kim bum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kim bum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Eylül 2022 Cuma

Law School(2021) ---> Yaşayarak öğretme deneyiminde seviye atlarken

 


Hankuk Üniversitesi hukuk fakültesinin, uygulama sınıfı gibi bir sınıfında ders işlenirken fakültenin en deneyimli hocalarından biri arka odada ölü bulunuyor. Neredeyse tüm öğrenciler ve hocalar bu uygulama sınıfındayken nasıl böyle bir şeyin meydana geldiği konusunda herkes şaşkın tabi. Bu arada bu uygulama sınıfı dediğimiz şey, zengin ve nüfuzlu siyasetçilerin iş adamlarının falan okula bağış yapmaları sonucunda, bir mahkeme salonu gibi dizayn edilmiş bir amfi. Burada öğrencilere bir örnek dava veriliyor, sonra öğrencilerin hepsine bir tiyatro oyunu gibi roller biçiliyor. Biri hakim, bazıları savcı, bazıları avukat, bazıları suçlanan kişi falan oluyor. Ellerindeki delillere ve dava dosyasına göre gerçek bir mahkemedelermiş gibi çıkıp, oynuyorlar. Böylece uygulamalı ders işlenmiş gibi bir şey oluyor. Tam da böyle bir ortamda profesörlerden biri arka odada ölü bulununca tabi, ortalık karışıyor. Hem de ne karışma...Bu olayla birlikte soruşturma başlıyor ve o soruşturmaya adeta biz de dahil oluyoruz. Her bölüm bir başka karakteri şüpheli olarak görüp, onu araştırıyoruz. Her bölüm bir başka ipucunun peşinden karakterden karaktere, yaşamdan yaşama savruluyoruz. Bu sırada bolca geçmişe dönüşlerle hem her bir karakterin hayatını, kişiliğini, onu o mahkeme salonu temalı sınıfa kadar getiren şeyleri izliyoruz, hem de genel olarak hikayenin geçmişindeki adımları takip ediyoruz.

Law School, orijinal adıyla 로스쿨 bu yazılışı da aslında lou sıkul diye okunuyor, 14 Nisan - 9 Haziran 2021 arasında Güney Kore'nin jTBC kanalında hemen hemen birer saatlik 16 bölüm olarak yayınlandı. Bunu da yayınlanırken hafta hafta izlemiştim ve resmen bayıla bayıla, keşke daha çok bölümü olsa da daha çok izlesem diyerek izlemiştim ama bunca zaman sonra ancak yazabiliyorum. Güney Kore drama dünyasının sevdiği konulardan biri bu hukuk, mahkeme, davalar ortamı. Fantastiğinden, romantiklisine, dövüş ustası savcılarından hafıza kayıplısına kadar ne kadar buton varsa hepsine basarak anlattıkları konulardan biri. Hukuk benim için ekonomi gibi, bu yüzden hani filmlerde hacker diye bir karakter oturturlar önümüze ve böyle gelişigüzel klavyeye basarken o ekranda manyak şeyler olur ve hani vooo dersiniz ya. Hah işte, hukuk konulu dizilerde ben de böyle oluyorum. En mantıksız şeyleri bile yapıyor olsalar, zerre anlamadığım için bana inanılmaz zekice şeyler yapıyorlarmış gibi geliyor ve mutlulukla, keyifle, böyle ağzım beş karış açık izliyorum. Bunları önden söyledim, çünkü dizi ile ilgili söyleyeceklerimi okurken göz önünde bulundurun istiyorum. Yani ben çok bayılmış olabilirim, bu illaki aşırı mantıklı bir senaryo izlediğim anlamına gelmiyor. Benim hukuka bakışım öyle :)

Dedim ya fantastik ortamlılarını bile gördüğümüz bu türde, Law School aslında oldukça ayakları yere basan bir konu sunuyor. Yolsuzlukların alıp götürdüğü siyasetçilerin kampanyalarını görüyoruz, ilerleme ve itibar için yoldan çıkan profesörleri izliyoruz, toplumdaki eşitsizliğe maruz kalıyoruz. Ve hepsinin bir şekilde adaletin şaşmaz terazisinde ölçülüp, gerekenin yapılışına şahit olarak bitiriyoruz hikayemizi. Bu açıdan aslında sonunu tahmin edebildiğimiz bir genel hikaye çıkıyor ortaya. Yarı yolda bir yerlerde asıl suçlunun kim olduğunu da anlıyoruz kolayca. Ama bunlar sorun yaratmıyor izleme zevki açısından. Sonuçta bunları ifşa etmeye giden yol daha eğlenceli. O yolun yolculuğu için buradayız zaten. Ama profesörün ölü bulunmasına dair daha en başta gösterdikleri bir sahne var ki orada resmen en kör insan bile hocam burada şu kişi ahanda gelmiş bunu kimse görmüyor mu diyor yani. Daha ilk bölümden aslında kimin yaptığını gösteriyorlar, ama son 5 bölüme kadar karakterlerimiz bir türlü o konuya gelmiyor. İşte bu kısmı biraz insanın canını sıkıyor.


Hikayenin genel anlatımı dışında en önemlisi aslında karakterlerin hikayesi olması, dizinin toptan bakıldığında. Her bölüm, aşırı başarılı ve karizmatik hocamız Yang Jong Hoon'un susarak, bakarak veya saçma sapan bir tepki vererek öğrencilerine bir konu hakkında bir şeyler öğrettiğini görüyoruz. Her bölüm sonunda o kadar tatmin olmuş bir hisle bakakalıyoruz ki ekrana, bölüm boyunca o öğrencilerle birlikte fakültenin adalet sarayının içinde oradan oraya koşturmuş, saç baş yolmuş olmamızın hiçbir ehemmiyeti kalmıyor. Bu roldeki deneyimli oyuncu Kim Myung Min'i ilk defa izleme şansım oldu, o yüzden çok bir karşılaştırma imkanım yok. Buradaki haliyle mükemmeldi ama, karakterin iyi yazılmış olmasından da olabilir.



Öğrencileri demişken, onlardan bahsede bahsede bitirebilir miyim bilemedim. Zaten hikayenin asıl önemli ve keyif veren kısmı onlar. Her biri bir başka hayattan gelmiş, her biri bambaşka kişiliklere, motivasyona, derde sahip bu gençlerin dava boyunca yaşadıkları zaten bu koskocaman diziyi oluşturuyor. Hemen hemen hepsini bu dizide ilk defa görmüştüm. Hiç çalışmadan kendiliğinden zeka küpünü oynayan Kim Bum'ı da o kadar rastlamış olmama rağmen ilk defa izlemiştim bu dizide. Sonradan hatırlarsanız Ghost Doctor(2022)'da izlemiştim. Üstünde ilginç bir sinir bozucu ama sevimli bir hava var. Dağınık ama azimli ve heyecanlı öğrenciyi oynayan Ryu Hye Young'ı da burada ilk kez izlemiş, ardından Reply 1988(2015)'de gördüğümde tanıyamamıştım. Burada ve orada inanılmaz farklı insanlara hayat veriyor. 





Bu öğrencilerin oluşturduğu ekibin birbirleriyle yer yer uyumlu, çoğunlukla uyumsuz çalışmaları, birbirlerine kazık atmaları, yardım etmeleri, kendi olaylarını çözmeleri dizinin aslında en güzel kısımlarını oluşturuyor. Zaten Güney Kore dizilerinin en sevdiğim yönü bu, olaylardan çok insanları anlatması ve o insanları anlatırken bunu o kadar içten, o kadar hissederek yapması ki...Çoğu zaman burada dizileri anlatırken diyorum ya, bunları nasıl yazmışlar, böyle bir karakteri nasıl oluşturmuşlar, böyle nasıl anlatabiliyorlar nasıl hissettirebiliyorlar diye. Hah işte, tam da bu aslında bu dizide de olan. Evet bitmeyen cümlelerle dolu, ulan burada ne dediler şimdi dedirten hukuksal terimlerle bezeli mahkeme sahneleri de var, gençlerin dava dosyaları arasında kaybolup çılgın hukuksal muhabbet etmeleri de var, at hırsızı suratlı adamların peşinde kovalamaca oynamalar, adam kaçırmalar, insan dövmeler, gerilimli aksiyonlar da var ama esasında bu insanların hikayeleri var. Belki az buçuk da romantizmin kokusu var ama kendisi yok. Olsun, onu da biz hayal ederek çıkabiliriz işin içinden.

11 Mart 2022 Cuma

Eğlenceli, sevimli, hüzünlü, güzel bir hikaye : 16 Bölümlük Ghost Doctor


 Başarılı kalp cerrahı Cha Young Min için işler alabildiğine tıkırında giderken, bir gün her şey alt üst olur. Çalıştığı hastanenin sahibinin tıp okuyan, şımarık ve beceriksiz torunu Ko Seung Tak, asistan olarak işe başlar ve Cha Young Min'in yıllar önce onu terk edip giden eski sevgilisi de Amerika'dan geri döner. Tüm bunların üstüne çok zor bir ameliyatla, çok büyük bir şirketin başkanını da ölümden döndürdüğü gece arabasıyla bir kaza yapar. Bedeni, kendi çalıştığı hastaneye koma halinde getirildiğinde Cha Young Min de koma hayaleti olarak, neredeyse evi gibi olan hastanede yepyeni bir maceraya başlar.

"Ghost Doctor" Güney Kore'nin tvN kanalında 3 Ocak-22 Şubat tarihleri arasında yaklaşık 70'er dakikalık 16 bölüm halinde yayınlanan bir dizi. Bu yılın izlediğim ilk dizisi. Aynı zamanda izlediğim ilk Rain dizisi. Yayınlanmasını merakla bekliyordum, medikal dramaları severim, ama en çok Rain'i (bu dizide başroldeki Cha Young Min'i canlandırıyor) bir dizide izlemek istediğim ve Kim Bum'ı da (bu dizide yine bir diğer başrol olan Ko Seung Tak'ı canlandırıyor) daha önce "Law School"da severek izlediğim için. Haftalık olarak, çok büyük keyif alarak izledim diziyi. Beklentim eğlenmekti, keyifli vakit geçirmekti. Dediğim gibi bu beklentimi karşıladığı gibi hiç beklemediğim şekilde hüngür şakır ağlattı, hayat üstüne bol bol düşündürdü, ağız dolusu kahkahalar attırdı, sevimli sevimli gülümsetti. Ortada çok büyük bir aksiyon yoktu, çok büyük bir gizem yoktu, kocaman bir aşk hikayesi veya kavuşamamaktan içimizi kurutan aşıklar falan da yoktu. Temelde bir adamın karanlık taraftan aydınlık tarafa geri dönüşünün, en başta aydınlıktan karanlığa nasıl geçtiğinin, genç bir adamın hayattaki yolunu bulmasının hikayesiyle iç içe geçmiş bir şekilde anlatan bir hikayeydi. Bu ana hikayenin orasından burasından dokunup, bu hikayeyi besleyen daha da hüzünlü ve düşündürücü yan hikayeleri ise hem ağlattı hem de gülümsetti çoğu kere. 

Ah be Tess ahjussi

İnsanın pişmanlıklarını, şanslarını, kıymetini bilmesini gerekenleri, hayatta önemli olan şeylerin neler olduğunu, görünenin ardında pek çok şey olabileceğini anlatmaya çalıştı. "Herkesin kalbinde sakladığı bir hikayesi vardır." diyerek bilge hayalet Tess amca bizi bir yandan hastanede dolaşan diğer tüm hayaletlere ve yaşayanlara baktırırken bir yandan da kendi içimize döndürdü. Hikayenin yazılışı ve anlatılışı o kadar iyiydi ki temelde komedi olarak yayınlanan bir dizide bu kadar ağlamayı beklemiyordum. Şirket başkanının son sahnelerini öyle güzel düzenlemişlerdi ki o akşam izlerken bölümü ve izledikten sonra kendime gelemedim ağlamaktan. Müziğin kullanımı, görüntülerin gözlerimin önünden geçişi, oyuncuların bir aradaki o halleri...Sanırım uzun yıllar izlediğim en iyi sekanslardan biri olarak hatırlayacağım. 

İçimi dışıma çıkarttınız ağlamaktan, alacağınız olsun

Bu kadar etkilemesini de beklemiyordum gerçi. Normalde, dedim ya severim medikal dramaları, heyecanlı ve aksiyonlu gelir, izlemesi keyiflidir. Ama herhalde annemle hastanede geçirdiğim günlerden sonra bir şeyler tetikleniyor içimde izlerken. Eskisi gibi voo diyerek izleyemiyorum ameliyat sahnelerini ya da hastaların hikayelerini, doktorların bir hastayı kurtarma çabalarını, hasta yakınlarının bekleyişlerini. Bu diziyi izlerken fark ettim bu durumu. Özellikle kalp cerrahlarının ameliyatlarını ve hikayelerini gösterdiği için bol bol kalp ameliyatı izlemek zorunda kaldım ve çok kötü oldum. Aşırı hikayeleştirilmiş ve somutluktan çok uzak olmalarına rağmen kendimi hep bir şekilde hikayenin içine girmiş buldum.

Başrollerimizi canlandıran Rain ve Kim Bum

En solda botokslu Son Na Eun, en sağda ifadesiz Uee

Neyse. Oyuncular açısındansa Kim Bum'ın ve Rain'in oynadıkları karakterlerin aynı bedeni paylaştığındaki halleri ne kadar iyiyse, ayrı ayrı karakterlerinin farklılıklarını oynayışları da bir o kadar iyi oluşundan bahsedebilirim mesela. Gerçi Uee'nin ifadesiz suratından ve Son Na Eun'ın botokslu gibi duran bet suratından ötürü olduğundan daha iyi bulmuş da olabilirim başrol erkeklerinin oyunculuklarını. Yan rollerdekiler ise Güney Kore dizilerinde hep olduğu gibi başroldekilerden çok daha anlamlı ve başarılı oyunculuklar çıkararak yan hikayelerini insanın içine dokundurtan hikayeler haline getirmeyi başardılar. Tess amcayı oynayan Sung Dong Il'i artık herhalde kaç yüz dizide izledim bilmiyorum ama her defasında yeni bir yön gösterip, güzel bir hikaye anlatmayı başarıyor. Ya da herhalde ilk defa izlediğim, Han Seung Hyun oynamıyor olsa, o koma hayaletinin hikayesi bu kadar etkili olmayabilirdi gibime geliyor.


"Ghost Doctor" öyle kocaman, şatafatlı bir hikaye anlatmıyor yani. Ama minik minik içe içe geçmiş kah hüzünlü kah gülümseten hikayelerinin bir araya getirdiği eğlenceli ve her bölümde heyecanı dimdik tutan keyifli bir hikaye seriyor gözlerimizin önüne.



Ayrıca acayip hoşuma giden, izlerken hikayeyi daha da tamamlayan soundtrack i de buraya iliştiriyorum.

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...