4 Şubat 2018 Pazar

hem kulaklara hem gözlere enfeslik dizisi: Mozart in The Jungle

New York Senfoni Orkestrası'nın başarılı şefi Thomas Pembridge'in emeklilik vakti gelmiştir. Yıllardır başarılı bir şekilde orkestrayı yöneten Thomas'ın yerine daha genç, oldukça popüler, ama bir o kadar da egzantrik şef Rodrigo gelir. Şef Rodrigo orkestranın ve müzik dünyasının yerleşmiş düzeninin çok dışında bir kişilik olmasının yanında idare edilmesi de değişik bir insan olduğundan ötürü hem yönetimi, idarecileri hem de müzisyenleri çok ilginç günler karşılamaya başlar. Tüm bunların ortasında genç obuist (herhalde böyle yazılıyordur, kızımız obua çalıyor çünkü) Hailey Rutlidge yıllardır hayalini kurduğu orkestraya girebilmek ve küçüklüğünden beri çalıştığı, kan ter döktüğü müzik için son dönemecine girmiştir. Rodrigo'nun fırtınasıyla orkestra ve yönetim bambaşka bir çağa girerken Hailey de hayatında oldukça değişik bir yola girmeye başlar.
Lola Kirke ve Saffron Burrows
ahh yaz ahh NY meydanları ahh müzik ahh gençlik
Mozart in the Jungle ilk bölümü 6 şubat 2014'te yayınlanan bir Amazon dizisi. Evet bildiğimiz alışveriş sitesi Amazon bu ve dizi işine de el atalı baya oluyor. Dizinin şimdiye kadar 3 sezonu yayınlandı ve 4.sezon da 16 şubatta yayınlanacak (yeni sezon fragmanını buraya koymuyorum çünkü izlemeye başlarsanız diye şey olmasın). Zaten bu yüzden artık oturup bir yazmalıyım dedim. Çünkü ben diziyle tanışalı bir yılı geçti artık. Roma'dayken dışarı çıkamadığım akşamlarda minicik odada vakit geçirebilmek için izlediğim dizilerden biriydi (bir diğeri de Supergirl'dü ama onu hiç sormayın). İnanılmaz iyi gelmişti o zaman. Diziyi keşfettiğimde 3.sezonu yayınlanacaktı, o yüzden ilk iki sezonu, 20 bölümü nasıl izledim, yuttum anlatamam. Daha ilk bölümünden itibaren daha önce izlediğim hiçbir şeye benzemiyordu. Bir kere tamamen yabancı olduğum bir dünyada, bir senfoni orkestrası içinde geçiyordu. Müzisyenlerin hem orkestra içindeki hem dışındaki hayatlarını, böylesi yerlerin idari kısmını, sanat dünyasının bu tarafında dönen işleri anlatıyordu. Güzelim New York dekoru içinde yapıyordu hem de bunları, tadı damağımda kalan o hayal şehrinin sokaklarında kulağımızda mozartlar bachlar chopinlerle dolaştırıyordu. 30 dakikalık bölümlerin ne ara başlayıp ne ara bittiğini bilemiyordum, hem kulaklarım doyuyordu hem gözlerim. Çünkü oyuncular hem izlemesi keyifli oyunculardı hem de görüntü olarak güzellerdi. Hikaye anlatımı şahaneydi, hem manyakça şeyler oluyordu hem gülmekten karnıma ağrılar giriyordu. Bazen de müziğin de desteklemesiyle gözlerim doluyordu, içime dokunuyordu.
Monica Bellucci konuk oyuncu olmuşken
ilk günlerinde Şef Rodrigo
Müzik, Şef Rodrigo ile konuşurken
Dahası Gael Garcia Bernal neredeyse kendini bulmuştu Şef Rodrigo rolünde. Hem her saniye ne yapacağı kestirilemeyen afacan bir çocuk gibiydi hem de ne duygular geçiriyordu ekrandan insana. Tabi bir de sanırım ben kendisine çok objektif bakamıyorum, çok sevdiğim oyunculardan biridir Bernal, gözlerinden dolayı herhalde her daim duygulu, bol altyazılı bakar gibi gelir bana. Onun yanında diziyle ilk defa tanıştığım Lola Kirke vardı sonra. En başta çok karmaşık duygular içine sokan bir oyunculuğu vardı Kirke'nin ama bölümler ilerledikçe neredeyse bizi de peşinde sürüklediğini fark ettim, öylesine coşuyordu meğerse. Saffron Burrows vardı hele, tee Troy(2004)'da Andromache (Hector'un gözü yaşlı eşi yani) olarak gördüğümden beridir adeta bir tanrıçadır gözümde.
şef Rodrigo düşlerde
Ama en en güzeli müziklerdi. Ahh o müzikler...Herhalde hiç oturup da dinlemem dediğim müzikler. Klasik müziğin binbir tonu. Bakın hep derim normalde müzik hiç anlamadığım alanlardan biridir diye. Yani tamam hepimiz dinliyoruz, eh iyi de dinleyiciler haline geldiğimizden ötürü, müzik çoğu kereler hayatımızın bir parçası haline geldiğinden ötürü, müzik konusunda iyi olduğumuzu düşünüyoruz. Ama ben hiç düşünmedim işte, kendimi ne kadar dinlersem dinleyeyim bu konudan anlıyorum diye göremedim. Bir şekilde hep bir şeyleri yeteri kadar anlayamıyormuşum, yeteri kadar takdir edemiyormuşum gibi hissettim müzik konusunda. Hele bir müzik aleti çalmak ya da "müzik yapmak-yaratmak" konularında o kadar yabancı o kadar ters kalmıştım ki dedim bu, benim yeteneğim olmadığı bir konu demek ki. O yüzden genelde karman çorman bir havuzda yüzer gibi ilerledim müzik içinde. Oysa Mozart in The Jungle ile çok daha değişik bir dünya ile tanışmış oldum. Dizide duyduğum her bir parçanın peşine düştüğümü fark ettim. Bazılarını tekrar tekrar dinliyor, dahası zevk alıyordum. Klasik müzikten, orkestra müziğinden hoşlanacağımı hiç düşünmemiştim o zamana kadar. Oysa bu dizi, o notalara hikayeler veriyordu, o hikayelerle o melodiler içimde bir şeyleri tetikliyordu. Müziğin bambaşka bir yanıyla daha tanışmıştım.
Tüm bunlardan anlayacağınız ben Mozart in The Jungle'a bayıldım, bittim. En son bölümünü izlediğimden beri bir yılı aşkın bir süre geçtiği için hem de pek özledim. Çılgınca tavsiye ediyorum, bir açın bakın inanın pişman olmayacaksınız.

Bu arada o kadar ayıla bayıla anlattıktan sonra tabiki de dizinin müziklerine dair albümleri buraya koymadan gitmeyecektim, buyrun buyrun :


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...