Kafayı yiyeceğim şu yağmura bakın ya! Birileri toplanmış tepede, habire kovalarla su döküyor başımızdan aşağı. Duruyor gibi yapıp gene yağıyor. Hayır bir de ev arkadaşlarımdan biri - ki 5 yıldır Roma'da yaşıyor - demez mi ki burada kış böyle oluyor şubata kadar durmadan yağar diye! Yağmur var ama ılık da değil ki hani. Soğuk yani, bildiğiniz ıslak ve soğuk. Öleceğim galiba ben burada çürüyerek ve donarak. Neden gittiğim hiçbir yer sıcak olmuyor? Neden sıcak bir yere gidemiyorum? Üstüne üstlük bir de dün gece 12'de bir geldik odaya, yer su. Balkon kapısından girmiş herhalde, döşeme sırf göl olmuş. Sile sile kuruttuk şimdi neyseki ama dışarıda yağmur yağmaya devam ettiği sürece gene olmayacağının garantisi yok. Diğer odadaki arkadaş biz panjurları indirip yatmıştım belki o engel olmuştur dedi. Bakalım en son öyle yaparız.
Ben size Floransa'yı ve Pisa'yı anlatacaktım değil mi? Ama anlatacaklarım da sırf yağmur ve gökgürültüsünü barındırıyor o yüzden lafa buradan girdim. Aslında Floransa'yı inanılmaz merak ediyordum, gitmeyi çok istiyordum. Da Vinci's Demons'da izlediğim hikayenin gerçek mekanlarını görecek, Medici hayaletleriyle dolanacak ve kendimi oradaki - dizideki yani yoksa gerçekteki değil - Leo gibi hissedecektim. Yalnız hayata dair bilgilerimin ve meraklarımın ve dahi kafamın içindekilerin sırf izlediğim ve okuduğum hayali dünyalardan oluşuyor olması da ayrı bir durum, şu an bir gariplik sezdim. Yani misal Floransa'yı, Medici ailesini biliyorum, nereden, diziden. Normandiya çıkarmasını biliyorum, nereden, filmden. Gibi. Neyse.
Cuma sabah 07:55 otobüsüyle Floransa'ya gittik. Otobüs flixbus. Zaten öğrenci olarak avrupaya gelmişseniz ilk öğreneceğiniz şeyler flixbus ve ryanair. Tiburtina istasyonundan bindiğimiz otobüs yaklaşık olarak 11 gibi Floransa'da Santa Maria Novella istasyonunun gerisindeki Viale Filippo Strozzi'de indirdi. Otobüsler konusunda Türkiye'deki durumları beklemeyin bu arada. Tiburtina'da neyseki bir tür bizim ufak kasaba otobüs garı havası vardı mesela, firmaların yazıhaneleri, otobüslerin duracakları çizgiler falan ama Floransa'da kuytuda, iki yanı yüksek duvarlı bir cadde üzerinde kenara bırakıveriyor otobüs. Binerken de aynı yerden. Bir de zaten otobüste yer numarası falan olmadığından, bavullarınız varsa kendiniz alt bagajı açıp koyduğunuzdan ve nereyi bulursanız geçip oturduğunuzdan hiç bahsetmiyorum bile (Evet ikram yapan muavin de yok.). Giderken bindiğimiz otobüste priz vardı ama dönüştekinde yoktu mesela. Ama içerde tuvalet vardı her ikisinde de, bakın bu beni en mutlu eden nokta.
Santa Maria Novella Bazilikası |
Duomo'nun bayıldığım kapısı |
Biz oradan çok görmek istediğim Medici Şapelleri'ne gidelim dedik. Piazza del Duomo'dan Via dei Martelli'ye girdik, oradan da Via L.Gori'ye döndük. Zaten bir iki adım sonra karşınızda Monumento a Giovanni delle Bande Nere çıkıyor (yine aziz john işte, onun heykeli anıtı). Ama şapellere giremedik o gün, biletliydi, e biz de biletli her yere pazar günkü bedava giriş hizmetiyle adım atmak istediğimizden, orası kaldı.
Orsanmichele Kilisesi, her kilisenin önü gibi yardım bekleyen teyzesiyle |
Loggia dei Lanzi |
Santa Croce Meydanı ve kilise |
Sonra yine nehrin kenarına çıktık ve Ponte Vecchio'dan geçelim dedik karşıya geri. Çünkü Ponte Vecchio ünlü. Çünkü Ponte Vecchio'da anlamsız bir turist kalabalığı var, çekikler köprünün ortasında herhangi bir noktada selfie çekinip duruyor. Aslında burası Roma dönemine kadar uzanan bir geçmişi olan ortaçağ köprüsü, böyle o tanıdık kemerli mimarisiyle. Şimdi gördüğümüz hali 1345'ten kalmaymış, daha eski hali bir selle yıkıldıktan sonra. II.Dünya Savaşı'nda almanların nehir üstünde yıkmadıkları tek köprüymüş bir de. Üstünde 13.yy.dan beri dükkanlar varmış, 1593'te I.Ferdinand artık sadece kuyumcular falan olsun dedikten sonra da sadece onlar var şu an, köprüde parıltıdan yürüyemiyorsunuz. Ama o dükkanların ahşapları muhteşem, onu belirtmem lazım.
Michelangelo terasından sana baktım ey Floransa! |
Floransa'daki ilk günümüzün sonunda çok da geç olmayan bir saatte otele geri döndük, ertesi sabah erkenden yollara düşüp Pisa'ya gideceğimiz için dinlenelim diye. Bu arada karışık bir yatakhanede, böyle ortak banyolu tuvaletli bir hostelde ilk kez kalacaktım ve acayip tırsmış durumdaydım. Otele geldiğimizde resepsiyonda sabahki teyze yoktu, kavruk bir amca vardı ki sonradan bangladeşli olduğunu öğrendik. Amcaya dedik biz sabah gelmiştik, teyze bize 7 numaralı odada kalacağımızı söylemişti dedik. Baktı baktı kayıtlarına, bir şaşırdı. E ben o yatakları başkalarına verdim dedi. Haa dedi sonra ben de diyorum bu kızlar hiç Türk'e benzemiyor nasıl yani diye dedi. Gün içinde bir amerikalı bir de çinli gelmiş, onlara vermiş. Artık kayıtlı şey nasıl oluyorsa. Ama bakın bu noktada çemkirmeyip, itiraz etmememin çok güzel bir sebebi var. Durumu nasıl karıştırdığını anlamaya çabalayan adam, bir odaya bakmaya falan gitti yanımızdan ayrılıp. Geri geldiğinde de bize iki kişilik odanın anahtarını verdi, benim hatam olduğundan bu gece bu odada kalın aynı paraya, yarın diğer yatakhane odasına geçersiniz dedi. Olley diye zıplamamak için zor tuttum kendimi. Şans eseri ilk yatakhaneli hostel deneyimimin ilk gecesi rahat bir odada geçmiş oldu. Gerçi tuvalet ve banyo yine ortaktı, katta 2 tuvalet bir de banyo vardı. Bir de gece boyu hostelin içi kulüp gibiydi, müzik gümbürtüsünden duvarlar sarsıldı, kavga bağırış koptu devamlı, dışarıda meydanda sokakta insanlar bağırmaya çağırmaya devam etti. Ama neyseki kapımızı kilitledik, yattık.
Ohoo bu yazı çok uzamış, diğer günler diğer yazıya.
Ohoo bu yazı çok uzamış, diğer günler diğer yazıya.