robin williams etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
robin williams etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Kasım 2013 Cumartesi

sezonun yenilerinden : the crazy ones

“Here's to the crazy ones. The misfits. The rebels. The troublemakers. The round pegs in the square holes. The ones who see things differently. They're not fond of rules. And they have no respect for the status quo. You can quote them, disagree with them, glorify or vilify them. About the only thing you can't do is ignore them. Because they change things. They push the human race forward. And while some may see them as the crazy ones, we see genius. Because the people who are crazy enough to think they can change the world, are the ones who do.”
İşte tam olarak bu reklam metninden yola çıkıp, kesin tutacak formül elementi Robin Williams ile Buffy'den sonra hiçbir işte tutunamayan Sarah Michelle Gellar'ı tv ekranına getirelim de gerisini sonra düşünürüz demişler ve ortaya The Crazy Ones fırlamış.
Williams ile Gellar bir reklam ajansının sahibi baba-kızı canlandırıyorlar. Formüle göre baba çılgın, sorumsuz, tutarsız ama dahi olan, sonunda da günü kurtaran. Kızı da tam tersi, herşeyi kuralına göre oynayıp aklın sesini dinleyen. Tabi bu tanıtımda çizilmiş tablomuz, yoksa Sarah Michelle Gellar'a yazdıkları karakterin bununla alakası yok. Robin Williams'a yazılan karakter - belki de onun da çabasıyla - bu ilk başta belirtilen şekilde gidiyor ama Gellar'ınki ortalarda dolanıyor, ne çılgın dahi ne sorumlu akıllı. Ne idüğü belirsiz, bir tuhaf bir karakter olmuş.
Onların yanında bu reklam ajansında asıl ekip diyebileceğimiz grubu oluşturan 3 karakterimiz daha var. Erkek güzeli-şirini Zach Cropper rolünde James Wolk, çirkin ama sempatik Andrew Keanelly rolünde Hamish Linklater ve aptal sarışın versiyonu olarak gösterilmeye çalışılan esmer asistan Lauren Slotsky rolünde Amanda Setton. Zach için metin yazarı, Andrew için sanat yönetmeni denmiş ama bu 5 kişilik ekipte kimin ne yaptığı pek belli değil esasında. Her bölümde en azından bir şirket gelip onlardan reklam yapmalarını istiyor ya da reklam kampanyalarını onların yapıp yapmayacağına karar vermeye çalışıyorlar. Her bölümde ekibin bir reklam üretmesi gerekiyorsa hepsinden ayrı bir ses çıkıyor, bocalıyorlar, saçmalıyorlar ama sonunda işi kapıyorlar.
The Crazy Ones'ın cazibesi de burada başlıyor. 20 dakikanın içinde aslında hiçbir şey olmuyor, çok önemsiz çok gereksiz bir konusu, ne olduğu belli olmayan bir ana fikri varken bir de bakmışsınız kahkahalar atıyorsunuz. En azından bana olan buydu ve izlemeye devam etmeme karar verirken bunun farkına vardım. Ne salak bunlar, of aman derken bir de baktım eğleniyorum gülüyorum düşünmüyorum. Özellikle Robin Williams ile James Wolk'un kimyaları, son dönemde ekrana gelen en müthiş şeylerden biri. Tamamen saçma bir şekilde birden sahneyi alıp birlikte koşturuyor gidiyorlar, sizi de sürüklüyorlar.
Şimdilik dizinin nereye gittiği, neden gittiği belli değil. Sarah Michelle Gellar'ın karakterinin gereksizliği ve "plot"un ne söylemeye çalıştığının belirsizliği gibi durumlar var ama dizi çoktan ilk sezon onayı aldı. Ve inanın çok eğlenceli.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

"only to discover freedom's end"

Son zamanlarda süregiden bu "yasaklar,sansürler,şifreler" durumlarından belki de bilemedim, gözlerimin önünde şu sahne dönüyor:


Her izlediğimde ağlama nöbetlerine sebebiyet veren filmin özellikle bu sahnesinde, Neil'ın boş sırası ekrana geldiği anda başlıyorum vızıldamaya, Keating'in "O Captain My Captain" sözünü ilk işitip arkası dönük halde durup kaldığı anda hık hıklarım durdurulamaz hale geliyor.Her, hayatının bir döneminde ve belki de her döneminde istedikleri ve kişiliği için savaşmış-savaşmak zorunda kalmış Neil için bu etkiyi yapar herhalde diye düşünüp,kendimi avutuyorum, bir film boyunca bu kadar harap olmama mazeret olarak. Devam eden her "O Captain My Captain" nidasının ardından Cameron'ın o turuncu kafasını sırasına vurasım geliyor.Thoreau'nun en saf satırlarıyla başlayan filmin Whitman'ın duygu seliyle bitişine hayran kalıyorum hep, tüm babası "tıp okumasını" istemiş (dayatmış) olan Neillar adına.
Filmde Ölü Ozanlar Derneği'nin manifestosu şeklinde şiir tadında okunur ama Walden Gölü'nün kenarına yerleşmesini anlattığı kitabının girişinde düzyazı halinde uzatır bize Thoreau:

"i went to the woods to live deliberately,
to front the facts of life,
to see if i could not learn
what it had to teach,
that i should not die
and learn that i had not lived.
i went to the pond to breathe fresh air,
to amble about,
only to discover freedom's end,
penned between barbed wire and meshed nets
to see nature taught how men live,
to learn of its death - all
to preserve one man's words."






Ki Walt Whitman'ın Dead Poets Society ile öğrendiğimiz dizeleri de şöyledir:

O Captain! My Captain, our fearful trip is done, 
The ship has weather'd every rack, the prize we sought is won, 
The port is near, the bells I hear, the people all exulting, 
While follow eyes the steady keel, the vessel grim and daring; 
But O heart! heart! heart! 
O the bleeding drips of read, 
Where on the deck my Captain lies, 
Fallen cold and dead. 
O Captain! my Captain! rise up and hear the bells; 
Rise up---for you the flag is flung---for you the bugle trills, 
For you bouquets and ribbon'd wreaths---for you the shores a-crowding, 
For you they call, the swaying mass, their eager faces turning; 
Here Captain! dear father! 
The arm beneath your head! 
It is some dream that on the deck, 
You've fallen cold and dead. 
My Captain does not answer, his lips are pale and still, 
My father does not feel my arm, he has no pulse nor will, 
The ship is anchor'd safe and sound, its voyage closed and done, 
From fearful trip the victor ship comes in with object won; 
Exult O shores and ring O bells! 
But I with mournful tread, 
Walk the deck my Captain lies, 
Fallen Cold and Dead.

(Can Yücel çevirisi:
Oy reis, koca reis, alnımızın akıyla döndük seferden.
Savuşturup onca belâ, onca fırtınayı, sonunda murada erdin.
İşte liman, bak, çanlar çalıyor, bayram ediyor ahali,
Gördüler pupa yelken geliyor, gözüpek, gözü yeşil yelkenli.
Neyleyim, neyleyim ki ama...
Bu kan damlalarını nideyim?
Gayri uzanmış güverteye reis,
Soğumuş ellerini mi öpeyim?
Oy reis, koca reis, kalk da şu çanları dinle bari!
Baksana, senin bayrağın çekilen, senin şarkın söyledikleri!
Senin için bu çiçekler, senin için toplaştılar sahillerde,
Seni çağırıyorlar, bak, senin adın geziyor dillerde!
Gel, reis ağacığım benim,
Kolumun üstüne yatırayım seni.
Çoktan öldüğünü unuttum ama,
Bu kan damlalarını nideyim?
Reis cevap vermiyor sözüme, dudakları söylemez olmuş,
Ağam kolumu duymuyor bile, ne yüreği ne kalbi kalmış.
Sağ salim demir attı gemi, bitti artık sona erdi sefer,
Savuşturup onca belâyı, kazanılan bir güzelim zafer.
Bayram etsin sahil, çalsın davullar!
Yalnız bırakın beni gideyim!...
Reisin yattığı güvertenin üstünde
Böyle dolaşmayıp da nideyim?)
Rica ediyorum, bilinçaltımdan. Durup dururken böyle şeyler çağırmasın.

19 Şubat 2011 Cumartesi

BEN MASUMUM! (BÖLÜM 2)

Ben Masumum Bölüm 1 de başladığım sıralamama devam ediyorum:

6 - Karate Kid 1-2-3 (ama 4 değil 5 de değil)



Annesiyle yalnız kalmış,yeni bir yere taşınmış sorunlu ergenimizin gene en az kendisi kadar sorunlu ihtiyar bir japondan karateyi ve dolayısıyla hayatı öğrenmesi;önce öğretmen-öğrenci,sonra baba-oğul ardından erkek erkeğe dönüşen ilişkileri.Bu jenerasyonda hangimiz Bay Miyagi'nin hayaliyle yaşamadı ki?Bana etkisi:Dövüş sanatlarına (aile tarafından aynı şiddetle engellenen) müthiş bir ilgi,Bay Miyagi'yle bir gün gelip de çalışacağına dair saçma bir inanç,tabiki karate yapmaya çalışma. "Always my sensei..."

7 - Back To The Future 1-2-3




Kelimelerin kifayetsiz kalması bu demek herhalde...

8 - Hook (1991)



Peter Pan büyümüştür ama Kaptan Kanca onu unutmamıştır.Peter da büyüse Robin Williams gibi olurdu kesin.Bana etkisi:Söylemeye bile gerek görmüyorum bu noktadan sonra.

9 - The Sandlot (1993)




Yeni bir mahalleye taşınan sessiz bir çocuğun kendine arkadaş grubu edinmesi ve muhteşem geçen bir yaz tatili.Bana etkisi:Nasıl Little Giants'la amerikan futbolu diye birşey olduğunu öğrendiysem Sandlot'la da beyzbolun varlığıyla tanıştım.Ayrıca bu bitmeyen  çocukluk nostaljisi.

10 - The Jungle Book (1994)




Benim zamanımın Tarzan'ı:Mogwli.Hayvanlar tarafından büyütülen bir çocuğun insanlar tarafından keşfi hikayesi.Bana etkisi:Ordan oraya,ağaçtan ağaca hoplayıp zıplayıp gidebileceğim fikri,hayvanlardan korkmama aksine onlara Mogwli bakışı atıp konuşmaya çabalama.

Gene devam edeceğiz tabi.

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...