17 Ağustos 2021 Salı

Parasite (기생충) - 2019


Sanırım partiye çok geç kaldım. Film taa 2019'un mayısında Cannes Film Festivali'nde gösterildikten sonra bir dolu festivali de dolaşıp, nihayet şubat 2020'de Oscar aldığında Türkiye'de de çoktan vizyona girmişti. Oscar'dan sonraki bir iki ay içinde de ismini duymayan, bir şekilde açıp bakmayan kalmamıştı. Öyle ya film, bir ülkenin belki de 20 yıldan daha fazladır hazırladığı, çabaladığı bir yolun başarı noktalarından biriydi. 100 bin kilometrekarelik Güney Kore'nin yıllardır kültür alanında gösterdiği çabanın bir diğer sonucuydu. Oscar alan ilk Güney Kore filmiydi Parasite.

Orijinal adı olan 기생충, "gisaengchung" şeklinde okunuyor. 기생물 (gisaengmul) kelimesi aslında tam olarak parazit-asalak demek. Naver'deki sözlüğe göre filmin adı bağırsak kurdu. Valla bu Korece'yi bir noktada çözeceğim ama artık 70 yaşında mı olur bilemiyorum. Bağırsak kurdu da bir asalak mıdır yoksa parazitlerle kurtçuklar farklı biyolojik sınıflardalar mıdır...Kim bilir.

Filmi izlemek için bu kadar geç kalmamım tabi ismiyle bir alakası yok. Kore dizilerini manyak gibi izlerken filmlerine aynı gözle bakamadığımdan da olabilir (ilk Kore filmi tecrübem Kim Soo Hyun'un başrolünde olduğu 2017 yapımı Real'dı, valla düşününce bile içim bulandı), Parasite'ın bir dönem acayip popülerleşmiş olmasının ters tepkimesi de olabilir. Sonuçta izleyeyim izleyeyim diye ara ara gelen düşünceler geçen gün yine bir cuma akşamı sineması yapayım diye açmamla son bulmuş oldu. Evde her cuma akşamı, sinema akşamı yapmaya çalışıyorum başka bir şey çıkmazsa. Keşke hep beraber izleyip, konuşabileceğim insanlar olsa hayatımda ama. Neyse.



Film ilk başta 2 saat 12 dakikalık süresiyle gözümü korkutmadı değil. Öyle ya bir de Oscar aldığı için kesin içimi bunaltacak bir şeyleri vardır diye düşünüyor insan (önceki Oscar tecrübelerime dayanarak). Ama film açıkçası şaşırttı. Şaşırtmadı da aynı zamanda. Bir Oscarlı, festival filmi olmasına rağmen eğlendim, güldüm, üzüldüm, gerildim, düşüncelere gömüldüm, şoka girdim. Bir Kore filmi olduğu için de tam onlardan beklediklerimi ise, buldum. Sanırım tam da bu yüzden ortada kaldım. Filmi çok beğendim de diyemiyorum, hiç sevmedim de diyemiyorum. Zaten bildiğimiz bir şeyi anlatıyor ama aşırı tezatlığını yüzümüze çarparak ve çoğunlukla yarım gülüşün o alaycı haliyle bakarak. Filmin üstünde hep o sırıtış var, tüm hikayeyi o sırıtışla izletiyor. Ama işte, dediğim gibi, o sırıtış, ağzımızın kenarıyla, hep bir yarım. Çünkü biz de taa en başından hep o, birşeyler olacak hissiyle izliyoruz. Tıpkı zengin ailenin babasının, şöförü olarak çalışan fakir ailenin babası hakkında dediği his gibi. Hep haddini aşacak bir şey söyleyecek gibi duruyor ama hiç haddini aşmıyor, diyor zengin baba, fakir olanı için. Biz de filmi hep bu duyguyla izliyoruz. Hep o uçurumun kenarında düştü düşecek gerilimiyle.


Bunu büyük oranda da fakir ailenin babası rolündeki Song Kang Ho'nun - bence - muhteşem ötesi oyunculuğuna borçluyuz. Benim onu ilk izleyişimdi, haliyle, hiç dizide rol almamış 1996'da ilk filminde rol aldığından beri. Öyle ki filmografisinde sadece filmler var. Ama çok şey kaçırmışım. Eğer her rolünde de böyleyse...Onun yanındaki diğer pek çok oyuncuyu izlediğim dizilerden biliyordum. Zengin babayı oynayan Lee Sun Kyun'u Coffee Prince(2007)'de (şurada anlatmışım) izleyip, çok sevmemiştim oynadığı karakterden ötürü. Burada da sinir bozucuydu ve pek de parlayan bir yanı yoktu. Evin ilk hizmetçisini oynayan Lee Jung Eun'ı daha geçenlerde Law School(2021)'da izledim ve orada aşırı başarılı bir karakter yazılmıştı kendisine. O diziyi de anlatmayı çok istiyorum ama zaman olmadı. Asıl beni şaşırtan ise fakir ailenin üç kağıtçı kızını oynayan Park So Dam'dı. Cinderella and The Four Knights(2016) (onu da burada anlatmıştım) dizisinde izleyip, nasıl bu kadar boş oynayabilir tüm bu oyuncular diye diziye çemkirdikten sonra aslında sorunun oyuncularda değil tamamen diziyi yapanlarda olduğunu anlamıştım ama yine de onu başka bir yerde izleme şansım olmamıştı. Bu filmde, Song Kang Ho ile birlikte izlemesi en keyif veren oyuncu oydu. Ya da o saçmasapan dizide o kadar düşmüş ki beklentim, burada ister istemez vaaay dedirtti kendisine. Bilemedim şimdi.



Filmin konusunu, hala izlememiş, görmemiş olanlar varsa diye anlatmak bile spoiler vermeden çok kolay değil benim için. O yüzden bu noktaya kadar uzak durdum konusundan. Güney Kore'nin varoşlarında, işsiz, fakirlikten artık insanın sinirini bozacak kadar komik bir haldeki Kim ailesi bir gün kaderin cilvesiyle aşırı zengin Park ailesinin evinde çeşitli işlerde çalışmaya başlıyor. Onların bodrum katındaki dairelerinde sersefil yaşayan bir aile olduklarını bilmeyen Park ailesi, baba Kim'i şoför, anne Kim'i yardımcı, kızı resim öğretmeni ve oğul Kim'i de İngilizce öğretmeni olarak işe alıyor. Hikaye ilerledikçe bu iki ailenin bize zengin-fakir dünyalarının tezatlıklarını yaşatmalarına tanık oluyoruz daha çok.

Filmi herkes izlemeli, yok mutlaka görün diyemiyorum. Ama bence izlemesi keyifli, hikayesi sürükleyici, çoğu yerde şaşırtıcı, eğlendirici ama çoğunlukla düşündürücü. Süresi biraz uzun sayılabilir, bu yüzden çoğu insanın temposuna çok kapılabileceğini ve izlemeye devam edeceğini düşünmüyorum. Yine de bir şans verebilirsiniz.

2 yorum:

  1. değişik ve sinir bozucu bir filmdi aslında...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle. Normalde başka bir ülkenin kültürüyle yapılmış olsa ben de direkt öyle bulup, kendimi izlemeye ikna edemezdim ama bu filmde bir şekilde bir samimiyet duygusu geldiği için bana o kadar da rahatsız edici olmadı.

      Sil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...