Uzuuun bir süredir okuduğum kitapların herhangi birinden bahsedemez olmuştum ya, sonunda vakit bulup bir derleme yapmamım iyi olabileceğini düşündüm.
En son Bard'dan bahsettikten sonra 8. kitabımı bitirdim şu an ve hepsi hakkında en azından bir iki cümle etmek istedim, belki aralarından merak ettikleriniz vardır belki daha önce hiç görmemişsinizdir ama bu vesileyle canınız çeker falan diye. Şöyle ki:
1 - Joan Oates'ten "Babil" : Antik dünyanın yedi harikasından biri olan Asma Bahçeleri'yle ünlü ve kutsal kitaplarda Yahudilerin sürüldüğü yer olmasıyla bilinen bu eski kentin gerçek öyküsü nedir? diyerek bizi bir yolculuğa çıkarıyor Cambridge'de de dersler vermiş olan Dr.Oates. Günümüzde Irak sınırları içerisinde yer alan, Dicle ve Fırat'ın arasında, hemen hemen orta kısma denk gelen bir kentti Babil. Oates bu kentin hikayesini tüm bir Mezopotamya'nın tarihi içine yedirerek anlatıyor. Tüm bir Akad'ı, Hititleri, Asurluları, Persleri, Yunanları gelip geçerken bu coğrafyadan izliyoruz. Dolayısıyla sadece Babil kentinin sınırları içinde ne olup bittiğini, orayı tarih içinde kimin yönettiğini anlatmakla kalmıyor. Etrafındaki tüm diğer kentlerin de yükseliş ve düşüşleriyle birlikte o coğrafyada neler olduğunu anlatıyor. Eh böyle yapınca da olay baya bir karmaşıklaşıyor. Konunun yabancısı olanlar için çoğu yerde içinden çıkılmaz bir hal alabileceğini düşündüm ben okurken. Ama yine de benim gibi delisiyseniz, keyifli olmasa da bilgi açısından doyurucu bir okuma olabilir. Bir de belki benim gibi kendinizi "ben niye ders kitabı okuyorum habire benim sorunum ne" diye sorgularken bulabilirsiniz. Hakikaten ya, ben de böyle en son çıkan kitaplardan, ne bileyim young-adult kitaplarından okumak, eğlenmek, düşünmemek istiyorum. Ama neden kitapçıya mortal instruments alacağım diye girip elimde ortaçağda şövalyelikle çıkıyorum? Neyse, bir gün hayatımın bir noktasında ben de normal olacağım herhalde.
(Idefix'te 14,82 tl'ye bulunabiliyor-->
link)
2 - Soner Canözer'den "Albatros Süvarisi" : Almora'yı üniversitedeyken dinlerdim. Sonra üniversite bitti, Almora kayboldu, ben daha da kayboldum. Bu kitaptan da haberim bile yoktu (arkadaşımın hediyesiydi). Zaten yerli edebiyata ne kadar yakın (?!) olduğumu fark etmişsinizdir. Son yıllarda özellikle yerli fantastiğe girişmeye çalışıyorum, Doğu Yücel, Erbuğ Kaya, Barış Müstecaplıoğlu okumaya çalıştım. Albatros Süvarisi'ni fantastiğe mi yerleştirebilirim bilmiyorum, daha çok sihirli bir masal gibiydi çünkü. Böyle önce çok sevimli bir masalın içine doğmuşken sayfalarla birlikte çok farklı dünyalara yol alıyor hikayemiz. Üstüne bir de Canözer'in yaptığı, kitabın müziklerini içeren cdyi dinliyorsunuz ve inanılmaz bir dünyada hissediyorsunuz kendinizi. Cddeki parçalar muhteşem güzellikte zaten, kulaklarınızdaki melodilerle bir de o satırlarda uçarken müthiş bir yolculuk oluyor bu. Mutlaka tavsiye etmeliyim. Ettim.
3 - Ferenc Molnar'ın "Pal Sokağı Çocukları" : Bunun için söyleyebilecek sözüm olabilir mi bilmiyorum. İlk okuduğumda çok küçüktüm, 8 yaşında ya var ya yoktum. Haliyle doğru düzgün bir şey düşünmemiştim, İlyada'yı, Şeker Portakalı'nı, Beyaz Diş'i okuyup da Indiana Jones olmaya karar verdiğim yaşlardı. Şu yaşımda hissettiklerimi hissetmem mümkün değildi o zaman. Ama içimde bir yerler, ufak bir köşe belki de, aynı kalmış ki ikinci defa elime aldığımda Molnar'ın çocuklarının hikayesini, bir türlü okuyamadım. Bir şeyler engel oluyordu, anlayamadım. Ben boğazımdan ittirmeye çalıştıkça o geri geliyordu. Sonunda kendimi yine Arsa'daki kereste yığınlarının arasında bulduğumda aynı üşüme geri geldi. Artık yatağımın altında bir ufak kavanozun içinde sımsıkı kapalı duran bilyelerimi hatırladığımda, beton merdivenlerde soğuğa aldırmadan oturmuş taso kapıştıran halim gözlerimin önüne geldiğinde anladım. Eğer siz de çocukluğunuzu yaşamışsanız, ama gerçekten yaşamışsanız ve o Arsa'yı, Müze'yi, bilyeleri, çamurları, kum torbalarını, tırmanılan ağaçları, düşülen bisikletleri, hepsini biliyorsanız aynı şeyi hissedersiniz. Ve bir yaşa geldiğinizde artık o Arsa'ya ve Nemescek'e Boka gibi veda etmeniz gerektiğini bilirsiniz. Hala edememişseniz bu kadar fazla acıtır canınızı, bir ufak kitabı okuyamaz hale gelirsiniz. İşte bu yüzden bir şey demeyeceğim, diyemeyeceğim. Siz biliyorsunuz.
(Ben Bandırma'dayken rastladığım ucuzluk raflarından almıştım 10 tl'ye YKY'nın 22.baskısını. Ama her yerde, yenisini, eskisini, ikinci elini çeşitli fiyatlara bulabilirsiniz.) (
Goodreads)
4 - Özel basımıyla "Garip" : 1941'de Resimli Ay Matbaası'nın yayınladığı Garip'in, 73.yılı ve şairlerinin 100.yaşları dolayısıyla YKY'nin yaptığı özel bir basım bu (Garip'in ne olduğunu biliyorsunuz değil mi! Ona göre daldım direkt anlatmaya haa.). Benim için altın değerinde bu elimde tuttuğum kitap. 2014'ün temmuzunda basılmış, ben de eylülde almışım ama bir türlü tam anlamıyla sayfa sayfa okuyamamıştım heyecanımdan. Her elime aldığımda nefesim kesiliyordu, bir iki şiiri ancak okuyup, kapatıyordum. Şimdi tam anlamıyla oturup, en başından, Orhan Veli'nin şiir üstüne yazdığı her bir satırdan itibaren okudum. Şiir sever misiniz ya da şiirin ne olduğunu düşünürsünüz bilemem ama Garip, kesinlikle yaşanması gereken bir tecrübe.
(Bu özel basımdan 5000 tane yapılmış bendeki 2558.si. Valla ben nette bulamadım, YKY'nin kendi sitesinde de tükendi yazıyor.) (
Goodreads)
5 - "Şevket Rado'ya Mektuplar" : Garip'i elime aldıktan sonra bu beklettiğimi de okumamak olmazdı. Orhan Veli'nin, Oktay Rifat'ın, Melih Cevdet'in 40lı yıllarda Şevket Rado'ya yazdıkları mektuplardan oluşan bir derleme. Bu konuda ne hissedeceğimi bilemiyorum. Böyle insanlar bir noktadan sonra gerçekliğini yitirmiş gibi geliyor. Yani böyle şiirler, böyle satırlar yazmış, hayatınıza bir şekilde dokunmuş, yeri gelmiş sizi karanlığınızdan kurtarmış böyle insanlar sanki birer roman kahramanıymış, birer figürmüş gibi geliyor. Gerçekten yaşayıp, nefes alıp, aşık olup, hayat kavgası verdiklerini düşünemiyorsunuz. Tuhaf geliyor, öyle biri gerçekten yaşadı demek. Memur olup, her gün işine gidip, bir yandan satırlarını yazmaya uğraştı - bizim gibi. Arkadaşlarıyla meyhanelerde sarhoş oldu, evinin yolunu zor buldu, gökyüzünü izledi bazı geceler, güzel bir kadına baktı mutlu oldu, geçim derdi çekti, geçinebilmek için oradan buradan zor bulduğu kitapları çevirmeye çalıştı...Hiç gerçek gelmiyor, olamaz diyor insan. Olmamalı. Bu hayat, bu kader, hepimize aynı tokadı vuruyor olmamalı. Ya da ne bileyim, yaşamak belki de bu.
(Kitabın arkasında 13 tl yazıyor, YKY'nin 2014 basımı. 2002 basımları kalmamış sanırım etrafta, bu basımı da nette Babil'de 9.62 tl gibi bir rakama bulabiliyorsunuz-->
link) (
Goodreads)
6 - E.T.A.Hoffman'ın "Gece Tabloları" : Gotik serime devam ediyorum arada. Peşpeşe okumayayım diye araya sıkıştırıyorum. Ama inanın çok kötüleri de varmış böyle, okuyamadım bunu doğru düzgün. İçinde toplamda 8 öykü var: Kum Adam, Ignaz Denner, G.deli Cizvit Kilisesi, Sanctus, Issız Ev, Meşruta, Vaat, Taş Kalp. "Geceyi mekân edinen öyküler değil bunlar; gecenin karanlığını gündüze taşıyan, dolayısıyla da insanı kendi karanlığına hapsederek geceyi büyüten, uzatan, sürekli kılan öyküler... Kitabı oluşturan sekiz öyküden her biri, bu açıdan insan ruhunun en dip, en kuytu köşelerine ayrı bir noktadan ışık tutuyor. Resmin bütünündeyse Hoffmann'ın sonsuz gecemize yüklediği anlam var. Öykülerini, gerçekliğinden şüphe duyulmadan hayalle bezeyen E.T.A. Hoffmann'ın eserleri, fantastik realizmin başyapıtlarıdır." diyor arka kapağında. Ölürüm fantastiğe biliyorsunuz, hele bu gotiğe de iyice ısınmıştım ama belki içten içe fark etmiştir bünyem bu "realizmi" ve ona tepki veriyordur, bilemedim ki. İleriki bir zamanda yine geri dönmeyi düşünüyorum bu öykülere ama şimdilik, içimi daralttılar. Ha siz okuyun, orası ayrı.
(Yine aynı seri içinde aldığımdan arkasında yazan fiyatı söylüyorum, 23 tl. Ama Pandora'da 19,24 tl'ye görünüyor-->link) (Goodreads)
7 - Enver Aysever'den "Nasıl Yazar Olunur" ve "Edebiyat Ölmelidir" : İşte bunları uzun zamandır merak ediyordum ama kendime yaptığım okuma sırasını bozmamak adına bulaşamamıştım. Bu ikisi böyle ufak bir set olarak satılıyordu, arkadaşımın hediyesiydi (sanırım kitaplarımın ve giysilerimin neredeyse yarısı bir şekilde hediye gelmiş, şimdi bir düşündüm de.). İki kitapta da Aysever genel anlamda "yazarlığı" sorguluyor, bunun üzerine düşünüyor, kendi kendine, bizimle konuşuyor, Sevdiği yazarları şairleri anlatıyor bazen, bazen de tanıdığı bildiği yazarlarla muhabbetlerinden bahsediyor. Ama çokça neden yazdığımızı, nasıl yazdığımızı, hangi aşamalardan geçtiğimizi, nereye doğru gittiğimizi irdeliyor. Eğer siz de bu lanetle doğduysanız, keyifli bir yolculuk geçirebilirsiniz bu iki kitapla.