Onun kamerasından sanki herşey olduğundan çok daha güzel, çok daha estetik görünüyor. İnsanlar daha bir güzel, renkler daha bir yumuşak, hayat her türlü güzelliğe, mutluluğa açıkmış gibi oluyor. Woody Allen bir masalcı gibi, oturuyor yatağınızın yanıbaşına güldürüyor, ağlatıyor ama sonunda içinizde mükemmel bir gülümsemeyle uğurluyor uykunuza.
Bu kez de Roma'ya aşık etmek için anlatıyor masalını. Amerikalı turist Hayley ile Venedik Meydanı'nın kıyısında dikilip yol sorarken Roma'nın en yakışıklı, en tatlı avukatına rastlayıp aşık olunabileceğine inanıyoruz mesela. Çok farklı iki ailenin tanışmasının aslında o kadar da kötüye gitmeyebileceğini, tüm absürdlüğüne rağmen sonunda çok mutlu olabileceklerine inanıyoruz.
Sıradan, sizden bizden bir orta sınıf olan Leopold ve karısı Sofia ile şöhretin ne kadar gel-geç gönüllü olabileceğini yaşayarak görüyoruz ve hayatımızın aslında en basit, en sıradan halinde diğer herşeyden çok daha güzel ve anlamlı olabileceğini inanıyoruz.
Genç evli çift Antonio ve Milly ile hayatın çok daha heyecanlı şeyler barındırabileceğini görüyoruz. Ve onları dışarıda aramak yerine birbirlerinde de bulabileceklerine inanıyoruz.
Başarılı ve zengin mimar John'un gençliğinin heyecanlarını ve kararlarını, Roma sokaklarında, harabelerinde, eski dairesinde genç halinin peşine düşerek muhasebe etmesini izliyoruz. Sonuçta Roma ona çok güzel şeyler yaşattığını ve hiçbirinden pişman olmaması gerektiğini söylüyor.
Benim için hep kocaman güzel bir gezinti oluyor Woody Allen filmleri. Kısacık da olsa mutluymuşum gibi oluyor.
penelope cruz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
penelope cruz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
7 Ekim 2012 Pazar
17 Haziran 2011 Cuma
Bir Armada Sineması Macerası
Bir Kentpark Sineması Macerası'ndan sonra bunu da yaşadım.
Esasında 19 mayıs tarihli bir yazı olacaktı bu ama netin dışında berbat derecede işle güçle dolu bir hayatım (!) olduğundan bir ay sonraya kısmet.
Dediğim gibi, 19 mayısta yine her Johnny filmi vizyon günü yaptığım gibi Depp-görevimi yerine getirmek üzere bir vizyon gününe daha kalkmıştım. Öğlenden sonra araştırma ve incelemelerim sonucunda, netten Karayip Korsanları : On Stranger Tides'a Armada sinemasından 17.30 seansına iki güzel biletimi aldım. Film saatinden yaklaşık bir buçuk saat kadar önce de Armada'ya ayak bastım.
Önce en alt kattaki markete girdik annemle. Birkaç ihtiyacı hallettik, bir de sinemada yeriz diye sinemanın büfesinde bulamayacağımız çeşitli atıştırmalıklardan depoladık. Ancak marketin içinde dolaşırken bir ara elektrik gitti. Şaşırtıcı bir durum evet, ama böyle yerlerde genellikle gitmesini takip eden 4-5 saniye içinde geri gelir elektrik-jeneratörün devreye girmesiyle. Orada bu süreç bir dakikayı buldu nerdeyse. Ardından birkaç sefer daha gitti ve geldi elektrik. En çok da kasadayken olması sinir bozar ya kasada yaşamadan ordan çıkabildik biz neyseki.
En üst kattaki sinemaya ulaşabilmek için en alt kattan yola çıktık. Giriş kata geldiğimizde asansöre binelim nasıl olsa en üst kat daha çok yolumuz var deyip asansöre yönelmiştik ki gene elektrik gitti. Bekledik. Biz asansörün başındayken yarım saat içinde defalarca elektrik gitti, geldi. Sonunda pes edip, merdivenleri denedik. Normal merdivenlerden en üst kata çıkmaya başladık. Elektrik yine hareketliydi.
Sonunda en üst katta sinema gişelerine ulaştığımızda önümüze çıkan manzara daha hoştu. Gişelerin önünde insan kalabalığı, gişelerde ne yapacağını bilememiş bekleyen veya oradan oraya koşturan görevliler. Elektrik kesintisinden dolayı sistemler gitmiş (şu gerizekalı bilgisayar işte) ve geri gelmelerini bekliyorlar. Ama elektrik bu sırada habire gitmeye devam ettiğinden bilgisayarlar kendilerini bir türlü toparlayamıyor.
Ben de bu durumda ne akla hizmet mybilet'in bilet aletlerinden internet biletimi bastırabileceğimi düşünmüşsem. Aletlerin önünde durdum ve boş boş bakındım. Çünkü ekranları karanlıktı. Sonra gelir gibi olup, gene gitti. Nihayet elektrik geri geldiğinde aletler kendilerini bir türlü açamadı. Ekranlarda hata mesajları belirdi. Filmin başlamasına yarım saat kala, parasını çoktan ödediğim biletimi bile alamamıştım elime. Neyse, sabırsız bir bekleyişin sonucunda biletlerimi bastırdım ve son hızla üst kata-sinema salonları katına koşturduk.
Ama tabiki burda da durum daha vahimdi. Burda da jeneratör devreye girmiyordu ve biz beklerkenki elektrik kesintiler olduğu gibi salonlarda film izlemekte olanlara yansımıştı. Düşünün, sinemada oturmuş filminize dalmışken, birden ekran gidiyor. Mutlak bir karanlık. Hiçbir görevli de gelmiyor salona. Hatta çıkan bir kadının müdüre şikayetine kulak misafiri olduğum kadarıyla projektör odasının camına vurmaları da işe yaramamış. Böyle bir ortam.
Film saatine beklemeye başladık oturup tabi. Sonuçta her şeye rağmen o gün Depp-görevi günüm ve başarısız olamam. Salonların önündeki bekleyişimiz sırasında tanık olduklarımızsa tam şenlikti. Şikayet eden insanlar, odasından elindeki telefona bağırarak fırlayan sinema müdürünün oradan oraya koşturması ve telefondaki kişiye daha da çok bağırması..."Jeneratörü çalıştırmıyorlar, olur mu böyle şey! Sinemada elektrik gider mi ne salak adamlar bunlar bir sürü aradım söyledim anlamıyorlar insanlar burda mağdur..." diyerek bağırıyordu müdür. Mısır aldığım görevliyse daha da gerçekçiydi: "Valla bence biletinizi açık bilete falan çevirttirin aşağıdan ya da şikayet falan edip paranızı geri alın." Güldüm, mısırdan ağzıma tıktım bolca ve beklemeye devam ettim. O filmi o gün görmeliydim.
Saat nihayet 17.30'a geldiğinde üç boyut gözlüklerimizi aldık ve salona girdik. Ama tedirginliğimizi ve her an elektrik gidecekmiş hissimizi anlatamam. Neyseki ekranda Johnny'nin ve o bildik Karayip Korsanları havasının görünmesiyle yatıştık ve kazasız belasız bir film izledik.
Belki bu maceradan dolayı ya da belki de hakikaten öyle olduğu için, bu seferki korsanlar beni yeterince içine çekemedi gibime geldi. O ilk filmde yarattıkları ve ikinci filmde tavan yaptırdıkları şaşırtma-dalavere duygusu beni sarmadı, ortaya çıkmadı. Herşey daha yumuşak geçişliydi, Kaptan Jack hep tahmin edilebilir hareketlerde bulundu, o bile üzerine bir ağırlık çökmüş gibiydi. Penelope Cruz ise ilk gördüğüm andan beri nefret ettiğim bir kadın olmasına rağmen (kesinlikle Tom Cruise etkisi), hoşuma gitmeyi başardı, bu filmin sanırım tek artısı bu oldu bana. Onun dışında Geoffrey Rush'ın o görünmeyen etkisini ve yerini su yüzüne çıkardı seri içinde. Yeni bir üçlemenin başlangıcı olarak da fena sayılmazdı. Filmin ardından deniz kızına ve genç rahibe kanı kaynamamış, hallerini merağa düşmemiş kimse kalmamıştı.
O bebeğin oraya geleceğini de biliyordum ayrıca, göstermelerine bile gerek yoktu;)
Esasında 19 mayıs tarihli bir yazı olacaktı bu ama netin dışında berbat derecede işle güçle dolu bir hayatım (!) olduğundan bir ay sonraya kısmet.
Dediğim gibi, 19 mayısta yine her Johnny filmi vizyon günü yaptığım gibi Depp-görevimi yerine getirmek üzere bir vizyon gününe daha kalkmıştım. Öğlenden sonra araştırma ve incelemelerim sonucunda, netten Karayip Korsanları : On Stranger Tides'a Armada sinemasından 17.30 seansına iki güzel biletimi aldım. Film saatinden yaklaşık bir buçuk saat kadar önce de Armada'ya ayak bastım.
Önce en alt kattaki markete girdik annemle. Birkaç ihtiyacı hallettik, bir de sinemada yeriz diye sinemanın büfesinde bulamayacağımız çeşitli atıştırmalıklardan depoladık. Ancak marketin içinde dolaşırken bir ara elektrik gitti. Şaşırtıcı bir durum evet, ama böyle yerlerde genellikle gitmesini takip eden 4-5 saniye içinde geri gelir elektrik-jeneratörün devreye girmesiyle. Orada bu süreç bir dakikayı buldu nerdeyse. Ardından birkaç sefer daha gitti ve geldi elektrik. En çok da kasadayken olması sinir bozar ya kasada yaşamadan ordan çıkabildik biz neyseki.
En üst kattaki sinemaya ulaşabilmek için en alt kattan yola çıktık. Giriş kata geldiğimizde asansöre binelim nasıl olsa en üst kat daha çok yolumuz var deyip asansöre yönelmiştik ki gene elektrik gitti. Bekledik. Biz asansörün başındayken yarım saat içinde defalarca elektrik gitti, geldi. Sonunda pes edip, merdivenleri denedik. Normal merdivenlerden en üst kata çıkmaya başladık. Elektrik yine hareketliydi.
Sonunda en üst katta sinema gişelerine ulaştığımızda önümüze çıkan manzara daha hoştu. Gişelerin önünde insan kalabalığı, gişelerde ne yapacağını bilememiş bekleyen veya oradan oraya koşturan görevliler. Elektrik kesintisinden dolayı sistemler gitmiş (şu gerizekalı bilgisayar işte) ve geri gelmelerini bekliyorlar. Ama elektrik bu sırada habire gitmeye devam ettiğinden bilgisayarlar kendilerini bir türlü toparlayamıyor.
Ben de bu durumda ne akla hizmet mybilet'in bilet aletlerinden internet biletimi bastırabileceğimi düşünmüşsem. Aletlerin önünde durdum ve boş boş bakındım. Çünkü ekranları karanlıktı. Sonra gelir gibi olup, gene gitti. Nihayet elektrik geri geldiğinde aletler kendilerini bir türlü açamadı. Ekranlarda hata mesajları belirdi. Filmin başlamasına yarım saat kala, parasını çoktan ödediğim biletimi bile alamamıştım elime. Neyse, sabırsız bir bekleyişin sonucunda biletlerimi bastırdım ve son hızla üst kata-sinema salonları katına koşturduk.
Ama tabiki burda da durum daha vahimdi. Burda da jeneratör devreye girmiyordu ve biz beklerkenki elektrik kesintiler olduğu gibi salonlarda film izlemekte olanlara yansımıştı. Düşünün, sinemada oturmuş filminize dalmışken, birden ekran gidiyor. Mutlak bir karanlık. Hiçbir görevli de gelmiyor salona. Hatta çıkan bir kadının müdüre şikayetine kulak misafiri olduğum kadarıyla projektör odasının camına vurmaları da işe yaramamış. Böyle bir ortam.
Film saatine beklemeye başladık oturup tabi. Sonuçta her şeye rağmen o gün Depp-görevi günüm ve başarısız olamam. Salonların önündeki bekleyişimiz sırasında tanık olduklarımızsa tam şenlikti. Şikayet eden insanlar, odasından elindeki telefona bağırarak fırlayan sinema müdürünün oradan oraya koşturması ve telefondaki kişiye daha da çok bağırması..."Jeneratörü çalıştırmıyorlar, olur mu böyle şey! Sinemada elektrik gider mi ne salak adamlar bunlar bir sürü aradım söyledim anlamıyorlar insanlar burda mağdur..." diyerek bağırıyordu müdür. Mısır aldığım görevliyse daha da gerçekçiydi: "Valla bence biletinizi açık bilete falan çevirttirin aşağıdan ya da şikayet falan edip paranızı geri alın." Güldüm, mısırdan ağzıma tıktım bolca ve beklemeye devam ettim. O filmi o gün görmeliydim.
Saat nihayet 17.30'a geldiğinde üç boyut gözlüklerimizi aldık ve salona girdik. Ama tedirginliğimizi ve her an elektrik gidecekmiş hissimizi anlatamam. Neyseki ekranda Johnny'nin ve o bildik Karayip Korsanları havasının görünmesiyle yatıştık ve kazasız belasız bir film izledik.
Belki bu maceradan dolayı ya da belki de hakikaten öyle olduğu için, bu seferki korsanlar beni yeterince içine çekemedi gibime geldi. O ilk filmde yarattıkları ve ikinci filmde tavan yaptırdıkları şaşırtma-dalavere duygusu beni sarmadı, ortaya çıkmadı. Herşey daha yumuşak geçişliydi, Kaptan Jack hep tahmin edilebilir hareketlerde bulundu, o bile üzerine bir ağırlık çökmüş gibiydi. Penelope Cruz ise ilk gördüğüm andan beri nefret ettiğim bir kadın olmasına rağmen (kesinlikle Tom Cruise etkisi), hoşuma gitmeyi başardı, bu filmin sanırım tek artısı bu oldu bana. Onun dışında Geoffrey Rush'ın o görünmeyen etkisini ve yerini su yüzüne çıkardı seri içinde. Yeni bir üçlemenin başlangıcı olarak da fena sayılmazdı. Filmin ardından deniz kızına ve genç rahibe kanı kaynamamış, hallerini merağa düşmemiş kimse kalmamıştı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
eylülde
Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...
-
20li yaşlarındaki Kim Sol Ah (esas kızımız kendisi) bir tasarım şirketinde çalışıyor, tüm gün oturup müşterilere, firmalara, şirketlere f...
-
Joo Seo Yeon kızımız bir lisede beden eğitimi öğretmeni. Aynı lisede öğretmen olan Kim Mi Kyung'la tee ortaokul döneminden kankalar...
-
Çoook eskiden, şimdinin Polinezya diye adlandırılan adalarından birinde, ada halkının şefinin sevimli mi sevimli kızı Moana, babasının t...