Bizim için 2010 yılının Eylül'ünde, Downton Abbey evreni için 1912'nin Nisan'ında başlayan yolculuğun geldiği - şimdilik - en son noktada, adından anlaşılacağı gibi yeni bir çağın kapı eşiğindeyiz. 1928 yılında bir yandan Hollywood ve sinema dünyası, Downton'a sızıyor, bir yandan tüm açık kalmış meseleler çözüme kavuşuyor. Eski bir dönemi kapatmak için ne gerekliyse, senaryo onu yapmaya çalışıyor. Eski dönemin timsali gibi, yıkılmadan hep orada duran Lady Violet'e veda ediyoruz bu yüzden mesela, Julian Fellowes da Maggie Smith'in hayat verdiği bu karaktere bizim de ne anlamlar yüklediğimizi bildiğinden, böyle yapmakta çok büyük fayda görmüş olmalı. Lady Violet'e eski bir gençlik aşkından kalan miras, Fransa'nın güneyinde mükemmel bir villa, bu filmin iki ana konusundan biri. Downton sakinlerinin bir kısmını film boyunca Fransız Rivierası'na yolluyoruz. Diğer yarısı ise evde kalırken, Hollywood ile tanışıyoruz. Bir film ekibi, çekim yapmak için Downton'ı seçiyor ve asilliği olan her Britanyalı aile gibi Crawleyler'in de parası olmadığından akan çatıyı yaptıramadıklarından, kabul ediyorlar. İlk başta Downton Abbey dizisinin çekimleri de Highclere Kalesi'nin çatısının yenilenmesine yaradığından çok manidar olmuş hikayenin bu kısmı gerçi.
Bir önceki filmde de olduğu gibi, şurada da yazdığım gibi, yine bir sinema filmi özelliği gösteremiyor bu film de. Ama 6 sezon boyunca izlediğimiz dizi bölümleri havasını da taşımıyor. Onlar kadar güzel veya anlamlı da olamıyor yani. Kullanılan filtre, kamera vs. bile bir tuhaf, bir değişik duruyor. Hikaye anlatımı açısından da bir akış yakalayamıyor. Bir önceki filmde herkesin sadece görünmek için kameranın şöyle bir önünden geçtiğini söylemiştim. Burada da ikişer üçer karakterler bir noktada durup, birbirlerine bir iki cümle söylüyor. Resmen yönetmen "cut!" demeyi unutmuş, uyumuş gibi hissettiriyor. Karakterler böyle minik minik skeçler gibi oynuyorlar bölümlerini, kamera öylece kalıyor, onlar susuyor, ama oynamıyorlar çünkü sahne bitmiş oluyor, eh hadi söyledim lafımı gidelim gibi bakıyorlar. Sonra hop diğer skeçe atlıyoruz. Hikayenin anlattıkları da aşırı klişeleşiyor. Dizideki o incelikten, o içe işleyen soğuk gibi görünen ama samimi incelikten yoksun her şey. Mary ile Edith birbirlerine gıcık olmalı, o zaman normal konuşmanın ortasında birbirlerine küfretsinler denmiş mesela. İki oyuncu da durup birbirlerine saçma sapan bir cümle söylüyorlar ama zerre duygu ya da oyunculuk göstermeden, sonra sahne devam ediyor. Sanki diziyi izlemiş biri oturmuş senaryonun başına, hımm şimdi bu karakterin şöyle bir iş becermesi lazım, şu karakterin de mutlaka böyle bir söz söylemesi lazım diye yazmış. Karakterlerin asıl "karakteri" ne bundan bihaber bir şekilde yazılmış. Lady Violet'in hiçbir şekilde söylemeyeceği, yapmayacağı şeyleri dan dun söyleyişine şahit oluyoruz mesela. Ya da sırf dizide Violet'in o meşhur efsaneleşmiş laflarından ettirebilmek için durup ikonik bir şey söyletmeye çalışıyorlar, ama ne o etkisi var o lafın ne de konuya uygun düşüyor.
Dahası herkese bir partner bulalım kaygısı. Ortalık Twilight'a dönmüş resmen. Her bir karaktere, neredeyse masada duran tabağa bile bir partner bulma kaygısıyla herkesi çift çift haline getirebilmek için cumburlop gelişen yan hikayelerle dolu ortalık. Zaten hemen hemen her sezonda Mary'e yeni bir love interest oluşturma klişesine de girişiyorlar durduk yere. Hayır yani o zaman daha mantıklı bir arka plan oluşturup, şimdiki kocasından kurtarsaydınız da film yapımcısı adamla yaptıkları tüm o muhabbetler, hikaye gelişimleri bir işe yarasaydı. Ya da hizmetlilerin olayların en çetrefilli anında hayati müdahaleler yapması olayını zorlayıp, bakın işte minik Daisy'miz gene işe yaradı diye ortaya fırlatmaları gibi durduk yere hiç inandırıcı veya gerekli gelmeyen şeylerin olmasına ne demeli? Senaryonun fikri güzelken, ilerleyişi ve ortaya konması o kadar zorlama ki nereden tutulursa tutulsun elde kalıyor. Hayır bu filmi de tüm diziyi yaratan Julian Fellowes yazmış görünüyor anlamadım ki. Ohh parayı çap ettim nasıl olsa deyip, asistan ordusuna mı yazdırdı ya.
Tüm bunlara, Lord ve Lady Grantham'ın hakikaten de hastalıklı ve yaşlanmış görünmelerine bile, rağmen ben tabiki zevk aldım izlemekten. Downton'ın benim için önemini ve yerini biliyorsanız anlıyorsunuzdur. Böylesine her beklediğimi karşılayabilmiş başka bir dizi, bu alanda, olmadı şimdiye kadar. Bu yüzden nasıl saçma çekilirse çekilsin yine severek ve mutlu olarak izleyeceğim. Yine Lady Mary'nin kıyafetlerinden gözlerimi alamamaya, evdeki eşyalara ah keşke benim olsa diye bakıp kalmaya, yemyeşi bahçede dantelli şemsiyemle beş çayına kalmaya, Mrs.Hughes ile Carson'ın şirinlik abidesi kulübesine özenmeye devam edeceğim.