31 Ocak 2018 Çarşamba

{2018 Oscarları} Dunkirk (2017)

II.Dünya Savaşı'nda 1940 yılının mayıs ayı sonlarında, Fransa'nın Dunkerque (yani İngilizlerin Dunkirk diye adlandırdığı) sahilinde Müttefik kuvvetlerini Almanlar bir güzel sıkıştırmıştır. Belçika'nın da Almanların eline düşmesiyle birlikte savaşın şimdilik bu kısmından bakınca neredeyse bir Alman zaferi gibi görünmektedir. Dunkirk sahilinde kısılı kalan 340 bin müttefik askerinin tahliye edilmesi gerekir. 27 mayıs ile 2 haziran arasında Britanya önce devasa savaş gemilerini yollar askerleri almaya. Bir yandan da savaş uçaklarıyla tahliyeyi korurlar. Ama Almanlar hem karadan sıkıştırırken hem de denizden yapılmaya çalışılan tahliyeye engel olmak için uçaklarla torpidolarla tahliye gemilerini habire sabote etmeyi bırakmamaktadır. Bütün bunların yanında Churchill yönetimi tüm askeri olanakları bu tahliye için kullanamaz çünkü o zaman geride pek sevgili adalarını koruyacak hiçbir şey kalmayacaktır. İşte böylesi bir zamanda askerlerinin imdadına tüm bir ulus yetişir. Adanın her bir köşesinden irili ufaklı teknesi yatı kayığı olan her bir sade vatandaş Dunkirk sahiline doğru askerlerini almak üzere yola çıkar. (http://www.imdb.com/title/tt5013056/)
Christopher Nolan'ın yazıp, yönettiği senaryodan ortaya çıkan film hemen hemen böyle bir şey ben bir şeyleri yanlış anlamamışsam. Nolan ismini hepimiz pek tabiki biliyoruz çünkü o bize Memento'yu, The Prestige'i, Batman Begins'i, The Dark Knight'ı, The Dark Knight Rises'ı, Inception'ı, Interstellar'ı armağan eden beyin. Tüm dünyanın artık bildiği ve gişeleri (ya da kafaları) alt üst etmiş bu filmleri hem yazan hem yöneten insan. Neredeyse okuma yazma öğrendiğinden beri filmler yapan biri olduğunu da göz önünde bulundurursak sanırım bazı insanlar yapmak üzere doğuyorlar bazı şeyleri ve pek az keresinde bazıları bu işleri yapabilecek kadar şanslı oluyor. Nolan da bunlardan biri.
Nolan'ın tüm bu "biliyoruz" diye sıraladığım filmlerini şöyle bir yoklarsanız kafanızda onun hikaye anlatımına dair bir şeyler belirecektir az az. Hah işte bu bizim hatırlarken yüzümüzü düşünen adam pozisyonuna getirmemize, gözlerimizi kısarak odaksız noktalara bakmamıza sebep olan şeye "çizgisel olmayan" anlatım gibisinden bir şeyler deniyormuş. Ve Dunkirk'te de aynen huylu huyundan vazgeçmiyor ya da sanırım tarzını konuşturuyor mu denir artık ne denir. Fragmanını falan görmeden, sadece ismini cismini duyarak filme benim gibi kafa üstü atlamanızı tavsiye etmem bu sebeple. Ben tamamen bir Saving Private Ryan (1998) havasına girmiş, şöyle aksiyonu bol eli yüzü düzgün bir savaş filmi, dahası artık -sayelerinde- her bir karışını ezberlediğim II.Dünya Savaşı filmi izleyeceğim kafasıyla başladım izlemeye ve daha ilk saniyelerden önce siyah ekranda beliren Dunkirk yazısından ve hemen ardından gelen o rahatsız edici sessizlikle ve sonrasındaki gerilimden itibaren tamamen yanıldığımı anladım. Bu bir savaş filmi değil çocuklar. Aslında bir geri çekilme, yenilgi veya tahliye filmi bile değil. Gerilim bu. Bildiğiniz ge-ri-lim. Gerim gerim geriyor insanı bir saat kırk dakika boyunca. Kulaklarınızdan hiç gitmeyen o rahatsız edici gerginlikteki müzikleriyle birlikte her dakika daha da geriyor. Resmen kendinizi o suyla denizle çevrilmiş halde o gemiden o gemiye atlarken, devrilen batan gemilerde sıkışırken, tırrrrr diye kafanızın üstünden uçan uçaklardan anlamsızca sakınırken buluyor, o klostrofobinin o sıkıntının dibini yaşıyorsunuz. Hayır süper bir film olduğundan çok aşırı gerçekçi olduğundan ohoo manyak çekmiş Nolan görüyor musun filmi olduğundan falan değil. Gerilim filmi olduğundan. Gerdiğinden. Hans Zimmer'in insanı deli eden o gerilim müziklerine o kadar süre maruz kaldığımızdan.
O yüzden bence Zimmer'e vermeliler "Best Achievement in Music Written for Motion Pictures (Original Score)" ödülünü. Ya da "Best Achievement in Sound Mixing"i Landaker, Rizzo ve Weingarten'a veya Best Achievement in Sound Editing'i King ve Gibson'a verebilirler. Çünkü filmi, o görüntüleri bu film haline getiren şey kesinlikle o müzikler o sesler. Yoksa ne normal diyalog var filmde doğru düzgün ne de tek tek aha bu da şimdi manyak oynamış diyebileceğiniz aşırı bir oyuncu performansı öne çıkıyor. Yani hem duyulmamış isimler hem de yıldızlar geçidi var ekranda ve hepsi de tek tek durumu sırtlayabilir şekilde oynuyor ama bu bir performans filmi değil. Her şey çok daha büyük, böyle büyük büyük. O yüzden mesela kameranın önünde her defasında yeni bir "tanıdık" yüz belirdikçe gülümseyecek gibi oluyorsunuz tüm bu kaosun, tüm bu büyüklüğün içinde bir tatlı vaha bulmuş gibi (ama kabul etmek gerek Harry Styles'ı görünce insan pıskırmadan edemiyor, yani benim gibi hiç beklemiyorken görünce haliyle--bu noktada bir de açıklamam gerekiyor sanırım kim lan bu harry styles falan demiş olabilirsiniz haklısınız ben de ismiyle biliyor değildim sadece yüzünü görünce haaa lan bu şey değil mi şu ergen grubundaki tiplerden ahaha oldum ama sonra tabi açıp bakınca ismini şeysini öğrendik).
Diyeceğim o ki beklediğimden tamamen farklı çıkan bir film izledim. Memnun muyum... değilim. Çünkü dediğim gibi ben biraz daha klasikçiyim, fazlasıyla da tarihi filmleri böyle Spielbergvari kahramanlık filmlerini severim - öyle büyüdüm. Nolan abinin de yaptıklarını severim sanırdım - öyle ya adeta huşuyla hatırladığım bir The Dark Knight bir Inception var ortada - amma velakin Interstellar'dan çok da hazzetmediğimden işkillenmeliymişim. Dahası, Dunkirk beni çok gerdi. Demiş miydim? Aşırı gerdi.
Ayrıca ulan adamlar geri çekilmelerinin bile filmini yaptılar (ilk kere de değil ha 1958 versiyonu olduğu gibi bir dolu belgeseli de var) da diyorsunuz değil mi? Evet, ben de dedim.
Filmin toplamda 8 dalda oscar adaylığı var bu arada. Yukarıda dediğim sesle müzikle ilgili üç dalın dışında ve pek tabiki benim izlemem sebebim olan Best Motion Picture of the Year dalının dışında Best Achievement in Film Editing, Best Achievement in Directing, Best Achievement in Cinematography, Best Achievement in Production Design dallarında aday.
(Olayın ayrıca gerçek yönünü öğrenmek isterseniz-->http://time.com/4869347/dunkirk-aftermath-history/)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...