One who tries to stand on tiptoe cannot stand still. One who stretches his legs too far cannot walk. One who advertises himself too much is ignored. One who is too insistent on his own view finds few to agree with him. One who claims too much credit does not get even what he deserves. One who is too proud is soon humiliated. These are condemned as extremes of greediness and self-destructive activity. Therefore, one who acts naturally avoids such extremes.
Those who know do not speak;
Those who speak do not know.
Stop your senses: Let sharp things be blunted,
Tangles resolved, The light tempered
And turmoil subdued;
For this mystic unity in which the wise man is moved
Neither by affection,
Nor yet be estrangement
Or profit or loss
Or honor or shame.
Accordingly, by all the world,
He is held highest.
Lao Tzu (The Way of Life: Tao Te Ching) demiş böyle. Literary Jukebox'ta okudum (ve dinledim) ben. Çok güzel bir fikir orası, siz de bakın mutlaka derim ben. http://literaryjukebox.brainpickings.org/
18 Haziran 2013 Salı
Jodorovsky'den "Dune"
Dune serisinin bendeki yeri ayrı, ifade edebileceğimin ötesinde. Tesadüflerin buluşturduğu Arrakis'le olan yolculuğum yıllara yayılı vaziyette, adım adım ilerledim, her defasında bir katmanı açtım derken öbürü belirdi karşımda. Gecelerce uykusuz kaldım, okula bir hayal bulutunun içinde melanj kaplı gözlerle gittim çoğu zaman. Harçlığımı biriktirip o kapkalın kitapları aldım, sonradan yazılanları Kabalcı artık çevirsin diye dua edip durdum. Ve dinimiz Duncan Idaho'yken önce Lynch'in yaptıklarıyla hayalkırıklığına uğradım, sonra SciFi'ınkilerle biraz umutlandım. Ama hiçbiri, hiç kimse o beklediğimiz "cinematical god"u veremedi gözlerimize. Jodorovsky ne yaptı bilemem ama ben hala asıl "Dune"u bekliyorum, bir gün olacak.
17 Haziran 2013 Pazartesi
zaman yolculuğunun neden kötü olduğuna dair 10 neden
Ehehe:D Zaman ve zaman yolculuğu takıntım olduğunu söylemiştim, kendimi bildim bileli araştırıyorum bunu. Einstein'ın dediklerini henüz tam anlayamadım ama filmlerde ve dizilerdeki zaman yolculuğu meselesini baya inceledim sayılır. Son zamanlarda hatta, oturup düzenli bir şekilde Doctor Who bile izliyorum, ee vakti gelmişti tabi.
Bu videoyu da görünce dayanamadım, pek eğlenceli.
Bu videoyu da görünce dayanamadım, pek eğlenceli.
dünyanın bir ucuna, bir çiftliğe gidip gönüllü çalışmak isteyen?
Nomadic Matt'ten daha önce bahsetmedim herhalde ama şahane bir iş yapıyor kendisi ve blogu. Profesyonel olarak geziyor, insanlara deneyimlerini aktarıyor ve pek çok güzel şeyi paylaşıyor, gezenler, gezmek isteyenler arasında güzel bir ağ oluşturmuş oluyor. Baya bir süredir takipteyim ben Matt'i, ara ara blogunu-sitesini açıp hem ülke-şehir bazlı aratıp okuyorum hem de mailime düzenli "newsletter"larından geliyor, böyle armut piş ağzıma düş türünden bilgilerini edinmiş oluyorum.
Geçen işte Nomadic Matt'te dolaşırken gördüm bunu da : World Wide Oppotunities on Organic Farms-WWOF. Anladığım kadarıyla üye olup, seçtiğiniz bir ülkedeki bir bölgedeki organik tarım yapan çiftliklere başvuruyorsunuz ve kabul eden bir tanesinde karşılıklı anlaştığınız bir tarihte yine anlaştığını bir süre için çalışıyorsunuz. Çalışıyorsunuz dediğim hani çiftliğin sahibi olan amca ya da teyze size çiftliğin içinde kendi evlerinde kalacak bir yer ve yemek veriyor, siz de gündüz onların size verdiği işte bahçe çapalamadır, patates toplamaktır, inek sağmaktır türünden işleri en fazla 6 saatlik gibi sürelerde olmak üzere yapıyorsunuz. Tek başınıza da olmayabiliyor, bazen onlarla birlikte bazen de yine sizin gibi gönüllü çalışmaya gelmiş insanlarla yapıyorsunuz. Para almıyorsunuz ama kalmak ve yemek için para vermemiş oluyorsunuz, dahası geri kalan zamanınızda etrafı geziyor, yeni bir ülke yeni bir şehir keşfetmiş oluyorsunuz. Bir haftadan 6 aya kadar sürelerde çalışılabiliyormuş sitesinde öyle okudum. Bir de dünyanın hemen hemen her yerinde var, istediğiniz bir yere başvurup gidebilirsiniz. Gördüğüm kadarıyla bir yaş sınırı da yok, yani ben rastlamadım.
İşyerindeki arkadaşlara bundan bahsettiğimde büyük bir heyecanla tepkiler şöyleydi tabi, "zaten kaç günlük iznimiz var yıllık, gidip doğru düzgün bir otel ayarlasana herşey dahil" ve "sen gel bizim köye orda da çalışırsınız o kadar uzağa gitmene gerek yok". Bilemedim ben, belki sizin kafanız bu kafalardan değildir de inceler, düşünürsünüz. Bence şahane bir fırsat, keşke herşeyi bu kadar geç keşfediyor olmasaydım diyorum, lisede üniversitede olabilseydim bu kadar rahat, bu kadar geniş düşünebilen ve bir parça daha cesur.
WWOF'nin uluslararası sayfası : http://www.wwoofinternational.org/
Bu da Türkiye'deki bağlantısı, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği: http://www.bugday.org/portal/index.php
yükselebildiğin kadar yüksel
Nick’in Gatsby’ye dediği gibi, “Geçmişi tekrarlayamazsın.” Luhrmann da diyor ki, “doğru, ama üzerinden geçebilirsin. Hem de hafızanda ona dilediğin şekli vererek…”
Thomas Parke D'Invilliers’den (Fitzgerald’ın kurgusal karakterlerinden biri) bir alıntı yer alıyor. Serbest çevirisiyle bu alıntıda diyor ki: "Gönlü olacaksa altından bir şapka tak, yükselebildiğin kadar yüksel, o kadar yüksel ki sevdiğin şöyle desin 'altın şapkalı, yükseklerdeki sevgili, benim olmalısın sadece benim.'"
[buradan: kaynak]
Thomas Parke D'Invilliers’den (Fitzgerald’ın kurgusal karakterlerinden biri) bir alıntı yer alıyor. Serbest çevirisiyle bu alıntıda diyor ki: "Gönlü olacaksa altından bir şapka tak, yükselebildiğin kadar yüksel, o kadar yüksel ki sevdiğin şöyle desin 'altın şapkalı, yükseklerdeki sevgili, benim olmalısın sadece benim.'"
[buradan: kaynak]
George Eliot'tan Adam Bede ya da bizdeki çeviri ismiyle Aşkın Bedeli
Gerçekten beğendiğimiz, her hareketini takdir ettiğimiz, ruhunun, düşüncelerinin erdem dolu olduğuna inandığımız insana mı aşık oluyoruz? Yoksa tamamen sebepsiz yere birine aşık oluyor, ya da öyle olduğunu zannediyor ve sonrasında sırf o insana aşık olduğumuz için ona türlü türlü meziyetler, en yüce duygular yüklüyor, onu dünyanın en iyi insanı, en mükemmeli olarak mı görmeye başlıyoruz? Kendi yarattığımız bir ruha, kendi iyi düşüncelerimizin, mükemmeliyet isteklerimizin aynadaki yansımasına mı aşık ediyoruz kendimizi? Güzellik her zaman beraberinde yüce bir gönül de getiriyor mu? Aşk, bir insanı adım adım tanımak, onda gerçekten yer alan güzellikleri gördükçe yavaş yavaş insanın içini kaplayan ılık bir duygu mu yoksa tamamen kendi kurduğumuz bir mükemmeliyet abidesinin imgesini güzel bulduğumuz bir insana yakıştırmamız mı?
Adam Bede de 1779 yılında Hayslope köyünde 26 yaşının o muazzam gücünde kuvvetinde sırım gibi delikanlıyken aşık olmuş durumda. Güzeller güzeli Hetty Sorrel'in bir göreni bir daha baktıran siyah saçları, kömür karası gözleri, kiraz dudakları Adam'ın da aklını başından almış. Ama Adam kardeşi Seth ile birlikte marangozhanede o kadar sıkı çalışıyor, ayyaş babası ve dırdırı eksik olmayan annesine o kadar iyi bakıyor ki Hetty'ye olan aşkını sadece kendi içinde yaşıyor, kimselere ne birşey söylüyor ne de belli ediyor. Zaten felaketlerin bir ufak nedeni de onun bu içine kapanıklığı, okudukça anlıyoruz bunu.
Hayslope köyü çiftçileri Poyser ailesi, marangozhanecisi Jonathan Burge, papazı Bay Irwine, arazi sahibi asilleri Donnithorne ailesi ve türlü insanıyla tam bir 18.yy. İngiliz köyü. Ve Adam Bede bu köyün en erdemli, en mert insanı bir yerde. Ama içkiye biraz fazla gömülmüş babası bir gece köye gelen derede boğuluyor ve aşık olduğu Hetty, ondan habersiz gönlünü yakışıklı ve zengin Yüzbaşı Arthur Donnithorne'a kaptırıyor.
George Eliot, Mary Anne Evans'ın yazdığı kitaplara koyduğu ismi esasında. Kendi deyimiyle, kadınların sırf romantik şeyler yazdığı bir zamanda ve ortamda o şekilde değil de ciddi algılanmak için başvurduğu bir yol, erkek ismi kullanmak. 19.yy.ın başında İngiltere'nin orta kesiminde tam da kitabında anlattığı gibi bir bir ortamda yaşamış Evans. Babasından ilham aldığı Adam Bede karakterinin çevresinde şekillendirdiği bu kitabında ise romantizm yapmıyorsa ne yapıyor ben bilmiyorum.
Aslında direkt böyle diyerek Evans'a haksızlık yapmış olmayayım. Dönemin tüm bir köy yaşantısını, bir çiftliğin tüm işleyişini olduğu gibi gözümüzün önüne getirebiliyor. Herşeyi o kadar gerçekçi, o kadar ayrıntılı anlatıyor ki sabahın 4'ünde kalkıp önlüğümü kuşanıp süthaneye inmek artık olağan bir işmiş gibi geliyor sayfalar ilerledikçe bize. Gerçekçi akıma dahil ediliyor Evans'ın yazdıkları, Victioria döneminin önde gelen İngiliz yazarlarından sayıldığından çok da önemli bir yere sahip edebiyatta. Belki de bu yüzden ben de büyük bir beklentiyle aldım elime Adam Bede'yi. Ama sevemedim nedense, ilerlemedi kitap, açasım gelmedi bir türlü kapağını. İnsan psikolojisine dair yazdıkları açısından da önemli bulunuyor Evans, büyük oranda kitabın içinde ona takmış olabilirim sanırım. Adam Bede'yi çok aklı başında, erdem ve ahlak timsali, her köye lazım bir delikanlı olarak anlatma çabasında mesela yazar ama böylesi bir adamın gidip de sırf güzelliğinden Hetty gibi bir karaktere aşık olmasını aklım almıyor benim. Olabiliyorsa da o zaman bu senin anlatmaya çalıştığın ya da bize yutturmaya çalıştığın meziyetlere sahip bir adam değil sevgili Mary Anne Evans, hiç kusura bakma. Adam Bede de bildiğimiz normal bir erkek. Her erkeğin yaptığını yapıyor, önce gidip en güzele aşık oluyor hiç karakterini bilmeden, büyüleniyor sadece dış görünüşünden ve dahası onu kaybettikten sonra bir iki yıl içinde başka bir kadına aşık olmaktan da geri kalmıyor. Ben burada insanüstü, azizlik mertebesinde birşey göremiyorum, sadece erkek, bildiğimiz erkek.
George Eliot--Mary Anne diyelim |
Gene de dilini hoş bulabildim George Eliot'un. Bu kadar önemli bir edebiyat klasiğine, yazarına dil uzatmış gibi oldum ama elimde değil. Belki de ben anlayamadım onun büyüklüğünü. Yeteri kadar donanımlı değilim belki, algım bu kadar, önyargılarım var, hepsi olabilir. Ama böyle düşündürdü bana Adam Bede. Sevmedim, zevk almadım, önümde dönemin gerçekçi bir tablosu oluştu ve öğrenmiş oldum sayesinde ama anlatmaya çalıştığı bana ulaşmadı George Eliot'un.
Kitabın 1915'te bir kısa, 1918'de de bir uzun uyarlaması var film olarak. 1992 tarihli tv filminde ise şimdilerde Game of Thrones'ta Jorah Mormont olarak izlediğimiz Iain Glen'i Adam Bede olarak buluyoruz.
George Eliot için Victorian Web'de oldukça açıklayıcı ve detaylı bir sayfa var : http://www.victorianweb.org/authors/eliot/
16 Haziran 2013 Pazar
in your mind full of jealousy
Dream is all you ever do
Surround yourself with walls
So no one can get through
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Previously on Neverland { 29.06 - 26.07}
Yaz gelince, üstümde güneş parlamaya başlayınca bana bir her şeyi yapabilirim hissi geliyor her sene. Çoğunlukla. Tabi bu his, gün içinde b...

-
Şimdi yaptığım salaklığı anlatacağım. Bir süredir bahsetmeyi düşünüyordum zaten. Konu benim gerizekalılığım ve alt geçitte mendil satan ufa...
-
20li yaşlarındaki Kim Sol Ah (esas kızımız kendisi) bir tasarım şirketinde çalışıyor, tüm gün oturup müşterilere, firmalara, şirketlere f...
-
Çoook eskiden, şimdinin Polinezya diye adlandırılan adalarından birinde, ada halkının şefinin sevimli mi sevimli kızı Moana, babasının t...