17 Haziran 2013 Pazartesi

George Eliot'tan Adam Bede ya da bizdeki çeviri ismiyle Aşkın Bedeli

Gerçekten beğendiğimiz, her hareketini takdir ettiğimiz, ruhunun, düşüncelerinin erdem dolu olduğuna inandığımız insana mı aşık oluyoruz? Yoksa tamamen sebepsiz yere birine aşık oluyor, ya da öyle olduğunu zannediyor ve sonrasında sırf o insana aşık olduğumuz için ona türlü türlü meziyetler, en yüce duygular yüklüyor, onu dünyanın en iyi insanı, en mükemmeli  olarak mı görmeye başlıyoruz? Kendi yarattığımız bir ruha, kendi iyi düşüncelerimizin, mükemmeliyet isteklerimizin aynadaki yansımasına mı aşık ediyoruz kendimizi? Güzellik her zaman beraberinde yüce bir gönül de getiriyor mu? Aşk, bir insanı adım adım tanımak, onda gerçekten yer alan güzellikleri gördükçe yavaş yavaş insanın içini kaplayan ılık bir duygu mu yoksa tamamen kendi kurduğumuz bir mükemmeliyet abidesinin imgesini güzel bulduğumuz bir insana yakıştırmamız mı?
Adam Bede de 1779 yılında Hayslope köyünde 26 yaşının o muazzam gücünde kuvvetinde sırım gibi delikanlıyken aşık olmuş durumda. Güzeller güzeli Hetty Sorrel'in bir göreni bir daha baktıran siyah saçları, kömür karası gözleri, kiraz dudakları Adam'ın da aklını başından almış. Ama Adam kardeşi Seth ile birlikte marangozhanede o kadar sıkı çalışıyor, ayyaş babası ve dırdırı eksik olmayan annesine o kadar iyi bakıyor ki Hetty'ye olan aşkını sadece kendi içinde yaşıyor, kimselere ne birşey söylüyor ne de belli ediyor. Zaten felaketlerin bir ufak nedeni de onun bu içine kapanıklığı, okudukça anlıyoruz bunu.
Hayslope köyü çiftçileri Poyser ailesi, marangozhanecisi Jonathan Burge, papazı Bay Irwine, arazi sahibi asilleri Donnithorne ailesi ve türlü insanıyla tam bir 18.yy. İngiliz köyü. Ve Adam Bede bu köyün en erdemli, en mert insanı bir yerde. Ama içkiye biraz fazla gömülmüş babası bir gece köye gelen derede boğuluyor ve aşık olduğu Hetty, ondan habersiz gönlünü yakışıklı ve zengin Yüzbaşı Arthur Donnithorne'a kaptırıyor.
George Eliot, Mary Anne Evans'ın yazdığı kitaplara koyduğu ismi esasında. Kendi deyimiyle, kadınların sırf romantik şeyler yazdığı bir zamanda ve ortamda o şekilde değil de ciddi algılanmak için başvurduğu bir yol, erkek ismi kullanmak. 19.yy.ın başında İngiltere'nin orta kesiminde tam da kitabında anlattığı gibi bir bir ortamda yaşamış Evans. Babasından ilham aldığı Adam Bede karakterinin çevresinde şekillendirdiği bu kitabında ise romantizm yapmıyorsa ne yapıyor ben bilmiyorum.
Aslında direkt böyle diyerek Evans'a haksızlık yapmış olmayayım. Dönemin tüm bir köy yaşantısını, bir çiftliğin tüm işleyişini olduğu gibi gözümüzün önüne getirebiliyor. Herşeyi o kadar gerçekçi, o kadar ayrıntılı anlatıyor ki sabahın 4'ünde kalkıp önlüğümü kuşanıp süthaneye inmek artık olağan bir işmiş gibi geliyor sayfalar ilerledikçe bize. Gerçekçi akıma dahil ediliyor Evans'ın yazdıkları, Victioria döneminin önde gelen İngiliz yazarlarından sayıldığından çok da önemli bir yere sahip edebiyatta. Belki de bu yüzden ben de büyük bir beklentiyle aldım elime Adam Bede'yi. Ama sevemedim nedense, ilerlemedi kitap, açasım gelmedi bir türlü kapağını. İnsan psikolojisine dair yazdıkları açısından da önemli bulunuyor Evans, büyük oranda kitabın içinde ona takmış olabilirim sanırım. Adam Bede'yi çok aklı başında, erdem ve ahlak timsali, her köye lazım bir delikanlı olarak anlatma çabasında mesela yazar ama böylesi bir adamın gidip de sırf güzelliğinden Hetty gibi bir karaktere aşık olmasını aklım almıyor benim. Olabiliyorsa da o zaman bu senin anlatmaya çalıştığın ya da bize yutturmaya çalıştığın meziyetlere sahip bir adam değil sevgili Mary Anne Evans, hiç kusura bakma. Adam Bede de bildiğimiz normal bir erkek. Her erkeğin yaptığını yapıyor, önce gidip en güzele aşık oluyor hiç karakterini bilmeden, büyüleniyor sadece dış görünüşünden ve dahası onu kaybettikten sonra bir iki yıl içinde başka bir kadına aşık olmaktan da geri kalmıyor. Ben burada insanüstü, azizlik mertebesinde birşey göremiyorum, sadece erkek, bildiğimiz erkek.
George Eliot--Mary Anne diyelim
Hetty'ye de çok acımasız yaklaşıyor aslında içten içe George Eliot. Yaşı küçük olduğundan, çok birşey görmüş geçirmiş olmadığından dolayı diye açıklamaya çabalıyor ona yüklediği suçları ama alttan alttan farkedebiliyoruz onu eleştirdiğini. Bunun yanında Arthur Donnithorne'un iç hesaplaşmalarını oldukça gerçekçi anlatıyor, gene de tüm kitap boyunca kadınlara karşı tutumu rahatsız edici yazarın. Belki de önyargılıyım ama yazarın bu ciddiye alınma endişesi sanki onu fazladan erkeksi olduğunu düşündüğü bir şeye itmiş, kadın karakterleri - Dinah Morris dışında - alabildiğine dırdırdı, evhamlı, sinir bozucu. Ve ahlaksızlık direkt onların omuzlarına yüklenmiş oluyor. Erkeklere dokunan pek bir şey yok. Tamam belki bu da gerçekçiliğin bir sonucu ama George Eliot'un kaleminden sızanlar dokunuyor insana. Onun böyle anlatmayı seçtiğini görmek üzüyor insanı.
Gene de dilini hoş bulabildim George Eliot'un. Bu kadar önemli bir edebiyat klasiğine, yazarına dil uzatmış gibi oldum ama elimde değil. Belki de ben anlayamadım onun büyüklüğünü. Yeteri kadar donanımlı değilim belki, algım bu kadar, önyargılarım var, hepsi olabilir. Ama böyle düşündürdü bana Adam Bede. Sevmedim, zevk almadım, önümde dönemin gerçekçi bir tablosu oluştu ve öğrenmiş oldum sayesinde ama anlatmaya çalıştığı bana ulaşmadı George Eliot'un.

Kitabın 1915'te bir kısa, 1918'de de bir uzun uyarlaması var film olarak. 1992 tarihli tv filminde ise şimdilerde Game of Thrones'ta Jorah Mormont olarak izlediğimiz Iain Glen'i Adam Bede olarak buluyoruz.
George Eliot için Victorian Web'de oldukça açıklayıcı ve detaylı bir sayfa var : http://www.victorianweb.org/authors/eliot/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...