jason momoa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
jason momoa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
15 Aralık 2016 Perşembe
Jason Momoa'nın "Canvas of My Life"ı
İçimden bir şey yazmak gelmiyor bu ara ama, bu yukarıdaki gibi şeyler, güzel şeyler.
Bir saat sonra eklemek istedim: Bunlar neden güzel şeyler mesela, onu diyeyim. Yukarıdaki videoda Jason Momoa şimdiye kadar bizde yarattığı algının dışında da sahip olduğu başka yönleriyle karşımızda beliriveriyor. Önce kendini keşfe çıkan genç bir insan, sonra aslında kendi çocukları aracılığıyla hayatı ve kendini keşfeden bir baba. Hak verirsiniz veya vermezsiniz, aklınıza yatar veya yatmaz ama bir baba olarak keşfettiği şeyler ve çocuklarına kendi annesinden aldığı, büyüdüğü küçük kasaba sayesinde edindiği hayat görüşüyle katmaya çalıştığı şeyler, onları yetiştirme yöntemi olarak benimsediği bu karma düşünceler ve onları bu videoda aktarış şekli - her ne kadar sonunda markanın reklamına bağlansa da ve esasen bu amaca hizmet etmek için çekilmiş olsa da - insana umuda benzer şeyler fısıldıyor.
İşte bu yüzden güzel.
20 Şubat 2015 Cuma
aquaman
Bu sabah itibariyle gözlerimizin önüne düşürüverdikleri fotoğraf bu, pek sevgili Jason Momoa olmuş müthiş bir Aquaman 2016'da gösterime girecek olan Batman v Superman : Dawn of Justice filminde.
27 Ekim 2011 Perşembe
Conan The Barbarian (2011)
Kimmerler ya da Kimmeryalılar, esasında M.Ö.8.yy.da ve belki de onun da öncesinde Karadeniz'in kuzeyinde özellikle de Ukrayna'nın güney bölgesinde yaşadıkları düşünülen bir halk. İlk kez M.Ö.721-715 dolaylarından kaldığı belirlenen yazılı Asur belgelerinde isimlerine rastlıyoruz. O yüzyılda ne olduysa olmuş, Kimmerler Karadeniz'in kuzeyinde ikiye ayrılıp, doğudan ve batıdan Anadolu'ya göçmüşler. Doğudan gelenler o sırada Doğu Anadolu'da halihazırda pek de başarılı olmuş bir devlet olan Urartulara sıkıntı çıkarmış. Hatta daha da ileri giderek, aşağıdaki koskoca Assur Devleti'ne kafa tutmuşlar. Bir yandan da Anadolu'nun içlerine, Frig topraklarına dalarken batıdan gelen akrabalarıyla karşılaşıp, bütünleşmiş ve Lidyalılara bile bulaşmışlar. Zavallı Lidya kralı Gyges gördüğü rüyayı yanlış yorumlayarak savaşa gitme gafletinde bulununca onu da halletmişler.
Ve bütün bunları yapan ortalığı karıştıran bu millet göçebe savaşçı kabilelerinden oluşuyormuş. Öldüklerinde kılıçları, mızrakları ve yayları ile gömülen, belki de tek mülkiyetleri inekleri olan bu savaşçıların ne yazık ki belli bir birlikleri, devletleri olmamış. Zaten bu sebeple de haklarındaki son kayda M.Ö.515'te rastlıyoruz ve böylece tarih sahnesinden yok oluyorlar. İlk başta yerlerinden yurtlarından İskitler tarafından kovalandıkları söyleniyor bazen, hatta İskitlerle karışık bile düşünülüyorlar bu yüzden. Amazonların da bu savaşçı İskit veya Kimmer kadınlarından oldukları da teoriler arasında. Ama tabi ufacık bir fark var ki Kimmerlerin yaya olarak, İskitlerinse atlı savaştıkları biliniyor.
Conan'ın yaratıcısı R.E.Howard |
Robert Erwin Howard tam da Amerika'nın büyük bunalım döneminde yani 1900'lerin ilk 30 senesinde yaşamış bir Amerikalı yazar. "Kılıç ve büyücülük" denen fantastik alt-türünün tek başına yaratıcısı ve dünya çapında acayip okunan, tanınan bir yazar. Neredeyse sadece 10-15 yıllık bir süreç içinde yarattığı hikayeler ve bunların kahramanları hep oldukça ilginç ve aykırı tipler. Tarihten aldıklarını tamamen kendi hayalgücünde yeniden yorumlamış gibi yazmış ne yarattıysa. Kendisi tarihi çok severmiş ancak tarihsel şeyler yazabilmek için gerekli araştırma zamanına sahip değilmiş. Bu yüzden olsa gerek kendine hayali zaman çizgileri ve dönemleri yaratmış. Kimmeryalı barbar Conan da Atlantis ve Kimmerler öykülerinden beslenen böyle bir kahraman.
Bunun dışında yarattığı kahramanları da söyleyince ne dediğimi anlayacaksınız : Atlantisli kahramanı Kull var mesela, ya da kendi ahlaki değerlerine sahip ama bir yandan o ölçüde de muhafazakar olmasına rağmen insanlara göre tamamen yobaz olan karanlık dindar Solomon Kane 17.yy.da Avrupa'dan Afrika'ya doğaüstü olaylarla dolu serüvenler yaşar. Bran Mak Morn vardır sonra, Roma döneminde bir İskoç kahramandır. Solomon Kane'in kitap olarak toplanmış hikayelerini okumaya çalışmışlığım var, ama bu kadar ilginç ve akıcı, macera dolu şeyler yazmış olmasına rağmen Howard'ın yazdıklarını bitirememiştim o zaman. Neden bilmiyorum, içime sıkıntı vermişti tuhaf bir şekilde. O yüzden yazdıklarının sinema uyarlamaları izliyorum sadece, tamamen eğlenceli ve zararsız oluyorlar.
Neyse ilki 1982'de sinemaları işgal eden Conan The Barbarian filminde sizin de bildiğiniz gibi Vali Arny oynuyordu. Neredeyse 30 yıl sonraki Conan ise tadından yenmeyen Jason Momoa. 80'lerdeki iki filmin (Conan the Barbarian ve Conan the Destroyer) yavaşlığının yanında 2011 senesi Conan'a yaramış görünüyor. Çok çok iyi halledilmiş dövüş, saldırı, yıkım sahneleri var. Çok iyi çekilmiş tıkır tıkır işleyen koreografiler ve onların ortasında parlayan fiziki açıdan gayet mükemmel oyuncular sayesinde, neredeyse hiç olmayan diyalogları veya hikaye örgüsünü sallamıyoruz bile. Herşey böyle bir filmden beklenmesi gerektiği gibi : Bol bol kan, kılıç, patlayan kafalar, çıplak vücutlar, ürkütücü büyücüler, korsanlar, zindanlar, barbar kabileler, güzel kadınlar ve kaslı adamlar. Aksiyon, macera bir an bile durmuyor. Herşeyi, herkesi unutturuyor perdede olanlar bize. Bir 2,5 saatliğine kendi dünyamızın tüm kötülüklerinden, sıkıntılarından arınıyoruz. Conan'la birlikte kılıç sallıyoruz. Ve bunların hepsi hakikaten kaliteli bir şekilde önümüze sunuluyor, her bir sahnesi hakkını vererek çekildiğinden iyki de bu kadar para harcamışlar prodüksiyona diyoruz.
Peki olay mı ne bu Conan filminde? Önemi yok açıkçası ama hadi bir miktar fikrimiz olsun. Harboria Çağı denen bir çağdayız. Atlantis sulara gömüleli çok olmamış ama asıl uygarlıklar da henüz doğmamış. Büyücü Acheron döneminde ölmüş kralların kemiklerinden bir maske yapılıyor ve bu maske kötü güçlerle birlikte hükmetme yetkisi veriyor. Ancak buna karşı çıkan Kimmer kavimleri toplaşıp, kötü kralı hallediyorlar ve her biri maskenin bir parçasını alıp, saklıyor. Bir kehanette de bir kralın doğacağı ve dünyayı değiştireceği söyleniyor. Sonra bir kavim başı, Zym çıkıp, maskeyi toparlayıp gücü elde etmeye çalışıyor. Maskenin son parçası Corin'de. Köyüne gelip, ortalığı dağıtıyorlar Zym'in öncülüğünde ve Corin'i öldürüyorlar. Corin'in oğlu, savaşta doğmuş Conan kalıyor geriye ve hırsızlık, serserilik yaparak dolaştığı 20 yıl sonunda babası ve köyünün intikamını almak üzere yola çıkıyor.
En esaslı yardımcı oyunculardan olan Ron Perlman'ı Corin olarak izliyoruz, Khalar Zym Stephen Lang, büyücü Marique olarak Rose McGowan ve film dışında güzel bulmadığım ama filmde bir içim su olan Tamara rolünde de Rachel Nichols var. Öncesinde baya bir video yönetmişliği olan Alman yönetmen Marcus Nispel yönetmen koltuğunda.
Dediğim gibi, filmi ben sevdim, beğendim. Gayet de güzel işte. Daha ne bekleyebilirsiniz ki Conan'dan?Zaten sanırım aşık da olmuş olabilirim. Daha fazla Jason Momoa'ya ihtiyacı var bu dünyanın,biz hobbitlerin.
12 Ağustos 2011 Cuma
"Dream, are you a Dreamer?"
Şu ara rüyaların içinde kaybolmaya devam ediyorum. Büyük ihtimalle çok fazla bölük pörçük uyuduğumdan falan. Ya da kafamda bir türlü yüzeye çıkmalarına izin vermediğim, ama içten içe çok büyük stres kaynağı olabilecek düşünceler mevcut. Evet öyle. Ben sadece yokmuşlar gibi davranıyorum.
İşte böyle davranınca da rüyalara vuruyor aklım. Sırasıyla pek maceralı şeyler gördüm bu hafta. Önceki gece bir kafedeydim. Bu rüyamın görüntüleri siyah beyaz bu arada onu da baştan söyleyeyim. Sanki film içinde flash-back görüyorum havasında. Neyse efendim, bu kafede böyle arkadaşlarımla oturuyormuşum. Kim onlar tanıdığımdan değil, sadece öyleymiş işte. Ama hava sanki böyle hafif bir serin, rüzgarlı, üstlerimizde sıkı sıkı sarındığımız ince ceketler var. Bir ara sıkıldım herhalde o arkadaşlarım dediklerimden, kalkıp kafenin üstü açık kısmına çıktım. Bir nevi teras da diyebiliriz. Hemen bir kuytu duvar arası bulup, sırtımı yaslayıp, önüme bakmaya başladım. Bu arada şey geldi, hımm, biz ona "Tom" diyelim. Hem bu vesileyle bu "Tom" mevzuunu da açıklamış olayım, zira bundan sonra bolca çıkabilir rüya anlatımlarımda. Bu Tom, belirli aralıklarla rüyalarımda kendine yer bulur. Misal, tam birşeye karar veririm, pat rüyama girer, o kararımın tamamen yanlış olduğunu hissettirip, karman çorman düşüncelerle bırakır ortada beni. Ya da uzun bir süre görmem kendisini rüyamda, tamamen aklımdan çıkar gider, ama sonra bir gün gene pat rüyama girer, haydee olurum, demek ki hala orda bir yerlerdeymiş derim (hayır, şizofren değilim. sadece rüya görüyorum ;) ).
Neyse işte bu Tom da kalkıp içerden yanıma geldi. Benimle aynı kuytuya sığışıp, o da aynı şekilde durmaya başladı. Gelmesi beni bir şekilde rahatlattı. Başımı omzuna yasladım. Ve resmen o kısacık birkaç saniye boyunca hayatımda şu son dönemlerde hissetmediğim kadar rahatlamış, huzurlu, mutlu hissettim. Evet, bildiğiniz huzurlu. Sanki üzerimdeki tüm yük, tüm endişeler, tüm düşünceler o birkaç saniye için benden uçtu gitti. Derin bir nefes aldım ve o anda çat! İçerideki arkadaşlarımdan bir tanesi, böyle çok neşeli bir tanesi önümüzde bitiverdi. Ben kafamı kaldırdım omuzundan ve huzur da geldiği hızda yok oldu. Çok sinirlendim o an, çatlayacaktım sinirden ki uyandım.
Dün gece de yeni evli bir arkadaşımın evinde kaldım ilk defa. Saçmasapan bir yağmur-gökgürültüsü-şimşek durumu vardı tüm akşam ve gece. Tüm o fırtına içinde, onların küçük oturma odalarında güç bela uykuya daldım. Gene Tom'laydım. Ama bu sefer nerde olduğunu bilemediğim bir yerde, açık havada bir merdivene tırmanıyorduk. Parlak gümüş renkli, metalden bir merdiven. El ele tutuşmuş tırmandık uzunca bir süre. Neden tırmandığımızı da bilemedim ya neyse. En sonunda tepesine vardık. Tepede ufak kare bir platform yapılmıştı merdivenle aynı malzemeden. Platformun diğer yanında da bu kez aşağı inmek için ikişer ikişer birleştirilmiş 4 metal çubuk vardı. Öyle bir düzenek ki, o çubukların iki yanından tutunup ayaklarınızı yerleştiriyorsunuz, ikisini de kavrayan başka bir parça yer alıyor çubukların ortasında-ondan da iki elinizle tutunup, kendinizi aşağıya doğru dikine kaymaya bırakıyorsunuz. Böyle karmaşık oldu farkındayım. Şöyle diyeyim: Ağaçlara tırmandığımız tahta merdivenin metalini düşünün. Sonra onun arasındaki o basamak niyetine konan yatay parçaların olmadığını ve elinizdeki tek bir yatay portatif parçayla o merdivenin en üstünden kendinizi aşağıya doğru yüzünüz merdivene dönük bıraktığınızı düşünün. İşte iniş yöntemi buydu. Bizim Tom hemen kendi merdivenindeki yerini aldı. Ben platformun üzerinde dikilip kaldım. O kadar yüksekteyiz ki sanki gökyüzünün içinde kaybolmuşuz. Korkudan ölmek üzereyim. Nasıl inerim ben ordan öyle diye gözlerim yuvalarından fırlayacak şekilde bakıyorum ona. Bu arada bir eli merdivende bir eli bende hala. Çekiştiriyor. Yok yok yapamam diyorum. O anda bir kız bitti platformda yanımda. Nerden geldi hiçbir fikrim yok. Hemen hemen 12-13 yaşlarında. O öyle yeni yapıldı, pek denenmedi garanti veremem diyor. Ben de Tom'a dönüp diyorum bak gördün mü ordan inmeyelim bozulabilirmiş diyorum. Tom da ısrarla beni çekiştirip, kızın bozulacağına dair garanti de vermediğini söylüyor. İçimden de manyak mı bu Tom, görmüyor mu yüksekliği boşluğu, korkmuyor mu diyorum. En son yükseklikten başım dönmek üzereyken gözlerimi açmaya zorladım kendimi de, uyandım.
Ama gecenin bir vakti tabi, gözlerimi geri kapayıp yine daldım. Bu kez de böyle açık havaya kurulmuş ufak bir sahnenin önünde 10 sıra kadar sandalye vardı. Hepsi doluydu. Ben de annem sağımda, Blair Waldorf (evet o Blair, Gossip Girl'deki karakter) da solumda, önden 5-6 sıra geride oturuyorduk. Sahnede ne olduğuna dair bir fikrim yok, sanırım tiyatro oyunuydu. Önemli olan tam önümüzdeki sandalyede Jason Momoa'nın oturuyor olması. Hem de onu hep bildiğim Khal Drogo halinde değil, şu geçenlerde Jay Leno'ya konuk olduğu küt saçlı, ceketli gömlekli haliyle oturuyor. Blair'le ben büyülenmiş gibi onu izliyoruz, o yüzden de sahnede ne olduğunu bilmiyorum işte. Bir yerden sonra Blair'le kavga etmeye başladım, Jason'ı paylaşamıyoruz çünkü. Sonunda o da durumun farkına vardı, aramızı düzeltmeye çalıştı ama nafile. Kalkıp, hışımla uzaklaştım. Bu arada otel gibi bir yerlerdeyiz sanırım ve ben deli gibi Jason Momoa'nın peşindeyim. Ne yapacaksam artık, annem de ah vah kızım neden böyle yapıyorsun halinde. Resmen kendimi Uğur Dündar'ı kaçıran anne-kız Adile Naşit-Hülya Koçyiğit ikilisinde gibi hissediyorum.
Tabi bu arada Blair'le tekrardan kavga ettim. Jason yetişip, bizi zor ayırdı. Sonra da beni tuttuğu gibi otelin merdivenlerini çıkarmaya başladı. Evet yine merdiven. Bu arada tuttuğu gibi derken gerçek anlamda onu kastediyorum çünkü görmüşseniz bilirsiniz, Jason benim 35 katım büyüklüğünde devasa bir adam normalde. Beni odama götürmeye çalışıyor sakinleşeyim de Blair'in saçını başını yolmayayım diye. Lan bıktım gene mi merdiven çıkıyoruz diye poflarken uyandım.
Şimdi merak içindeyim. Eğer bu ilk kez kaldığın bir evde rüyanda evleneceğin kişiyi görürmüşsün hurafesi-geleneğinin herhangi bir işlevi varsa...zerre kadar beğenmediğim bizim Tom'la mı yoksa zaten hali hazırda evli-mutlu-bol çocuklu olan Jason Momoa'yla mı evleneceğim?
Ve bu benim akıl sağlığım ne kadar yerindedir böyle?
İşte böyle davranınca da rüyalara vuruyor aklım. Sırasıyla pek maceralı şeyler gördüm bu hafta. Önceki gece bir kafedeydim. Bu rüyamın görüntüleri siyah beyaz bu arada onu da baştan söyleyeyim. Sanki film içinde flash-back görüyorum havasında. Neyse efendim, bu kafede böyle arkadaşlarımla oturuyormuşum. Kim onlar tanıdığımdan değil, sadece öyleymiş işte. Ama hava sanki böyle hafif bir serin, rüzgarlı, üstlerimizde sıkı sıkı sarındığımız ince ceketler var. Bir ara sıkıldım herhalde o arkadaşlarım dediklerimden, kalkıp kafenin üstü açık kısmına çıktım. Bir nevi teras da diyebiliriz. Hemen bir kuytu duvar arası bulup, sırtımı yaslayıp, önüme bakmaya başladım. Bu arada şey geldi, hımm, biz ona "Tom" diyelim. Hem bu vesileyle bu "Tom" mevzuunu da açıklamış olayım, zira bundan sonra bolca çıkabilir rüya anlatımlarımda. Bu Tom, belirli aralıklarla rüyalarımda kendine yer bulur. Misal, tam birşeye karar veririm, pat rüyama girer, o kararımın tamamen yanlış olduğunu hissettirip, karman çorman düşüncelerle bırakır ortada beni. Ya da uzun bir süre görmem kendisini rüyamda, tamamen aklımdan çıkar gider, ama sonra bir gün gene pat rüyama girer, haydee olurum, demek ki hala orda bir yerlerdeymiş derim (hayır, şizofren değilim. sadece rüya görüyorum ;) ).
Neyse işte bu Tom da kalkıp içerden yanıma geldi. Benimle aynı kuytuya sığışıp, o da aynı şekilde durmaya başladı. Gelmesi beni bir şekilde rahatlattı. Başımı omzuna yasladım. Ve resmen o kısacık birkaç saniye boyunca hayatımda şu son dönemlerde hissetmediğim kadar rahatlamış, huzurlu, mutlu hissettim. Evet, bildiğiniz huzurlu. Sanki üzerimdeki tüm yük, tüm endişeler, tüm düşünceler o birkaç saniye için benden uçtu gitti. Derin bir nefes aldım ve o anda çat! İçerideki arkadaşlarımdan bir tanesi, böyle çok neşeli bir tanesi önümüzde bitiverdi. Ben kafamı kaldırdım omuzundan ve huzur da geldiği hızda yok oldu. Çok sinirlendim o an, çatlayacaktım sinirden ki uyandım.
resim burdan : photo dictionary |
Ama gecenin bir vakti tabi, gözlerimi geri kapayıp yine daldım. Bu kez de böyle açık havaya kurulmuş ufak bir sahnenin önünde 10 sıra kadar sandalye vardı. Hepsi doluydu. Ben de annem sağımda, Blair Waldorf (evet o Blair, Gossip Girl'deki karakter) da solumda, önden 5-6 sıra geride oturuyorduk. Sahnede ne olduğuna dair bir fikrim yok, sanırım tiyatro oyunuydu. Önemli olan tam önümüzdeki sandalyede Jason Momoa'nın oturuyor olması. Hem de onu hep bildiğim Khal Drogo halinde değil, şu geçenlerde Jay Leno'ya konuk olduğu küt saçlı, ceketli gömlekli haliyle oturuyor. Blair'le ben büyülenmiş gibi onu izliyoruz, o yüzden de sahnede ne olduğunu bilmiyorum işte. Bir yerden sonra Blair'le kavga etmeye başladım, Jason'ı paylaşamıyoruz çünkü. Sonunda o da durumun farkına vardı, aramızı düzeltmeye çalıştı ama nafile. Kalkıp, hışımla uzaklaştım. Bu arada otel gibi bir yerlerdeyiz sanırım ve ben deli gibi Jason Momoa'nın peşindeyim. Ne yapacaksam artık, annem de ah vah kızım neden böyle yapıyorsun halinde. Resmen kendimi Uğur Dündar'ı kaçıran anne-kız Adile Naşit-Hülya Koçyiğit ikilisinde gibi hissediyorum.
Tabi bu arada Blair'le tekrardan kavga ettim. Jason yetişip, bizi zor ayırdı. Sonra da beni tuttuğu gibi otelin merdivenlerini çıkarmaya başladı. Evet yine merdiven. Bu arada tuttuğu gibi derken gerçek anlamda onu kastediyorum çünkü görmüşseniz bilirsiniz, Jason benim 35 katım büyüklüğünde devasa bir adam normalde. Beni odama götürmeye çalışıyor sakinleşeyim de Blair'in saçını başını yolmayayım diye. Lan bıktım gene mi merdiven çıkıyoruz diye poflarken uyandım.
Şimdi merak içindeyim. Eğer bu ilk kez kaldığın bir evde rüyanda evleneceğin kişiyi görürmüşsün hurafesi-geleneğinin herhangi bir işlevi varsa...zerre kadar beğenmediğim bizim Tom'la mı yoksa zaten hali hazırda evli-mutlu-bol çocuklu olan Jason Momoa'yla mı evleneceğim?
Ve bu benim akıl sağlığım ne kadar yerindedir böyle?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
So many books, so little time
Mesela. En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...
-
20li yaşlarındaki Kim Sol Ah (esas kızımız kendisi) bir tasarım şirketinde çalışıyor, tüm gün oturup müşterilere, firmalara, şirketlere f...
-
Çoook eskiden, şimdinin Polinezya diye adlandırılan adalarından birinde, ada halkının şefinin sevimli mi sevimli kızı Moana, babasının t...
-
Joo Seo Yeon kızımız bir lisede beden eğitimi öğretmeni. Aynı lisede öğretmen olan Kim Mi Kyung'la tee ortaokul döneminden kankalar...