13 Ağustos 2022 Cumartesi

"When everything feels like the movies"

 Ahh sonunda. Açıköğretim yaz okulu sınavına da girdim, bitti. 4 dersi geçmeye çalışıyordum, hepsinden geçersem şans olacak ama en azından biri iki tanesinden geçebilirim diye düşünüyorum. Hepsinden geçebilirsem diploma almaya hak kazanıyorum demektir ki asıl hedefim buydu. Neyse demeye çalıştığım, bir dahaki döneme ders almak zorunda kalsam bile en azından şimdilik, bugünden itibaren, çalışmak, başarmak zorunda olduğum bir şey kalmadı.

Tabi genel anlamda hayat hedeflerim dışında canım. Onlar hep önümde, ipin ucuna asılı havuç gibi sallanıp duruyorlar. Kısa vadede çalışmak zorunda kaldığım bir şey yok demeye çalışıyorum. Bugünkü sınavdan da çıkarken Mirkelam gibi sokaklarda önce yavaş, sonra hızlanarak, kollarımı iki yana açarak bağırarak koşacağımı düşünmüştüm. Böyle her bir yerimden bağlayan halatlar kopacakmış gibi. Öyle yapmadım tabi, yavaş yavaş etrafıma, insanlara bakarak yürüdüm. İçimi böyle birden, çok büyük bir coşku kaplayacak diye düşünmüştüm, tabiki kaplamadı. Mutlu olmadığımdan değil, beyin hemen algılayamıyor herhalde halini.

Açlıkla bir şeyler yapmaya çalışıyorum bugün sınavları bitirdiğimden beri. Onu da dinleyeyim, şuna da bakayım, şunu okuyayım. Yapmayı düşündüğüm her şeyden vazgeçerken buldum sonra kendimi. Neyi düşünsem, birisi daha önce yapmış oluyor çünkü. Niye bu kadar geç kalıyorum ben? Hayatta hep geç kalayım diye mi doğurdu annem beni acaba? Her şeyi yavaş algılıyorum, yavaş öğreniyorum, kararlar veremiyorum, bilemiyorum. O kadar ingilizce biliyorum diye geçiniyordum, aslında o kadar da anlamadığımı fark ettim. Çok sinirlendim. Çok üzüldüm bir anda. Sonra düşündüm ki neden bu kadar yükleniyorum kendime. Neden bu kadar bilmem gerekiyor? O kadar anlayamıyor olmam neden bir sorun? Sal kendini dedim azcık kendime. Salamadım tabiki de, hala anlamaya çalışıyorum, neden hep en iyisi olmak istiyorum? Neden hep "en" olmak zorunda hissettiğim ve olamadığım için çok kötü hale giriyorum? Sal diyorum, kendine yüklenme bu kadar. Yükleniyorum tabiki şu anda bile.

Eskiden listeler yapardım mesela, o geldi bugün aklıma. Burada, Neverland'de Oturan Mühendis'in Listeleri'ni yapmıştım örneğin. İzlediğim filmlerdeki, dizilerdeki dans sahnelerini falan sıralamaya koymuştum. Ben Masumum serisi yapmıştım, beni ben yapan filmleri sıralamıştım. Oturup, tüm bir Jane Austen uyarlamalarını izleyip, tek tek incelemiştim. Kronolojik olarak Disney prenses filmlerini izleyip, yazmıştım. Şimdi neden böyle şeyler yapamıyorum dedim kendi kendime. Sadece oturup, bir şeylere uzun süre odaklanamamaktan da değil. Liste yapacak kadar bir şeyleri aklımda tutamıyorum. Hiçbir şey aklımda, kalbimde yer etmiyor o kadar sanki. Daha doğrusu, o şey duygusunu hissettim yine. Hani bir yıl aralığına kadar yaşamışım da, o belirli yıllarda komaya girmişim, hastanede yatmışım, aradan 20 yıl falan geçmiş, uyanmışım gibi. Bedenim yaşamış, ama aklım komaya girdiğim noktada kalmış gibi. Benim için hala o yaştayım, moda hala öyle, müzik zevkim orada takılı kalmış. Yani öyle bir dünyaya uyanmışım ki birden bire, böyle çok fazla "şey" var. Çok fazla film var, çok fazla müzik var, çok fazla ünlü var, çok fazla olay oluyor. Hiçbir şeye yetişemiyorum. Sanki o komada olduğum zamandaki hiçbir şeyi algılayamıyorum. Tabiki komada değildim, sorun da bu. Ben o yıllar geçerken ne yaptım? Nokia 3310 kullanırken birden onu elimden alıp, elime instagramlı tiktoklu ifluencerlı iphone'u tutturmuşlar gibiyim. Youtube bu hale gelirken ben neredeydim diyorum kendime. 2006'da ilk youtube kanalımı oluşturup, sonra 2008'de de ilk yurtdışı gezimin videosunu yüklediğimi hatırlıyorum. 144p ile Dawson's Creek bölümlerinden kesitler izlemeye çalışırdım. Youtube öyle bir şeydi. Sonraki birkaç yıl daha windows movie maker'da yaptığım videoları yüklemiştim. Ama şimdiki halini hiç hayal etmeden, hiç böyle bir şey aklımın ucundan geçmeden. Sonra ne oldu? Komaya girdim.

Goo Goo Dolls'un yeni albümünü açtım dinliyorum mesela şu an. Yazarken bir yandan. En son ne çıkmış diye kaydettiğim, eskiden takip ettiğim web sitesine baktığımda gördüm, Iris aklıma geldi, aa ben o şarkıyı ne çok dinlerdim dedim. 1998'miş Iris'in çıkışı...Yüzyıllardır dinlemedim, ne oldu bana? Sonra aklıma diğerleri geldi. Çılgınca Paolo Nutini dinlerdim, Joss Stone,  Jefferson Airplane, Jeff Buckley dinleyip dinleyip bunalımdan bunalıma koşardım. One Tree Hill'de çalan her şeyi bulacağım diye ilkel internetin tüm kenarlarına bakınırdım. Onlar bile podcast yapıyor şu an. One Tree Hill'in üç kadın başrolü, Hilarie Burton, Sophia Bush ve Bethany Joy Lenz tek tek bölümleri izleyip, konuşuyorlar. Çok tuhafıma gidiyor. Hem dediğim gibi bir yandan o koma halini hissediyorum hem de bir yandan tüm bunları dinleyen tamamen başka biriymiş gibi. Başka bir hayatmış gibi.

Geçenlerde konuştuk kızlarla, hemen öncesinde de düşünüyordum, artık neden hiçbir izlediğimizi falan eskisi gibi beğenmiyoruz diye. Yani allahım sabaha kadar Teen Wolf izleyip peş peşe, kan çanağı gözlerle işe gidiyordum (6 Yıl 111 Bölümün Ardından Teen Wolf'a Veda Etmek diye bir şey yazmıştım zamanında). Yani Teen Wolf'u örnek verdim de, bunun gibi böyle oturup sezonlarca dizi izlerdik. Filmleri izleyebilmek için ilk geldikleri gün sinema sinema dolaşırdık da koltuk bulacağız diye. Bir filmi 3 kere mi 4 kere mi ne izledik sinemada (ehem Pride&Prejudice ehem). Oysa şimdi hiçbir şey öyle hissettirmiyor. Yukarıda da dediğim her şeyden çok çok fazla olması mı sorun? Biz mi yaşlandık da diğer hormonlarımız gibi bunlara dair olanlar da mı azaldı bedenimizde? Görülebilecek her şeyi gördüğümüz için artık hiçbiri değişik gelmiyor mu? Yoksa...yoksa gerçekten, hakikaten, artık iyi şeyler yapılamıyor mu? Ahh nerede o eski bayramlar diyen neneler gibiyiz dedi Nihan. Öyle miyiz gerçekten? Ama o duygunun da temeli ne? Yani ne bize eski bayramları sevdiriyor da şimdikileri sevdirmiyor? Düşünsenize, sinemada ilk defa Yüzüklerin Efendisi izliyorsunuz, izlemiştik biz çünkü. Kızılay'daki sinemaları tek tek koştura koştura dolaşıp, yer aramıştık, ilk geldiği gündü, tek boş yer yoktu. O zamanlar avmler yoktu, sokaklarda sinemalar vardı. Sonra aradan 20 yıl geçiyor, internete bağlanan tvlerinizde istediğiniz an açıp kapatabileceğiniz filmi açıp, evdeki kanepenizde yayılarak, miskin miskin film seçiyorsunuz binlercesi arasından. Tabiki o duyguyu vermiyor. Diye düşünüyorum ben ama, şimdi 15 yaşında olan bir zamane genci için de oturduğu yerden kalkıp, gidip sinemada herkesle birlikte film izlemek zor ve keyifsiz geliyordur. Bunu da şimdi düşündüm. Hımm...Olabilir, tam olarak böyle hissediyor olabilirler. Herşey elimin altındayken neden sokaklarda perişan olacakmışım diyor olabilirler. Off sinirim bozuldu. Neneler de böyle mi hissediyor acaba?


Bu arada Goo Goo Dolls'un neredeyse benim ömrüm kadar yaşı varmış müzik camiasında. Bilmiyordum eskiden dinlerken. Bu yeni çıkan albüm, Chaos in Bloom. Şimdi bitti, dinledim. Çok da sevmedim. Hiç dinlenmeyecek gibi gelmedi de, ben değişmişim. Neyse işte. Yazı içinde bahsettiğim her şeyi linkliyorum.

2 yorum:

  1. Aynen ya. Birşeye dikkat edebilme kapasitem 8 dakikalık youtube videosu kadar olmuş. 20 dakikalık diziler bile uzun geliyor. Ard arda 10 bölümden fazla dizi izlediğim olurdu. 30 dan sonra bedensel zihinsel kayıplar olayı biraz fazla doğru çıktı sankim :S

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya da belki 30'a kadar çok mu zorladık, artık kaldırmıyor mu? Gençken daha az zorlasaydık bünyeyi belki şimdi de iyi mi olurdu, diye düşünmeden edemiyorum.

      Sil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...