla dedim. Yani bunlar ufak şeyler belki ama benim tam olarak da kurtulmaya çalıştığım benliğim-kişiliğim buydu ya hani, o yüzden kötü. Yani o anda yok ben eve gitmeyi düşünüyordum, kendi kendime youtube izleyerek kahvaltı yapmak ve sonraki sınava kadarki birkaç saatte notlarımın üstünden geçmek istiyordum...desem ne oluyor biliyor musunuz? KÜSÜYORLAR. Koskocaman, yetişkin insanların suratı düşüyor, küsüyorlar. Küsmedim diyorlar, yok sorun değil diyorlar ama küsüyorlar. Sonraki birkaç hafta pek iletişim kurmuyorlar mesela. Belli oluyor hallerinden tavırlarından. Nereden biliyorum biliyor musunuz? Birkaç kere denedim çünkü. Bir yere gelmek istemedim mesela ya da o gün arabayla gitmek istemedim, onların istediği bir şeyi istemedim en basiti. Yaptım bunu. Sonucu hep böyleydi. İnsanlar, onların istediği bir şeyi yapmadığınızda, onların kafalarındaki plana uymadığınızda, kendinize ait bir hayata sahip olduğunuzda neden bunu kendilerine bir saldırı gibi algılıyorlar? Aşırı tuhaf değil mi? Bu istememezliğimin seninle bir ilgisi yok diye bağırmak istiyorum böyle durumlarda. Bir şeyi istemiyor olmamın seninle hiçbir ilgisi yok. O durumda yanımda başka biri de olsa istemeyeceğim çünkü, kişiden bağımsız bir istememezlik bu. Algılayamıyorlar. Olmuyor. Yani çocukça diyeceğim ama çocukluk da böyle kötü bir şey değil ki. Neyse. Cumartesi tüm gün sınav sınav okul okul yokuş bayır çık in buz gibi hava terle soğu şeklinde planımın ve düşündüğümün çok dışında bir gün geçirdim.

Cumartesi akşamı film izledim. Aylar yıllar sonra gibi gelen bir zamandan sonra. Film izleyebildim. Komik görünüyor diye kenara kaydettiğim Freelance (2023) diye bir filmi. John Cena eski bir askeri oynuyor. Bir operasyonda yaralanıp, emekli oluyor.  Yıllar sonra eski bir arkadaşının güvenlik şirketi için bir gazeteciyi koruma görevi alıyor. Kariyerinin kötü bir noktasındaki gazeteciyi de Alison Brie oynuyor. Eski askerimiz, bu gazetecinin bir Latin Amerika ülkesinin diktatörüyle röportaj yaparken korunmasından sorumlu. Ama tam onlar gittiğinde muhalifler diktatörü devirmeye çalışıyor. Aşırı sarmadı, durdurup, evin içinde birkaç iş yapıp, geri açıp bakıp, sonra döngüyü tekrarlayarak bitirdim ama kötü de değildi. İlginçti. Yani saçma bir komedi beklerken ciddi şeylerden bahsetti. Çok ciddi politik şeyleri anlattı mesela. Ama komediydi de. Daha doğrusu tam olarak şöyle hissettirdi: Biraz daha yapsalar iyi bir komedi olacakmış ya da biraz daha ciddileşse güzel bir politik drama olacakmış. Hatta biraz daha üstüne düşseler eğlenceli bir aksiyon olacakmış. İşte hep "olacakmış". Mesela filmin açılışı çok iyiydi. İnsanın hayattaki amacını bulması ve onu gerçekleştirmesi, hayallerin mutluluğu üzerine çok iyi yazılmış bir monologla açılıyordu, çekim tarzını da beğendim ayrıca. Ama ne o olmuş ne bu. Ara ara haa diyerek ekrana bakıyorsunuz, tam öyle dediğim şeylerden biri olacakmış gibi geliyor ama olmuyor.

Pazar da öğleden sonra tek bir dersten sınav vardı. Evin biraz yukarısında (yarım saatlik yürüme mesafesinde) görünüyordu okul. Çıkıp yavaş yavaş yürüyeyim, aklım da boşalır belki dedim. Çoook yukarıdaymış, aşırı aşırı bir tepenin başındaymış. Son anda yetiştiğim gibi kayboluyordum da ara sokaklarda. Eve dönünce sanki bundan sonra hiç ders çalışmam gerekmiyormuş gibi bir rahatlama gelir ya hani, ondan gelince üstüme dışarıdan yemek söyledim. Açıp, bir süredir baya tavsiye ettikleri bir diziyi izlemeye başlayayım dedim. Diziye yeni başlamıştım ki T. mesaj attı. Bilgisayarındaki bir sorunu soruyordu, dedim getir evde bakayım. Bir saat falan o oturdu, sorunu düzelttim, çay içtik. Çayın yanına irmik helvası yapacaktım mesela, o geldiği için yapamadım çünkü yemiyor. Gelmesinde sorun yok tabiki, onu demeye çalışmıyorum. Bu kafamdaki plan olayı için diyorum. Her zaman istemsiz bir şekilde plan yapıyorum, hayatımın her dakikasında. Ve bu planlara hep insanların müdahalesi olmuş oluyor. Gelmesinden keyif aldım, oturup çay içip muhabbet etmekten de keyif aldım. Ama plan...Hani kafamdaki bu değildi ve duruma uyum sağlamaya çalıştım ya...Beni biraz zorluyor.

O gittikten sonra yaptım irmiği, geç bir saatte yemiş oldum. Ama irmiğe sıra gelene kadar nedense yemekten de hemen önce karnım şişmişti gene. Davul gibiydim yani yine. Sabah kahvaltı yapıp, öğleden sonra sınava giderken iyiydim halbuki. Tek fark edebildiğim, sınavdan dönerken markete girdim, eve dönüş yolunun geri kalanında elimde hindistan cevizli bir çikolatayla aheste aheste yürürken karnımın şişmeye başladığıydı. Açken. Durup dururken. Bu durumu ilk fark etmeye başladığımdan beri neredeyse 2 yıl olacak ama artık gerçekten aşırı aşırı can sıkıcı olmaya başladı. Canımı yakıyor bu şişlik. Fiziksel olarak. Psikolojime yaptıklarından bahsetmiyorum. Karnım içeriden patlayacakmış gibi oluyor. Giydiğim hiçbir şeyi üstümden istemiyorum, karnıma bıçak saplayıp kesip atmak istiyorum o hale geliyorum.

Pazar akşamı dediğim gibi dizinin ilk iki bölümünü izledim. When The Phone Rings dediğim dizi.  Romantik komedilerden öğk gelmişti, zaten 2 aydır da kdrama izlemiyordum ya, dedim açıp beş on dakika bakıp en azından merakımı gideririm. Zaten sıkar, izlemem. Öyle olmadı. Özlemişim de. Bir de aksiyon gerilim macera gizem...İkinci bölümü de izledim. 4 bölüm yayınlanmıştı, hepsini izleyemedim ertesi sabah işe gideceğim için tabi. Dün izledim herhalde dördüncü bölümü ancak. Şimdilik çok keyifli, bölümler gelse de izlesem diye bakınıyorum. Daha önce hiç izlemediğim Yoo Yeon Seok, cumhurbaşkanlığı sözcüsü. Daha önce Rookie Cops (2022)'ta, I'm Not A Robot (2017)'ta ve Love in The Moonlight (2016)'ta izlediğim Chae Soo Bin de onun eşi rolünde, duyabiliyor ama konuşamıyor. İşaret dili tercümanı olarak çalışıyor. CB sözcümüz eşini kamuoyundan gizli tutuyor, işte politik şeyler karımı basın tanırsa bana şey olur falan filan. Sonra birisi kadın üzerinden onu tehdit etmeye başlıyor, olaylar olaylar. Görünen bu, görünenin gerisinde bir dolu hikaye var. Heyecanlı.

Bu arada perşembe günü Kitapyurdu'nda Yeditepe Yayınları'nda indirim vardı, uzundur biriktirdiğim listedekilerden sipariş ettim hemen. Yeditepe'nin birçok kitabını işaretlemiştim çünkü en merak ettiğim şeyler hakkında kitaplar yayınlıyorlar : Tarih. Bir dolu kitap almış oldum. Ne zaman okuyacağımı bilmiyorum. Kısmet artık.


5 gün sonra babamın yine mr randevusu var. Ne zaman gelecek, ne zaman gidecek, neyle gelecek gidecek, annem de gelecek mi bu sefer falan hiçbir fikrim yok. Belki izin alabilirsem onunla köye gider miyim, yılbaşını orada geçirip gelir miyim...Bakalım. Bir şeyler önceden belli olmayınca da zorlanıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...