kang hoon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kang hoon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Kasım 2023 Çarşamba

A Time Called You [너의 시간 속으로] (2023)

 


30larındaki Han Jun Hee'ye doğumgününde bir hediye paketi geliyor. İçinden eski bir kasetçalar çıkıyor. Yanında da bir kasetle birlikte. Han Jun Hee'yi zaten melankoli sarmış, çok sevdiği nişanlısı Koo Yeon Jun bir uçak kazasında kaybolalı/öldü kabul edileli bir yıl olduğundan ve onsuz bir doğumgünü geçirdiğinden. Kasetçaların düğmesine basıyor ve 90lardan hüzünlü bir melodiyle uykuya dalıyor. Gözünü açtığında bir hastane odasında kafası bandajlı halde yatıyor olmasın mı? Karşısında ise ölen sevgilisinin tıpkısının aynısı gibi görünen liseli bir çocuk. Han Jun Hee, kasetçalar sayesinde 1998 yılına bir zaman yolculuğu yapmış oluyor. Kwon Min Ju adında bir liseli kızın bedeninde uyanıyor, karşısındaki bulduğu çocuk ise ölen sevgilisi değil, Nam Si Heon adında farklı biri çıkıyor. Kendini anlamadığı bir zamanda, bilmediği bir genç kız olarak bulan esas kızımız, bir yandan buraya nasıl geldiğini ve nasıl geri döneceğini, sevgilisine tıpatıp benzeyen bu çocukla gelecekteki sevgilisinin ne alakası olduğunu çözmeye çalışırken bir de kendini bedeninde bulduğu kızın saldırıya uğradığını ve birkaç ay sonra da bir cinayete kurban gideceğini öğrendiğinden tüm bunlara engel olmaya çalışıyor.

"A Time Called You" böyle karmaşık, gizem dolu bir zaman yolculuğu hikayesiyle dikkatimi çekti tabiki. 8 Eylül 2023'te Netflix'te yayınlandı 12 bölüm olarak. Esasında 2019 yapımı bir Tayvan dizisinin Güney Kore versiyonuymuş. Tayvan'daki o dizi o kadar sevilmiş, o kadar tutulmuş ki böyle die-hard fanları falan var. Oradaki hikaye ile birebir aynı yapmasalar da hikayenin özünü hemen hemen korumuşlar gibi görünüyor. Tayvan versiyonunu izlemedim haliyle, izlemeyi de düşünmedim çünkü her ülkenin dizilerinin kendine özgü bir tarzı oluyor ve hiç Tayvan dizisi izlemediğim için aşırı tuhaf geleceğinden hemen hemen emin gibiyim. Neyse merak edenler için bu orijinalin adı "Someday or One Day". 

Kore versiyonunun daha ilk bölümlerinden nasıl bir şey izleyeceğimi ve bana ne hissettireceğini anlamıştım aslında. Görüntü olarak mükemmel güzellikte bir hikaye vardı önümde, her bir sahne, kameranın her bir açısı tablo gibiydi. Her bölüm sorularım ve çözmeye çalıştığım gizemler çoğalıyordu. Geçmişte Min Ju'ya kim saldırmıştı, neden ölüyordu? Kim neden hapse giriyordu, Koo Yeon Jun ile Nam Si Heon arasında bir bağlantı var mıydı, farklı mı aynı kişiler miydi ama yaşları tutmuyordu? Han Jun Hee ile Kwon Min Ju arasında bir bağlantı var mıydı? Günlüktekileri kim yazmıştı? Müzikçi dayı neyi ne kadar biliyordu? Tüm bunları çözmeye çalışmak çok keyifliydi. Ama ağzımda böyle anlamsız bir tat vardı. Böyle mideme sırf dolsun diye ittirdiğim ama tadını pek de beğenmedim bir şeyler yiyormuşum gibi.

Dedim ya her an tablo gibi

Hikaye beni mutlu etmiyordu. Benim durumumda bu bir zorunluluk çünkü. Bu dizileri, bu hikayeleri hep mutlu olabilmek için izliyorum. Bir aksiyon da izlesem, bu polisiye dedektiflik de izlesem ya da tarihi savaş hikayesi de izlesem bir şekilde beni mutlu hissettirmesini umuyorum her birinde. İlla mutlu sonlu bir romcom izlememe gerek yok bunun için yani. Eğlenceli bir arkadaş komedisi de izleyip mutlu olabilirim. Önemli olan önümdeki hikayenin o hissi taşıması. Bir korku filmi de izliyor olabilirim, kahramanlarımız bir zombi saldırısından da kaçıyor olabilir ama hikaye öyle bir yazılmış olur ki mesela, izleyip kapatınca keyifli bir pasta yemişim gibi üstüne çay içebilirim. Ama bu hikayeyi izlerken hep mutsuzdum. Hayatımda zaten yeterince insanı kaybettim, yeterince insandan vazgeçtim ve geçmişimi gömebilmek için çok büyük çaba sarf ettim son birkaç yılda. Oysa bu hikayeyi izlerken habire bir kekremsi tat gibi içimden yükseldi. Aslında empati kurmadım hiç karakterlerle, hikayenin içine de giremedim. Sadece hoş değildi verdiği his. Kaybettiklerini geri dönüp, kurtarmaya çalışma hissi. Hikayeyi anlatmayı seçtikleri hız da etkendi bunda tabi. Böyle pastel bir renk paletinin önünde dikilip, 1998'e bakıyordum da bakıyordum. Öylece bakıyordum sanki. Donmuşum gibi. İçim daralarak. Aslında bir şeyler de oluyordu olmasına ama ben sanki hep duruyormuşum gibi. 1998'dekilerin gülümsemelerinde hep bir hüzün, 2023'tekilerin hepsinde bir depresiflik.

Aslında pek sevimliydiniz ama

Diziyi bırakmamak için kendimi zorladım resmen. İnat ettim. En sevdiğim şeylerden birini, zaman yolculuğunu izliyordum sonuçta ve bir dolu sorum vardı hala. İnat ettim. En azından o soruları cevaplama pahasına. Yoksa kavuşacaklarmış, kavuşamayacaklarmış, olaylara engel olabileceklermiş olamayacaklarmış falan umrumda değildi. Dedim ya hikaye bana bu anlamda bir şey geçiremedi. Oyunculardan mıydı belki de onu bilemedim. Kötü oynayan insanlar da değillerdi. Başrolde hem 2023'teki kızı hem de 1998'deki kızı oynayan Jeon Yeo Bin'i ilk defa izliyordum mesela ve ilk üç dört bölümde bu iki karakteri iki ayrı kişi oynuyor zannettim. Tamamen farklı iki insana dönüşüyordu karakterler değiştiğinde bence. Ama hiçbir duygusu bana geçmiyordu o ayrı. Bir şeyler hissetmemi sağlamıyordu.

Esas kızımızla liseli haldeki Ahn Hyo Seop

Geçmişte ve gelecekte yine iki ayrı karaktere hayat veren Ahn Hyo Seop'u ise en son "A Business Proposal"da izlemiştim (şurada). O diziden bahsederken "onun yüzünden aslında diziyi ilk gördüğümde aaa çocuk büyümüş de başrol romantik komedi erkeği mi olmuş diyerek izlemeye karar vermiştim." diye yazmışım. Burada görünce şoka girdim, aslında izleme motivasyonlarımdan biri de oydu, neden gördüm diye şok olmadım. Halini görünce neye uğradığımı şaşırdım. Hemen hemen 5 yıllık bir zaman dilimi içinde önce şakacı sevimli bir lise çocuğu, sonra gıcık ama aşık bir chaebol/genç adam olarak izledikten sonra burada böyle birden serpilmiş, kocaman olmuş gibi geldi. Hani liseye ilk başladığımız yıl herkes daha çocuktur da yaz tatili gelir, geçer, ikinci senenin başında herkes bir saçma halde, kontrolsüz bir şekilde kilo almış, saçı başı uzamış, böyle kocaman olmuş halde gelir ya. Hah işte aynen öyle bir şey yaşadım Ahn Hyo Seop ile bu dizide. Böyle yaşlanmak değil, kontrolsüzce serpilmek. Bir de üstüne o kocaman kocaman oynayışı eklenince izlemesi yorucu bir(iki) karakter vardı önümde. İlk izlediğim dizisi Thirty But Seventeen'de o büyük büyük oynamaların başlangıcına şahit olmuştum ama A Business Proposal'da rolün de gereğinden belki biraz daha yerindeydi hareketleri. Bilmiyorum oyunculuğunu ne kadar takip etmek istiyorum bu nedenle, kendisi sempatik geldiği için ve genelde oynamak için iyi hikayeler seçiyor gibi göründüğünden takip ederim belki de.

Esas kızımız ve aşk üçgeninin C noktasını oynayan Kang Hoon

Olayların bir diğer önemli karakterini oynayan Kang Hoon'dan ise daha yeni "The Secret Romantic Guesthouse"da bahsetmiştim (şurada). "Pek çoğunuz da A Time Called You'da izledi bu sene kendisini, Jung In Kyu olarak. Bu dizimizde açık ara en iyi oynayan ve en ilginç, en duygu ve olay barındıran karaktere ve hikayeye o sahipti. Spoiler olur diye bir şey demiyorum ama rahatlıkla diyebilirim ki keşke diziyi onun üstüne kursalarmış. Düşününce mesela, A Time Called You'daki haliyle buradaki hali(halleri:p) arasında bin kat fark var. Bu da ne derece iyi oyunculuklar sergileyebildiğinin kanıtı gibi duruyor." diye yazmıştım orada. O diziyi bundan önce izlemiştim haliyle ve orada da dediğim gibi iki dizideki iki insan arasında uçurumlar var. Burada gerçi zaman zaman içimi gerim gerim geren bir suskunluğu, tekinsiz bir sakinliği ve sonunda yakasından tutup sinirle sarsmamak için kendimi zor tuttuğum bir inatçılığı vardı ve bu hali beni deli etti ama işte zaten tüm bunlar da aslında çok iyi bir iş çıkardığını gösteriyor.

Benim bile parçalayasım geliyor şunu

Sanırım inat edip izlediğim için de mutlu değilim. Keşke bırakabilseymişim makul bir yerinde ve diziden haftalar sonra bile kafamda çalıp, travmalardan travmalara yol açan o kasetçalarda çalan şarkıya bu  kadar fazla maruz kalmasaymışım diyorum. Zamanım gitti, duygularım gitti, sinirlerim gitti. Artık şu zaman yolculuğu tuzağına bu kadar düşmemem gerekiyor gibi ha, ne dersiniz?

Ayrıca şöyle de bir ters köşe Rowoon'u da konuk etmişliğimiz oldu :D


21 Ekim 2023 Cumartesi

The Secret Romantic Guesthouse [꽃선비 열애사] (2023)


Tahmin edin yine neredeyiz? Joseon'da! Joseon Krallığı'nın hangi döneminde geçiyor olduğunu ya da geçiyor olabileceğini daha sonra inceleyeceğimiz bu hikayemiz, başkentin curcunasında karşılıyor bizi. Ülkenin memuriyete girmek üzere hazırlanan genç erkekleri (çünkü kadınlar - doğru bildiniz - olamıyor devlet görevlisi falan) akın akın şehre geliyor. Kalacak yer bulup, sınava hazırlanacaklar. Hatta bu yüzden bazı hanlar meşhur bile, orada kalanlardan sınavı kazanan çok kişi çıktığı için (dershanelerin boy boy kazananlar diye asması gibi düşünün). Ama bizim esas kızımız Yoon Dan Oh'nun işlettiği hanın böyle bir ünü yok. Sokaklarda şehre yeni gelmiş sınav çocuklarının karşısına dikilip, hanına müşteri kazandırmaya uğraşıyor. Ailesini kaybettikten sonra sadık hizmetçisi Nae Ju ile birlikte elinde kalan tek şey olan evini han olarak kullanıp, hayatını kazanmaya çalışıyor.

Yoon Dan Oh böyle sokaklarda kendini hırpalarken zar zor da olsa yeni bir misafir buluyor hanında kalacak: Şehre yeni gelmiş, muhafızlık sınavına girecek olan Kang San. Sessiz ve sert görünümlü Kang San ile birlikte 이화원 (Ihwawon - Yaz Sarayı diye çeviriyor Papago) isimli hanın 3 misafiri daha var. Memurluk sınavına hazırlanıyor olması gerekirken orada burada kızlarla kumarla gününü gün eden neşeli Kim Shi Yeol, sınava tüm ciddiyetiyle hazırlanırken bir yandan da Yoon Dan Oh'ya derinden derinden hisler besleyen düzgün çocuk Jung Yoo Ha ve memuriyet sınavının gediklisi, Yoon Dan Oh'nun tee babasının öğrencisi olan artık orta yaşlı olan, sınavı bir türlü geçemeyen ve Ihwawon'dakilerin ailesi gibi olan Yook Yook Ho.

Ama bu mutlu mesut ortam yıllar öncesinden gelen bir kaçak kovalamaca ile bölünüyor. Şu anki kral, yıllar önce tahta çıkabilmek için kendi abisini ve onun ailesini katletmiş. Bir tek küçük oğlu kaçabilmiş bu katliamdan. Kartanesi lakabına sahip bu minik prensi yıllardır bulamamışlar. Ama şimdiki kralın zalimliğinden ve manyaklığından bıkan halk da umudunu kesmemiş, kral da kendisine en büyük tehdit olan bu yeğeni aramaktan hiç vazgeçmemiş. Ihwawon'daki misafirlerimiz ve güzel sahibemiz Yoon Dan Oh da işte kaçak hikayesinin tam ortasında buluyorlar kendilerini.

The Secret Romantic Guesthouse - orijinal adıyla 꽃선비 열애사 (koçsonbi yoresa gibi okuyabiliriz, çiçek aliminin aşk hikayesi gibi çevrilebilir ama buradaki çiçek hani böyle yakışıklı tatlı çiçek gibi çocuklar anlamında yani :p ) Güney Kore'nin SBS kanalında 20 Mart-16 Mayıs arasında yaklaşık 70'er dakikalık 18 bölüm halinde yayınlanan bir dizi. Kim ung Hwa'nin "꽃선비 열애사" yani dizinin oriinal adıyla aynı ada sahip romanından uyarlama. Hikayesi en başta böyle yumuş yumuş, neşeli ve hafif bir sageuk gibi geliyor. Posterleri, tanıtımları falan dışarıdan görünüşü öyle. Ama hikaye ilerledikçe insanı şaşırtan ve beklemediği anda, beklemediği şekilde vuran bir ciddiliğe de bürünüyor. İntikamdan gözü dönmüş acılı karakterlerle, herkesin ortasında vurun kellesini diyebilen ve kendisi vuran manyak krallarla, minicik çocukları öldürmek için peşlerine düşenlerle falan doluyor ortalık. Ama bir yandan da yine o cringelik seviyesindeki romantik komedi sahneleri de yaşanıyor. Böyle aşırı kafası karışık bir hikaye var karşımızda anlayacağınız.
Daha da kötüsü ki bence en kötüsü, prodüksiyon acayip derecede ucuz ve amatör görünüyor. İlk bölümde hevesle yaşasın bir tarihi romantik komedi daha diye açıp, ne bu nasıl bu diye gözlerim kanayarak kapattım mesela. Sonra devam ettim etmesine de, kendimi zorlayarak, hikayenin hatrına, nereye varacak bu iş, asıl prens kimmiş şu bu diyerek (bir de başroldeki Shin Ye Eun ile doğum günü paylaştığım için tabi bir de :p ). Nitekim bölümler ilerledikçe görüntüye de amatörlüğe de alıştı gözlerim ama uzun zamandır izlediğim en çiğ görüntüye ve yönetime sahipti dizi. Yani şöyle düşünün, 1990'larda çekilmiş dizileri getirin gözünüzün önüne. Bir de şimdi çekilenleri. Ya da mesela önünüze iki dizi koysam, nerede yayınlandıklarını söylemesem, görüntülerine bakarak (hikayelerini falan kastetmiyorum) hangisinin trt'de hangisinin atv'de hangisinin star'da falan yayınlandığını söyleyebilirsiniz ya hani, öyle düşünün. Şey gibi, evde oturmuşuz, telefonun kamerasıyla kendi kendimize skeç çekiyoruz. Dizide de her karakter repliğini söylüyor, duygusunu yapıyor, bekliyor. Karşısındaki karakter de hah tamam sıra bana geldi değil mi yönetmenim diyerek o da aynısını yapıyor. Böyle tvde değil de okul tiyatro kolunun yılsonu gösterisinde gibi, ekranda dikilen karakterler var, sırasıyla repliklerini söylüyorlar. Ve hayır, bu durum oyuncuların amatör olması veya oynayamıyor olmasından ötürü değil. Doğru bir şekilde yönlendirilmiyor oluşlarından. Çünkü hemen hemen hepsi film sanatları türü bölümlerinden mezun, idol bile değiller ve ilk dizileri falan da değil. Hele yan rollerde sektörün tumturaklı oyuncuları var ama onlar bile sabit duruyor, durup bekliyor. Bir şeyler akmıyor, sahne doğal bir akışa sahip olamıyor. O akış olmayınca da sessizlikler kulağımıza batıyor, bir arka ses mi lazım bir şarkı mı lazım birşeyler lazım diyorsunuz. Görüntülerin çiğ durması da sanırım (işin uzmanı falan da değilim yani sadece uzun yıllardır deli gibi dizi film izleyicisiyim hani) doğru düzgün bir filtre uygulamayışlarından. Böyle direkt sahneleri çekip, kameradaki görüntüleri bir araya getirmişler gibi. Ya da artık nasıl bir kamera kullanıyorlarsa.
Hikayenin gidişatında bir sorun yok aslında. Tüm bu çiğlik ve amatörlük olmasa. Oldukça da sürükleyici, gizem yaratma, olayları bağlama, merak ettirme konusunda iyi. Her ne kadar o da o kadar iyi yazılmış olmasa da. Bazen aşırı derecede anlamsız, havada diyaloglar uçuşuyor, çoğu sahnede sabun köpüğü etkisi alıyorsunuz. Gerçi yine de dizinin en büyük artısı ve kendisini izletme sebebi hikayesi. Ve asıl yapabildiği şey, dövüş sahnelerinin koreografisi. Adeta birer sanat eseri gibi her bir dövüş, kovalamaca, mücadele sahnesi. Özellikle kaçak prensin sadık koruması olarak belirtilen karakterin - dizide watchman olarak çevrilebilecek bir kelime söylüyorlar - kim olduğu ve geçmişine dair hikayenin inşa edilişi ile sonunda kimliğinin biz izleyicilere gösterilmesi, sanırım on yıllar geçse de unutulmayacak sahnelerden biriydi. İnanılmaz güzellikte, izlemesi aşırı keyifli. Herhalde bütçenin hepsini stuntlara ve dövüş koreografına vermişler.
Oyuncular, dediğim gibi, aslında kötü değil. Sadece öyle bir ortamda, öyle bir yönetmen ve senaryoyla bu kadar oynayabilmişler gibi görünüyor. Ihwawon Hanı'nın perişan sahibesi Yoon Dan Oh rolündeki Shin Ye Eun'ı daha önce başrol olarak (ve ilk defa) Meow, the Secret Boy'da izlemiştim. Orada da çok öne çıkan, parlayan bir oyunculuğu yoktu, gerçi o senaryoda çok çaba sarf etmesine de gerek yoktu. Burada da aynı düzlükte. Düz yani kız, sevimli normalde kendi haline bırakılsa ama rol yapmaya başlayınca düz. Hatta buradaki karakteri neredeyse sinir bozucuydu. Öyle yazmışlar ama Shin Ye Eun da bana bir sevimlilik geçiremedi yani. Yoon Dan Oh karakteri yalnızca yoksulluğu ve hayatta kalabilmek için devamlı çalışması, çaba sarf etmesi gerektiğini gösteren sahnelerde içime oturabilmeyi başardı. Yansıtabildiği en iyi duygular bunlardı. Rookie Cops'ta çok ufak bir rolde karşıma çıkmıştı, iyiydi mesela. Glory'de de çok övüldüğü için izlemek istemiştim ama o dizinin ruh sağlığıma çok iyi gelmeyebileceğini düşünüyorum, neyse bir ara denerim.

Ihwawon'un misafirlerini canlandıran ve Yoon Dan Oh kızımızın üç yakışıklı koruyucusu gibi duran Ryeoun, Kang Hoon ve Jung Gun Joo üçlüsünden bir tek Kang Hoon'u daha önce izlemiştim. Yine Meow, the Secret Boy'da. Rookie Historian Goo Hae Ryung'da da yan roldeymiş ama hatırlamıyorum, ahh o diziyi de anlatmayı çok istiyorum ama bir türlü yapamıyorum, çok uzun sürecek yazmaya başlarsam gibi bir his var içimde :) Pek çoğunuz da A Time Called You'da izledi bu sene kendisini, Jung In Kyu olarak. Bu dizimizde açık ara en iyi oynayan ve en ilginç, en duygu ve olay barındıran karaktere ve hikayeye o sahipti. Spoiler olur diye bir şey demiyorum ama rahatlıkla diyebilirim ki keşke diziyi onun üstüne kursalarmış. Düşününce mesela, A Time Called You'daki haliyle buradaki hali(halleri:p) arasında bin kat fark var. Bu da ne derece iyi oyunculuklar sergileyebildiğinin kanıtı gibi duruyor.
Üçlünün en düzgünü ve olgunu rolündeki Jung Gun Joo'yu hiçbir yerde izlememişim, bu onu ilk görüşüm ve aşırı düzgün olması dışında diyebileceğim bir şey yok hakkında. Duygusal sahnelerinde iyi, ciddi sahnelerinde iyi, komedi olması gereken yerlerde dozunda. Yani oyunculuğu her açıdan düzgün. Ne eksik ne fazla. Eline verilen metin tam olarak öyleyken yapabileceğinin en doğrusunu düzgününü yapmış.
Kang San rolünde Ryeoun

Üçlünün son üyesini canlandıran Ryeoun da ilk defa izlediğim bir genç oyuncu. Bu dizideki rolü aslında temelde soğuk, dışarıdan ciddi ve serinkanlı görünüp, sonradan içinden sıcak birinin çıkması gereken bir karakter. Ama işte tam da bu sebeple dozunu ayarlayamamış da odun gibi kalmış hissi veriyor. Şu an tamamen başka bir rolde Twinkling Watermelon'da izlemiyor olsaydım eğer kendisiyle ilgili görüşüm öyle de kalacaktı ama Twinkling Watermelon'daki halini görünce anladım ki elindeki senaryo ve karşısındaki yönetmenle yapabildiği o kadarmış The Secret Romantic Guesthouse'da. Diziyi izlerken o kadar sinirimi bozuyordu ki odunluğu, tepkisizliği, durgunluğu neredeyse sahnelerini atlamak istiyordum. Oyunculuk namına bir şeyler görmedikçe de başka şeylere takıyordum. Sesi mesela burnu çok doluymuş da zar zor nefes alıyormuş gibi çıkıyor, diziyi izlerken off diyerek sonunda ekrana elimi daldırıp çocuğu sarsmak istiyordum açın şunun burnunu diye. Sonra burnunun şekline taktım mesela, bir sinir bozucuydu. Yani o kadar kötüydü hali düşünün böyle şeylere takılıp durdum. Şu an izlediğim dizide hiçbir yerine bakmıyorum halbuki, aklıma gelmiyor çünkü Ryeoun da etrafındakiler de çok iyi oynuyor.
İşte zalim kral

Habire her taşın altından çıkan Başhadım



Asıl evlere şenlik (kötü anlamda şenlik yani) olan iki karakter var: Manyak kralla kraliçesi. Kralı canlandıran Hyun Woo'yu da, kraliçesi canlandıran Gil Eun Hye'yi de ilk defa izliyor olabilirim ve normalde oyunculukları nasıl bilemem ama burada o kadar kötü, o kadar saçmalar ki izlemekten gözlerim kanadı. Kral o kadar çizgifilm kötüsü gibiydi ki, o kadar karikatürize o kadar eski Türk filmlerindeki kötü adamlar gibiydi ki...Durdurup, karşıma alıp, neden böyle yapıyorsun sayın oyuncu, yapımcıyla yönetmenle kanalla falan kan davan mı var sorunun ne diye bağırasım geldi. Hele o kraliçeyi canlandıran oyuncu...Aman yarabbi. Evlerden uzak. Yani Gangnam'da alışverişini yaparken canı sıkılmış da gelip zengin kocasına ısrar etmiş, o da getirip dizi ekibine benim karım kraliçeyi oynayacak karşı çıkanı kovarım demiş gibi. Öyle olduğuna yemin edebilirim ama kanıtlayamam. Hayır ikisi de o kadar kötü ki, etraflarındaki diğer yardımcı rollerdeki yılların yetenekli oyuncuları falan ne yapacaklarını bilemiyor birlikte sahneleri olduğunda. Mesela Ahn Nae Sang, tüm dizi boyunca sabit durdu. Arada gülümsedi, bazen yorgun yorgun pöff gene sahne mi çekiyoruz diye baktı, çoğunlukla bu da bu sene aldığım pek çok yan işten biriydi ama sırf hatır uğruna oynuyorum çok yormayın beni der gibiydi. Bir an bile oyunculuk yapmadı mesela. Sarayın eski hadımını canlandıran Lee Joon Hyuk, ohh nasıl olsa ortada rol yapabilen yok ben de eğlencesine takılayım şuralarda diye dolaştı. Bir muhafızların kaptanı gibi bir rolde olan Oh Man Suk kendinden geçti rol yaparken ara ara, onun motivasyonunu anlayamadım. Böyle devasa devasa, teatral bir şekilde oynamaya çalıştı aralarda ama.
Tüm bu anlamsızların arasında en anlamlısı Ihwawon'un sadık hizmetçisi NaeJu'yu canlandıran Lee Mi Do'nun oyunculuğuydu valla. Çoğunlukla komedi, bol bol absürd komedi ve aralarda dramı da komedik unsurlarını kaybetmeden gösterdi. O kadar kanım ısındı ki ona burada, diziden beri Insta'dan da takip ediyorum, aşırı eğlenceli bir komedyen aslında.
Naju rolünde Lee Mi Do

Hikayemizin tarihi gerçekliğine bakarsak bu arada, yok. Yani tam olarak yaşamış bir kral ya da veliaht prens ya da taht mücadelesinden, yaşanmış bir olaydan bahsetmiyor dizi ama kurgusal karakterlerle tarihin içinden bir hikaye anlatıyor denilebilir. Lee Chang adında bir kral yok bildiğimiz kadarıyla Joseon'da. Ki zaten kral olduklarında "temple name" denilen bir isim alıyorlar, bu Chang şeklindeki isim ancak veliaht prenslik ismi olabilir ve kralken hala öyle durması biraz tuhaf. Neyse. O yüzden tam olarak hangi zaman aralığına konumlandırdıklarını hikayeyi bilmiyorum. Gerçi bir yerde okuduğuma göre 1400lerde geçebilir diyor. Bu kurgusal hikayemizde kullanılan teknoloji, elementler, gelenekler falan sanırım bu anlamda Joseon'da 15.yy.da geçiyor diyebiliriz. Dizimizin zalim kralı Lee Chang'ın tahta geçebilmek için tüm ailesini katlettiği abisi, asıl veliaht prensin ismi Lee Pyeong olarak geçiyor dizide, bu isimde de bir veliaht prens yok Joseon tarihinde. Yani isminin ikinci hecesi Pyeong olan bir dolu prens var ama tek başına Pyeong yok. Aynı şekilde Lee Seol (bu Lee Pyeong'un oğlu olan, kaçan ve peşine düşülen, zalim kralın öldürmek için aradığı veliaht prens) isminde de yok. Dizide zalim kralı tahttan indirip, saklanan veliaht prens Lee Seol'u/Kar Tanesi'ni bulup tahta çıkarmak ve ülkede yeniden dirliği, huzuru saklamak için genç alimler tarafından oluşturulan gizli Mokinhoe birliği/isyanı da tarihte bulamadığım şeylerden biri. Yani tabiki bu tür isyanlar, gizli örgütler var Joseon tarihinde de ancak özellikle bu isme rastlayamıyoruz.
Neyse o kadar yerden yere vurdum oyuncularını ama hikaye aslında ilerledikçe çok sardı ve karakterlere de farkında olmadan alışmış buldum kendimi. Ayrılırken üzüldüm yani, fark ettim ki izlerken arkadaşlarım gibi olmuşlar yine de, hikaye de her hafta ikişer saat ikişer saat hayatımın bir parçası olmuş. Sonuçta ortada yine de sevimli bir hikaye ve ellerinden geleni yapan genç oyuncular var.

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...