16 Mart 2013 Cumartesi

Çeyrek yüzyılıma veda ederken : Bir Amerika Yolculuğu Bölüm XI


Orlando'dan tam 1 ocak gecesi çıktık yola. Gecenin sabaha dönmesini beklerken, Orlando havaalanında yılın ilk gününe başladığımızı fark ettim. Ve hastaydım. Ama onu henüz fark edememiştim.
Uçağa gitmek üzere otelde uyandığımızda boğazımda hafif bir yanma vardı, başım da dönüyordu kendince. Ama çok önemsemedim, günlerdir yorgunum, dolanıp duruyoruz ondandır dedim. Zaten hep gecenin bir yarısı kalkıp uçaklara koşturuyoruz iki haftadır, normal dedim. Ama uçaktayken bildiğiniz kendimden geçmek üzereydim, burnum tıkandı, başım artık bende değildi. Boğazımı alevler sarmıştı. Önce yanımızda oturan, pardon sere serpe yatan siyahi kızımıza yükledik suçu. Mikrop bulaştırdı bana kesin, zaten kendisi de gözünü açamadı tüm yol boyunca dedim. Los Angeles'da havaalanına indiğimizde öleceğimi zannettim sonra. Nihan bir yandan taksi, shuttle ne olursa bulup otele gitmemizi sağlamaya çalışırken ben kendimi yanıbaşında yere yığılmış halde buldum. Buz gibi taş zemine öylece oturdum, ayakta durmayı bırakın, nefes alabilecek gücüm yoktu. Ateşim fırlamıştı, bilincimi kaybetmek üzereydim. Bir ara Nihan beni bırakıp dışarı taksi bulmaya gitti, yerimden kıpırdayamıyordum çünkü. O ara burada, dünyanın bir ucunda şuracıkta bayılıp kalsam ne olur diye düşündüm. Etrafta bir sürü insan vardı gerçi, ama tuhaf bir düşünceydi. Düşünebilecek halde de değildim de gerçi. (Bu arada Los Angeles'da havaalanından araç bulmak çok zor oluyor, çok kalabalık. Önceden ayarlamak lazım.)

Sonunda Nihan'ın çabalarıyla bir taksi bulup, otele doğru yola çıktık. Otelimiz Best Inn Hollywood'du. Hakikaten de tam Hollywood denen caddenin, bölgenin yanıbaşındaydı. İşleten amca Bangladeşliydi, kimya profesörü müymüş kendi ülkesinde, öyle dedi. Buraya göçmüşler, ki oğlu şu anda California Üniversitesi'nde okuyormuş. Amca ayrıca bize sizin başbakanınız var bir tane, buraya gelen herkes ondan bahsediyor çok iyiymiş falan diye muhabbet etti. Ben içimden he he tabi şahane bir insan diye düşünüp tam ağzımı açıyordum ki Nihan hı hı var başbakanımız deyip kurtardı durumu. Odamızın temizlenmesini beklerken düşündüğümüz "cemaat oteline düşmüşüz ama en azından o yüzden güvenli olur"du.

Odaya geçtiğimizde yapabileceğim tek şey kendimi yatağa bırakmaktı. Aklım bir gidip geliyordu. Plana göre bir an önce dışarı çıkıp bir sürü yer görmemiz gerekiyordu. Ama gözlerimi bile açamadım. Ben yatakta hasta bir şekilde yatıp da azıcık dinlenirsem kendime gelirim diye umut ederken Nihan çıktı yiyecek aldı, etrafı keşfedip yapabileceklerimize baktı geldi. Ben öylece baygın yattım. Hollywood Boulevard'ın tam kıyısındaydı otel, iki adım yürüyerek bulvara çıkabiliyorduk.

O gün öğleden sonra boyunca yataktan çıkamadım. Üstüne gece yatarken klimayı ya da kaloriferi her ne deniyorsa ona onu açık bırakıp yatınca, gecenin bir yarısı bir uyandım ölüyorum. Ateşim 40'a yanaşmıştır herhalde çünkü lavaboya zor attım kendimi midem deli gibi bulanıyordu, başım 360 derece dönüyordu. Zar zor soğuk su doldurdum içine içki koyulan buzluk kovasına, bir de fularımı aldım, yatağa uzanıp alnıma suya batırılmış fular koyarak ateşimi düşürmeye uğraştım bir süre. Yaklaşık iki saat boyunca uğraşıp da bilincimi kaybetmeye başladığımın farkına varınca - ki bunu nasıl anladım, kendi kendime mırıldandığımı fark ettim Gönül'le konuşuyordum konuştuğumu sanıyordum sanki yanımdaymış gibi - Nihan'a seslendim. Nihan benim ateşim var diyebildim. Sanırsam Nihan'ın hakkını hiç ödeyemeyeceğim, tüm gece oturup alnıma ıslak havlu koydu, başımda bekledi.


Sabah olunca öğlene kadar yine yattım mecburen. Sonunda toparlanabildim ikinci günümüzde biraz, kalkıp önce eczaneden diyeceğim ama bildiğiniz marketten ilaç alıp, birşeyler yedik Subway'den. Sonra Nihan yine gidip soruşturmuştu, bu Hollywood Boulevard üzerinde Sightseeing turları var, onlardan biriyle anlaşmıştı ona gittik. Bunlar böyle yol kenarına dizilmiş halde ellerinde broşür turist çekmeye çalışıyorlar. Bizim minibüslerden birinin üstünü böyle kesip, camlarını falan çıkarın, şöfore de bir yaka mikrofonu verin. Aynen öyle bir durumda oturup minibüse geziyoruz. Ünlülerin evlerini, Beverly Hills'i, Hollywood tabelasını, Mulholland Drive'ı, Rodeo Drive'ı ve çeşitli filmlerden çeşitli sahnelerin çekildiği ikonik yerleri, geçmişin görkemli yıldızlarının kaldıkları yerleri falan görüyoruz. Rehberimiz ve şöforümüz olan pek konuşkan, pek şakacı amcanın fotoğraf çekebilmemiz için yavaşladığı yerlerde fotoğraf çekmeye çalışarak bir sürü yer gördük aslında. Yalnızca üstü açık böylesi bir arabada ocak ayının rüzgarında oturmak biraz işkence olabiliyor ama bunun için de sevgili rehberimizden battaniye alabiliriz.



Ünlülerin oturduğu yerler olarak dağ tepe bayır dolandık. Evlerin hepsinin çevresinde yüzlerce metre uzunluğunda ağaçlar olduğundan sur misali tam anlamıyla hiçbirini göremiyorsunuz tabi. Sadece rehberden bir sürü bilgi dinliyor ve hayalinizde canlandırıyorsunuz. Filmlerde gördüğünüz caddeleri, dükkanları, restaurantlar görüyor, önlerinden geçiyorsunuz. Viper Room'u görmek buruk bir mutluluk vermedi değil mesela bize. Pretty Woman'da Richard Gere'in Julia Roberts'ı aldığı oteli gördük sonra, Hollywood tabelasıyla en iyi fotoğrafın çekildiği açının olduğu tepede rehberimiz tek tek herkesin fotoğrafını çekti o bildik pozla. Beverly Hills tabelası ile de çekindik, milyarlık Bugatti'yi de çektik.
Turdan sonra Hollywood üzerinde bir ileri bir geri yürüyerek keşif yaptık. Bizce tıpkı Ulus'tu burası, artık modası geçmiş, her yeri eski püskü olmuş, eski ışığı olmayan. Balmumu müzesiyse en güzel kısmıydı. Baya bir vakit geçirdik içinde, çok da eğlendim ben. Amerika'nın bir köşesine kadar gidip tek bir ünlü göremedik belki ama balmumu heykelleriyle istediğimiz pozları yakaladık.
Akşam yemeği olarak da oradaki bir Meksika restaurantına girdik taco denemek için. Yalnız o kız, girişte hani kaç kişisiniz, böyle buyrun falan diyen var ya, hala unutamıyorum ben onu. Öyle güzel öyle tatlıydı ki. Neyse, ne diyordum, taco.

Ben sevmedim. Taco'yu ve o tortilla çeşidini orada yediğim. Belki yanlış seçim yaptım ondan da olabilir. Restaurant çok güzeldi, çok kalabalık da değildi rahattı. Çok da ilgilendiler, garson bize tacoyla ilgili şeyleri anlattı hep bu ne bu ne diye sordukça biz. "Musings of A Chocolate Lover" blogunda anlatıyor şöyle : Tortillanın geçmişi tam 12000 yıl önceye dayanır. Maya efsanesine göre, ilk tortilla bir köylü tarafından aç kralın karnını doyurmak için yapılmış.

İsmini İspanyolca “yuvarlak pasta” anlamına gelen “torta” kelimesinden alan tortilla; mısır veya buğday unundan yapılan küçük boyda, ince, yuvarlak bir yufkadır.. Ekmek yerine her öğünde yenir. Meksika mutfağının simgesi; Türklerin ekmeği, pidesi, Çinlilerin pirinci gibidir… Tortillalar yalnızca ekmek olarak değil aynı zamanda üstü çeşitli malzemelerle süslenerek pizza olarak da kullanılır.


Tortilla ayrıca katlanıp içi değişik malzemelerle doldurularak da yenir. Böylece tortillanız, içindeki malzemelerin kızarıp fırınlanlanmasıyla yeni yeni isimler alır ve tabağınızda tamale, flauto, buritto ya da quesadilla oluverir… (Daha fazlası için gene oraya bakabilirsiniz-->link)

Biz de ikişer tane farklı şeyden aldık, bu buritto quesadilla falan dediklerinden. Denemiş olalım diye. Hangisinden aldım emin değilim gerçi. Ben zaten daha önce de pek sevmemiştim Meksika mutfağını, perçinlemiş oldum.
Ertesi gün daha da iyi oldum, planımızı yapıp atladık Universal Studios'a gittik. Hollywood Boulevard üzerinde yürüyerek Hollywood/Vine metro istasyonuna geldik önce otelden, metroya "TAP" denen bir kart alarak metro içindeki kiosklardan, biniyorsunuz. Sanıyorum biz kırmızı hat üzerinden Universal City durağına gittik. (http://www.metro.net/riding/getting-started/) Orada inince hemen görevliye sorduk nasıl gideriz Universal Studios'a diye, adam hiç istifini bozmadan insanları takip edin dedi. Nasıl yani oldum ben, bu insanların hepsi oraya mı gidiyor. Dışarı çıkınca anladık, zaten oraya gelip de başka gidecek bir yer yokmuş. Metrodan çıkıp, karşıya geçip, sağa dönüp yine karşıya geçtiğinizde Universal Studios'un mabedine götürecek olan - yine her bir yanı açık - servisleri bekleyeceğiniz durağa gelmiş oluyorsunuz. Kocaman bir yokuşun dibinde servislere doluşup, çıkmaya başlıyorsunuz. (http://www.universalstudioshollywood.com/)
Orlando'daki ne kadar çocukça ve eğlenceliyse burası da o kadar büyük ve görkemli. Yine çocukça belki ama büyümeye başlamış bir çocuğun dünyası. Yine burada da tek biletle her yere girebiliyorsunuz.


Girişte hemen solda House of Horrors var, biz önce orayı deneyelim dedik. Bildiğimiz korku tüneli diye girdik. Yürüyerek korkunç yerlerin ve korku filmlerinin en dehşet verici karakterlerinin arasından geçiyorsunuz. Tabi ister istemez grupça geziyorsunuz, korkudan herkes bir araya toplanmış oluyor. Biz bir süre bir grup kardeşle dolandık. Çoğu yerde önce siz geçin beklemesi yaptık. Tam böyle karanlık, ne idüğü belirsiz bir yere gelmiş kardeşlerle birlikte bekleyip, yok siz gidin yok siz gidin diye birbirimizi ittiriyorduk ki tüm ışıklar açıldı. Anons, teknik aksaklıklardan dolayı korku tünelimizi boşaltıyoruz. Bozduk ya korku tünelini! Yalnız var ya bozulmasaydı biz orada nasıl çıkardık bilmiyorum, o ne Chucky'di be.
Etrafı dolaşarak ilerledik sonrasında ve tee diğer kısımda, dağın alt tarafındaki kısma indik. Orada stüdyo turuna katıldık. Yine o her tarafı açık araçlarla konvoy şeklinde ve en önde oturan rehberin alattıkları eşliğinde geziyorsunuz tüm o görkemli stüdyoları. Hayatımın en güzel anılarından biri olacak orası. O kadar şahaneydi ki. Back To The Future'ı, Jurassic Park'ı, Pyscho'yu, Jaws'ı, Desperate Housewives'ı, Parenthood'u gördüm. Metronun içinde yıkım sahnesi nasıl oluyor canlı canlı tecrübe ettim, uçak enkazı gördüm hazır halde, tüm o filmler nasıl çekiliyormuş gördüm. Ayrıca bir bölüm var ki olağanüstü bir deneyim. Peter Jackson'ın King Kong'unun adasına düşüp, Kong'un sizi dinozorlardan kurtarmasını yaşıyorsunuz. Dinozor tükürükleri eşliğinde :)

Bu muhteşem turdan sonra dağın tepesine geri çıkıp tek tek bulduğumuz her gösteriye girdik. Arada tabi bir de filmlerden malzemelerin olduğu sergiyi gezmek de dahildi. Special Effects gösterisinde kanlı sahnelerin, uzay sahnelerinin, balta girmemiş orman sahnelerinin nasıl yaratıldığı izledik. Yalnız akşam en son katıldığımız Water World gösterisi evlere şenlikti. Yaz ortasına gitmek gerekiyormuş o kesin, çünkü oyuncular sizi hiç acımadan hortumla ıslatıyor. Kevin Costner'lı filmin bir bölümünü canlandırıyorlar su dolu bir sahnede. Hatta bir yerde havadan uçak gelip düşüyor tam önümüze.
Los Angeles'tan San Francisco havaalanına gitmek üzere yola çıktığımızda yine gecenin bir vakti, yine hastaydım, zor ayakta duruyordum ama mutluydum, hayatımda hep yanlış kararlar vermiş olduğumu biliyordum. Ama bu, o yanlışların ilk defa iyi bir tanesine götürebildiğini anlamamı sağlamıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...