4 Ağustos 2024 Pazar

Chan eil fios agam dè a tha mi a 'dèanamh


 Ne yaptığımı bilmiyorum. En son 2 ay önce yazmışım. O günden bu yana hep bir şeyler yazayım diye diye 2 ayı geçirmişim. En son çılgınlar gibi Xdinary Heroes dinliyorum diye yazmıştım ya, hah işte bir başka çılgınlık daha yapıp, temmuzun 7'sindeki konserlerine bilet aldım o arada. Sonra da bir konser için birkaç hafta içinde bilet şu bu alıp, uçağa atladım, Kore'ye gittim. Evet, yine. Konser Seul'deydi ama bu sefer bari başka bir şehir daha göreyim diyerek arada 3 günlüğüne Busan'a da gittim. Böyle bir rüzgara kapılmışım gibi, bu sene hiç aklımda oraya gitmek yokken, geçen sene son gün ülkeye veda ederken bir daha göremem herhalde diyerek içim buruk ayrıldıktan sonra, yine gittim. Kendimi orada buldum. Saçmalamış gibi hissediyorum. Saçmaladım belki de. Kim bilir. Hayatım gittikçe daha da spontane bir hal alıyor. Onca yıl kendimi, her düşündüğümü her hissettiğimi baskı altında tuttuktan, sımsıkı bastırdıktan sonra artık fışkırıyormuş gibi hissediyorum. İstediğim hiçbir şeyi yapamadığım bir 35 yılın ardından şimdi bir şey görüyorum, canım mı istedi, hadi alayım, hadi göreyim, hadi gideyim şeklinde ilerliyorum. Kendime engel olamıyorum. Bir kontrol mekanizmam kalmadı gibi oluyor. Saçma harcamalar yapıyorum, saçma kararlar veriyorum, kendimi durup dururken bir sürü saçma durumun içinde buluyorum.

Koca bir haziran geçmiş, ardından temmuz bitip gitmiş, hiçbir fikrim yok. Temmuz'un ilk günü uçağa bindim, o kadarını biliyorum. İlk haftası Kore'deydim yani, sonraki hafta dönüp, biraz evimin keyfini çıkardım. Hakikaten iyi geldi evdeki o günler. Bir kere daha anladım, sabah evden çıkıp, sabit bir işe gidip, tüm gün bir odada bilgisayar başında oturup, akşamları tükenmiş bir halde eve gelmek olabilecek en salakça yaşama biçimi. Sağlığımın bu kadar b.ktan hale gelmesinin en büyük sebeplerinden biri. Evde geçirdiğim o bir haftada yemem içmem de düzeldi, karın şişliğim de, cildim de saçlarım da psikolojim de. Kendi istediğim saatte kalkıp, ilgimi çeken şeylerle uğraştığımda hem çok verimli olabiliyorum hem de sağlıklı. Allahım gerçekten nefret ediyorum işe gitmekten ya. Gene oturup ağlayasım geldi şu an çaresizlikten.

Haziran hakkında hiçbir fikrim yok bu yüzden. Bilmiyorum ne yaptım. Sanırım yeni bağımlılığımla geçti. Gözüm açık olduğu her an Xdinary Heroes videoları izledim, şarkılarını dinledim. Ofiste de her bulduğum boşlukta, evde de. Daha önce de bahsetmiştim, bir şeyi sevince kendimi öldürüyorum. Sevmeyi bilmediğim için kendimi boğana kadar o şeye düşüyorum. Ortalara doğru bir noktada da sıra kıskançlığa geliyor. O kadar çok seviyorum ki benim olsun sadece, elimi atayım alayım, elimde dursun istiyorum. Benim olamadıkça da çıldırmaya, sinirlenmeye, ardından çok büyük üzülmeye, depresyona girmeye başlıyorum. Bu sefer konserlerine bile gittim, varın siz düşünün.

Cey'le ev buluşmalarımızda "100 Days My Prince [백일의 낭군님]" izlemeye başladık. Baya sardı, 10.bölümdeyiz. Şöyle saray entrikalı, kılıçtan geçirmeli, hafıza kayıplı, yüz tanıyamamalı bir tarihi kdrama izlemeyeli baya olmuştu, iyi geldi. Cey izleyip, ilk 10 puanını verdiği için "Soundtrack #1 [사운드트랙#1]" diye 4 bölümlük mini bir diziyi de izlemeye başladım, son bölümü kaldı. Ama sinirimi bozdu biraz. Yoktan yere kendilerine acı çıkarıveriyor karakterler. Başrollerimiz küçüklüklerinden beri kankalar. Ama neymiş çocuk, kıza aşıkmış aslında, kız bilmiyormuş. Sonra kız fark edince de ben onu üzerim aman olmaz diyerek arkadaşız bir diye tutturuyor. Yok sana bir şey hissetmiyorum demiyor, ben sana aşık değilim demiyor. İsterim ama üzerim diyor. Arghhhh...İçim bayılıyor vallahi.

"Serendipity's Embrace [우연일까?]" diye bir dizi başladı, onu izliyorum sonra haftalık olarak. O da kısa aslında 8 bölüm sürecek. İlk aşklarla ilgili. Kendi kendime neler ediyorum yarabbi?

"Miss Night and Day [낮과 밤이 다른 그녀]" diye bir dizi başladı bir de. Hiç tanıtımlarını görmemiştim, tesadüfen rastladım, şimdi haftalık olarak onu da izliyorum. Aşırı eğlenceli, aşırı komik ve ilginç bir bir fikir olarak başladı. Bu hafta son iki bölümü yayınlandı, vaktim olursa bitiririm bugüne yarına.

Uçakta Kore'ye giderken "Lohusa(2024)"yı izledim, dönüşte de "Jungle Cruise(2021)"u. Film izleyebilecek kadar odaklanabilmem için sanırım 10 saatlik uçak yolculuklarına ihtiyaç duyuyormuşum. Lohusa'yı izlerken iyi güldüm, iyi oldu. Gerçi uçakta herkes uyurken izliyor olduğum gerçeğiyle hiç uyuşmuyor bu durum ama elimi ağzıma kapatıp, kahkahalarımı içime doğru bıraktım. Jungle Cruise ise güvenli bir liman gibiydi benim için, Dwayne dayımla saçma ama komik bir macera yine.

"All The Light We Cannot See" diye bir dizi var, bayadır izlemek istiyordum. Ona başladım. İki bölüm izleyebildim ki sadece 4 bölüm zaten. Beni üzeceğini biliyordum, gene de devam etmek istiyorum. "Belgravia:The Next Chapter"ı bitirdim sonra. Şurada anlattığım Belgravia'nın devamı gibi düşünülmüş ama bir 20-30 yıl sonrasında başlıyor. İlkini gene izleyebilmiştim, bu o kadar bile ilginç değildi. Sırf işte period drama ve tanıdık bir hikaye diye izledim. "Maxton Hall : The World Between Us" diye bir dizi izledim, tam bir guilty pleasure olarak. Çünkü ben de bir kızım ve arada böyle psikolojik desteklere ihtiyacım var. "Zamanın Kapıları" diye bir yerli diziyi ilginç buldum gibi oldu tanıtımlarında. Ona bakayım dedim, iki bölüm izledim. Devam etmek istediğimi düşünmüyorum.

Kaan Murat Yanık'ın Sular Üstünde Gökler Altında kitabını okuyorum hala. Haziran'ın başında başlamıştım, hayatım gibi o da elimde dolanıp duruyor. Aslında arada iş yerinde öğlenleri çıkıp, parka oturup bir saat de olsa iyi okuyordum. Öyle bir süre iyi gitti kitap. Ama sonra parkta habire ötemde berimde sigara içen insanlar oturmaya başladı. Dumanlarıyla nasıl olsa açık havadayız diye beni rahatsız ettiklerini zerre düşünmeden oturan bu yaratıklar kitap okuma hevesimi de kursağımda bıraktı. Hele bir gün bir tane kadına dönüp baktım, o da bana baktı noldu der gibi. Dedim pöff duman, e napabilirim dedi pişkin pişkin. Öl geber, onu yapabilirsin mesela. Gün içinde sinirime dokunup, keşke ölse dediğim herkes ölse, dünya çok mükemmel bir yer olacak.

Neyse yine iki cümle yazayım dedim saat dokuzu geçti. Oysa bilgisayarın başına oturduğumda hava bile aydınlıktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...