29 Aralık 2022 Perşembe

2022'nin Çetele Tablosu

 Saçma sapan bir yılın daha sonuna geldik çocuklar. Başında uzmanlık tezi ile uğraştım, sonrasında uzmanlık sınavı ile kabus dolu günler geçirdim. Göbeğimle, hazımsızlıkla, midemle uğraştım durdum. Covid ile tanıştım, hem de onca yıl başarıyla kaçındıktan sonra. Akrabalar çok zararlı çocuklar. Neredeyse iki ayın birini sınava çalışarak, diğerini de hastalıkla boğuşarak evde geçirdim. Sonrasında da aylarca hastalıklardan hastanelerden kendimi kurtaramadım.

Ne kadar saçma olursa olsun yine de sonuna gelmişken, biraz daha, az biraz daha bir şeyleri halletmişim, bir şeyleri yoluna koyabilmişim gibi hissediyorum. Bu iyi. Artık biraz da olsa insanlara bağırabiliyorum. Sinirlendiğimi belli edebilmeye başladım az buçuk. Hala salakça şeyler yapmaya devam ediyorum tabiki, onda iyileşme yok. Karşı çıkmam gereken bazı şeylere, arada bir karşı çıkabiliyorum. Artık herkese kendimi sevdirmeye, iyi davranmaya, sevimli olmaya çalışmayabiliyorum. Baya zamandır ağlamamı durdurabiliyorum kendi kendime. Hala olmam gerektiğini düşündüğüm yerde değilim, yaşamam gerektiğini düşündüğüm hayatı yaşamıyorum ama yaşadığımın içindeki ufak anlardaki mutlulukları görebiliyorum.

Seneye başlarken azimliydim halbuki. Ocak'ta gayet planımı yapıp, doğumgünümü İzmir'de geçirmiştim. Güya o geziyi dönünce yazacaktım hemen bloga. Nerdeee? Bloga Şubat ayının ikisinde bir yazı ile başlamaya niyetlenmiştim sonra. Taslak olarak duruyor hala öylece. Çin yılının başlangıcıydı Şubat'ın biri. Kaplan yılına başlarken gaza gelmiştim çünkü ben de bir Kaplan burcuyum Çin astrolojisine göre. Ama bitememişti o yazı. Bir dolu bir şeyler anlatacaktım, bitirememiştim. "Bu yıl 이민년 yılı olarak isimlendiriliyor. Kara Kaplan'ın Yılı. Kaplan güçle, bilgelikle, bağımsızlıkla ve meydan okumayla ilişkilendiriliyor. Kötü ruhları savuşturan kutsal bir hayvan kaplan. Kaplan yılı, önemli izler bırakacak büyük değişikliklerin olduğu ve beklenilenden çok daha fazlasına kavuşulduğu bir yıl olarak geçer. Benim gibi Kaplan Yılı'nda doğanlar için ise zorlayıcı bir yıl olacağı anlamına geliyor çünkü geleneğe göre doğduğun yılın havyanı yine geldiğinde o yıl çok zorlanıyoruz. En son Kaplan Yılı olan 2010'da mezun olmaya, sonunda istediğim bölümü okuyabilmeye ve iş bulmaya çalışıyordum. Ondan önceki yıl olan 1998'de ortaokul birdeydim ve yeni bir sınıfta, hayattaki yerimi bulmaya çalışıyordum. Ayrıca 60 yıllık element döngüsüne göre de Su Kaplanı Yılı. Yani sezgilerimize güvenmemiz gereken bir yıl var önümüzde. Bu işi bırak git kafe aç diyorsa sezgileriniz yani, dinlemeniz gerekiyor olabilir (Bir Ateş Kaplanı olarak bana nasıl bir etkisi olur onu henüz bilemedim ama kısmet)." diye yazmışım. Şimdi bakınca aslında bitiriş cümlesi bile yazdığım bir gönderi olmuş, neden yayınlaya basmamışım bu haliyle bile bilemedim. Şimdi bassam olur bence :)

Şubat'ı nasıl geçirdiğim, Mart'ın 8'inde yeni bir yazı yazarken belli oluyor: Berbat. Psikologla zerre işe yaramayan görüşmelerimden ve K-pop dansı kursuna gidip, moralimi daha da bozmamdan bahsetmişim. Mart'ın 11'inde Ghost Doctor'u anlatmışım. Hemen ertesi gün, bir son yaptıklarım türünde bir şeyler yazmışım, okuduklarımdan izlediklerimden bahsetmişim. Berbat Şubat'ın ardından üstüme birden bire sebepsizce gelen bir her şeyi yaparım hissinin çöktüğü birkaç günden biriymiş. Mart'ı 30'unda, zamanın azlığından yakınarak bitirmişim.

Nisan'da bir müzikal - Gangster - , iki de dizi - Rookie Cops ve A Business Proposal - yazarak yol etmişim. Gangster gerçekten iyi ki izlemişim dediğim bir müzikaldi, şu an bunca ay sonra aklıma getirdiğimde ne kadar keyif aldığımı hatırlıyorum sadece.

Mayıs'a 6'sında köyden döndüğümü haber vererek başlamışım. Geçen sene kışın gelmesi çok uzun sürdükten sonra, gitmesi de bir o kadar uzun sürmüştü. Korkarım bu sene de öyle olacak. Mayıs'ın başında hala hava berbattı mesela. Azimle youtube kanalıma video yapmaya çalışıyormuşum gibi görünüyor ama o konuda bir yeniden düzenleme yapacağım youtube'da, başka planlarım var. 8'inde Uncharted filmini yazmışım, ahh çok eğlenceliydi o film. Abimle izlemiştim. Ne güzel günlerdi. 9'unda Mayıs planlarımı yazmışım, Açıköğretim finalleri ve uzmanlık sınavı varmış aman yarabbi! 27'sinde o sınav olduktan sonra her şey sarpa sarmıştı zaten de neyse. Mayıs'ın 12'sinde Doctor Strange in The Multiverse of Madness filmini yazmak üzere lafa başlamışım ama o da yarım bir şekilde taslaklarda duruyor. Mayıs'a gerçekten büyük umutla başlamıştım. Çünkü sonunda o sınavı geçtikten sonrası için çok acayip büyük planlar yapmıştım. Hayatımı süper hale getirecektim, o kadar yükselmiştim ki Haziran'da sınav sonucu açıklandığındaki çakılmam bu yüzden çok pis oldu.

Haziran'ın 20'sinde nihayet kendimi toplayıp, yazmışım. Toplamak demeyelim de ağlamak için buraya gelebilmişim. Haziran boyu evdeydim. Bir dolu kanuna çalıştım. Her sabah kalkıp, masanın başına geçip kanun çalışıyordum. Öğleden sonra yemek yapıp, yiyip, akşamüstleri belki biraz yürümeye dışarı çıkıyordum. Psikolojimin çok kötü olmasının dışında aslında güzel bir yaşama biçimiymiş :) 27'sinde biraz iyi olmuşum gibi görünüyor, izlediğim şeylerden bahsedebilmişim. Şimdi ikinci sezonunu izlemeye başladığımız Alchemy of Souls'un ilk sezonu yayınlanıyormuş vay be. 29'unda bir söz paylaştıktan sonra Haziran'ı kocaman bir evde ders çalışıp işe gitmediğim saçmalık olarak yol etmiştim.

Sinir bozucu sınavı atlatıp, zar zor geçtikten sonra soluğu anne evinde almıştım. Temmuz'da bayram tatili için köye gitmiştim. 13'ünde hevesli bir şekilde yazdıktan sonra tepetaklak olmuştum zaten. Covid oldum, annemler de oldu, köydeki çok zor hasta günlerin ardından kendimi, kendi evime atabildikten sonra 24'ünde durumu anlatabilmişim. Haziran'ın ardından bu sefer de Temmuz'u evde, hasta yatarak geçirdim. Allahım hala hatırlayıp, çok kötü oluyorum. Boğazımın acısı aklıma geldikçe gene ağlayasım geliyor. Aynı gün şu Persuasion filmi saçmalığını da yazmışım, ıyy. Temmuz'un son günlerinde nihayet dışarı çıkabilmişim, evden haftalar sonra çıkabildiğimin ertesi günü, 31 Temmuz'da yazmışım. Tam o sıralar blogun adını taşıyan instagram sayfasını da açmıştım (@neverlandhikayeleri).

Ağustos'ta da 3 yazı var. Her ay 3 gönderi yapmayınca rahat etmiyormuşum gibi olmuş. 7'inde The Lost City filmini anlatmışım, eğlenceliydi. 13'ünde bu sefer yaz okulu sınavlarını geçirip, gelmişim. Evet bu sene, nihayet ikinci bir diploma almış oldum. İki senelik, açıköğretim ama en azından mühendislik laneti dışında bir şey! 28'inde yazdığımda halim aşırı da kötü değilmiş, umutlu görünüyorum o satırlara bakınca şimdi.

Bu iyi halle Eylül' başlamışım. Tam 8 gönderi var, vaay bana. Eskisi gibi bir ay başlangıcı yazısı yazmışım, aferin bana. Eylül tamamen izlediklerimi anlatmakla geçmiş gibi görünüyor. 4'ünde Downton Abbey:New Era filmini yazmışım. 6'sında hayattaki tesadüflerden (?!) bahsetmişim. 17'sinde ise nihayet, Mayıs'ta izlediğim Alchemy of Souls'un ilk sezonunu yazabilmişim. 25'inde Partner Track'i anlatmışım ki ruh sağlığım için izlediğim bu guilty pleasurelardan biri o. 27'sinde maceralı dostumuz Caravaggio'dan bahsedip, Eylül ayını iki diziyle bitirmişim. Shooting Stars ve Law School'u 30'una sığdırabilmişim. Aferin kız sana :) 

Yalnız Ekim'i hatırlayınca şimdi gene sinirim bozuldu. Eylül'de o kadar yükselmiş, o kadar motive olmuştum ki Ekim'in ilk günlerine terminatör gibi girmiştim. Her sabah erkenden kalkıp spor yapıyordum, yediklerime dikkat ediyordum. Sağlığım yerindeydi. 5 gönderi var Ekim'de, çoğunluğunda kötüye giden sağlığımı ve halimi anlatmışım. Ekim'in içine edilmişti ziyadesiyle. Ekim'deki o kırılmadan sonra zaten Kasım'ı da yemişiz, tek bir gönderi var, yazı bile değil.

Aralık'ta ise nihayet bir şekilde kendimi toparlayabildim sayılır. Son yıllarda yarım bıraktığım dizileri bitirmeye çalıştım, başlayıp ortalarında bıraktığım kitapları okumaya çalıştım. Tarih bölümüne başlamıştım ya açıköğretimde, onun ara sınavları vardı. Ama kafam fena değil gibi. Önemli olan bu. Dönüp bakınca ne kadar salak saçma bir yıl olursa olsun, kendime bir dolu şey öğrettiğimi görüyorum. İnişi çıkışı bol bir yıldı bir de. O kadar dibe vurup, geri çıktım ki bir topun üstünde oturmuşum da zıplayarak yol alıyormuşum gibi. Ne kadar yol aldığım meçhul gerçi.

Önceki senelerin nasıl bitirdiğime göz gezdiriyorum da şöyle bir, 2011'de Neverland'e ilk başladığım yıl mesela hevesim belli oluyor. Dan Brown'ın Kayıp Sembol'ünü yazmışım. 2012 biterken, şimdi hayal gibi gelen o Amerika yolculuğuna gitmeden önceki son sözlerimi söylemişim:

Bir anlamda bir yeni yıl yazısı da olduğundan bu, değişmiş olacağımın yanında istediğim değişiklikleri de ne bileyim bu klasikleşmiş yeni yıl beklentilerini de söylemem yerinde olur sanıyorum. Önümüzdeki yılı ben keşif yılı olarak geçirmek istiyorum. Bundan önceki 25 yılı hep koşturma-başarılı olmaya çalışma-kafamı suyun üzerinde tutabilme yılı olarak yaşadım. Bu seferkinde keşfetmek istiyorum, kim olduğumu, sınırlarımı, hedeflerimi, hayallerimi, hayatımı, içimde ne varsa, dışımdan ne geliyorsa hepsini. Şimdiye kadar hep böyleyim, şöyleyim, ona göre davranmam gerek, ben buyum ben şuyum, öyle olmam gerek diye yaşadım. Böyle devam edemem. Aslında ne olduğumu görmem, bulmam gerek. Belki de hep o sandığım kişi değilim, sanıp da olmak için kendimi yırttığım kişi değilim. Ya da belki oyum ama yanlış tarafından bakıyorum. Farkına varmam gerek, emin olmam gerek. Zannettiğim, öyle olmasını umduğum, öyle olmasını istediğim şeyleri olmaya çalışmaktan kurtulmam gerek. Sevdiğim şeyleri neden sevdiğimi bulmam, hatırlamam gerek. Hırslarımdan, hasetliklerimden, kötülüklerimden, saflıklarımdan, zaaflarımdan kurtulmam gerek. Bunlardan kurtulabilirsem ancak, tam bir bütün olacağım çünkü. Eğer kurtulabilir de, kim olduğumu, ne olduğumu bulabilirsem işte o zaman gerisi için, hayat için, gerçekten yaşamak için hazır olacağım. Ben tam olmadıkça, tüm parçalarımı bir araya toplayıp fazlalıklardan kurtulmadıkça başka bir insana da hazır olamayacağım çünkü.
Geri geldiğimde, 26 olacağım.

Bu satırları yazan ben miyim, hem de 25 yaşındaki ben miyim diye bir baktım uzun süre. O zaman bunları mı düşünüyormuşum? İlginç. Neyse. 2013'ün sonunda yazdığım en son yazı ise şimdi okumaya bile dayanamadığım bir halde, şurada. O veda yazısının ardından senenin ortasına kadar geri gelmemiştim sanırım. 2014'ün Aralık'ında en son "Umarım çok güzel olur. Umarım." yazmışım. İstifa dilekçemi vermiştim çünkü, ahh ne umutlar ne umutlar.2015'i bitirirken ise "Sonraki aylarda tam olarak ne yaptığımı hatırlayamıyorum, ne çok mutlu ne çok mutsuz bir değişik araftı belki de benim için. Hala öyle gerçi. Hayatımda bundan sonra neyin, ne zaman, nasıl olacağını bilmiyorum. Tamamen ortadayım. Eylülden beri halimi biliyorsunuz zaten. Böyle yeni gelen bir yıl için içimden geçenler sadece artık cevapları bulabileceğim bir yıl olması, artık -sancısız- büyüyebildiğim bir yıl olması, bu dünyada - artık hangisiyse bu- yerimi bulduğum, gerçekten mutlu olduğum yere yerleşebildiğim bir yıl olması." demişim. Vallahi senelere baktıkça sinirim bozuldu. Her yıl aynı şeyler. Hay allahım ya. 
2016'nın son yazısını ise bir kitaptan almışım, "Hayat bazen, dün gece bıraktığın yerden başlamaz.
Yanında güçlü olmak zorunda olmadığımız insanlara ihtiyacımız vardı, o kadar.
Gidenler rahat uyur. Arkasını dönüp gidenler, yön değiştirenler, gözünü kapayabilenler... Seninse daha fazla zamana ihtiyacın vardır... Daha fazla ayık kalıp meseleyi kavraman, kendine anlatman, sonunda da kabul etmen gerekir. Olanı çabuk unutup yine aynı hatayı yapma ihtimalin hep vardır. Tek silahın tekrarlardır. Günün ortasında midenin ortasına ağrısı saplandığında bir yerlere kapanıp tekrarlaman gerekir, yolun ortasında kafanı duvara dayayıp bağıra bağıra tekrarlaman gerekir. Aynı yolları tekrar tekrar kat edip, biraz sonra yeniden unutana kadar, aynı sonuca ulaşman gerekir. Bu yüzden kaybedenler, kimsenin sifonunu çekmediği benzinlik tuvaletlerini, anlatacak çok şeyi olan arkadaşları, en çok da geceleri kullanırlar...
Bu yüzden herkesin bir yöntemi vardır. Herkesin farklı bir tekrarı... Ama yöntemine sadıktır herkes. O da yeniden doğmak için yapıyordu bunu. Tekrar ve tekrar ölüyordu. İşte bu yüzden sen de O’na benziyorsun.
Bu hikâye, olmasa da olurların, olsa da fark etmezlerin hikâyesi... Bu hikâye önemsiz şeyler yaşayanların, anlatacak bir şeyi olmayanların hikâyesi. Muhabbetlere katılamayacak kadar sıradan şeyler yaşayanların hikâyesi. Benim hikâyem. Senin hikâyen. Ki zaten, her şeyi biliyorsun..." Şaka gibi. Bunlar nasıl manyak satırlar böyle. Okuyunca şimdi yeniden, beynimden vurulmuşum gibi oldu. Unutmuşum oysa.
2017'nin son günü, tüm seneyi işsiz ve evde kendimle, Güney Kore dizileriyle geçirdikten sonra, Goblin'den bir sahneyle veda etmişim. 2018'i bitirişim biraz şimdiki gibi olmuş, tüm seneye dönüp bir liste çıkarmışım ne kadar okudum izledim diye. O senenin başında bu şimdiki işime başlamıştım, cebime yeniden para girmeye başladığı ve evden çıkabildiğim için iyi sayılırdım. 2019 sanırım benim için bir şeylerin değişmeye başladığı, kişilik ve ruh olarak bir şeylerin değişmeye başladığı, sancılarla dolu bir yıldı. Bunun üzerine daha sonra, daha ayrıntılı bir şekilde konuşmak istiyorum ama şimdilik baktığımda 2019'un son günlerinde izlediklerimi anlatıp, gittiğimi görüyorum. 2020'yi de Wonder Woman 1984 felaketini anlatarak bitirmişim. 2021 biterken de "Her şey düzelecek." demiştim.
Şöyle yapalım mı o halde? Bu yazıyı böyle burasına kadar okumaya üşenmeden hala buradaysanız, şöyle bir şey diyeceğim. Bloggerda artık profillerimize baktığımızda kendi yazdığımız blogu göremiyoruz ya hani. Yanlış oldu bu cümle bir dakika baştan alıyorum. Beni takip eden biriyseniz ve blog yazıyorsanız, eskiden, çook eskiden, profilinize girdiğimde o blogu görebiliyordum. Uzunca süredir göremiyorum. Bu yüzden şimdi eğer Neverland'i takip ediyorsanız ve sizin de düzenli yazdığınız bir blogunuz varsa, yorumda aşağıda, yazabilir misiniz adresini? Takip etmiyorsanız da sorun yok, yine yazın. Bu da böyle bir yıl olsun :)



9 yorum:

  1. Merhaba,
    Sergül Kato'nun Yolun Neresindeyim bloguna son yazısına yaptığınız yorum ile tanışmış olmamı belirtmekte fayda var. Koskoca bir yılın içerisinde yaşanılan türlü türlü olayların arasında flash back ile geçmiş yıllardaki yazılarınız, duygularınız ve yaşadığınız o çılgın anların alıntıları ile koca bir yazıyı ilk gördüğümde beni biraz korkutmuş olsa da okumadan geçip gitmek gelmedi içimden.
    Umarım hayatınız hayalinizdeki tüm olumlu isteklerinizin gerçekleştiği bir yönde ilerler ve mutluluğu karanlık içinde fenerle değil aydınlık içinde kolaylıkla bulursunuz. Güzel günleriniz olsun tüm kalbimle temenni ediyorum. Kalın sağlıcakla..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, umarım sizin için de çok güzel bir yeni yıl olur. Ve umarım hiçbirimizin karanlıkla boğuşmadığı, buralarda böyle mutluluklarımızı anlattığımız yazılarda buluştuğumuz bir yıl olur.

      Sil
  2. Bu ne abi !!! Çorba olmuş resmen :D sorun ne sende ne bende. Sorun Hegemonyada. Sorun Üretim ve düşünce araçlarını elinde bulunduran egemen güçlerde :+( Antonia Gramsci

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet sonuna geldiğimde ben de çorbadan hallice olduğunu düşündüm ama insan yazarken fark etmiyor işte, klavyenin üstünde açık denizde yüzer gibi vuhuuu diyerek gidiyor :)

      Sil
    2. Şaka şaka :) Çorba falan olmamış. Blogunuzu ve yazılarınızı beğeniyle takip ediyorum. Kaleminize ve yüreğinize sağlık. Sürükleyici orta dünya filmi izler gibi, okuyorum bir solukta yazılarınızı. Şahanesiniz devam lütfen. :)

      Sil
    3. Vooov çok teşekkürler :D

      Sil
  3. Piştttttt pişttt dükkan sahibi :) Ordamısın ? Bence 2022 nin en iyi animasyon filmi olan Del Toro nun, itaatsiz Pinokyosunu da burada yazman lazım. Film ile romanın kesiştiği ilk nokta, Pinokyo’nun kontrol edilemeyen ve nereden geldiği belirsiz enerjisi…
    Romanda Pinokyo’nun canlanır canlanmaz dikkat çeken bir diğer özelliği, itaatsizliğidir. Evden kaçıp dışarıya çıktığında, varlığı otoriteler için sorun teşkil eder. İnsanlar onu kabul etmekte zorlanır. Dolayısıyla, toplum içinde dışlanması kaçınılmazdır. Bu nedenle bile blogunda yer bulmayı hak ediyor diye düşünüyorum naçizane :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tavsiye için teşekkürler ama Pinokyo'nun hikayesi beni çocukluğumdan beri aşırı üzen bir hikaye. Okumaya bile dayanmamıştı yüreğim, sonrasında her açtığım versiyonunu bile 5-10 dakika izleyip kapatmıştım. Ben küçükken normal günlük çizgi filmi de vardı, onu bile izleyemezdim. Kısmet, belki kendimi zorlayıp, tüm duygusal savaş kıyafetlerime bürünüp izleyebilirim.

      Sil
  4. Tavsiye etmem o vakit. Film güzel, güzel ama aynı zamanda önceki uyarlamalarına göre daha karanlık ve daha kasvetli. Boncuklar farkında olmadan yanaklardan süzülüyor ansızın :) Demedi deme.

    YanıtlaSil

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...