Sene 2002. 17 yaşındaki Christine lisenin son senesine başlarken kendisine Laydbird ismini koymuş, en yakın arkadaşı Julie ile bir yandan okuldaki müzikale katılır, bir yandan da hoşlandığı çocuk Danny ile ilgilenmeye başlar. Her ergen gibi ailesinin ekonomik durumu onun hayallerine yetmemektedir, doğup büyüdüğü şehir Sacramento ona dar gelmektedir ve doğu yakasının metropol ortamına, NY'ın uzaktan kendisine pek bir sanatsal ve özgür gelen ortamına kapağı atmanın yollarını aramaktadır. Yine her ergen gibi annesiyle (işte yani ailesiyle) sorunları vardır ve bakalım Ladybird liseyi bitirip, hakikaten de Sacramento'dan kurtulabilecek midir? (http://www.imdb.com/title/tt4925292/)
Greta Gerwig'in yazıp yönettiği film tam olarak bunları anlatıyor. Kendisi gibi sarışın cüsseli ergenimiz Ladybird'ün yine kendisinin okuduğu katolik okulundan mezun olmasının, yine kendisinin yaptığı gibi Sacramento'da büyüyüp de oradan NY'a doğru uçmasının hikayesini yazıp, çekmek istemiş besbelli Gerwig. Sanırım artık demekten ben usandım ama hakikaten de hepimiz sadece kendimizi anlatmaya çalışıyoruz. Onca hikayenin romanın, filmin dizinin çizgi romanın heykelin resmin fotoğrafların şarkıların tek amacı bu. Hakikaten. Hepimiz bir türlü derdimizi anlatamadığımızı düşündüğümüzden herhalde, habire dönüp dolaşıp kendi hikayemizi bir şekilde ifade etmeye çalışıyoruz. Oysa durup şöyle bir geri çekilip uzaktan, geniş açıdan baksak göreceğiz, hepimiz aynı şeyi anlatmaya çalışmışız. Dahası aynı şeyi düşünmüş ve yaşamışsak ne diye kimsenin bizi anlamadığını düşünüp durmuşuz?
Yani Gerwig'in yazdığı hikaye şimdiye kadar görmediğimiz bir şey söylemiyor. Hani lise hayatımız ergenliğimiz falan normal kalıplar içinde olmasa bile artık amerikan gençliği-lise hayatı falan hakkında o kadar fazla (ama harbiden fazla) şey izledik ki, kanımca siz de benim gibi gözlerinizi kapadığınızda lise denince kendi deneyimlerinizden çok izlediğiniz dizilerdekileri hatırlıyorsunuzdur (tamam mübalağa ediyor olabilirim ama ben ergenliğimi 20-30 yaş arasında yaşadığım için mazur görün). Filmin hikayesi de işte aynen bu izlediğimiz dizilerdeki klişeleri barındırıyor. Yalnızca aynı şekilde anlatmıyor. Ama birebir o klişeler mevcut. Üstüne üstlük çok kendine bağlayıcı bir anlatımı da yok. İlk 30-40 dakika ciddi ciddi sıkıldım, filmle cebelleştim, izlemek için kendimi ikna etmem gerekti. Yine de çok iyi toparlanmadı sonrasında. Yalnızca belki son 20 dakikasında gözümü ekrana diktim. Onun dışında genelde arada göz attım ne oluyor diye, o orada oynamaya devam etti ben yemeklerimi yerken kahvaltılarımı ederken. Evet, tek oturuşta da izleyemedim. Dunkirk'ü yazdım ya geçen, ondan beri bu filmi bitirmeye çalışıyorum. İzleyemedikçe de sinirlendim sanırım, çünkü sıkıcıydı, sıkıcı olması da eh o zaman neden böyle bir film yapma bu kadar para emek harcama gereği duymuşlar diye ekrana doğru çemkirmeme sebep oldu. Saoirse Ronan'ı (sorşa gibi bir şey okunuyor, ayrıca özgürlük anlamına geliyor ki çok hoş bence) izlemeyi severim üstüne üstlük, o yüzden daha da sinirlendim neden böyle bir şeyde oynama gereği hissetmiş diye. Sheldon'ın annesi de Ladybird'ümüzün annesi olarak burada mesela ama o da her ne kadar güzel oynamışsa da yine Sheldon'ın annesi ruhunda. Ama kadının yapabileceği bir şey yok çünkü yazan öyle yazmış. Ayrıca bir de geçen Call Me By Your Name'de bahsettiğim Timothée Chalamet adlı genç kardeşimiz burada da var ki buradaki rolü diğerindekinin çok dışında ama anladığım kadarıyla elimizdeki yeni jennifer lawrence kendisi, böyle habire gözümüze sokulduğuna göre.
Hele diğer klişeler...Ekonomik durumlarının kötü oluşu, babanın işini kaybetmesine rağmen depresyonda olduğunu belli etmeden sevimli sevimli ortalarda dolanması, anneyle devamlı takışmalar didişmeler, şişman best friend, gay sevgili, sonradan züppe takımının arasına girmeye çalışma, kendini olduğundan farklı biri gibi gösterme çabasında her konuda yalan söylemeler, devamlı kitap okuyan zengin ama paraya tamah etmiyorum triplerinde komplo teorileri kasan "brooding" karizmatik erkek arkadaş, "bitchy" kızla takılabilmek için best friendle küsmeceler, ailenin değerini sonradan anlamacalar,...ayyhh resmen klişeler içinde boğuldum. Yani yeminle oturup bir gün içinde şu filmin aynısını ben de yazardım diyaloglarına kadar. Ha niye yazmadın şimdiye kadar diyebilirsiniz, hem tembelim hem de insan haliyle "farklı" bir şeyler ortaya çıkarması gerektiğini düşünüyor ya. Halbuki baksanıza hiç de gerek yokmuş farklı bir şeyler yapmaya çabalamaya. Gayet de One Tree Hill'le, Dawson's Creek'le, Beverly Hills 90210'la falan oscara aday olabilirmişsiniz. Hayır güya Greta Gerwig'in memleketine bir güzellemesiymiş de yok Sacramento'yu şöyle iyi böyle iyi anlatıyormuş da...Vallahi ekrandan geçen şu bir buçuk saatlik hikayenin sonucunda Sacramento'ya dair bir şeyler anlayabilmiş değilim ben yani. Ama herhalde benim anlayışsızlığımdan bu, filmlere dair zeka geriliğimden, sanatı anlayamayışımdan.
Dedim ya sinirlendim boş yere saçma bir şekilde diye. Hep sıkıldığımdan valla. Bir de haberlerden. Olan onca kötü şeyden - engel olamadıkça - kaçmaya çalışınca insan böyle bastırdığı sinirinin, üzüntüsünün, endişesinin bir yerden başka sinirler olarak fışkırmasına engel olamıyor demek ki.
Film Best Motion Picture of The Year adaylığı dışında Best Performance by an Actress in a Leading Role, Best Performance by an Actress in a Supporting Role, Best Achievement in Directing ve Best Original Screenplay dallarında olmak üzere başrollerindeki iki kadın oyuncuya ve yazan-yöneten Greta Gerwig'e de adaylık getirmiş durumda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder