3 Mart 2013 Pazar

Çeyrek yüzyılıma veda ederken : Bir Amerika Yolculuğu Bölüm VII


NY'daki ikinci günümüzde otelin shuttle'ının bizi bıraktığı noktadan - Port Authority Bus Terminal'in yakınlarında Broadway'in üstünde - bu sefer serbestçe bir yürüyelim dedik. Bu arada shuttle'a gidiş-dönüş için kişi başı 12 dolar vermiştik. Başladık yürümeye, etrafa bakmaya. Ama sanırsam gene ters yöne yürüdük ki biz ilerledikçe kalabalık azaldı, daha bir şey olmayan tarafına doğru gittik merkezin. O aşamada Nihan bu yolda birşey yok bir paraleline geçelim dedi. Biz 8th Street üzerinde yürüyormuşuz. Hemen yanımıza dönünce karşılaştığımız ara sokağa girdik. Meğersem orası  48th West'miş ve biz onun üzerinde ilerlediğimizde Dan Stevens'ın koskocaman resmini gördüm ben bir duvarda. Allahım kendi nerede gerçeği de var mı diye resme koşturdum. O resim Walter Kerr Theatre'ın oyun afişlerinden biriydi. Dan Stevens, Jessica Chastain, David Strathairn ve diğerlerinin oynadığı The Heiress adlı oyunun (http://www.theheiressonbroadway.com/). Dan Stevens'ın ilk Broadway deneyimiydi bu. Twitterda bayadır takip ediyordum oynadığını ama NY'a giderken tamamen aklımdan çıkmıştı. Görmüşken kaçıramazdım, nolur nolur gidelim yer var mıdır acaba diye başladım tabi. Zaten planlarımız arasında bir Broadway şovu görmek vardı, bu ucuzluk biletlerinden bulmaya çalışacaktık. Ama bu oyun normal tiyatro oyunuydu, şov değildi. Olsun dedik sonuçta Broadway oyun izlemiş olacağız. Şansımızı denemek için girdik içeri, gişedeki teyzeye bilet var mı dedik. Ben açıkçası olmayacağını veya ne bileyim servete mal olacağını falan düşünmüştüm, hiç umutlu değildim. Ama bilet vardı hem de öğrenci kimliklerimizi gösterince yarı fiyatına, en önlerden öğrencilere ayrılmış kısımdan aldık. Hacettepe yüksek lisans kimliğim tee NY'larda geçerli gördüğünüz gibi ama şu kıytırık Ankara'da üzerine bir hologram yapıştırılmadan otobüste bile öğrenci saymıyorlar.
Oyun bileti 30 dolara geldi yani kişi başı. Akşam 8'deki oyun için biletlerimizi aldığımızda havalara uçuyordum. NY'daydık ve akşamına tiyatroya gidip, yıllardır (Sense&Sensibility'den beri) küçücük ekranımdan izlediğim pırıl pırıl adamı önümde kanlı canlı görecektim.
Sonra ilerleyip Broadway'e çıktık. Oranın üzerinde de biraz ilerledikten sonra bir yana girelim dedik. Yine tamamen tesadüfen West 55th üzerindeki McGee's ile karşılaşmasak mı! Nam-ı diğer How I Met Your Mother barı. Gelmeden önce okuyup görmek üzere not almıştım ama bulabileceğimizi düşünmemiştim, hani olur da vaktimiz olursa arayalım diyordum. Ciddi ciddi bulduk ya McLaren's ın esinlenildiği yeri. Tabi dışına bakınca tam öyle hayallerdeki gibi değil, inşaat demirleri falan var kapısı zor görünüyor. Ama içeri girince tam o pub havasını soluyorsunuz. Ben oraya da girebileceğimi düşünmemiştim ama iyiki yanımda Nihan vardı, bir çok şeye cesaret edemezdim yoksa. Girişte bir 15 dakika bekledik masa için ama beklemek kötü değildi, etrafı inceledik doya doya. Masamıza oturup da Mulberry Chicken'ımız ile Turkey Burger'ımızı kolalarımızla birlikte sipariş edince herşey o kadar güzeldi ki. NY'da, o hayallerin şehrinde, hep izleyip durduğumuz, hayatın resmen yaşandığı şehirde pubların en pubına oturmuş, yemeğimizi yiyor akşama Broadway'de izleyeceğimiz dünya starlarını düşünüyorduk. Baya bir oturduk McGee's de. Saatler nasıl geçti anlamadık. yemeğin üstüne iki cappuccino ile birlikte toplamda 55.18 dolar ödeyip kalktığımızda saat 4'e geliyordu. (http://www.mcgeespub.com/)
Kalkıp Broadway üzerinden Times'a döndük ve en turistik pozları çektik. O görüp de şaşkın şaşkın bakakaldığımızda ışıklı tabelaların olduğu meydan buymuş. Turist kalabalığı öyle bir hal alıyor ki adım atamaz oluyorsunuz. Herkes birbirine resim çektiriyor sanki, biz de bir grup kızınkini çekip kendimizinki çektirdik mesela. Sonra hemen meydanın oradaki Disney Shop'a girdik. Ama nasıl güzel, içerisinde tüm çocukluk anılarınızı bulabilirsiniz. Gerçi ben özellikle Brave'in eşyalarını beğendim o ayrı.
8'e kadar nereye gidelim diye düşünürken 8th üzerinde ilerleyip Central Park'a geldik. Önce Central Park'a girelim dedik, biraz yürüdük içinde ama sonra baktık hava kararıyor başımıza iş almayalım diye çıktık geri. Yavaş yavaş yürüyüp tiyatronun olduğu yere geldik. Artık oyun başlamalıydı.
"The Heiress" zengin ve saygın bir NY'lı doktorun tek varisi olan Catherine Sloper'ın öyküsü. Babası onu annesinin ölümünden - doğururken ölmüş çünkü - sorumlu tuttuğu gibi annesine de hiç benzemediği için karakter olarak neredeyse nefret ediyor. Hep mesafeli ve hiç onaylamıyor Catherine'i. Halası etrafında güya ama o da Catherine'e sevgi gösteriyor gibi görünse de aslında dışarıdan bakan herkes gibi görüyor onu, çirkin, silik ve bir işe yaramaz. Ruth ve Augustus Goetz tarafından yazılan oyun 1 kasımda açmış perdelerini ve son kez 9 şubatta sahnelendi. 2 saat 45 dakika sürüyor, 15 dakikalık bir ara verdiler. Henry James'in 1880 tarihli Washington Square adlı romanından uyarlanan oyun ilk defa Broadway'de 1947'de sahnelenmiş. Oyun 1850'de Washington Square'de Doktor Sloper'ın evinde geçiyor. Tek dekor var, evin salonu. Bu salona gelip gidenlerle, Catherine'ın kaderinin nereye yol aldığını izliyoruz. Zaman zaman komedi de oluyor, ilk başlarda bir Jane Austen havasında gider gibi görünse de. Ama sonra çok başka bir noktaya yol alıyor oyun ve beni en azından kendine hayran bırakıyor. Çok aşırı iyiydi demiyorum, gerçi bunu diyebilecek kapasitede olduğuma emin değilim tiyatro söz konusu olduğunda. Ama herşeyden etkilenmeye müsaittim oyunu izlerken. Tiyatronun içerisi şahaneydi örneğin. Tavan süslemeleri, perdeler...Karşımda iki adım ötemde Dan Stevens'ın o güzelim mavi gözleri...Jessica Chastain'in su gibi oyunculuğu...Nihan ikinci yarıda uyudu neredeyse ama bana bunlar yetti belki de. (Oyun ayrıca filmlere de uyarlanmış, 1949 ve 1997'de. Yalnız şu an resmen aydınlanma yaşıyorum izledim ki ben bunu oldum. Ben bu 1997'deki filmi izledim  ki. Yeni hatırladım iyi mi, vah bana.)



Oyun çıkışında shuttle'ın kalkış saatini kaçırmak üzere olduğumuzdan perde kapandığı anda fırlayıp yaklaşık 10 blok boyunca koştuk gecenin ayazında. Hala polisler falan nasıl durdurmadı şaşkınım.

The Heiress hakkında http://youtu.be/bL7R_Jvvbu8 , ve Dan Stevens'tan daha fazlasını isterseniz : http://thejunket.org/



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...