17 Mart 2013 Pazar

Çeyrek yüzyılıma veda ederken : Bir Amerika Yolculuğu Bölüm XII

los angeles havaalanındayken
Artık bu son bölüm. Nihayet aylardır kafanızı şişirdiğim anlatının son parçasına geldim. Gelebildim mi demeliyim yoksa :) Artık sizin de anladığınıza göre, ben kısa cümleler kuramıyorum. Ya da kısa şeyler yazamıyorum.
Yolculuğa çıkarken ilk planlarda "San Francisco'ya da gideriz, Jesse dayıyla DJ'in Stephanie'nin Michelle'in Joey amcanın yaşadığı evleri göreceğim, jenerikteki o meşhur turuncu köprüden geçeceğim" yer alsa da, Los Angeles'ta planı değiştirdik. Bir iki ilaçla, yatakta yarım gün geçirmekle falan bir Hollywood-Universal Studios görebilmiştim ama gerisine dayanabilecek gibi değildim. Dedim Nihan senin yurda gidelim, dönüş uçağıma kadar dinleneyim, zaten ikimiz de bir 25 yıl daha bize yetecek kadar gezdik, kendimizi aştık bu iki haftada.
San Francisco'dan Santa Cruz'a, üniversitenin kampüsündeki öğrenci yurduna ulaşmak, Ankara'dan Los Angeles'a kadarki yolculuğumu bile mumla aratır cinstendi. Önce San Francisco havaalanında iniyoruz, sonra metroya biniyoruz, metronun bir yerinde hat üstünde çalışma olduğundan kapalı, o yüzden inip diğer hatta aktarma yapıyoruz. Metroyla bir durağa gelince orada inip, trene biniyoruz. Trenle neredeyse 1-2 saatlik bir yolculukla bir sürü durak geçtikten sonra inip otobüse biniyoruz. Otobüs bizi yine 1 saatlik bir yolculukla Santa Cruz'a götürüyor. Orada da inip, biraz yürüyüp kampüse giden otobüse biniyoruz. Bir 20 dakikanın da sonunda yurdun önünde iniyoruz. Yalnız o Santa Cruz'a giden otobüste bavuluma  artık son güç kırıntımla tutunuyordum. Yanıma oturan kızın bacaklarına gitti tüm yol boyunca ağırlığı bavulun. Tutamadığımın, bavulun tamamen kızın üstüne kaldığının farkındaydım ama birşey gelmiyordu ki elimden. Özür dilerim tutmaya çalışıyorum ama seni de rahatsız etti baya dedim kıza, o da önemli değil ben rahatım birşey olmuyor dedi. Ha tabi şuraya kadar anlattığım onca şeyden bu cümleleri kurmadığımı anlamışsınızdır. Ben bu anlamaya gelecek mimikler ve işaretler yaptım, kız da aynı şekilde mimiklerle karşılık verdi anlaştık biz.
trendeyken
Nihan'ın yurdunda bir iki gün böyle ayaklarımızı uzattık, pijamalarımızı çıkarmadan çay kahve o pembe içecek ve atıştırmalıklar şeklinde dinlendik. Arada bir Santa Cruz'un merkezini gezdirdi Nihan, herkese aynı şekilde anlatıyorum orayı. Merkezi bildiğimiz Stars Hollow, yukarıya kampüse çıktığınızda da Twilight ormanı. Esasında güzel bir yer, tam böyle bir küçük amerikan kasabası deneyimi de edinmiş oldum böylece.
Bir de sinemaya gittik Santa Cruz'da, Life of Pi'yı izledik. Amerika'da sinema kültürünü de yaşadım ve filmlerde dizilerde gördüklerim gerçekmiş. Sıra numarası yok, geçip istediğimiz yere oturuyoruz. Ara da yok, tuvaletimi tutmaktan ölecektim, ki tutamadım son 15 dakikada gitmek zorunda kaldım. Boyum kadar içecekler ve mısır kutusu da cabası.
santa cruzdan
Geri dönüşte yaşadıklarımı klişe bir sözle, anlatsam roman olur, diyerek geçiştirmek istiyorum. Çünkü az önce anlattığım havaalanı yoluna ek olarak, San Francisco'dan NY'a uçtum, JFK'de bekleyip İstanbul'a uçtum. İstanbul'da kar yağıyor olduğu için uçuşum iptal oldu Samsun'a. Tam 12 saat havaalanında bekleyip diğer bir uçuşu yakaladım. O da yine kardan 3 saat rötar yaptı, gecenin 3'ü, 4'ü gibi sıkışık bir uçakla Samsun'a uçtum buz gibi havada, karnım 24 saattir boş ve uykusuzken. Samsun'da yarım saat bavul bekledikten sonra annemler amcamın arabasıyla beni aldılar. Samsun'dan Fatsa'ya yoğun kar yağışı altında kaygan yolda ulaştıktan sonra amcama arabasını verip babamın sütçü kamyonuyla - ben ona öyle diyorum artık kendisi 70 model açık mavi bir kamyonet, hadi benim de antika araba hevesim var da babamınki çalışmayanlara - Fatsa'dan Perşembe'ye oradan da köy yoluna çıkmaya başladık. Ama köyün yolu kardan kapanmış olduğundan ve o kamyonet patinaj yaptığından dağın tepesinde karın altında kalakaldık. Kamyonet ittik. Hepimiz birbirimize bağırmaya başlamıştık ki diğer bir yolda saplanan bir aracın çekici çağırması sayesinde, çekici yanımıza geldi. Adama neredeyse yalvardık bizi de götür diye. Mezarlığın oraya kadar çekti bizim kamyoneti. Orada indik, bavulumu sırtlanıp yürümeye başladım. Baktık olacak gibi değil, donacağız. Bavullarımı çekicinin arkasına bağladık, ben de adamın yanına tırmandım. Babaannemin evine o şekilde vardım. İki gündür aç, uykusuz, yorgun, saatlerce havaalanında perişan olmuş, üstüne karda araba itmiş, bavul taşımış ve baştan ayağa ıslanmış olarak.
köyün karlı yolları
Bir hafta boyunca köydeki evde kuzineyle aramda 30 cmlik bir mesafeden fazla bırakmamaya gayret ederek kıpırdamadan yattım. Annem yemek getirip yedirdi, uyudum, tv tam önümdeydi izledim. Hiç kıpırdamadım. Hala hastaydım, boğazım şişti ve burnum tıkalıydı. Neyse ki bir hafta sonunda Ankara'ya dönüp, bir de güzelce burada üç gün dinlenip işe döndüm.
Ama hepsine, herşeye değdi. İyi ki gitmişim, iyi ki gitmeye karar verebilmişim. İyi ki Nihan yanımdaymış ve iyi ki oraları görmüşüm diyorum. Bir sene boyunca çalışıp biriktirdiğim o parayı iki haftada yok etmektense öğrenim kredisi borcumu kapatır, geri kalanıyla da işsiz bir halde en azından bir iki sene evde oturup kitaplarımı yazabilirdim belki ama bunu, bu yaşadıklarımı bir daha yaşayamaz, bir daha 25 yaşında olamazdım.
Bunu tüm hayatını ince ince planlar listeler yapmış bir insan olarak söylüyorum, bazen o uzanan eli düşünmeden tutmanız, gel diyenin peşine takılmanız ve o uçurumdan o suya atlamanız gerek.Yüzlerce binlerce yanlış karar vermiş olabilirsiniz düşünerek, en azından bir tane de düşünmeyerek verin. Düşünmeden atlayın ki o kararın içine, yanlış mı doğru mu olduğunu yaşayarak görün. Çünkü düşünüp de yaptığınız, yaptığınızı çok sonra anladığınız kararlar daha çok acı veriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...