15 Ocak 2017 Pazar
The Passing Light of Day
2017'nin ilk yazısı-blog postu böyle olsun madem. Daniel "it's ok, it's ok" diyor ya sakince, anlayarak, ben de öyle diyerek başlamak istedim. Geçmişin içine habersizce atlayarak başlayan şarkı, tek tek hatırlatarak, önce can yakarak, sızım sızım sızlatarak devam edip, tek tek her biri için pişmanlığı yüzüne çarpa çarpa ilerliyor. Ama sonra çözmeye başlıyor hepsini, bitiriyor, geçiriyor, iyileştirmese bile sonlandırıyor, kapatıyor ve nihayet sona eren gün gibi, koşturmayı bırak diyor. Artık koşturma, gün bitiyor ama "it's ok, it's ok"...Söylenen her şeye, söylenmiş her şeye gülümse ve korkmana bile yer bırakmayan o boğucu acını yavaşça yere, geçtiğin, arkanda kalan yola bırak. Ve biten günü seyret yalnızca. Çünkü "It somehow strangely feels ok/It is what it is/I'll find my way/Through this passing light..."
19 Aralık 2016 Pazartesi
laterna
Hayat bazen, dün gece bıraktığın yerden başlamaz.
Yanında güçlü olmak zorunda olmadığımız insanlara ihtiyacımız vardı, o kadar.
Gidenler rahat uyur. Arkasını dönüp gidenler, yön değiştirenler, gözünü kapayabilenler... Seninse daha fazla zamana ihtiyacın vardır... Daha fazla ayık kalıp meseleyi kavraman, kendine anlatman, sonunda da kabul etmen gerekir. Olanı çabuk unutup yine aynı hatayı yapma ihtimalin hep vardır. Tek silahın tekrarlardır. Günün ortasında midenin ortasına ağrısı saplandığında bir yerlere kapanıp tekrarlaman gerekir, yolun ortasında kafanı duvara dayayıp bağıra bağıra tekrarlaman gerekir. Aynı yolları tekrar tekrar kat edip, biraz sonra yeniden unutana kadar, aynı sonuca ulaşman gerekir. Bu yüzden kaybedenler, kimsenin sifonunu çekmediği benzinlik tuvaletlerini, anlatacak çok şeyi olan arkadaşları, en çok da geceleri kullanırlar...
Bu yüzden herkesin bir yöntemi vardır. Herkesin farklı bir tekrarı... Ama yöntemine sadıktır herkes. O da yeniden doğmak için yapıyordu bunu. Tekrar ve tekrar ölüyordu. İşte bu yüzden sen de O’na benziyorsun.
Bu hikâye, olmasa da olurların, olsa da fark etmezlerin hikâyesi... Bu hikâye önemsiz şeyler yaşayanların, anlatacak bir şeyi olmayanların hikâyesi. Muhabbetlere katılamayacak kadar sıradan şeyler yaşayanların hikâyesi. Benim hikâyem. Senin hikâyen. Ki zaten, her şeyi biliyorsun...
Koray Biber'in Laterna kitabının tanıtım yazısı bu. Kitabı okumadım, varlığından ilk haberim oldu hatta ama bu yazıyı siz de okuyun istedim. İnsana dokunan bir şeyler var bu satırlarda, tanıdık bir şeyler. Kitabı da alıp, okuyabilirim umarım kısa bir zamanda.
15 Aralık 2016 Perşembe
Alexandre Dumas'nın "Üç Silahşor"u
"Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için!"
Bir araya gelmiş, kılıçlarının ucunu birleştirmiş 4 adamın bu haykırışı o kadar bilindik, o kadar genel geçer bir şey ki, o kadar tüm dünyanın kültürüne işlemiş ki, sanki tarihin başlangıcından beri var olmuş gibi görünen bir öykünün mottosu gibi. Halbuki açıp şöyle bir bakınca daha ancak 200 yıl önce - 1844'te - yayınlanmış bir öyküden çıktığını görebiliyoruz. Bir öykü diyorum ama neresinden baksanız 700-800 sayfalık koskoca bir kitap bu ve sonrasında gelecek olan diğer kitaplarda devam eden bir alternatif tarihin de başlangıcı.
Alternatif tarih denebilir mi gerçi onu da bilmiyorum. Çünkü Alexandre Dumas'nın bizi peşine katarak maceradan maceraya sürüklediği D'Artagnan, Athos, Portos ve Aramis esasında Fransa tarihinde bir şekilde kıyıda köşede ismi geçen gerçek şahsiyetler. İllaki Dumas'nın anlattığı gibi insanlar olmamışlarsa bile, en azından esinlenecek malzeme vermiş olmalılar yazara, ne bileyim. Onların etrafındaysa daha da gerçek karakterler var; dönemin Fransa kralı XIII.Louis, evlerden uzak Kardinal Richeliu, kraliçe Anne ve Buckingham dükü gibi. Bizden 200 yıl önce yaşamış Dumas da kendinden 200 yıl önceki Fransa'da at üstünde, elinde kılıç dolanıyor yani.
Herşey genç Gaskonyalı (ki bunu her fırsatta dile getiriyor hikayemiz, çünkü karakterin kişiliğini anlamak için ilk ve en baskın ipucumuzun bu olması gerekiyor. Fransa-dışı okuyucular olduğumuz için bize birşey ifade etmeyecek olmasından endişe duyduğu noktalarda da Gaskonyalılar Fransa'nın İskoçlarıdır demeye getiriyor, ben bunu belki bir nebze Türkiye'nin Karadenizlileri olarak çevirebilirim her "tarafın" iyiliği adına.) D'Artagnan'ın kasabasından çıkıp, Paris'e, büyük şehre, başkente ekmeğinin ve kariyerinin peşine düşmek için yollanmasıyla başlıyor. Yolculuğunun daha ilk başlarında belaya bulaşmasından alıyoruz biz ipucunu, çok eğleneceğiz. Daha bu ilk macerasından kendine hikayenin sonuna kadar peşinde olacağı bir düşman ediniveren genç adam, Paris'e vardığındaysa diğer efsanelerimizle münasebete girişiyor. Bir şekilde hem Aramis'le hem Athos'la hem de Portos'la düelloya girişmesinin sonucu pek tabiki hepimiz birimiz içine bağlanıyor. Odağımızda D'Artagnan'ın başına açıp durduğu belalarla akıllı ve ihtiyatlı Athos'un, saman altından su yürüten Aramis'in ve gösterişçi, gösterişli Portos'un maceralarını anlatıyor Dumas. Tabi dönemin entrikaları, politik olayları, iki ulusun tarihleri içerisinde. Dumas'nın erkekleri silahşorler, her durumda kılıçlarını çekmekten geri durmayan, kadın peşinde koşan ama kadınları parmağında oynatan, eline geçen para iki dakika o elde durmayan, "an"ı yaşayan, gözüpek erkekler. Ya da işte Kardinal Richeliu gibi olanları. Silahşorlerin yaptıkları aslında çoğu zaman ipe sapa gelmiyor, mantıken doğru ya da mantıklı şeyler yapmıyorlar. Sağlıklı kafayla baktığımızda aslında tamamen kendileri için ne iyi gelirse, kafalarına ne eserse onu yapıyorlar. Kadınları ise hep güzel. Bu güzelliği az biraz kullananları ve çatır çatır kullananları olarak ikiye ayırır gibi yapsa da aslında Dumas'nın hikayesinde kadınlar hep erkeklerin aklını çelme, onları maceralara koşturma, olayları karıştırma rolündeler. Dumas'nın kendisi de ara ara satırlarına eklemeden edemiyor, bu ne biçim ahlak anlayışı demeyin sayın okuyucu, vallahi de billahi de o zamanlar öyleydi, ben de takdir etmiyorum ama naparsınız cinsinden veryansın eder gibi yapıyor. Gel gelelim, Dumas'nın da orduda görev yapmış bir babanın, siyahi bir köle kadından doğma ve askeri okulda eğitim görmüş, asker bir oğlu olarak tıpkı anlattığı silahşorler gibi bir hayat yaşamış olduğunu az çok tahmin edebiliyoruz.
1993'ün stil sahibi(!?) silahşorleri, o saç kesimleri resmen kabusluk |
Tabiki yargılamıyorum (içimdeki Jane Austen'ın kafasına vurdum şu an, endişe yok) ama sanırım kitabı okurken, Dumas'nın silahşorlerini okurken kafa karışıklığına sebep olan, şimdiye kadar popüler kültürün belleğime çizmiş olduğu Athos-Porthos-Aramis-D'Artagnan kalıpları. Gözümü kapasam John Malkovich'in Athos'unu görebiliyorum. Ya da Jeremy Irons'ın Aramis'ini. Gerard Depardieu'nun adeta bir oburiks gibi olan Porthos'unu. D'Artagnan içinse şaşırtıcıdır (beni tanıyorsanız o kadar da şaşırtıcı değil aslında, dış görünüşe baktığım kadar hiçbir şeye bakmadım şunca yıldır ya eyvahlar olsun) Chris O'Donnell var. 90lı yılların çocukluğuma yaptıkları ortada.
1998'deki The Man in The Iron Mask'teki silahşörlerimiz |
Her neyse, demem o ki kafamda kalıplar varken, işte tam da bu kalıplardan ötürü, olayın temeline ineyim istedim. Tıpkı Edmund Dantes'in o saf gençten nasıl Monte Kristo Kontu'na evrildiğini ilk elden okuduysam şimdi de XIII.Louis'nin silahşorlerini ilk haliyle göreyim dedim. Aa şimdi gördüm, 2011'de de bir The Three Musketeers izlemişim ben. Hem de kimler kimler...Ama demek ki ne kadar kötüyse artık, zerre aklımda kalmamış. Yazık olmuş Luke Evans'a, Matthew Macfadyen'a. (Tabi bu arada son döneme ait bir güzel uyarlama daha var, onu da söylememek ayıp olur. BBC'nin "The Musketeers"i pek bir güzel.)
2011 The Three Musketeers'tekiler |
Kitabı okumak isterseniz hemen hemen her "klasik"te olduğu gibi birçok seçeneğiniz var. Ama tabi en temizi ve özenlisi İş Bankası Kültür Yayınları'nın Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi kapsamında basılmış olanı. Fransızca aslından çevirisi Volkan Yalçıntoklu tarafından yapılmış.
BBC'nin soldan sağa Aramis'i D'Artagnan'ı Athos'u Porthos'u |
Kitabını mutlaka ama mutlaka okuyun gibisinden bir tavsiyem yok, ama bu hikayenin bir köşesinden tutmak insana güzel vakit geçirtebiliyor. Tabi böyle deyince tamamen hay huylu bir eğlence gibi gösteriyor olabilirim baba Dumas'nın 200 yıllık hikayesini, hakkını yememeli, o kadar da boş değil kendisi. "Her zaman her ülkede, özellikle de bu ülke mezhep çatışmalarıyla bölünmüşse, din uğruna işkenceyi göze alan fanatikler çıkacaktır." diyen, zehir akıllı bir Kardinal Richeliu çiziyor Dumas. Ya da tüm o fettan, ortalık karıştıran şeytani güzellikteki kadın imajının altına çok sağlam bir temel katabiliyor "Yine de, erkek olsa bütün bu kaçma girişimlerini deneyecek ve belki de başarılı olacaktı, Tanrı bu erkeksi ruhu böyle narin ve çelimsiz bir ruhun içine yerleştirerek nasıl da yanılmıştı!" diye köpüren Milady ile. O yüzden en mantıklısı, yine en mantıklı hareketleri yapan saygıdeğer Athos'un dedikleriyle kendi kararınıza bırakmak:
"Genellikle tavsiyeler uymamak için istenir," diyordu Athos, "ya da tavsiyeye tavsiye veren kişiyi sonradan suçlamak için uyulur."
Goodreads'te Üç Silahşor
Wikipedia'da Üç Silaşörler
2011 yapımı The Three Musketeers
1993 yapımı The Three Musketeers
1998 yapımı The Man in The Iron Mask
Jason Momoa'nın "Canvas of My Life"ı
İçimden bir şey yazmak gelmiyor bu ara ama, bu yukarıdaki gibi şeyler, güzel şeyler.
Bir saat sonra eklemek istedim: Bunlar neden güzel şeyler mesela, onu diyeyim. Yukarıdaki videoda Jason Momoa şimdiye kadar bizde yarattığı algının dışında da sahip olduğu başka yönleriyle karşımızda beliriveriyor. Önce kendini keşfe çıkan genç bir insan, sonra aslında kendi çocukları aracılığıyla hayatı ve kendini keşfeden bir baba. Hak verirsiniz veya vermezsiniz, aklınıza yatar veya yatmaz ama bir baba olarak keşfettiği şeyler ve çocuklarına kendi annesinden aldığı, büyüdüğü küçük kasaba sayesinde edindiği hayat görüşüyle katmaya çalıştığı şeyler, onları yetiştirme yöntemi olarak benimsediği bu karma düşünceler ve onları bu videoda aktarış şekli - her ne kadar sonunda markanın reklamına bağlansa da ve esasen bu amaca hizmet etmek için çekilmiş olsa da - insana umuda benzer şeyler fısıldıyor.
İşte bu yüzden güzel.
13 Aralık 2016 Salı
"düşünmek bana ne verdi, beni hangi üstün mertebeye getirdi?"
(Bugün Sirenin Sesi'nde okudum bu 4 cümleyi. Oradan görmediyseniz, buradan okuyun istedim.)
Kalbimi paramparça etmiyor mu, ediyor elbette, her günün her saniyesi kalbimi olduğundan daha fazla parçaya ayırıyor. Kendimi, sessiz değil, suskun biri olarak bile düşünmemiştim, hiçbir şey düşünmemiştim ama her şey değişti. Benimle mutluluğum arasına saplanan mesafe dünya değildi, bombalar ve yanan binalar değildi, bendim, düşünmemdi, bir şeyleri asla koyveremiyor olmanın kansersi hali. Cehalet mutluluk mudur, bilmiyorum ama düşünmek çok acı verici ve söyleyin bana, düşünmek bana ne verdi, beni hangi üstün mertebeye getirdi?
8 Aralık 2016 Perşembe
parkinson
Parkinson'un tedavisine yönelik birçok başka şey var, biliyorum ama bu da ilginç geldi, göstermek istedim. Dedemde vardı, en son noktada artık tüm yaşamını ileri derecede etkilediği bir haldeydi öldüğünde. Geçen sene teyzemde de çıktı, şimdilik durumu ne bilmiyorum. Anne tarafımda sinsice ilerleyen bir şey bu benim için yani, o yüzden çok küçükkenden beri hakkında hep okuduğum, araştırdığım bir konu oldu. Bu videodaki şey en başta çok da mantıklı gelmedi bana ama, belki de işe yarar bir şeydir.
6 Aralık 2016 Salı
Neverland'i genişlettik gel vatandaş gel
Kafamı toplamaya çalışıyorum, evet. Madem yapabildiğim, bırakmadan yapabildiğim tek şey bu, burası, o zaman bari bunu düzgünce yapayım dedim. Üstteki menüdeki sayfaları yan bloglara taşımaya başladım. Tabi içerikleri 5 yıl öncesine dayandığı için bir güzel de elden geçiriyorum. Aman yarabbi ne saçma şeyler yazmışım nidaları arasında. Kitap yazılarını Neverland Parşömen Rafları'na taşıyorum, film yazılarını da Neverland Laterna Magika'ya. Seyahat yazılarını ise Neverland Jolly Roger'a. Bu arada kitapları Goodreads'te (https://www.goodreads.com/sesrabs), filmleri de IMDb'de (http://www.imdb.com/user/ur13116551/?ref_=nb_usr_prof_0) oylamaya devam ediyorum, merak ederseniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Mayıs '25 - Yeni Çıkanlardan Beğendiklerim
1. BOYNEXTDOOR (보이넥스트도어) - I Feel Good ve 123-78 Boynextdoor'u ilk dinlediğimde hımm çok mu neşe dolular acaba bana göre diyerek bir ger...

-
20li yaşlarındaki Kim Sol Ah (esas kızımız kendisi) bir tasarım şirketinde çalışıyor, tüm gün oturup müşterilere, firmalara, şirketlere f...
-
Şimdi yaptığım salaklığı anlatacağım. Bir süredir bahsetmeyi düşünüyordum zaten. Konu benim gerizekalılığım ve alt geçitte mendil satan ufa...
-
Çoook eskiden, şimdinin Polinezya diye adlandırılan adalarından birinde, ada halkının şefinin sevimli mi sevimli kızı Moana, babasının t...