İnsan beyni ne garip. Bazı günleri, bazı deneyimleri yaşarken çoğunlukla o anlar hakkında hiçbir şey düşünmüyor oluyoruz. Öylece yaşıyoruz, geçiyor, gidiyor. Yaşarken o anları zorlayıcı olsalar da, o anda sinir olsak da sıkıntı yaşıyor olsak da geçiyor. Çok mutlu da olsak geçiyor. O anlarda hiçbirini fark etmiyoruz. Yıllar sonra, artık üzerlerinden çoook şeyler geçmiş olduğunda hayat bize o anları, geçmişimizin karelerini çok sezonluk bir dizinin sahneleriymiş gibi ara ara gösterim yapıyor. O gösterimlerde saçma bir şekilde, geçmişin yaşadığımız o kısımlarındaki, o sahnelerdeki kendimize bakıyor ve ulan gene de mutluymuşum diyoruz. Çiğ ile kaplanan gece boyunca ince bir havlunun üstünde yatmıştım ama mutluydum. Bütün bir gece süren otobüs yolculuğunda iki saniye bile uyuyamadan, çevremizdeki yolcuların ayıplamalarına maruz kalmıştım ama mutluydum. Tüm gün üstümüze kovalarla su yağdırılırken güneşin altında bata çıka yolculuk etmiştik ama mutluydum. Çok sevmeme rağmen bir waffle'ı 3 kişi paylaşmak zorunda kalmıştım ama mutluydum. Üstümüze örtecek doğru düzgün bir yorgan bile yokken, cebimizdeki tek parayla incecik bir battaniye alıp tüm kışı onunla geçirmek zorunda kalmıştık ama mutluydum. Tüm Avrupa'yı nefret ettiğim gözlüklerimle ve sivilceli suratımla dolaşıyordum ama mutluydum. Elimde küreklerle çılgın suyun içinde boğuluyordum ama mutluydum. Gecenin bir yarısı ilk defa tanıştığım insanlarla bir barın önündeki kalabalıkta sıkışıp kalmıştım ama mutluydum. O anlarda mutlu olduğumu düşünmüyordum. Dedim ya durup düşünmüyor insan bir şeyi yaşarken, bir şeyin tam ortasındayken. Yıllar sonra, artık dönüp baktığımda, şu an olduğum noktadan bakınca mutlu anılarmış gibi geliyor bunlar. Acılı bir gülümse oturuyor yüzüme. İşte kötü yanı da bu mutluluğu, geçmiş mutluluğu hissetmenin. O günlerin geçip gittiğini, şu an yaşanamayacak olduğunu bilmenin hüznü çöküyor üzerime.
In The Soop:Friendcation'ı izlerken de tam olarak hissettiğim buydu. 4 bölüm boyunca yüzümde o acılı gülümseme, içimde çöreklenen hüzünle geçmişime uzun yolculuklar yapıp durdum. Bilmem belki diğer In The Soop versiyonlarındaki - BTS'in yer aldığı iki sezondan - farklı bir hava taşıyor olmasındandı bu versiyonun. Bir tv showu formatı bu aslında. Ya da reality show dediklerinden. "숲" kelimesi Türkçe'de "suup" gibi okunuyor, İngilizce'de bunu "Soop" olarak yazıyorlar. Yani programımızın ismi aslında "ormanda". BTS versiyonlarında, grup üyeleri ormanın dağın gölün oralarda bir eve, bir haftalığına falan tatile gidiyorlardı. Evin hemen hemen her köşesine kamera yerleştirilmiş durumda oluyor, geri kalan bahçe vb. yerlerde de kameramanlarla çekiliyor. Bu şekilde belli bir senaryo yazılmadan, grup üyeleri bir tatilde bir evde arkadaşlarıyla ne yapmak istiyorlarsa onu yapıyorlardı. Senaryo yok ama şunu yaparız bunu yaparız diye plan yapmış oluyorlar ve mesela kendi yemeklerini kendileri yapıyor, resim yapıyorlar, top oynuyorlar, karaoke yapıyorlar ya da bir yere gezmeye gidiyorlar. BTS versiyonunda 7 genç adam bir araya gelip, çocuklar gibi delirdiklerinden izlemesi çok keyifli bir eğlence izliyorduk.
Bu versiyon ise BTS üyesi Taehyung'un oyunculuk ve müzik dünyasından arkadaşlarıyla bir "In The Soop" yapalım fikrinden ortaya çıkmış. Bu yılın başında, Taehyung şirkettekilere demiş ki ben benim kankalarla birkaç günlüğüne bir kaçamak yapacağım, hani siz de isterseniz bakın bunu böyle program gibi çekelim. Sonuçta kankalarının biri şu sıralarda Marvel filmlerinde oynamaya başlayan Park Seo Joon, biri Güney Kore'nin Oscar kazanan ilk filmi Parasite'in başrollerinden Choi Woo Shik, öbürü yine ülkenin en sevilen ve en yakışıklı oyuncularından Park Hyung Shik, sonuncusu da on yılı aşkın süredir müzik piyasasında pek çok işe imza atmış prodüktör, söz yazarı ve sanatçı Peakboy (Kwon Sung Hwan). Böyle olunca pek çok hayranın izlemek isteyebileceği bir showun ortaya çıkacağını düşündüklerinden hemen ortam ayarlanıyor.
Bu 5 arkadaş yoğun iş tempolarının arasında böyle 3-4 günlüğüne sakin bir tatil evinde, birbirleriyle hasret gidererek takılıyorlar. Malum, 2 seneye yakın bir pandemi döneminin ve sonrasında birden bire başlayan işlerin ardından onlar da tıpkı bizler gibi, dostlarıyla buluşup muhabbet etmek, yemek yemek, birbirlerine komik videolar göstermek, birlikte dizi izleyip yorum yapmak gibi şeyler istiyorlar. İşte bu versiyonu BTS'in 7 üyesinin bir arada olduğu eğlenceli tatil günlerinden ayıran da bunlar oluyor. Diğerleri, hepsi 20li yaşlarında, çocukluklarını bir arada geçirip, son 10 yılda birlikte büyümüş bir aile olduklarından çoğu zaman o kadar derine inmiyorlar. Muhabbet etmektense birbirlerine bağıran, şakalaşan, oyun oynayan kardeşler gibi. Yaşadıkları onca yıldan sonra, ailelerinden çok birbirlerini görüp, öyle büyüdüklerinden onlar artık tam anlamıyla bir aile. Friendcation ise insanın kendi ailesinden kopma yaşı geldiğinde, dışarıdaki dünyada bu sefer kendi kişiliğiyle, kendi çabasıyla edindiği arkadaş ortamını gösteriyor bir anlamda. Cidden düşündüğünüzde, hiçbir şey bilmezken, kendimizi bile bilmezken edindiğimiz arkadaşlarımızla olan muhabbetlerimiz, dinamiklerimiz, dünyayı ve kendimizi tanıyıp, kim olduğumuzu bildiğimizde edindiğimiz arkadaşlarımızla olanlardan çok farklı geliyor.
Bu yüzden In The Soop: Friendcation, böyle sonbaharın ayazlı kurak günlerinden, kışın soğuk günlerine geçerken ılık bir kafede arkadaşlarla sessiz sakince hayat üzerine sohbet etmek gibi olmuş. Renk paleti hep o sonbaharın kışa dönüşü, herkesin üstünde bir sessizlik var, herkes aslında kendi içinde düşüncelere gömülmüşken bir arada olmanın o ılık sıcaklığının keyfini çıkarıyor gibi. Çoğunluğu 30larının başında diğerleri 20lerinin sonunda bu 5 genç adamın 4 günlük tatilini izlerken işte bu yüzden beklediğim eğlenceli seyirliğin çok dışında bir şey buldum. Kendi dertlerimi unutup, birkaç eğlenceli saat geçireceğim derken, bir baktım onlarla birlikte kendi içime dönmüşüm, geçmişimle dansa durmuşum.
Aman Allahım! Ne kadar da güzel anlatıp yazmışsınız. Tek kelimeyle bayıldım. İlk fırsatta bu duygular eşliğinde izleyeceğim in The Soop:Friendcation ı. Kesinlikle roman yazmalısınız bence. ;)
YanıtlaSilÇok teşekkürler bu güzel cümleler için, çok mutlu oldum. Roman zaten nihai hedef ama işte bir türlü gelmiyor :D
Sil