25 Kasım 2024 Pazartesi

난 너희 모두가 싫어

 Ölmedim. Sanırım. Henüz değil. Sadece kendime biraz izin verdim yavaşlayabilmek için. Hiçbir şeye yetişemedikçe, her şey üst üste biriktikçe, ben altında ezildikçe...dayanamadım. Son bir aydır da saçma sapan, salak salak şeyler olunca ardı ardına yeter dedim. Hiçbir yeni şeye başlamıyorum bir aydır. Hiçbir dizi izlemiyorum, film izlemiyorum. Kenara köşeye bakayım diye kaydettiğim ne varsa onlara bakıyorum, youtube videoları falan. Dinleyeyim diye bekletip, bir türlü dinlemediğim albümleri dinliyorum. Yavaş yavaş kitap okuyorum. Her gün 5 sayfa 10 sayfa. Öyle. Kendimi zorlamadan. Yaşamak beni zorluyor. Sadece kendi kendime kalabilmek için çok uğraşmıştım, çok azmetmiştim, bir süreliğine de olsa başarır gibi olmuştum ama gene insanlar birikti etrafımda. Ben istemedikçe neden yine biriktiler etrafımda? Yoruyorlar. Boğuyorlar.

En son ne yaptığıma dair bir şeyleri Ağustos'un başında yazmışım. Ağustos bitti, ne yaptım? Araba sürmeye başladığımdan beri geçen 3 yılın ardından ilk defa kendi başıma uzun yola çıktım. Atladım köye gittim. 11 saat sürdü 548 km. Olsun. Rahat rahat gittim. Hayatımda yaptığım en terapi gibi şeydi. Annemle veya babamla ya da arkadaşlarımla gittiğim uzun yollardaki gibi boynum, kollarım, ellerim tutulmadı. Bunun üzerine düşünmedim. Sürdüm ve vardığımda bir baktım, hiçbir yerim tutulmamış. Yorulmamışım. Öyle bir yolculuk yapmışım.

Annemle birkaç dolaşma şansım oldu. Bir haftalığına gitmiştim zaten. Fındığın bitişiydi. Fındık müzesine gittik, Kurtuluş Savaşı zamanından bir gemi-müzeye gittik. Bir kere denize gittik hep beraber. Babam herhalde 30 yıldan sonra ilk defa denize girmiş oldu. Ağustos'un geri kalanı iş yerinde çalışmakla ve dişçi randevuları, diş dolgularıyla geçti.

Eylül'de ise hayatımın bir başka ilkini yaşadım. T.'nin yeni aldığı arabasını (ve kendisini) Ankara'a getirebilmek için atladım otobüse Balıkesir tarafına gittim. Arabasını Ankara'ya dönüşte ben kullandım (o daha ilk defa araba sürmeye başlayacaktı çünkü). Üstüne çok düşünmedim, bana ihtiyaç duyulduğunu görünce olur dedim ve gittim, yaptım. Bir ay öncesinde kendi kendime ilk defa uzun yola gitmişken, bir ay sonrasında bu defa ilk defa gördüğüm bir arabaya atlayıp, uzun yolda sürdüm. Büyümek böyle bir şey miydi?

O tarafa gitmişken hazır Bergama'yı da görmek istemiştim. Biraz gezdik. Ama asıl Asklepion kısmına yetişemedik, akşam olmuştu, dönmek zorunda kaldık. Balıkesir'in merkezinde biraz bir yarım saat bir saat bakındık, çok gezemedik yine, dönüş yolu uzundu.

Eylül'de de dişçi koltuğundaki maceralarım devam etti. Bir yandan da Cey'de kore dizisi izleme maratonlarına devam ettik. Eylül'ün sonunda ise bir haftasonu çıkıp, Sivrihisar'a gittik kızlarla. Tek motivasyonum yol üstündeki ballı gözlemecide ballı gözleme yemekti yola çıkarken ama ciddi ciddi keyif aldım Sivrihisar gezisinden. Hiç beklemediğim, ummadığım bir atmosferle karşılaştım. İlginçti.


Ekim'in ortasında ise aylardır planladığımız Eskişehir-Kütahya-Afyon gezisi vardı. Düşündükçe sinirlerim tepeme çıkıyor. Öyle bir gezi oldu benim için. Tek iyi yanı Aizonai'yi görebilmiş olmamdı yıllarca merak ettikten sonra. Bu geziyle ilgili sayfalarca yakınabilirim. İnsanlar. Gerçekten zorlar. Neyse.

Zaten saçmalıklar da bu geziyle başladı. Berbat geçen 3 günün sonunda evime geldim, bitmiş tükenmiş, mutsuz bir halde. Ertesi gün babam geldi. Son iki yıldır hastalık hastası olarak hepimizin başını yemiş durumda. Doktor randevusu almış Gülhane'den. Otobüse atlayıp gelmiş. Annemi köyde bırakıp. Önceden de söylemiyor. Son dakikada annem söyledi ki en azından kapıyı açınca karşımda bulmayayım diye. O salak saçma geziden döndükten sonraki bir hafta da babamla uğraştım. İnsanın psikolojisiyle oynayan bir ruh hastası olmasa kendisi, aslında gelip bende kalmasında, ne bileyim doktora gitmesinde falan hiçbir zorlayıcı yan yok. Ya da insan annesi babası geldi diye off beni bitirdi der mi, demem yani, ben demem niye diyeyim, başımın üstünde yerleri var ama işte o bir ruh hastası. Zorluyor. Çok.

Babamın gelip, geri döndüğü haftanın sonunda bir de iş yerinde haftasonu çalışması yok muydu? Sıyırmama ramak kalmıştı. Ciddiyim. Kasım'ın da ilk haftasının bitiminde iyice iğrenç bir şey oldu. Gerizekalının biri teklif yaptı gibi bir şey, detaylara girmeyeceğim midem çok bulanıyor düşündükçe bile. Tamamen unutmaya çalışıyorum ama hemen evimin dibinde yaşadığından çok da kolay olmuyor. Iyyyyy. Off ben neler yaşıyorum ya! Ne kadar saçma bir hayat bu! İnsanlardan gerçekten nefret ediyorum. Tiksiniyorum. Herkesi kılıçtan geçirip, şöyle bir ohh çekip, alıp başımı sıcacık kumsallı bir adaya gidip, yatmak istiyorum. Hayvanları da istemiyorum. Hayvanlar da olmasın. Onları da sevmiyorum. Canlı olan hiçbir şeyi sevmiyorum. Bir beni rahat bırakın ya. Bir bırakın beni ya.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

난 너희 모두가 싫어

 Ölmedim. Sanırım. Henüz değil. Sadece kendime biraz izin verdim yavaşlayabilmek için. Hiçbir şeye yetişemedikçe, her şey üst üste biriktikç...