Az önce şu başka bir okulda dinleyeceğim yüksek lisans dersi için durumu hallettim başarıyla. Ama yine kendime kızıyorum, şu işi daha ilk gün yapaydın ya pek sevgili ben kendim canım benim. Annem yeminle haklı ya, çok savsak, çok uyuzum. Ama bu savsaklamalarım içimin kafamın rahat olmasından değil. Yani kaygısız falan olduğumdan her işimi boşlamıyorum, bir salak olduğumdan içim içimi yiye yiye, kaygılar içinde boğula boğula savsaklıyorum.
Bir de bu sabah "new and improved" ben için bir adım attım. İlk defa birine hayır dedim. Abime gelemem dedim bugün ve yarın ve pazara kadar çocuklara bakmaya. Yapamam yani dedim. Hayatım mahvolmuş durumda, hayatım diye bir şey yok ortada ve ben her an bunu düzeltmek için bir şeyler yapmak zorundayım dedim. Size gelince tüm günlerim geçiveriyor boş boş ve elimde yine sıfır oluyor dedim. Dedim yani. Ama hayır demek de, istemediğin halde evet demek kadar mutsuz ediyormuş. Ben ne hayır ne evet demek istiyorum. Sadece böyle seçimler yapmak zorunda niye kalıyorum diyorum.
Neyse hoca kabul ettiği derse girmemi, üç haftalık konuyu indir oku çalış yetiş dedi. Yapacak çok işim var şu an.
Ne yapıyorum ben ya. 30 yaşındayım hala ders çalışıyorum ya. Hava da karanlık bulanık zaten. Annemi istiyorum ben. Abimi de üzdüm anne ya.
9 Mart 2017 Perşembe
8 Mart 2017 Çarşamba
1937 tarihli Snow White and The Seven Dwarfs
Teni kar kadar beyaz, gözleri ve saçları abanoz ağacı kadar siyah, dudakları kan kadar kırmızı Snow White'ın ve hepsi farklı bir telden çalan madenci cücelerin, aslında azıcık düzgün dursa çok da güzel olan ama nedense kendini çirkinleştirip duran deli kraliçenin ve onu habire fiştekleyen sinir bozucu konuşan aynanın ve resmen psikolojide ölü sevmek için ne terim varsa o terim ile tanımlanabilecek bir rahatsızlığı olan işlevsiz prensin hikayesini bir şekilde biliyoruz. Görünüşte çok da derin mesajlar veriyor gibi görünmese de bu hikaye, yüzyıllar içinde o kadar etkileyici olagelmiş ki, deli dolu Walt Disney amca ilk uzun metrajlı animasyonu için bu kar beyazı prensesle cücelerin hikayesini seçmiş. Uzunca bir süre, devasa bir ekibin çizmesi, boyamasıyla, el emeği göz nuruyla sonunda ortaya çıkan yapım zamanında büyük olay olmuş.
Hakikaten de daha ilk dakikalarında insan inanılmaz bir coşkuya kapılıyor. Şimdinin çocuklarının izlediği hiçbir şeye benzemiyor ekranda beliren çizgiler. O renkler, o müzik...İlk sahnede şeytani üvey anne-kraliçe ve onun meşhur sihirli ayna sahnesi ile karşılaşıyoruz. Morun hakim olduğu pelerinvari giysisi her yerini kapatan, sadece yüzü açıkta kalmış kraliçe sihirli aynaya sorusunu soruyor. Aynadaki görüntü alevlerin arasından ortaya çıkıyor ve biz de bu sırada ayna dekorunu çevreleyen zodyak simgelerini görüyoruz. İlginç detaylar böyle tek tek gözümüzün önüne geliyor aslında. Bir diğeri de kraliçeyi hep tavus kuşuyla simgelemeleri. Tahtına oturduğunda etrafında tavus kuşu tüyleri görüyoruz kocaman kocaman. Belki bir şekilde Yunan mitolojisinin Hera'sına selam çakıyorlar mıdır, ben öyle düşündüm. Kötü kalpli üvey anne ha Heracles'e oyunlar oynamış, ha Snow White'a demek ki.
Aynanın cevabıyla sahne bizi Snow White'a taşıyor, ki filmin en güzel şarkı sahnelerinden birini izliyoruz yaklaşık 4 dakika boyunca. İşlevsiz prensle tanışmamız da buraya denk düşüyor. Saçma sapan bir şekilde kendi başına dolanan prens, paçavralar içinde kale merdivenlerini temizleyen, kuyudan su çeken, bir yandan da kuşlarla şarkı söyleyen Snow White'ın sesini duyup, hooop kale duvarından aşıveriyor. Bir prensin maiyetsiz bir şekilde geziniyor olmasını hadi yuttuk diyelim, bu sefer de koca kaleye ayağını kaldıran, duvardan aşıp girebiliyor. Bir de Snow White'ın hemen dibinde bitip, şarkısına dalıveriyor. Kalpten gidecek gibi olan Snow kaçıveriyor tabi.
Filmin bu ilk bölümleri dediğim gibi şahane görüntüler ve müzikler sunuyor. Avcının bölümü ve ardından Snow'un ormanda kaybolma bölümleri de aynı şekilde devam ediyor. O ormanda kaybolma bölümü hele, izlemeniz lazım, hakikaten muazzam. Ve kesinlikle masal izlettiğinizi düşündüğünüz küçük çocuklar için değil. 3 yaşındaki yeğenim bu bölümün daha ilk saniyelerinde olduğu yerde titremeye başladığı için kapattım ben. IMDb'nin dediğine göre de ilk gösterimlerde çocuklar bu bölümde hep altlarını ıslatmışlar. Öyle diyeyim yani size.
Ama işte buradan sonrası bana sıkıcı gelen kısım. Snow'un habire hayvanlarla çevrili olması, onlarla konuşması, şarkı söylemesi, iş yapması belki çocuklara ve çoğu insana sevimli, eğlenceli geliyor olabilir şeylerdir ama beni bunalttı. Ardından cücelerin madende çalışma halleri, Snow ile karşılaşmaları, evdeki muhabbetler falan da o ilk birkaç bölüm kadar tavan yapan gösterişe sahip değildi. Ama sanırım yapılması en zor kısımlar bu benim sıkıldıklarım olmuştur, detay olarak sezarın hakkını teslim ediyorum.
Kraliçenin şeytani planlarını uyguladığı ve cücelerin kovalamaca sahneleri ile heyecan da geri dönüyor. Beni yeniden ekrana bağlayan da buralar oldu. Bir de mesela Snow'un cenazesinin etrafında dizilmiş cücelerin o ağladığı sahne, önünüzde bir animasyon olduğunu bilmenize rağmen içinizi burkuyor, o kadar güzel bir çizim o.
En son işlevsiz prensin gelmesi, öpmesi - ki hakikaten bodoslama öptü ya la - , batan güneşin kızıllığına doğru yol almaları falan bahsedilecek kadar bile sahneler değildi bence ama işte.
Disney'in bu kadar titizlikle ortaya çıkardığı masalın asıl anlatıcıları ise Grimm kardeşler olarak bildiğimiz Jacob ve Wilhelm Grimm. Hukuk okumuş kütüphaneciler olan kardeşlerin Alman/Germen halk edebiyatına dair ne varsa toplayalım kafasıyla bir araya getirmeye çalıştıkları metinlerin içinde Snow White olarak geçen ilk versiyon 1812 tarihli görünüyor. Bu metin ile 1937 yapımı animasyonumuz arasında birçok fark var çünkü Disney'in temel aldığı metin 1819'dan sonraki yumuşatılmış ve revize edilmiş versiyonlardan elde edilmiş gibi duruyor. 1812 versiyonunda bir kış vakti, kar yağan abanoz ağacından pencerenin önünde dikiş diken güzeller güzeli bir kraliçe var. Eline iğne batınca kan damlaları kar üstüne düşüyor ve o da bu özelliklerde bir kızı olmasını diliyor. Sonra kızı da büyüyünce onu kıskanıyor ve avcıdan öldürmesini istiyor. Yani masalın ilk halinde üvey annesi değil, gerçek annesi. İlk versiyonda ciğerlerini istiyor kraliçe avcıdan, filmde ise kalbini. Ayrıca bu ciğerleri pişirip, yiyor sonra. Filmde tüm hikayeyi hayvanlarla harmanlamışlar, ilk metinde ise Snow cücelerin evini kendi buluyor. Filmde ev savaş alanı gibi, ilk versiyonda ise düzenli. Filmde cücelere Snow öneriyor toplayayım temizleyeyim yemek yapayım diye, metinde ise cüceler diyor. Metinde cücelerden birinci ikinci şeklinde bahsedilirken, Disney hepsine birer kişilik bahşetmiş. Kraliçenin hain planı ise bu ilk versiyonda önce dar bir korse dantelinden, sonra zehirli bir taraktan, en sonda da zehirli elmadan oluşuyor. Disney, kraliçenin ortadan kalkma sahnesini gayet güzel oluşturmuş, masalın ilk versiyonunda düğüne geliyor ve ateşte kızartılmış demir ayakkabılarla ölene kadar dans etmek zorunda bırakılıyor. Bir de bu öpücük meselesi var tabi. Herhalde Disney gerçek aşkın öpücüğünün hayat kurtarıcılığını daha büyülü bulmuş olacak ki masalın ilk versiyonunda prensin hizmetkarlarından birinin Snow'un sırtına vurmasıyla boğazında kalan elma parçasının fırlaması kısmı tozlu raflara itilmiş. Sonraki versiyonlarda ise tabut saraya taşınırken hizmetkarların ayakları takılıyor, tökezliyorlar, elma parçası öyle çıkıyor. Hımm, böyle bakınca hakikaten öpücük çok daha iyi bir fikirmiş.
Anlaşılacağı gibi çok sevimli bir hale büründürülen masal, halk arasında ağızdan ağza dolaştığı vakitlerde çok daha vahşet doluymuş. Ki bu durum diğer tüm masallar için de geçerli gibi görünüyor. Sonraki milyonlarca film versiyonundan biri de hatta 1997 yapımı Snow White: A Tale of Terror. İzlemedim (tabiki izlemeyeceğim) ama masalın çok daha "ilkel" bir halinin uyarlaması imiş öyle diyorlar. Bir de tabi iyice zıvanadan çıkmış uyarlamalarımızı hatırlıyorsunuzdur: 2012 yapımı Snow White and The Huntsman, yine aynı yıl yangından mal kaçırır gibi önümüze atılan Mirror Mirror. Hikayedeki değişkenler üzerinde biraz oynansa da hemen hemen masalın doğasına uyulan bir de 2001 versiyonu var: Snow White: The Fairest of Them All. Yalnız hemen hemen hiç bir versiyonda Snow White olarak karşımıza "as white as snow, as red as blood, and as black as ebony wood" tipinde bir oyuncuyu çıkartmamış olmaları da ayrı bir çaba herhalde.
Böylece Disney prensesleri listemin ilk sırasındaki Snow White ile layıkıyla tanışmış da oldum. Yalnız oldukça şaşırttı beni bu ilk film. Bir kere beklediğimden çok daha şahane çıktı. Bir diğer ilginçlik ise Snow White'ın hiç de o kadar ezik ya da saçma bir prenses olarak çizilmemiş olmasıydı. Tamam eline kılıç alıp da kraliçeye saldırmıyor ama dönemine göre beklediğimden çok daha "güçlü" denebilecek bir karaktere büründürülmüştü. Ya da benim eşiğim iyice düştü bu lanet ülkede, dünyada, yüzyılda.
1812 tarihli ilk versiyon metni: Snow White
Detaylı bir başka Snow White çalışması web sitesi
National Geographic'in Little Snow-White sayfası
Ayrıca bir de şöyle birşey de var, meraklısına (kaynak: http://www.openculture.com/2011/04/how_walt_disney_cartoons_are_made_.html):
Silmarillion üzerine
"Silmarillion, Kadim Günlerin, bir başka deyişle Dünya'nın İlk Çağı'nın bir anlatısı niteliğinde." diyor Christopher Tolkien 1977'de yazdığı Önsöz'e başlarken. Doğru ama Silmarillion adı altında yayınlanan bu koca kitap sadece İlk Çağ'ı içermiyor esasında. Ainundalë ile yani Ainur'un Müziği ile başlıyor, Valaquenta ile devam ediyor. Quenta Silmarillion ile Silmarillerin Tarihi'ne bir dalıyoruz ardından ki ne dalış. Kitabın ana anlatısını, göbeğini oluşturan Silmarillerin peşinde, bizim bildiğimiz Elflerin ve İnsanların ve Cücelerin yaradılışına şahit oluyoruz bir bir. Ainur'un yüce ve güzel müziğinden yavaş yavaş karanlığa ve yıkıma geçilen noktada ise Akallabeth anlatısı başlıyor, işte o başımızın belası Güç Yüzükleri'nin nasıl ortaya çıktığını okumaya başlıyoruz. Numenor çöküyor ve Üçüncü Çağ'ın alevlerinde koşuyoruz. Yani öyle ki, Ainur'un müziğinin ilk notalarına binip çıktığımız yolculuğu, beyaz geminin Kadim Batı'ya yol alışıyla bitiriyoruz. Bir anlamda, bizim deyimimizle Orta Dünya'nın tüm bir tarihini okuyoruz.
Bu şekilde aslında birer birer ortaya çıkmış diğer kitapların Hobbit'in, Yüzüklerin Efendisi'nin, Hurin'in Çocukları'nın hikayelerine kocaman bir özet almış oluyoruz. Ama en güzeli Tolkien bu cilt ile neyi neden nasıl yaptığını, ona neyin yazdırdığını anlatıyor. "Zaman, gelişim ve içerik bakımından, yazdıklarım benimle başladı; gerçi benden başkasının ilgilenmesini de ummuyordum." diyor. 1951'de Collins yayınevinde editör olan Milton Waldman'a yazdığı mektubun metninde okuyoruz bunları. "(...)çok temel meraklarımdan biri mit (alegori değil!) masal ve hepsinden çok, masalla tarihin kıyısında duran bir kahramanlık hikayesi yazmaktı."
Yola çıktığındaki haline mesela "Öğrencilik günlerimde henüz bilimin ve hikaye anlatımının zıt kutuplarının ayrı meraklar değil, birbirinin ayrılmaz parçası olduklarını öğrenip tecrübe etmemiştim." diyor.
Kendinden önceki anlatılar içinde örnek almak üzere incelediklerine dair eleştirisi de oluyor. "Daha da önemlisi fazlasıyla Hristiyan öğeler barındırıyorlardı ve dinsel bir nitelik kazanmışlardı. Tam anlamlandıramadığım sebeplerden ötürü bu bana çok tehlikeli görünüyor. Mit ve masal tüm diğer sanatlar gibi, çözümleri noktasında ahlaki ve dinsel gerçekleri (ya da hataları) içermeli ve yansıtmalıdır, ama 'gerçek' dünyada karşımıza çıkan bilindik anlamıyla ve açık bir şekilde değil."
En baştaki düşünceleriyle sonunda ortaya çıkan şeyi karşılaştırıyor, eleştiriyor, "(...)(eğer becerebilseydim) bazılarının Kelt olarak nitelediği zarif, kolay bulunmaz güzelliğe (esasında bunlar ancak esaslı kadim Kelt hikayelerinde vardır) sahip, 'yüksek' bir tınıda olacaktı;(...)", kendini eleştiriyor sonunda "Saçma." diyerek.
Ama asıl yazdığı şu paragrafta - eğer çok cüretkar olmayacaksa bunu demem - kendimi hissettim, daha doğrusu daha önce size de anlattığım, nasıl yazdığım neden yazdığım durumunu resmen 60 yıl öncesinden satırlarda, onca yıl sonra ustamız olmuş bir aklın kaleminde okumak...çok değişik hissettirdi. "Tabii böylesine kibirli bir amaç, kendiliğinden gelivermedi. Önce tek tek hikayeler oluştu. Sanki 'vahiyle gönderilmiş' şeyler gibi zihnimde belirdiler; onlar birbirinden bağımsız olarak gelirken, bağlantılar da yavaş yavaş oluştu. Sürükleyici ve durmadan bölünen bir çalışma (özellikle zihnim, hayatın gereklerini bile bir yana bırakıp, diğer tarafa kaydığından ve dilbilime adandığından beri): Yine de daima, bir şey 'keşfetmekten' çok, zaten 'orada' bir yerde duran şeyleri kaydediyormuşum gibi bir hisse kapılırdım." diyor Tolkien usta. Hadi bir şey yazayım diye oluşmadığını bu yazdıklarımızın, zaten bizimle olduklarını ve kendiliğinden dışarı fışkırmaya çalıştıkları için yazdığımızı, bilinçli bir şey olmadığını bunun, Hemingway'in de dediği gibi bir çeşit "kanamak" olduğunu o da böyle ifade ediyor işte.
ohh Tolkien baba, mis... |
Fantastik türünün bir türlü bitmek bilmeyen belası "alegori" hakkındaki düşüncelerini de yazıyor bir yandan, sihre bakışını ve yazdığı dünyadaki kullanımını da. Elflerin ölümsüzlüklerinin sınırını ve durumunu, İnsanların ölümlülüğünün getirilerini, saf ışığın parıltısı olan Silmarillerin neyden meydana geldiğini, Güneş'in ve Ay'ın kendi mitlerini, Elflerin düşüşünü, Üçüncü Çağ'da birlikte at koşturduğumuz kahramanlarımızın soy ağaçlarının ilk dallarını anlatıyor. Biraz didiklediğimizde, dünya mitlerine şöyle bir daldığımızda bizim de fark ettiğimiz, esinlendiği anlatıları o da belirtiyor. "Silmarillerin ve Güneş'ten önceki ışık'ın yeniden keşfedildiği savaş, çok fazla benzemese de, sanıyorum ki kaynağını en çok Ragnarök adlı İskandinav mitinden alıyor." diyor mesela. "Turin'in (tamamıyla uymasa da bu türde bir mit kahramanları içinde) Volsung Sigurd, Oedipus ve Finli Kullervo'ya benzer bir yazgısı olur."
Bu şekilde Arda'nın, Orta Dünya'mızın ağacından, çiçeğine, böceğine her bir adımını karış karış yaratılırken okuması yalnız, biraz zahmetli bir işe dönüşüyor aklınızda olsun. Bir yanda çizelgeler, tablolar, listeler oluşturarak okumakta, her bir satırla birlikte kendi haritanızı çiziktirmekte fayda var, yoksa dağ bayır nehir kayboluyor insan. Tabi bir de Rus Edebiyatı okuyormuşçasına isim enflasyonu da cabası.
Benim elimde İthaki'nin Ağustos 2011 tarihli 3.basımı var, 5.kattaki balkonumdan aşağıya hedef aldığım bir canlıyı parçalamakta birebir 689 sayfa kadar haritalar, soy ağaçları, isim listesi, açıklamalar barındırıyor. Yazı boyutu, sayfa düzenleri falan iyi, okumak için rahat ama ne ön kapaktaki o beyaz fon üstüne altın rengi ejderhayı ne de arka kapaktaki pikseli düşmüş gibi görünen ejderhalı resmi beğendim ben. Silmarillion ya hani, insan çok daha farklı, çok daha zarif bir şeyler bekliyor haliyle.
Böyle koskocaman, sihirli bir masal aslında Silmarillion tümden bakıldığında ama masallarda bile insanın insan olduğunu da unutturmayan bir masal nihayetinde. "Ve işte o günlerde, insanlar ellerine silahlarını alıp, incir çekirdeğini doldurmayan sebeplerle birbirlerini katlettiler, çünkü artık en ufak şeye sinirlenir olmuşlardı; insanlar, Kral'a, efendilere, ya da hiçbir alakaları olmayan birisine karşı kötü sözler etsinler de, Kral'ın adamları gelip zalimce öç alsınlar diye, Sauron ve emrine soktuğu kişiler, ülkenin dört bir yanında dolaşıp insanları birbirlerine düşürüyorlardı. Yine de Numenoreanlar, uzunca bir süre gelişip büyüdükleri hissine kapıldılar, çünkü mutlulukları artmasa da, aralarındaki zenginler servetlerini büyüttükçe büyütüyorlardı."
Ne diyelim. İyki orada bir yerden bize anlattın hepsini Tolkien baba.
Ne diyelim. İyki orada bir yerden bize anlattın hepsini Tolkien baba.
[Şimdilik nette karşılaştığım en ucuz fiyat 16,5 tl ile d&r'ın web sitesinde.]
6 Mart 2017 Pazartesi
4 Mart 2017 Cumartesi
Edward Hopper'ın "Nighthawks" tablosu üzerine
Hopper sevmem. Açık söyleyeyim. Tablolarında beni rahatsız eden kocaman bir boşluk, yalnızlık, boşvermişlik, umutsuzluk, böyle bir boğazıma boğazıma sarılan bir bunaltma duygusu var. Ben daha çok Artemisia Gentileschi, Caravaggio, Rubensçiyim. Ama yine de bu "Nighthawks"ta beni bile cezbeden ilginç bir şeyler var.
1 Mart 2017 Çarşamba
iyi haber
Az önce içimi rahatlatacak bir haber aldım da burada ellerim havada zıplayarak kutlayayım istedim :)
Dertlerimden bir tanesi çözülecek sanırım. Az önce okulla görüştüm, yüklemem gerekiyor görünen iki belgeyi de yüklememe gerek kalmadı. Roma'daki okuldan hala cevap yoktu çünkü. Şimdi belki bu şekilde hibenin geri kalanını ödeyebilirler bana diye düşünüyorum ama onu da bir sonraki telefonda sorarım. Umarım öderler, lütfen ödesinler. Çünkü gidiş geliş tarihlerimi hesapladıklarında benden geri ödememi isteyecekleri miktar hemen hemen bir aylık hibeye eşit oluyor, bu sayede geri ödemem gereken parayı çıkarmış olabileceğim.
İyi bir haber sayılır değil mi? Gerçi şu an ilk andaki mutluluğum kalmadı ama. Ulan tüh be keşke hibenin geri kalanını da ödeyecek misiniz bu durumda diye soraydım. Ah benim aklıma edeyim ben.
28 Şubat 2017 Salı
mirror mirror on the wall...something wicked this way comes...
Şimdi çocuklar, film olayına da şöyle geri döneyim dedim. Biliyorsunuz, biliyor musunuz, biliyorsunuzdur artık, bizim Güzel ve Çirkin olarak bildiğimiz masala olan tuhaf takıntımı, Belle konusundaki abartılı görüşlerimi falan. İşte şimdi 17 martta da vizyona girecek ya yepisyeni film, onun bahanesiyle dedim ki, oturayım şu Disney prenses filmlerini bir sağlam kafayla izleyeyim. Hepimiz çocuklukta üç beş gördük ama açıkçası ben hiç doğru düzgün izlemedim. Hem bakalım neymiş diye hem de 2 tane kız yeğen yetiştirme çabasının başında bir hala olarak bilinçli yetişkin cübbemi geçireyim üstüme diye. Öyle ya, büyüğü geldi 3 yaşına, öbürü daha 6 aylık ama, sonuçta ikisini de prenseslerle masallarla paralel evrenlerle comic booklarla falan ben tanıştırıyorum, tanıştıracağım. Vazife bilinciyle izleyeyim şu filmleri de, ne olur ne olmaz.
Filmlerimiz - tabiki kronolojik olarak - şöyle sıralanıyor:
1937 - Snow White and The Seven Dwarfs
1950 - Cinderella
1959 - Sleeping Beauty
1989 - The Little Mermaid
1991 - Beauty and The Beast
1992 - Aladdin (Jasmine niyetine aslında bu film tabi, yoksa Aladdin de kimmiş?!)
1995 - Pocahontas
1998 - Mulan
2009 - The Princess and The Frog
2010 - Tangled
2012 - Brave
2013 - Frozen
2016 - Moana
Yani demem o ki alacağım bu animasyonları karşıma, felsefeden gireceğim sosyolojiden psikolojiden çıkacağım. E tabi, sonuçta tüm bu konularda en yetkin benim :) Vallahi bakalım artık ne kadar saçmalayabiliyorum. Bir yandan da asıl masal metinlerini buldum, onları okuyacağım (http://www.pitt.edu/~dash/folktexts.html adresinde acayip bir hazine var, bakın derim).
Filmlerimiz - tabiki kronolojik olarak - şöyle sıralanıyor:
1937 - Snow White and The Seven Dwarfs
1950 - Cinderella
1959 - Sleeping Beauty
1989 - The Little Mermaid
1991 - Beauty and The Beast
1992 - Aladdin (Jasmine niyetine aslında bu film tabi, yoksa Aladdin de kimmiş?!)
1995 - Pocahontas
1998 - Mulan
2009 - The Princess and The Frog
2010 - Tangled
2012 - Brave
2013 - Frozen
2016 - Moana
Yani demem o ki alacağım bu animasyonları karşıma, felsefeden gireceğim sosyolojiden psikolojiden çıkacağım. E tabi, sonuçta tüm bu konularda en yetkin benim :) Vallahi bakalım artık ne kadar saçmalayabiliyorum. Bir yandan da asıl masal metinlerini buldum, onları okuyacağım (http://www.pitt.edu/~dash/folktexts.html adresinde acayip bir hazine var, bakın derim).
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Mayıs '25 - Yeni Çıkanlardan Beğendiklerim
1. BOYNEXTDOOR (보이넥스트도어) - I Feel Good ve 123-78 Boynextdoor'u ilk dinlediğimde hımm çok mu neşe dolular acaba bana göre diyerek bir ger...

-
20li yaşlarındaki Kim Sol Ah (esas kızımız kendisi) bir tasarım şirketinde çalışıyor, tüm gün oturup müşterilere, firmalara, şirketlere f...
-
Şimdi yaptığım salaklığı anlatacağım. Bir süredir bahsetmeyi düşünüyordum zaten. Konu benim gerizekalılığım ve alt geçitte mendil satan ufa...
-
Çoook eskiden, şimdinin Polinezya diye adlandırılan adalarından birinde, ada halkının şefinin sevimli mi sevimli kızı Moana, babasının t...