Balkonda oturdum şimdi. Bir sandalyede ben, diğer sandalyede ayakları, kucağımda bilgisayar, sol yanımda sehpa, sehpanın üstünde "Danish Cookies" kutusundan geriye kalan iki kurabiye Kellogs'un choco krave'sinden iki avuç, koca bir bardakta kahve. Tepemde bir güneş. Ama ne güneş. İki üç gündür hava nerdeyse geldiğimiz ilk günlerdeki gibi, güneşli, ılık. Ama bundan önceki bir hafta kabus gibiydi resmen. Aralıklı yağmur, buz gibi ayaz. Evin içi bu havada daha serin oluyor, hem de belki sonbaharın son güneşleridir bunlar diye çıktım balkona ama şimdi de kızartma olacağım. Karşıma, aşağıya, soldaki caddeye, caddenin ortasından geçen tren yoluna, sağa doğru giden sokağa, hemen çaprazdaki apartmanın uzun yan duvarı boyunca boyalı resme falan bakıyorum. Kendi kendime tekrar tekrar hatırlatıyorum, Roma'dayım, Roma'dayım. Başka bir şehirdeyim, başka bir ülkedeyim. Hatırlatmak zorunda kalıyorum çünkü algılayamıyorum. Geldiğimden beri sanki içinde olduğum durumu algılayamıyormuşum gibi geliyor. Böyle tam anlamıyla bir durup, durumu, ortamı, kendimi özümsemem gerekiyormuş gibi ve ben bir durup da bir türlü bunu yapamıyormuşum gibi. Ne bileyim belki herşey - ben de dahil - aynı olduğundandır. Ne bekliyordum bilmiyorum. Herhalde son 20 yıldır kurduğum başka bir ülkede yaşama hayallerim hakikaten çok farklı bir senaryoya, görüntüye sahipti ki şu an yaşadığım şeyi bu hayallerle hiç bağdaştıramayan beynim, algım, bunu bir "şey" olarak görmüyor. Üstüne tabi bir de habire kafamda dönen endişeler...Ne olacağım? Hayatımı nasıl yoluna koyacağım? Tez hocam bir türlü cevap vermezken nasıl tez konusu belirleyip de yazacağım? Tezimi ne zamana bitirip de yüksek lisans diploması alabileceğim? Nasıl iş bulacağım? "Ne" olarak iş bulabilirim ki? Nerede iş bulabilirim ki? İş bulamazsam nasıl yaşamaya devam edebilirim? Geri döndüğümde 30 yaşında, işsiz, yüksek lisansında tıkanmış, beş parasız, hiçbir işe yaramayan bir insan olarak öylece kalakalacağım. Hayat hiç de filmlerdeki gibi değil. Kimse, siz dibe vurmuşken gelip, merak etme herşey yoluna girecek sadece kendine güven demiyor. Ya da tam bunun ardından mucize gerçekleşmiyor. Tam o anda büyük bir dergi ya da yayıncı ya da artık her neresiyse telefon edip, mail atıp gelin işe başlayın veya yazdıklarınızı çok beğendik bilmem ne bilmem ne demiyor. Cebinizdeki son parayla kahve almaya girdiğiniz kafede hayatınızın insanıyla tesadüfen karşılaşmıyorsunuz o en dip noktada. Ve o herşeyin bir anda döndüğü, düzelmeye başladığı günün sonunda, sıcacık bir barda en iyi dostlarınızla bir masanın etrafında şişelerinizi tokuşturup, hayata umutlu umutlu bakmıyorsunuz. Hiçbiri böyle olmuyor. Gerçek hayatta sadece sürünüyorsunuz. Zaten sıfırda başlıyorsunuz hayata, her geçen yılla birlikte birer altına düşmeye devam ediyorsunuz eksinin. Adım adım dibe çakıldığınızda da artık dipteki sürünmeniz başlıyor. Öylece dipte bir o yana bir bu yana sallanıyor, sürünüyor, sürtünme kuvvetinin sizi yavaş yavaş eritmesini izliyorsunuz.
Neyse ben en iyisi size Roma'yı anlatayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder